Dördüncü Söz

Ahmet.1

Well-known member
Dördüncü Söz
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
ﺍَﻟﺼَّﻠَﻮﺓُ ﻋِﻤَﺎﺩُ ﺍﻟﺪِّﻳﻦِ

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla ¨ Namaz dinin direğidir.

Namaz, ne kadar kıymetdar ve mühim, hem ne kadar ucuz ve az bir masraf ile kazanılır, hem namazsız adam ne kadar divane ve zararlı olduğunu, iki kerre iki dört eder derecesinde kat'î anlamak istersen; şu temsilî hikâyeciğe bak, gör:
Kıymetdar: Kıymetli, değerli.
Mühim: Önemli.
Divane: Deli.
Kat'î: Kesin.
Temsilî: Örnekle canlandırılmış.


Bir zaman bir büyük hâkim, iki hizmetkârını, -herbirisine yirmidört altun(altın) verip- iki ay uzaklıkta has ve güzel bir çiftliğine ikamet etmek için gönderiyor. Ve onlara emreder ki: "Şu para ile yol ve bilet masrafı yapınız. Hem oradaki meskeninize lâzım bazı şeyleri mübayaa ediniz. Bir günlük mesafede bir istasyon vardır. Hem araba, hem gemi, hem şimendifer, hem tayyare bulunur. Sermayeye göre binilir."
Hizmetkâr: Hizmetçi.
İkamet: Oturma, yerleşme.
Mesken: Ev, oturulan yer, hane.
Mübayaa: Satın alma.
Şimendifer: Tren.
Tayyare: Uçak.
Sermaye: Ana mal, asıl para.


İki hizmetkâr, ders aldıktan sonra giderler. Birisi bahtiyar idi ki, istasyona kadar bir parça para masraf eder. Fakat o masraf içinde efendisinin hoşuna gidecek öyle güzel bir ticaret elde eder ki; sermayesi birden bine çıkar. Öteki hizmetkâr bedbaht, serseri olduğundan; istasyona kadar yirmiüç altununu sarfeder. Kumara-mumara verip zayi' eder, bir tek altunu kalır. Arkadaşı ona der: "Yahu, şu liranı bir bilete ver. Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın. Hem bizim efendimiz kerimdir; belki merhamet eder, ettiğin kusuru afveder. Seni de tayyareye bindirirler. Bir günde mahall-i ikametimize gideriz. Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun." Acaba şu adam inad edip, o tek lirasını bir define anahtarı hükmünde olan bir bilete vermeyip, muvakkat bir lezzet için sefahete sarfetse; gayet akılsız, zararlı, bedbaht olduğunu, en akılsız adam dahi anlamaz mı?
Bahtiyar: Talihli, mutlu, bahtı ve kısmeti iyi.
Bedbaht: Bahtı kara, mutsuz, talihsiz.
Zayi': Ziyan.
Kerim: Kerem sahibi, bağış, iyilik, lütuf ve cömertlik sahibi.
Merhamet: Acımak, şefkat etmek, iyilik ve yardım edip korumak.
Afv: Bağışlamak.
Mahall-i ikamet: Oturulan yer, ikamet yeri, kalınacak yer.
Muvakkat: Geçici, az bir zaman için.
Sefahet: Günah olan zevk ve eğlencelere düşkünlük, dinin yasakladığı zevk ve eylencelerle hayat geçirmek.
Sarf: Harcama, kullanma.


İşte ey namazsız adam ve ey namazdan hoşlanmayan nefsim!
O hâkim ise; Rabbimiz, Hâlıkımızdır. O iki hizmetkâr yolcu ise; biri mütedeyyin, namazını şevk ile kılar. Diğeri gafil, namazsız insanlardır. O yirmidört altun ise, yirmidört saat her gündeki ömürdür. O has çiftlik ise, Cennet'tir. O istasyon ise, kabirdir. O seyahat ise kabre, haşre, ebede gidecek beşer yolculuğudur. Amele göre, takva kuvvetine göre, o uzun yolu mütefavit derecede kat'ederler. Bir kısım ehl-i takva, berk gibi bin senelik yolu, bir günde keser. Bir kısmı da, hayal gibi ellibin senelik bir mesafeyi bir günde kat'eder. Kur'an-ı Azîmüşşan, şu hakikate iki âyetiyle işaret eder. O bilet ise, namazdır. Bir tek saat, beş vakit namaza abdestle kâfi gelir. Acaba yirmiüç saatini şu kısacık hayat-ı dünyeviyeye sarfeden ve o uzun hayat-ı ebediyeye bir tek saatini sarfetmeyen; ne kadar zarar eder, ne kadar nefsine zulmeder, ne kadar hilaf-ı akıl hareket eder. Zira bin adamın iştirak ettiği bir piyango kumarına yarı malını vermek, akıl kabul ederse; halbuki kazanç ihtimali binde birdir. Sonra yirmidörtten bir malını, yüzde doksandokuz ihtimal ile kazancı musaddak bir hazine-i ebediyeye vermemek; ne kadar hilaf-ı akıl ve hikmet hareket ettiğini, ne kadar akıldan uzak düştüğünü, kendini âkıl zanneden adam anlamaz mı?

Nefs: Kendisi, kendi, öz varlık. *Günahlara itici hisler.
Rabb: Her şeyin sahibi ve terbiye edicisi, besleyip yetiştiricisi olan Allah(cc). *Terbiye eden, besleyen, yetiştiren sahip.
Hâlık: Yoktan en güzel şekilde yaratan Allah(cc).
Hizmetkâr: Hizmetçi.
Mütedeyyin: Dindar, dine bağlı.
Şevk: Çok istek, kuvvetli arzu, sevinç, coşku.
Gafil: Gaflette olan. Düşüncesiz, ilgisiz ve habersiz.
Kabir(kabr): Mezar.
Haşr: Yeniden diriliş.
Ebed: Ebedilik, sonu olmamak, sonsuzluk.
Beşer: İnsan.
Amel: İş, çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme.
Takva: Bütün günahlardan ve her türlü yasaklardan kendini koruma.
Mütefavit: Birbirinden farklı, çeşitli.
Ehl-i takva: Günahlardan kendini son derece çekenler.
Berk: Şimşek, yıldırım.
Kur'an-ı Azîmüşşan: Şanı yüce Kur’an.
Hakikat: Gerçek.
Kâfi: Yeter, yeterli.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyaya ait hayat, dünyadaki yaşantı.
Hayat-ı ebediye: Ebedi hayat, ölümsüz ve sonsuz hayat.
Hilaf-ı akıl: Akla aykırı, akla ters.
Zira: Çünkü.
İştirak: Katılma, ortak olma, ortaklık.
Musaddak: Doğrulanmış, doğruluğu kabul edilmiş.
Hazine-i ebediye: Ebedi hazine, sonsuz hazine, bitmez ve tükenmez zenginlikler.
Hilaf-ı akıl ve hikmet: Akla ve hikmete aykırı, akla ve hikmete ters.
Âkıl: Akıllı.


Halbuki namazda ruhun ve kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Hem cisme de o kadar ağır bir iş değildir. Hem namaz kılanın diğer mubah dünyevî amelleri, güzel bir niyet ile ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü, âhirete mal edebilir. Fâni ömrünü, bir cihette ibka eder.
Mubah: İşlenmesinde sevab ve günah olmayan şey.
Dünyevî: Dünya hayatına ait, dünyadaki yaşantıyla ilgili.
Amel: İş, çalışma. Bir emri veya vazifeyi yerine getirme.
Suret: Biçim, görünüş, şekil, tarz.
Sermaye-i ömr: Ömür sermayesi.
Âhiret: Ölümsüz olan öbür dünya, ölüm ve kıyamet ile gidilen ve Cennet-Cehennemin bulunduğu ebedi alem.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Cihet: Yön, taraf.
İbka: Bakileştirme, süreklileştirme, devamlı olmasını sağlama.

Said Nursi​
 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
...

Namaz, kalblerde azamet-i İlahiyeyi tesbit ve idame ve akılları ona tevcih ettirmekle adalet-i İlahiyenin kanununa itaat ve nizam-ı Rabbanîye imtisal ettirmek için yegâne İlahî bir vesiledir. Zâten insan medenî olduğu cihetle, şahsî ve içtimaî hayatını kurtarmak için, o kanun-u İlahîye muhtaçtır. O vesileye müraat etmeyen veya tenbellikle namazı terkeden veyahut kıymetini bilmeyen; ne kadar cahil, ne derece hâsir, ne kadar zararlı olduğunu bilâhere anlar, ama iş işten geçer.
İşarat-ül İ'caz​

Azamet-i İlahiye: Allah`ın büyüklüğü.
Tesbit: Sağlam olarak yerleştirme, sarsılmaz şekilde yerleştirme.
İdame: Devam ettirme.
Tevcih: Döndürme, yöneltme, çevirme.
Adalet-i İlahiye: Allah’ın(cc) adaleti.
İtaat: Uyma, boyun eğme, emri yerine getirme.
Nizam-ı Rabbanîye: Her şeyin sahibi ve terbiyecisi olan Allah’ın(cc) düzeni.
İmtisal: Uyma.
Yegâne: Bir, tek.
İlahî: Allah’a(cc) ait, Allah’la(cc) ilgili.
Medenî: Faziletli, terbiyeli.
Vesile: Bahane, sebep. *Vasıta.
Cihet: Yön, taraf.
Şahsî: Kişisel.
İçtimaî: Toplumla ilgili.
Kanun-u İlahî: Allah’ın(cc) kanunu.
Müraat: Uymak, uygun davranmak, korumak.
Hâsir: Hüsranda olan, zararda olan, kaybeden.
Bilâhere: Sonra, sonradan, daha sonra, sonunda.
 

Ahmet.1

Well-known member
Sineğin ısırmasından kaçıp, yılanın ısırmasını kabul eder.

Farz namazını kılmayan ve vazife-i ubudiyeti yerine getirmeyen bir adamın küçük bir âmirinden küçük bir vazifesizlik yüzünden aldığı tekdirden müteessir olan o adam, Sultan-ı Ezel ve Ebed'in mükerrer emirlerine karşı farzında yaptığı bir tenbellik, büyük bir sıkıntı veriyor ve o sıkıntıdan arzu ediyor ve manen diyor ki: "Keşke o vazife-i ubudiyeti bulunmasa idi." Ve bu arzudan bir manevî adavet-i İlahiyeyi işmam eden bir inkâr arzusu uyanır. Bir şübhe, vücud-u İlahiyeye dair kalbe gelse, kat'î bir delil gibi ona yapışmaya meyleder. Büyük bir helâket kapısı ona açılır. O bedbaht bilmiyor ki: İnkâr vasıtasıyla, gayet cüz'î bir sıkıntı vazife-i ubudiyetten gelmeye mukabil, inkârda milyonlar ile o sıkıntıdan daha müdhiş manevî sıkıntılara kendini hedef eder. Sineğin ısırmasından kaçıp, yılanın ısırmasını kabul eder.
Said Nursi​


Vazife-i ubudiyet: Allah’a(cc) kulluk görevi.
Âmir: Emreden, idare eden.
Tekdir: Azarlama.
Müteessir: Etkilenen, üzüntülü, üzülmüş.
Sultan-ı Ezel ve Ebed: Ezel ve ebed sultanı, başlangıcı ve sonu olmayıp sonsuz olan Allah(cc).
Mükerrer: Tekrarlı, tekrar edilmiş.
Farz: Yapılması Allah’ın(cc) açık ve kesin hükmüyle emredilmiş olan.
Adavet-i İlahiye: Allah’a(cc) karşı olan düşmanlık.
İşmam: Hafifçe duyurma, hissettirme.
Kat'î: Kesin.
Meyl: Yönelme, istek, arzu.
Helâket: Yıkılma, mahvolma, felaket.
Bedbaht: Bahtı kara, mutsuz, talihsiz.
Cüz'î: Küçük, sınırlı.
Mukabil: Karşılık.
 

Ahmet.1

Well-known member
Dinî farzlarını yerine getirmek suretiyle dünyevî çalışmaların da bir ibadet hükmüne geçtiğine dair Üstadımızın yanına gelenlere verdiği derslerden birkaç nümune:

1- Üstadımız Bedîüzzaman Hazretleri ile birlikte, bir gün Eskişehir'deki Yıldız Oteli'nde bulunuyorduk. Şeker Fabrikasından yanına gelen birkaç işçi ve ustabaşına kısaca dedi: "Siz farz namazlarınızı kılsanız, o zaman fabrikadaki bütün çalışmalarınız ibadet hükmüne geçer. Çünki milletin zarurî ihtiyacını temin eden mübarek bir hizmette bulunuyorsunuz."

2- Yine bir gün, Eğirdir yolu altında oturmuş Rehber'i okuyorduk. Tren yolunda çalışan birisi geldi. Ve Üstad, ona da aynı şekilde: Feraizi eda edip, kebairden çekilmek şartıyla bütün çalışmalarının ibadet olduğunu, çünki on saatlik bir yolu bir saatte kestirmeğe vesile olan tren yolunda çalıştığından mü'minlere, insanlara olan bu hizmetin boşa gitmeyeceğini, ebedî hayatında sevincine medar olacağını ifade etmiştir.

3- Yine bir gün vaktiyle Eskişehir'de, tayyareciler ve subaylar ve askerlere de aynen şu dersi vermişti: "Bu tayyareler, bir gün İslâmiyete büyük hizmet edecekler. Farz namazlarınızı kılsanız, kılamadığınız zaman kaza etseniz, asker olduğunuz için her bir saatiniz on saat ibadet, hususan hava askeri olanların bir saati otuz saat ibadet sevabını kazandırır. Yeter ki kalbinde iman nuru bulunsun ve imanın lâzımı olan namazı îfa etsin.

4- Hem Barla, hem Isparta, hem Emirdağ'da çobanlara derdi: "Bu hayvanlara bakmak, büyük bir ibadettir. Hattâ bazı Peygamberler de çobanlık yapmışlar. Yalnız siz farz namazınızı kılınız, tâ hizmetiniz Allah için olsun."

5- Yine bir gün, Eğirdir'de elektrik santralının inşasında çalışan amele ve ustaya: "Bu elektriğin umum millete büyük menfaatı var. O umumî menfaattan hissedar olabilmeniz için, farzınızı kılınız. O zaman bütün sa'yiniz, uhrevî bir ticaret ve ibadet hükmüne geçer." demiştir. Bu neviden onbinler misaller var.


Daimî hizmetinde bulunan talebeleri

Tarihçe-i Hayat
 

Ahmet.1

Well-known member
Namaz, Hâlık-ı Zülcelal tarafından her yirmidört saat zarfında tayin edilen vakitlerde manevî huzuruna yapılan bir davettir. İşârât-ül İ'caz
 
Üst