Kalplerin Fethi

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Kalplerin Fethi


Muhammed Emin Gül




Bütün peygamberlerin temel görevi, kalpleri Allah’a çevirmektir. Bütün ilahi kitaplar, insanları zulmetten nura, batıldan hakka, kötülükten hayra, hayvaniyetten insanlığa çıkarmak için gönderilmiştir.

Dinin hedefi insandır. İnsandaki hedef nokta kalptir. Kalbin en mühim vazifesi iman ve sevgidir. Sevginin sonu, teslimiyet ve taattır. Yakinen inanmayan kimsenin sevgisi yalan, teslimiyeti riya, taatı taklittir.

Asıl mesele, harbi değil, kalbi kazanmaktır; kaleye değil, kalbe girmektir. İslam’ın istediği, kelle değil, kalptir. Kalbini kazanamadığımız insan bizden değildir. Onun gülmesi, kızmasından daha tehlikelidir.

Allahu Tealâ’nın bütün cihad emirleri, kalbi fethetmek için verilmiştir. İlk fethedilecek yer kendi kalbimizdir. İlk teslim alınacak kimse, kendi nefsimizdir. Kalbi gaflet ile ölü olan bir kimse, başkasına hayat sebebi olamaz. Eşyaya köle, şehvetine esir olan bir nefis, gerçek hürriyetin tadını alamaz ve başkasına tattıramaz.

Gerçek mü’minin bütün derdi Allah’ın rızasıdır. Biricik hedefi O’nun tanınmasıdır, tek beklentisi O’nun sevilmesidir. Çünkü gerçek sevgiye ve övgüye sadece O layıktır. Kalbin huzuru ancak bu sevgi ile mümkündür. İmansız paslı yürek, sinede yüktür; onun derdi dünyalardan büyüktür. Kalbin ilacı ilahi sevgidir. İnsan ancak bu sevgi ile insandır. Bu sevginin kalplere ulaşması için ne yapılsa azdır.

Bir Zikir İçin Çekilen Bin Çile

İşte bütün Peygamberler, alimler, veliler, mücahidler, cömertler, şehitler hep bu uğurda mal ve can vermişlerdir. Yani, Yüce Mevla’nın adını duyurmak, kalplere O’nu tanıtmak, sevdirmek ve insanları hiç bitmeyen bir sevgiye erdirmek için çırpınmışlardır. Birilerini öldürmek için değil, diriltmek için hesap yapmışlardır. İntikam için değil, ihya için yola çıkmışlardır. Çünkü, bu ümmetin Peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (A.S.) böyle yapmıştır ve böyle emretmiştir. Allahu Tealâ’nın muradı budur. Şu örneği iyi düşünelim:

Efendimiz (A.S.), Mekke’de iken Allah’ın adını duyurmak ve yüce daveti yaymak için Tâif’e gitti. Sevgi ve merhametle halkı hak dine davet etti. Onlar iman etmedikleri gibi, edepsizce karşılık verdiler. Şehrin ayak takımını ayarttılar; taşlı sopalı üzerine saldılar, saadetli ayaklarını kanattılar. Efendimiz (A.S.) kendisini bir bağa zor attı. Cenab-ı Hak, Habibinin sabır ve aşkını göstermek için, düşmanlarına imkan veriyordu. Cebrail (A.S.) manzaraya dayanamadı, imdada yetişti. Yanında dağların meleği de vardı. Efendimize meleği gösterdi; “emir ver şu dağı bu edebsizlerin üzerlerine kapatsın, hepsi helak olsunlar” dedi. Rahmet Peygamberi (A.S.), Yüce Rabbin aşkına acısını unuttu, intikam hislerini yuttu ve “Hayır, hayatta kalsınlar. Bunlar bana böyle davrandı, fakat ben bunların zürriyetlerinden ‘lâ ilâhe illallah’ diyecek bir neslin geleceğini ümid ediyorum” buyurdu.

Ölçü ve hedef budur. Eğer münkir ve mücrimlerin helak edilmesi istenseydi, Allahu Tealâ hiç kimseye danışmadan bir anda hepsini helak eder, köklerini kazırdı. Mesele helak etmek değil, hayat vermektir. Hedef, yok etmek değil, var oluşun manasını öğretmektir. Bunun için sabır, sevgi ve kontrol gücü gerektir.

Allah Rasulü (A.S.), Mekke’den Medine’ye hicret etmişti. Artık davet işinde tek başına değildi. Emrinde, malı ve canı ile Allah yolunda kurban olmak isteyen bir ümmet vardı. Yeryüzünde fesat çıkaran, inkarla kendilerine, ihanetle insanlara zulmeden, hak sözü dinlemeyen ve sevgiye nefretle karşılık veren kimseleri, emrindeki bu orduyla kontrol altına alıyordu. Hedefi, onları bilmedikleri için düşman oldukları İslam’ın güzellikleri ile yüz yüze getirmekti. Hz. Mevlâna’nın Mesnevisinde zikrettiği şu olay da bunlardan birisiydi:

Hudeybiye dönüşü, fitne yatağı Kurayza ve Nadiroğulları üzerine gidilmiş, birçokları esir edilmişti. Görevliler esirleri bağlayıp Medine’ye doğru sürüyorlardı. Rahmet Peygamberi (A.S.) onlara bakıp güldü ve “Ne tuhaf! Şunların ellerini bağlayıp zorla Cennet’e götürüyorlar; onlar ise gitmemek için asılıyorlar?” buyurdu. Onun uzaktan tebessümünü gören esirler, durumlarıyla alay ediliyor zannettiler. Kendi aralarında:

“Şu peygambere bakın. Onun alemlere rahmet olduğunu söylüyorlar. Geldi bizim kalemize girdi, evlerimizi yıktı, ateşlerimizi söndürdü, ellerimizi bağladı. Bir de karşımıza geçmiş gülüyor” dediler. Onların bu gizli konuşmalarını Cenab-ı Hak, Rasulüne bildirdi. Allah Rasulü (A.S.) esirlerin yanına çıkıp:

“Ben sizi öldürmek için değil, kurtarmak için ordumu harakete geçirdim. Sizin kalenize değil, kalplerinize girmek için geldim. Siz, inkar ve küfür içinde Cehennemin üzerine ev kurmuştunuz, ben o evi yıkıp size Cennette köşk yapmak için uğraşıyorum. Ben sizin elinizi tutup Cennet’e çekiyorum, siz elimden kurtulup ateşe gitmek için çırpınıyorsunuz. Sizin bu halinize gülüyorum.” buyurdu.

Allah’ın Rasulü (A.S.) insanlığın önündeki durumunu ve onların kendisine karşı tutumunu şu misalle anlatmıştır:

“Benimle sizin durumunuz şu adamın haline benziyor. Adam ısınmak ve aydınlanmak için bir ateş yaktı. Bu arada bazı hayvanlar ve kelebekler ateşe atlamaya başladılar. Adam onları kovmaya çalışıyor, onlar da durmadan ateşe hücum ediyorlar. Aynen bunun gibi, ben sizin eteklerinizden tutup Cehennem ateşinden kurtarmaya çalışıyorum; ateşten bu yana gelin, ateşten bu yana gelin diye sesleniyorum. Siz ise, elimden kurtulup ona düşmek için çırpınıyorsunuz.” (Buhari, Müslim)

Can Verilecek, Ama Kime?

İslam’a göre hiç bir şahıs veya ülkeye, para, toprak, petrol, bağ-bahçe, şehvet ve şöhret için cihad ilan edilemez. Dinimizin istediği tek şey, Cenab-ı Hakk’ın kullara tanıtılması, kalplere sevdirilmesi ve dinin her türlü şirkten temizlenerek sırf Allah için yaşanmasıdır. İşte ölçü:

Bir şahıs Allah Rasûlüne (A.S.) gelerek: “Yâ Rasulallah! Bir adam ganimet için savaşıyor; bir başkası adının duyulması için savaşıyor, bir diğeri yiğitliğini göstermek için savaşıyor, bir başkası kavim ve kabilesini savunmak için savaşıyor, birisi de karşı tarafa kızdığı için savaşıyor, bunların hangisi Allah yolundadır?” diye sordu. Efendimiz (A.S.):

“Kim Allah’ın adını duyurmak ve dinini yaymak için savaşırsa, o Allah yolundadır; diğerleri değil.” buyurdu. (Buhari, Müslim, Ebû Davud)

Bir İslam aliminin hedefi, Allahu Tealâ’nın tanınması ve dininin yayılmasıdır. İrşadla görevli bir mürşidin yapacağı da aynı şeydir. Malını ve canını Allah yolunda vermek isteyen her müslümanın, derdi bu olmalıdır.

Zorla Din Yaşanmaz Din Sevgi İle Kulluk Demektir

Din nefsimizde güzelce tatbik edilip doğruca tebliğ edildikten sonra, iş muhatabın tercihine kalır. Yakinen inanan ve sevgiyle kulluk edenlerin mükafatı Allah’a aittir. Allahu Tealâ dostlarına Cennet ve cemalini vaad etmiştir. Onun vaadi hak, tahakkuku muhakkaktır.

Silah zoru ile din kabul ettirilmez. Başa vurarak kalbe Allah sevgisi inmez. Kalbiyle inanmadığı halde korku veya çıkarı için boyun eğenlere mü’min denmez. Biz işin zahirine bakıp bu kimselere müslüman muamelesi yapsak bile, onların Allah katındaki sıfatları ve azapları değişmez. Tevbe edip hallerini güzelleştirenler hariç.

Önceki devirlerde Allah’ın adını duyurmak için, İslam ordularından önce Allah adamı Hak aşığı veliler, alperenler, müslüman olmayan bölgelere gönderilirdi. Bu yüksek şahsiyetli insanlar gayri müslimlerin bölgelerine yerleşir, onlarla içli dışlı olur, kendilerine gerçek insanlığı ve hakiki dini yaşayarak gösterirlerdi. Bir zaman sonra, onlara: “Gelin siz de bu güzellikle şereflenin, bir olan Allah’ın dinine girin, O’na ortak koşmayın” dediklerinde, o zamana kadar yumuşamış kalpler, bu daveti kolay kolay ret edemezlerdi. Hemen kabul etmeseler bile, açıkça nefret de etmezlerdi. Onların kalbini yumuşatan şey, tehdit ve korku değildi; sevgi, ihlas ve samimi insanlıktı. Hak ile batıl arasındaki farkı anlamak için en güzel yol, gerçek bir hak adamını görmektir.

Kalpleri fethedenlerin iki önemli vasfı vardır:

* İçi ve dışıyla istikamet üzere hareket etmek.

* İnsanlardan hiç bir karşılık beklemeden davetini yürütmek.

Bu vasfa sahip olanlar, insanları sadece Allah için severler. Onlara sırf Allah için kızarlar. Sevgilerine ve hizmetlerine karşılık verilmedi diye üzülmezler. Onlar, cömert kimselerdir. Hak için kendilerini kurban etmişlerdir.




Semerkand Dergisi
 
Üst