Haşir mes'elesi öyle bir hakikattır ki, ..

Ahmet.1

Well-known member
Haşir mes'elesi öyle bir hakikattır ki, celaliyle, cemaliyle, esmasıyla Hâlık-ı Zîşan, bütün kütüb-ü semaviye ile enbiya ve evliya ve asfiyanın icmalarını tazammun eden Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan ve Fahr-i Kâinat Hazret-i Muhammed (A.S.M.) -ekmel-ül halk ve eşref-ül insan- haşrin geleceğine ittifakla hükmettikleri gibi, şu kâinat dahi, bütün âyâtıyla ve kelimatıyla haşrin vücud ve icadına şehadet ediyor. Hattâ her bir cüz'ün, cüz'î olsun küllî olsun, cüz' olsun küll olsun, iki vechi vardır. Bir vecihle Hâlıka bakar, vahdaniyete delalet eder. Diğer vecihle de âhirete nâzırdır ki, haşrin, âhiretin vücudlarını ister.
Haşir: Yeniden diriliş. Dünyadan ölümle ayrılanların ahirette Allah(cc) tarafından tekrar diriltilip toplanması.
Hakikat: Gerçek.
Celal: Büyüklük, ululuk, haşmet.
Cemal: Güzellik.
Esma: İsimler.
Hâlık-ı Zîşan: Şan sahibi yaratıcı Allah(cc).
Kütüb-ü semaviye: Semavi kitablar, Allah (cc) katından gönderilmiş kitablar (Kur'an, incil, Tevrat, Zebur).
Enbiya: Peygamberler.
Evliya: Veliler, ermişler, Allah(cc) dostu ermiş kimseler.
Asfiya: İtikat(inanç), ahlâk, davranış, ilim ve düşüncede Peygamberimize(asm) tam bağlı kalarak yüksek dereceye ulaşmış derin bilgi sahibi din âlimleri.
İcmal: Kısaltma, özetleme, kısaca anlatma. *Uzun bir hesaptan çıkarılan hülasâ, netice.
Tazammun: İçine almak.
Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan: Anlatma tarzı mucize olan Kur'an.
Ekmel-ül halk: Yaratılanların en mükemmeli ve üstünü.
Eşref-ül insan: En şerefli insan, insanların en şereflisi.
İttifak: Söz birliği etme, anlaşma, sözleşme, birleşme.
Kâinat: Yaratılan bütün varlıklar, evren.
Kelimat: Kelimeler, sözler.
Cüz': Kısım, parça.
Cüz'î: Küçük, sınırlı. Küllînin bir parçası.
Küllî: Kapsamlı genel, bütünün özelliğini taşıyan parçalardan meydana gelen.
Küll: Bütün.
Vecih: Yön, taraf, yüz.
Hâlık:Yaratıcı Allah(cc), yoktan en güzel şekilde yaratan Allah(cc).
Vahdaniyet: Birlik, Allah'ın(cc) birliği.
Delalet: Delil olma, yol gösterme.
Nâzır: Nezaret eden, bakan, gözeten, gören.
Âhiret: Ölümsüz olan öbür dünya, ölüm ve kıyamet ile gidilen ve Cennet-Cehennemin bulunduğu ebedi alem.


Meselâ: Bir insan kendi vücuduyla, hüsn-ü san'atıyla Sâni'in vücub-u vücuduna ve vahdetine delalet ettiği gibi; âmâl ve istidadları ebede kadar uzandığı halde pek sür'atle ölüm ve zevali, âhiretin vücuduna delalet eder. Bütün mevcudatta görünen intizam-ı hikmet, tezyin-i inayet, taltif-i rahmet, tevzin-i adalet, Sâni'-i Hakîm'in vücud ve vahdetine şahid oldukları gibi, âhiretin ve saadet-i ebediyenin de icad ve vücudlarına delalet ederler.
Hüsn-ü san'at: Sanat güzelliği.
Sâni'i: Sanatkar yaratıcıyı. Sâni': Sanatkar yaratıcı.
Vahdet: Birlik, teklik, Allah'a(cc) ait birlik.
Delalet: Delil olma, yol gösterme.
Âmâl: Emeller, istekler, arzular, dilekler.
İstidad: Kabiliyet, yetenek.
Ebed: Ebedilik, sonu olmamak, sonsuzluk.
Zaval: Sona erme, son bulma, göçüp gitme.
Mevcudat: Varlıklar.
İntizam-ı hikmet: Hikmetin intizamı, gaye ve faydaların tertibi ve düzgünlüğü.
Tezyin-i inayet: Allah'ın(cc) iyilik ve yardımının süslemeleri.


Said Nursi​
 
Üst