Kelime Analizi 137: Karakol

kenz-i mahfi

Sorumlu
KARAKOL ---> Moğolca (قره غل)

Kelime olarak Moğolca'da "gözcü, nöbetçi" manalarına gelen "karagul" kelimesinden gelmektedir. Moğolca'da "kara" kelimesi "bakmak, gözlemek" manasında fiildir.

"Karakol" kelimesi Eski Türklerde bazı fiillere meslek bildiren "ol, vol" gibi eklerin eklenmesiyle meydana gelmektedir. Karakol kelimesinin aslının "bakmak, gözetlemek" manasına gelen "karamak" fiiline meslek bildiren "-vul" ekinin gitirilmesiyle "karavul" olduğu anlaşılmaktadır. 14.ve19.yüzyıllar arasında yazılmış olan eserlerde bu kelime "gözcü, nöbetçi, bekçi ve keşif kolu" manalarında kullanılmıştır. Bazı eserlerde gece savaşan güçler, gece baskını yapan önce kuvvetler olarak "karavul" kelimesi kullanılmıştır. Osmanlı Döneminde "karavul" kelimesi önce "karagul" kelimesine, sonra "karagol" kelimesi ve son zamanda da "karakol" kelimesine dönüşmüş ve genellikle ani saldırılardan korunmak için ordunun etrafını muhafaza ile görevli piyade ve süvari askerlerini ifade etmek için kullanılmıştır. Şehir ve kasabalarda güvenliği sağlamak için içinde asker veya zaptiye memuru oturtmak için yapılan binalara önce karakolhane daha sonraları ise kısaltma yoluyla sadece "karakol" denilmiştir. Karakoyunlu ve Akkoyunlu Devletlerinin askeri teşkilatında sefer esnasında ordunun en ileride bulunan ucu "karakol" olarak anılırdı. Babürlülerde "karavul" tabiri "gözetleme, bekçi" olarak kullanılmış, askeri terim olarak da "önce, ileri karakol, posta, keşif kolu" manalarında kullanılmıştır. Osmanlı Devletinde güvenlik amacıyla böyle bir teşkilatın kurulması çok sonradan olmuştur.

Kıpçak diyalektiğinde "karamak" fiili, bakmak gözetlemek manasındadır. "avul" kelimesi ise "köy, kent" gibi yerleşmeleri ifade etmektedir. Buna göre birleşik kelimenin manası "köyün, kentin bakıcısı, gözeticisi ve koruyucusunun bulunduğu mekan" manasına gelmektedir.

Bugünkü manasıyla "karakol" kelimesi "gözetleme yeri" manasına geldiğinden, askeri bir terim iken, sonraları şehirlerde ve diğer yerleşim birimlerinde "karakolhane" adı verilen mevkiler kurulmuş ve buralarda da o yerleşim yerlerinin asayiş ve güvenlik hizmetiyle uğraşan insanlar görev yapmaya başlamıştır.

Türk Lehçelerinde "karakol" kelimesine bakıldığında;
Azericede "milis idarasi"
Kazakçada "polis şebi"
Kırgızcada "polis bölüğü"
Özbekçede "militsiya"
Türkmencede "politsiya uçastoğı"
Uygurcada "politsiya bölümi"
Başkurtçada "politsiya postı" gibi kelimelerle ifade edilmiştir.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Osmanlı İmparatorluğunda karakollara verilen ehemmiyetten dolayıdır ki, devletin değer verdiği kurumların başında gelmiştir. Bir zabıta karakolu, asayiş ve güvenliği sağlayan kişilerin kaldıkları yer olmaktan öteye devletin otoritesinin bir göstergesi olarak kabul edilmiştir. Bundan dolayı da yapılar zamanın mimarisi göz önüne alınarak en görkemli biçimde yapılandırılmaya çalışılmıştır.
Eski Türklerden itibaren asayiş ve güvenlik hizmeti görenlerin görev için bulunduğu yer konumundaki "karakolhaneler", şehirlerin önemli ve aynı zamanda kalabalık yerlerinde bina edilirlerdi. Planlanan hizmetin önemine göre ayrılan personelin o gün için belirlenen ihtiyaçlarını karşılayacak konumda ve büyüklükte yapılandırılmaları şarttı.
Türk Milletinin şan ve şerefle dolu hayatında kurduğu en büyük ve en mükemmel devlet ve aynı zamanda bir dünya devleti olan Osmanlı Devleti, bünyesinde taşıdığı Türk unsurlar ve süre gelen kültür değerlerine binaen asayiş ve güvenlik hizmetlerini yerine getirmek için geçmişte olduğu gibi karakollar kurdu. Bu güvenlik yapıları vasıtasıyla halkının huzur ve güvenliğini sağlamaya başladı.
Devlet, yükselme devrine girip yönetim ve sanatta aşama kaydetmesinden sonra, bir yönetim harikası olan Yeniçeri Ocağını kurdu. Ülke savunmasında ve devleti oluşturan insanların haklarının korunması esnasında, kendisini yüklenen görevleri eksiksiz olarak yerine getirme başarısını gösteren Yeniçeriler, barış zamanında asayiş ve güvenlik hizmeti görüyorlardı.
Kulluk (kolluk) adı verilen karakol haneler, Osmanlı Devletinin Payitahtında, taşra şehir ve köylerinde kullukçu veya kara kullukçu olarak adlandırılan ve bir başka kara kullukçunun emrinde gece ve gündüz devriyeye çıkarak sokakların emniyet ve asayişini sağlamaya memur; ekseriyetle Yeniçeri ocağından ayrılan askerlerin kaldıkları yerlerdi. Yeniçeri ocağından ayrılarak, kulluk veya kolluk adı verilen binalarda hizmet veren Yeniçerilerin dışında ayrıca, kulluk neferi denilen şahıslar da bulunurdu. Bunlara karakullukçu da denilirdi. Karakullukçular, bellerinde iki adet bıçak taşırlardı. Kuşaklarında aşağıya doğru sarkan zincirlerin uçlarında zil bulundururlardı. Karakol hanede bulundukları zaman içinde ayaklarına kırmızı yemeni giyerlerdi. Karakullukçular Yeniçeri ortalarından 32’nci ortaya mensup idiler. Bu orta mensupları, ocağın meşhur ortalarındandı. Bu ortanın, yapılan savaşlarda büyük yararlılıkları görülüyordu.
Karakol hanede bekleyen kollukçular, geceleri ayrı bölgelere devriyeye çıkarlardı. Devriye esnasında her türlü şüpheli şahsı tuttukları gibi, fenersiz gezenleri de derhal yakalarlardı. O devirlerde sokaklar alabildiğine karanlık olduğundan, geceleri sokağa çıkmak zorunda kalan insanlar, mutlaka fener taşımak zorunda idiler. Fenersiz olarak ancak hırsızlar ve şüpheli şahıslar gezerlerdi. Budan dolayıdır ki, fenersiz dolaşmaya cüret edenler derhal yakalanıyordu. Ordunun geri hizmetiyle görevli bir takım askerlere, Yeniçeri teşkilatındaki emir çavuşlarıyla emir erleri ve Yeniçeri Ağasına bağlı imalathanenin sanatkârlarına da karakullukçu deniliyordu. Kolluk neferlerinin zabit ve çavuşları da vardı. Kollukçu çavuşu, karakol hanenin yazı işleriyle meşgul olurdu. Kollukçu zabiti ise; karakol hanenin amiri konumunda olduğundan, bulunduğu mıntıkanın tüm asayişinde bizzat sorumluydu.
Kulluklara bağlı kullukçular, sorumluluklarına bırakılan bölgenin emniyet ve asayişini sağlayarak bölge halkını korur ve yapılan hizmetin karşılığı olarak kendilerine kulluk ve yasakçı hakkı verilirdi.
Karakol hanelerdeki kollukçu neferleri, devriyede herhangi bir sebepten dolayı yakaladıklarını suçlamanın derecesine göre sorgulanmak üzere Yeniçeri Ağasının evine veya makamına, ya da İhtisap Ağasının konağına gönderir veyahut da kendi amirlerinin önüne getirirlerdi. İstanbul’un dışındaki şehir ve kasabalarda da, mevcut karakollara benzeyen kulluklar vardı. Taşra kullukçularına genellikle yasakçı denirdi. Bunlar da Yeniçeri Kul Kethüdası tarafından tayin edilerek dokuz ay süreyle görev yerlerine gönderilirlerdi. Bazen de değnek erleri adıyla anılan taşra yasakçılarının tayinleri, mahallin kadısına, Yeniçeri Ağasının veya Sekbanbaşının bir mektubuyla bildirilirdi. Yeniçeri Ocağının vakayı hayriyye hareketiyle lağvedilmesinden sonra kurulan Asakiri Mansurei Muhammediye Kanunnamesinde belirtildiği gibi zabıta hizmetleri için yeterli miktarda nefer ile birer yüzbaşı ayrıldı ve büyük kulluklara bağlı karakol hanelere de onbaşılar atandı. Hicri 1262 yılında, İstanbul’da, Zaptiye Müşiriyeti kurulduğunda, kulluklar yeni zabıta teşkilatına intikal etmiş olmakla birlikte; İstanbul ve taşra kulluklarına Asakiri Mansure yerine rediflerin koyulmasından sonraki belgelerde kulluk sözünden bahsedilmemekteydi. Zaptiye Nezareti idaresinde özellikle ‘karagol hane’ adına alan kulluklar gerek bu nezaret devrinde, gerekse Osmanlı İmparatorluğunun en son yılları ile yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde de çalışma tarzını, anlamını değiştirerek gelişmiş ve zamanla zabıta merkez ve karakolları meydana geldi.Eski adıyla karavul şeklinde söylenen, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise karagol olarak adlandırılan ve "bakmak, gözetmek" manasındaki "karamak" fiiliyle anlam bulan ve Moğolca'dan Türkçe'ye geçen "karakol", insanlık tarihi süresince sayısız devlet kurma başarısını gösteren Türk Milletinin büyük önem verdiği kurumların başında gelir.
Devletin otoritesinin en somut göstergesi olarak yapılandırılan karakollar, İslam öncesi ve İslam sonrası Türk Devletlerinde aynı önemi korudular. Bazen birbirini takiben kurulan, bazen de aynı anda hayat bulan Türk Devletleri, zabıta yapılanmasının en sağlam kurumlarından olan karakol yapılanmasını bir sonraki devlete veya aynı anda yaşayan diğer Türk devletine de aşılama başarısını gösterdiler.
Günümüzdeki polis alt kültürünü oluşturan zabıta yapılanması, zamana ve ihtiyaçlara bağlı olarak gelişmesini sürdürdü ve Cihan Devleti olan Osmanlı’da mükemmelliğe ulaştı. Bilhassa, Fatih Sultan Mehmet Han’ın İstanbul’u Bizans’ın elinden alıp ebedi Türk ili yapmasının ardından, önce İstanbul’da, daha sonra devletin egemenliği altında bulunan diğer vilayetlerde uygulanmaya başlandı. Bu dönemde, İstanbul’un çeşitli semtlerinde kulluk veya karakol hane adıyla zabıta yapıları açıldı. Evliya Çelebiye göre, o zamanki İstanbul’da 87 tane Yeniçeri kulluğu bulunuyordu. Karakollar, mahalli ve askeri niteliklilerde olmak üzere ikiye ayrılabilirler. Mahalli olanlarda Zaptiye neferleri, yani polisler, bulundukları semtin güvenliğini sağlarken; askeri nitelikli olanlarda Asakiri Mansure ordusu gibi askeri birimler, emniyet ve asayişten sorumlu olmuşlardı. Mahalli olanların bir alt grubu nokta karakolları ve süvari karakollarıdır. Her karakolun bulunduğu bölgede ihtiyaca göre bir veya birkaç noktanın kurulması gerektiği, 1913 tarihinde yürürlüğe giren Polis Nizamnamesinde de belirtildi. Nokta karakollar, (Mevkiler) halkın güvenlik birimlerine kolaylıkla ulaşabilmesi için uygun yerlere ahşaptan yapılmış, kulübe niteliğinde küçük yapılardı. Süvari karakolları ise; şehir içinde kol gezerken denetim yapan süvari polisleri (atlı polisler) için yapılmış karakollardı. 1854 tarihinden itibaren yayımlanmaya başlayan Osmanlı Devleti Devlet Salnamelerinin (Yıllık) 1863 tarihli olanındaki istatistiklerde o zamanın İstanbul’unda 232 karakolun bulunduğu anlaşılmaktadır. O zamanki İstanbul’un nüfusunun 600.000 civarında olduğu göz önüne alındığında karakolların önemli oluşu meydana çıkar. O devirlerde inşa edilen karakollar; su yapıları, dini, resmi ve ticari nitelikli yapıların bir ya da bir kaçıyla ilişkili olarak konumlandırılmış ve günlük yaşantının odaklaştığı birer sosyal merkez oluşturulmuştur. Karakolların daha çok çeşmelere yakın olarak yapılandırıldıkları, hatta bazılarının Bursa Balık Pazarı Karakolunda olduğu gibi çeşmeyle birlikte tasarlandıkları tespit edilmiştir. Daha sonra cami, kilise ve diğer dini yapılarla beraber görülen karakolların önemli resmi yapılarla da ilişkisi olduğu gözlenmektedir. Karakollar, içyapı olarak bölgenin özelliklerine göre biçimlendirilirlerdi. Bölge kalabalık ve asayişi sorunlu ise, yapılandırılacak karakol kalabalık bir görevli topluluğunun ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte yapılandırılırdı. Bu gibi karakol binalarında; karakol amiri için resmi iş odasıyla hususi misafir kabul odası, görevli personel ile karakol amiri için yatak odaları, okuma ve dinlenme salonu, yemekhane, mutfak ve haberleşme odası bulunurdu.

Risale-i Nur Külliyatı'nda "karakol" kelimesi toplam 39 defa zikredilmiştir. Tarihçe-i Hayatı kitabında 15 defa zikredilmiştir. Risale-i Nur Külliyatı'nda "karakol" kelimesinin geçtiği bazı cümlelerden misaller;

"Bediüzzaman Said Nursi, Eskişehir hapsinden çıktıktan sonra, Kastamonu vilayetine nefyediliyor. Uzun bir müddet polis karakolunda ikamete mecbur edildikten sonra, karakolun tam karşısında, daimi bir tarassud altında bir eve yerleştiriliyor." (Tarihçe-i Hayatı sayfa 281)

"Bir zaman ihtiyarlık vaktinde, Eskişehir hapsinden -bir sene cezayı çekip- çıktım. Beni Kastamonu'ya nefyettiler. Polis karakolunda iki-üç ay misafir ettiler. Benim gibi sadık dostlarıyla görüşmekten sıkılan bir münzevi ve kıyafetinin tebdiline tahammül etmeyen bir adam, böyle yerlerde ne kadar azab çeker anlaşılır. İşte ben bu me'yusiyette iken, birden inayet-i İlahiye ihtiyarlığımın imdadına geldi. O karakoldaki komiser, polislerle beraber sadık dost hükmüne geçtiler. Hiçbir vakit şapkayı başıma koymayı ihtar etmedikleri gibi, benim hizmetçilerim misillü, istediğim zaman beni şehrin etrafında gezdiriyordular. Sonra o karakolun karşısında Kastamonu'nun Medrese-i Nuriyesine girdim." (Lem'alar, 263.sayfa)

"Bütün bütün kanun hilafına olarak, beni tek başımla ve yalnız olarak kırda ve dağda otururken, üç silahlı jandarma ile bir başçavuş yanıma gönderdiler. "Sen başına şapka giymiyorsun" diye, zorla beni karakol'a getirdiler." (Emirdağ Lahikası II, sayfa 165)

"Bu âlem-i İslamın âlem-i küfre karşı en ileri karakolu şu darülfünun idi." (Sözler, sayfa 731)
 
Üst