Dokuzuncu şua'in mukaddeme-i haşriyesi

Ahmet.1

Well-known member
Dokuzuncu şua'ın mukaddeme-i haşriyesi

Dokuzuncu Hüccet-i İmaniye
(DOKUZUNCU ŞUA'IN MUKADDEME-İ HAŞRİYESİ)​
ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ
ﻓَﺴُﺒْﺤَﺎﻥَ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺣِﻴﻦَ ﺗُﻤْﺴُﻮﻥَ ﻭَﺣِﻴﻦَ ﺗُﺼْﺒِﺤُﻮﻥَ ٭ ﻭَﻟَﻪُ ﺍﻟْﺤَﻤْﺪُ ﻓِﻰ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍْﻻ َﺭْﺽِ ﻭَﻋَﺸِﻴًّﺎ ﻭَﺣِﻴﻦَ ﺗُﻈْﻬِﺮُﻭﻥَ ٭ ﻳُﺨْﺮِﺝُ ﺍﻟْﺤَﻰَّ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﻤَﻴِّﺖِ ﻭَﻳُﺨْﺮِﺝُ ﺍﻟْﻤَﻴِّﺖَ ﻣِﻦَ ﺍﻟْﺤَﻰِّ ﻭَﻳُﺤْﻴِﻰ ﺍْﻻ َﺭْﺽَ ﺑَﻌْﺪَ ﻣَﻮْﺗِﻬَﺎ ﻭَﻛَﺬَﻟِﻚَ ﺗُﺨْﺮَﺟُﻮﻥَ ٭ ﻭَﻣِﻦْ ﺍَﻳَﺎﺗِﻪِٓ ﺍَﻥْ ﺧَﻠَﻘَﻜُﻢْ ﻣِﻦْ ﺗُﺮَﺍﺏٍ ﺛُﻢَّ ﺍِﺫَﺍ ﺍَﻧْﺘُﻢْ ﺑَﺸَﺮٌ ﺗَﻨْﺘَﺸِﺮُﻭﻥَ
ﻭَ ﻣِﻦْ ﺍَﻳَﺎﺗِﻪِٓ ﺍَﻥْ ﺧَﻠَﻖَ ﻟَﻜُﻢْ ﻣِﻦْ ﺍَﻧْﻔُﺴِﻜُﻢْ ﺍَﺯْﻭَﺍﺟًﺎ ﻟِﺘَﺴْﻜُﻨُٓﻮﺍ ﺍِﻟَﻴْﻬَﺎ ﻭَ ﺟَﻌَﻞَ ﺑَﻴْﻨَﻜُﻢْ ﻣَﻮَﺩَّﺓً ﻭَ ﺭَﺣْﻤَﺔً ﺍِﻥَّ ﻓِﻰ ﺫَﻟِﻚَ َﻻ َﻳَﺎﺕٍ ﻟِﻘَﻮْﻡٍ ﻳَﺘَﻔَﻜَّﺮُﻭﻥَ
ﻭَﻣِﻦْ ﺍَﻳَﺎﺗِﻪِ ﺧَﻠْﻖُ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍْﻻ َﺭْﺽِ ﻭَﺍﺧْﺘِﻼ َﻑُ ﺍَﻟْﺴِﻨَﺘِﻜُﻢْ ﻭَ ﺍَﻟْﻮَﺍﻧِﻜُﻢْ ﺍِﻥَّ ﻓِﻰ ﺫَﻟِﻚَ َﻻ َﻳَﺎﺕٍ ﻟِﻠْﻌَﺎﻟِﻤِﻴﻦَ
ﻭَ ﻣِﻦْ ﺍَﻳَﺎﺗِﻪِ ﻣَﻨَﺎﻣُﻜُﻢْ ﺑِﺎﻟَّﻴْﻞِ ﻭَ ﺍﻟﻨَّﻬَﺎﺭِ ﻭَﺍﺑْﺘِﻐَٓﺎﺅُﻛُﻢْ ﻣِﻦْ ﻓَﻀْﻠِﻪِٓ ﺍِﻥَّ ﻓِﻰ ﺫَﻟِﻚَ َﻻ َﻳَﺎﺕٍ ﻟِﻘَﻮْﻡٍ ﻳَﺴْﻤَﻌُﻮﻥَ
ﻭَ ﻣِﻦْ ﺍَﻳَﺎﺗِﻪِ ﻳُﺮِﻳﻜُﻢُ ﺍﻟْﺒَﺮْﻕَ ﺧَﻮْﻓًﺎ ﻭَ ﻃَﻤَﻌًﺎ ﻭَ ﻳُﻨَﺰِّﻝُ ﻣِﻦَ ﺍﻟﺴَّﻤَٓﺎﺀِ ﻣَٓﺎﺀً ﻓَﻴُﺤْﻴِﻰ ﺑِﻪِ ﺍْﻻ َﺭْﺽَ ﺑَﻌْﺪَ ﻣَﻮْﺗِﻬَﺎ ﺍِﻥَّ ﻓِﻰ ﺫَﻟِﻚَ َﻻ َﻳَﺎﺕٍ ﻟِﻘَﻮْﻡٍ ﻳَﻌْﻘِﻠُﻮﻥَ
ﻭَﻣِﻦْ ﺍَﻳَﺎﺗِﻪِٓ ﺍَﻥْ ﺗَﻘُﻮﻡَ ﺍﻟﺴَّﻤَٓﺎﺀُ ﻭَﺍْﻻ َﺭْﺽُ ﺑِﺎَﻣْﺮِﻩِ ﺛُﻢَّ ﺍِﺫَﺍ ﺩَﻋَﺎﻛُﻢْ ﺩَﻋْﻮَﺓً ﻣِﻦَ ﺍْﻻ َﺭْﺽِ ﺍِﺫَﺍ ﺍَﻧْﺘُﻢْ ﺗَﺨْﺮُﺟُﻮﻥَ ﻭَ ﻟَﻪُ ﻣَﻦْ ﻓِﻰ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَ ﺍْﻻ َﺭْﺽِ ﻛُﻞٌّ ﻟَﻪُ ﻗَﺎﻧِﺘُﻮﻥَ
ﻭَ ﻫُﻮَ ﺍﻟَّﺬِﻯ ﻳَﺒْﺪَﺅُ ﺍﻟْﺨَﻠْﻖَ ﺛُﻢَّ ﻳُﻌِﻴﺪُﻩُ ﻭَ ﻫُﻮَ ﺍَﻫْﻮَﻥُ ﻋَﻠَﻴْﻪِ ﻭَﻟَﻪُ ﺍﻟْﻤَﺜَﻞُ ﺍْﻻ َﻋْﻠَﻰ ﻓِﻰ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍْﻻ َﺭْﺽِ ﻭَﻫُﻮَ ﺍﻟْﻌَﺰِﻳﺰُ ﺍﻟْﺤَﻜِﻴﻢُ
(Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin.
Göklerde ve yerde olanların hamd ve senâsı Ona mah-sustur. Gündüzün sonuna doğru ve öğle vaktine erişince de Allah’ı tesbih edip namaz kılın.
Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır. Ölümünden son-ra yeryüzünü O diriltir. Siz de kabirlerinizden böyle çı-karılacaksınız.
Yine Onun âyetlerindendir ki, sizi topraktan yaratmış-tır; sonra siz birer insan olarak yeryüzüne yayılırsınız.
Yine Onun âyetlerindendir ki, size hemcinslerinizden kendilerine ısınacağınız eşler yaratmış, aranıza muhab-bet ve merhamet vermiştir. Düşünen bir topluluk için el-bette bunda Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rah-metine deliller vardır.
Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renkle-rinizin, seslerinizin ve sîmâlarınızın farklılığı da yine Onun âyetlerindendir. İlim sahipleri için elbette bunda deliller vardır.
Gece ve gündüzde uyumanız ve Onun lûtfundan rızık aramanız da yine Onun âyetlerindendir. Kulak veren bir topluluk için bunda elbette deliller vardır.
Yine Onun âyetlerindendir ki, size korku ve ümit ver-mek için şimşeği gösterir; gökten bir su indirir ve ölümün-den sonra yeryüzünü onunla diriltir. Akıl sahibi bir top-luluk için elbette bunda deliller vardır.
Yine Onun âyetlerindendir ki, gök ve yer Onun emriyle ayakta durur. Sonra O sizi bir emirle çağırdığında der-hal kabirlerinizden çıkarsınız.
Göklerde ve yerde kim varsa Onundur; hepsi de Ona boyun eğer.
Halkı önce yaratan, sonra tekrar diriltecek olan Odur; bu ise Onun için daha kolaydır. Göklerde ve yerde tecel-lî eden en yüce sıfatlar Onundur. Onun kudreti herşeye galiptir; O herşeyi hikmetle yapar." Rum Sûresi, 30:17-27.)

İmanın bir kutbunu gösteren bu semavî âyât-ı kübranın ve haşri isbat eden şu kudsî berahin-i uzmânın bir nükte-i ekberi ve bir hüccet-i a'zamı; bu "Dokuzuncu Şua"da beyan edilecek.

Latif bir inayet-i Rabbaniyedir ki: Bundan otuz sene evvel Eski Said, yazdığı tefsir mukaddemesi "Muhakemat" namındaki eserin âhirinde; "İKİNCİ MAKSAD: Kur'anda haşre işaret eden iki âyet tefsir ve beyan edilecek


ﻧَﺨُﻮ ﺑِﺴْﻢِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﺍﻟﺮَّﺣْﻤَﻦِ ﺍﻟﺮَّﺣِﻴﻢِ(Öyle ise: Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla)
deyip durmuş. Daha yazamamış. Hâlık-ı Rahîm'ime delail ve emarat-ı haşriye adedince şükür ve hamd olsun ki; otuz sene sonra tevfik ihsan eyledi. Evet bundan dokuz-on sene evvel, o iki âyetten birinci âyet olan:
ﻓَﺎﻧْﻈُﺮْ ﺍِﻟَٓﻰ ﺍَﺛَﺎﺭِ ﺭَﺣْﻤَﺖِ ﺍﻟﻠَّﻪِ ﻛَﻴْﻒَ ﻳُﺤْﻴِﻰ ﺍْﻻ َﺭْﺽَ ﺑَﻌْﺪَ ﻣَﻮْﺗِﻬَﺎ ﺍِﻥَّ ﺫَﻟِﻚَ ﻟَﻤُﺤْﻴِﻰ ﺍﻟْﻤَﻮْﺗَﻰ ﻭَﻫُﻮَ ﻋَﻠَﻰ ﻛُﻞِّ ﺷَﻲْﺀٍ ﻗَﺪِﻳﺮٌ(Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kàdirdir." Rum Sûresi, 30:50)
ferman-ı İlahî'nin iki parlak ve çok kuvvetli hüccetleri ve tefsirleri bulunan Onuncu Söz ile Yirmidokuzuncu Söz'ü in'am etti. Münkirleri susturdu. Hem iman-ı haşrînin hücum edilmez o iki metin kal'asından dokuz ve on sene sonra ikinci âyet olan başta mezkûr âyât-ı ekberin tefsirini bu risale ile ikram etti. İşte bu Dokuzuncu Şua; mezkûr âyâtıyla işaret edilen dokuz âlî makam ve bir ehemmiyetli mukaddemeden ibarettir.

Asa-yı Musa
 
Son düzenleme:

Ahmet.1

Well-known member
MUKADDEME
(Haşir akidesinin pek çok ruhî faidelerinden ve hayatî neticelerinden bir tek netice-i câmiayı ihtisar ile beyan ve hayat-ı insaniyeye hususan hayat-ı içtimaiyesine ne derece lüzumlu ve zarurî olduğunu izhar ve bu iman-ı haşrî akidesinin pek çok hüccetlerinden bir tek hüccet-i külliyeyi icmal ile göstermek ve o akide-i haşriye ne derece bedihî ve şübhesiz bulunduğunu ifade etmekten ibaret olarak "İki Nokta"dır.)

Asa-yı Musa
 

Ahmet.1

Well-known member
BİRİNCİ NOKTA:
Âhiret akidesi; hayat-ı içtimaiye ve şahsiye-i insaniyenin üss-ül esası ve saadetinin ve kemalâtının esasatı olduğuna, yüzer delillerinden bir mikyas olarak yalnız dört tanesine işaret edeceğiz:
Âhiret: Ölümsüz olan öbür dünya, ölüm ve kıyamet ile gidilen ve Cennet-Chennemin bulunduğu ebedî alem.
Akide: Benimsenen inanç kuralı.
Hayat-ı içtimaiye: Toplum hayatı.
Şahsiye-i insaniye: İnsanın kendisi.
Üss-ül esas: En önemli ve sağlam temel.
Saadet: Mutluluk.
Kemalât: Mükemmellikler, olgunluklar, üstünlükler.
Esasat: Esaslar, temeller, kökler.
Mikyas: Ölçü.


Birincisi:
Nev'-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler ve gayet zaîf ve nazik vücudlarında bir kuvve-i maneviye bulabilirler ve her şeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mizac-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümid bulup mesrurane yaşayabilirler. Meselâ Cennet fikriyle der: "Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü. Cennetin bir kuşu oldu. Cennet'te gezer, bizden daha güzel yaşar." Yoksa her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri, o zaîf bîçarelerin endişeli nazarlarına çarpması; mukavemetlerini ve kuvve-i maneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyle beraber ruh, kalb, akıl gibi bütün letaifini dahi öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divane bir bedbaht hayvan olacaktı.
Nev'-i beşer: İnsan türü, insanlar.
Vefat: Ahirete göçme, ölme.
Zaîf: Zayıf, güçsüz, kuvvetsiz.
Kuvve-i maneviye: Manevî güç.
Mukavemet: Dayanma, direnme, karşı koyma.
Mizac-ı ruhlarında: Ruhlarının yapısında.
Mesrurane: Sevinç içinde, sevinerek.
Bîçare: Çaresiz.
Zîr ü zeber: Alt üst, darmadağın.
Letaif: Latif duygular.
Divane: Deli.
Bedbaht: Bahtı kara, mutsuz, talihsiz.


Asa-yı Musa
 

Ahmet.1

Well-known member
İkinci delil:
Nev'-i insanın -bir cihette- nısfı olan ihtiyarlar, yalnız hayat-ı uhreviye ile yakınlarında bulunan kabre karşı tahammül edebilirler. Ve çok alâkadar oldukları hayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarının kapanmasına mukabil bir teselli bulabilirler ve çocuk hükmüne geçen seri-üt teessür ruhlarında ve mizaçlarında, mevt ve zevalden çıkan elîm ve dehşetli me'yusiyete karşı, ancak hayat-ı bâkiye ümidiyle mukabele edebilirler. Yoksa o şefkate lâyık muhteremler ve sükûnete ve istirahat-i kalbiyeye çok muhtaç o endişeli babalar ve analar, öyle bir vaveylâ-i ruhî ve bir dağdağa-i kalbî hissedeceklerdi ki; bu dünya onlara zulmetli bir zindan ve hayat dahi kasavetli bir azab olurdu.

Nev'-i insan: İnsan türü.
Nısf: Yarı.
Hayat-ı uhreviye: Ahirete ait hayat, öbür dünya yaşantısı.
Kabr: Mezar.
Alâkadar: İlgili.
Mukabil: Karşılık.
Seri-üt teessür: Çok çabuk etkilenen.
Mizaç: Huy, karakter.
Mevt: Ölüm.
Zeval: Sona erme, göçüp gitme, son bulma.
Elîm: Acı veren.
Me'yusiyet: Ümitsizlik.
Hayat-ı bâkiye: Ölümsüz ve sonsuz hayat.
Mukabele: Karşı koyma.
Sükûnet: Sakinlik, durgunluk.
İstirahat-i kalbiye: Kalbin rahatı ve huzuru.
Vaveylâ-i ruhî: Ruhun feryadı ve çığlığı, ruhtaki çığlık ve feryat.
Dağdağa-i kalbî: Kalbe ait sıkıntı ve zorluklar.
Kasavet: Kaygı, tasa, üzüntü, keder.


Asa-yı Musa
 
Üst