Cuma kurnaz

mihrimah

Well-known member
1980’li yılardı. Reyhanlı Nur Talebeleri, bir pazar günü Hamamat’ta piknik yapıyorlardı. Mahalli giysilerini giymiş olan şalvarlı, cüppeli, sakallı, sarıklı ihtiyarlar, gençlerle futbol maçı oynuyorlardı. Maç oynarken top ara sıra bir ekin tarlasına kaçıyordu. Tarlanın sahibi olan Arap vatandaş, ötede bulunan bir evde oturuyordu. Tarlasına yakın bir kalabalık gördüğü için koşarak bağırarak geliyordu. Niyeti top oynayan kişileri kovmaktı. İyice yaklaşınca top oynayan kişilerin sakallı, cüppeli yaşlı kişiler olduğunu görünce diyecek her şeyini yutkundu. Arkasını döndüğü gibi evine doğru yürümeye başladı. Hem kendi kendine söyleniyor, hem de ara sıra Arapça olarak bağırıyordu: “Ey Allah’ım, dünyanın sonu geldi, cüppeli şalvarlı hacılar; sakallı sarıklı hocalar top oynuyorlar, ben bunlara ne diyebilirim ki lahavle vale kuvvete…”


Sarıklı ve sakallı hoca efendilerden birisi olan Hacı Mehmet Vural, Cuma Ağabey’in en samimi arkadaşıydı. Camilerde yerine göre Arapça, yerine göre Türkçe vaaz yapan bir âlimdi. Vatanını milletini seven hoş sohbet bir şahsiyetti. Veciz söz söylemeyi çok severdi. Bir de misafir ağırlamayı, sofra açmayı çok severdi. Bu konuda bir Arap atasözü söylerdi: “Cömertlik, insanların diğer kusurlarını affettirir.”


Cuma Ağabeyi en iyi anlayan, en yakın akrabası ve en yakın dostu Sami Çiğ’di. Bu genç delikanlı herkesten farklı bir yapıya sahipti. Esnaf olmasına rağmen o kadar çok kitap okurdu ki ona ayaklı kütüphane demek mümkündü. Biraz ağır konuşmasına rağmen, yorumları harikaydı. Dershane hizmetlerinde Cuma Ağabey’in sağ koluydu.


Cuma Ağabey, herkesle iyi münasebetler kuran bir kişiydi. Çevrede tanımadığı yoktu. Cemil Meriç’in köyünü ve ailesini iyi tanırdı. Zaten o da Cemil Meriç gibi “Reyhanlı” demezdi de “Reyhanîye” derdi. Cemil Meriç’in kız kardeşiyle iyi tanışırlardı. Bu hanım ilçeye her geldiğinde Cuma Ağabey’in dükkânına uğrar ve ağabeysinden bahsederdi. O, ağabeysinden bahsettikçe Cuma Ağabey de onu kızdırmak için derdi ki: “Benim üstadım senin Ağabeyinden daha büyük bir yazardır. Eserleri senin ağabeyin eserlerinden daha çok okunuyor.” Bu ifadelere duyan kadıncağız, sinirlenir, kızar ve Cuma Ağabey’e darılırdı.


Cuma Ağabey’in diğer bir dava arkadaşı, müteahhitlik ve çiftçilik yapan Süleyman Sasonlu’ydu. İki evli, on sekiz çocuk sahibi bu aşiret reisi, her zaman, Kur’an hizmetinde Cuma Ağabey’in yanındaydı.


Akrabalarının çoğu Suriye’de olan Cuma Ağabey, Suriye’deki “Hama” katliamına çok üzülmüş ve ağlamıştı. Tankların altında ezilip ölenler arasında amca çocukları da vardı. Aslı Seyyid olan ağabeyimiz Türkiye, Suriye ve Arabistan ülkelerinde birçok yakınına uğrar, yer yer seyahatlerde bulunurdu.


Onun arkadaşları sadece yukarıda belirttiğim dostları değildi. Onun en çok sevdiği arkadaşları öğrencilerdi. Onlarla sohbet eder, şakalaşır hatta maç tartışmaları yapardı. Öğrencilerin haleti ruhiyelerini iyi bilir, onlarla beraber olmayı becerirdi. İman hizmeti için her şeyi yapar, her fedakârlığa katlanırdı.


Zamanını dershanede geçirirdi. Evine akşam misafirliğine gelen yakın akrabaları, onu evde bulamayınca, görmek için dershaneye gelirlerdi. Bir gün dedim ki: “Akrabalarınızı bazen de evinizde kabul etseniz olmaz mı?” Şu cevabı verdi:


Benim o kadar çok akrabam var ki her gelenle beraber olursam buraya hiç gelmemem. Beni seven buraya gelsin, hem o istifade etsin hem biz.


Dershane hukukunu çok iyi bilirdi. Dershanede zamanını boşa geçirmezdi. Ya yazar, ya okur ya da mutfakta bulunurdu. Yazı yazdığı arka odadaki şadırvan şeklindeki yazı masası dershaneye mistisizm katardı. Bazen bu masanın başına oturur, hep birlikte yazardık.


Cuma Ağabey, cemaat önünde kendini ön plana çıkarmazdı. Umumi cemaate ders yapmazdı. Çok ısrar edilirse Osmanlıca kitaptan, hiç açıklama yapmadan kısa bir yer okurdu. Eğer Osmanlıca eser yoksa, kendi yazdığı defterini cebinden çıkarır ve ondan okurdu.


Dershane içerisinde onun en çok sevdiği yer mutfaktı. Ne zaman mutfağa girer, ne zaman yemek yapar kimse bilmezdi. Bulaşıkları yıkamak da onun için birkaç dakikalık işti.


İkindi derslerini çok severdi. Reyhanlı’da ikindi dersleri, öyle sırayla okunup biten derslerden değildi. İkindi namazından sonra sırayla okunmaya başlanır, işi olan okur gider, yeni gelenler sıraya girer ve okur. İki saat bazen akşama kadar ders yapılırdı. Sırası gelen herkes istediği kadar okurdu. “Kısa oku, uzun oku” diye hiç kimse kimseye karışmazdı. Cuma Ağabey, bir kenara oturur, Osmanlıca eserden takip ederdi. Dersler o kadar ihlâslı ve samimi geçerdi ki, sanki Üstad okuyanlar arasında bir yerde otururdu.


Cuma Ağabey, eski bir nur talebesiydi. O, yıllardır Suriye’den getirttiği yazı uçlarını Anadolu’daki yazıcılara göndermişti, hâlâ da gönderiyordu. Bir gün Suriye’den getirilen yazı uçları kutusunu bize göstererek üzerindeki Osmanlıca yazıyı bize okudu. “İttihat ve Terakki” yazıyordu. Bu uçların taa o zamanlardan Suriye’de kaldığını, aslında Osmanlı malı olmasına rağmen maalesef bu gün kendi malımızı satın aldığımızı söyledi.


Çevredeki hizmet merkezleriyle çok iyi diyaloglar kurardı. Antakya’da Fuat Konak diye bir dostu vardı. Bu değerli insan, en sıkıntılı günlerinde onun yanında olurdu. Kırıkhan’da Ali Sert Hoca’sı vardı, can ciğer kardeştiler. Ali Hocamlar Reyhanlı’ya geldikleri akşam, dershanede onlara taze peynirli irmik tatlısı yapardı. Bayramlarda, Reyhanlı cemaatini alır, Kırıkhan’a bayramlaşmaya giderdi.


Anteple diyalogu çok iyiydi, Nazım Ağabeyi çok severdi.


O, Risale-i Nur’un ilkleriyle hizmet etmişti. Abdullah Yeğin, Mustafa Sungur, Bayram Yüksel Ağabeyler, Kırkıncı, Demirci Hoca Efendiler, Fevzi Allahverdi, Mehmet Kurdoğlu, İstanbul’daki Yunus ve Mahmut Ağabey’ler, Malatya’daki Mehmet Ali Ağabey, onun hizmette yer yer beraber olduğu kişilerdi.


Hizmetteki bütün ayrılıkları ve acıları yaşamış bir insandı. Bir zamanlar gece yarısında kendisini apar topar dershaneden kovanlara, gün gelmiş, evladını vermişti.

Cuma Ağabey, hizmet neredeyse oradaydı.

İbrahim Köse
 
Üst