Gözyaşları

mihrimah

Well-known member
Hak Rahmetinin insan gözünde damla damla olmasıdır gözyaşları.

Dilin, duygunun ve gönlün el ele, yüz yüze birleştiği, iç içe girdiği anın çiçekleşmesi üzerinde jaledir gözyaşları.

Cennet hurilerinin kulaklarındaki küpeler, göz damlalarının yanında toprak kadar aşağı ve değersiz kalır…

Heybet, korku, saygı ve sevgi gibi insanı duygulandıran gönül tasını yakan; kalpten sefil arzuları sıyırıp atan, ulvi hislerin çepeçevre ruhu sardığı anın şahadet kanıdır gözyaşları.

Bulut bulut yükselip, Hak rahmetinin eteklerine dudak gezdiren, bu fani âlemin bekaya mazhar pırlantalarıdır gözyaşları.

Bu tuzak ülkesinde böylesine pervaz edişlerle arşiyeler yapıp, nazlı nazlı lâhut âleminin kapısını çalmak başka hangi faniye müyesser olmuştur?

Eserinde esrarını izlemek; buldukça aramaya istek kazanmak ve Yunus diliyle “Deryada mahi ile sahranda ahu ile” O’nu yâd etmek, inlemek.

Her yerde onun haberini sormak ve sonra çözülen her düğüm karşısında buzlar gibi erimek. Sel olup çağlamak başını taştan taşa vurup ağlamak.

Tıpkı Yunus gibi, Celaleddin-i Rumi gibi. Devrin “Büyük dertlisi” gibi yanmak, yakılmak… Hangi saadet bundan daha tatlı, hangi haz bundan daha içten olabilir? Annenin ağlaması içten içedir; riyasız ve arîdir; bir iniltisinde binlerce ney feryadı gizlidir.

Yavru da ağlar… Hem de dünyaya gelir gelmez. İyi güne ereceğine, saadet göreceğine. Yahut başına geleceklere, ihmal edilişine. Ataların günahına ya çevrenin körlüğüne.

Ak alınlı, ak duvaklı geline, ananın en kıymetli hediyesi ayrılık gözyaşlarıdır. İnce gelin, hayatın sonuna kadar o saflardan saf, inci danesi gözyaşlarını unutamaz. Onları unuttuğu gün anayı, atayı da unutur.

Bir düşünün Gözü dolu bulut ana, üzerimize ağlamasa, nice olur halimiz? Ya o da denizler gibi cimri olsaydı; güneş vurmadan incelmese buharlaşmasa ve yukarı uçmasaydı. Ya bulut öyle mi? Yaz demez, kış demez, bahar demez, güz demez daima ağlar.

Nebisi diliyle Hak; millet haysiyetini, memleket namusunu görüp gözeten göze denk tutar AĞLAYAN GÖZÜ. Zaten Ağlamayan gözden sana sığınırım“ dememiş miydi o? Tıpkı şeytanın hilelerinden, hasis duyguların ezip geçmesinden Allah’a sığındığı gibi.

Ermişin nazarında gözyaşları, cennet pınarlarından daha değerlidir. Zira o damlalar tamuyu söndürecek bir iksir sayılır (Rahmeti Sonsuz)’un katında…

Hakk’ın safi Nebisi Adem (as) saadet kasesini gözyaş
ları ile doldurup içmedi mi?

Dertli Nebi, tufan Peygamberi (as) o katrelerle âlemi sele vermedi mi? Yaratılış esrarına ilk dokunan Mevla’nın Halil’i “Hasbi, hasbi diyerek” gözyaşlarıyla ateşi “berd ü selam” etmedi mi?

O incelerden ince, Hak esrarının merkezleştiği Faraklit müjdecisi Ruhullah’ın hali hep ağlamak değil miydi?

Masum Resul Davut (as.)’ın ağlamalı feryadı değil miydi ki, insan derununda lahuti Ahenk ve sızlanışın adı olan Zebur’u tilavet ederken en ince gönül telleri üzerinde yüzlerce mızrabın ahı duyulurdu…

Ve son durakta, en doğru yolun başında, büyük muammanın (keşşafı), yaradılışın özü aziz ruh, kördüğümü çözer gibi bu esrarı gözyaşlarıyla çözmedi mi? Ta ana kucağında bin niyaz ile “Ümmetim, Ümmetim...” dediği andan (ba’sü badelmevt)’e ve ötesine kadar hep aynı şey için inlemedi mi? Şair İkbal, bir yüksek toplulukta, ruhların huzurunda, Nebiler Nebisine (En muteber hediye) deyip, bir bardak şehit kanı takdim etmişti. Ben gökler ötesi o Ali meclise çağrılsaydım, günahına ağlamış kimselerin gözyaşlarını alır götürürdüm.

“Ağla ey gözlerim, gülmezem ayruk
Dost iline varup, gelmezem ayruk.”
Kavuşmak için ağlamak ve kavuşmuş olmaktan ötürü ağlamak...

Yetimin ağlayışı, ümitsizin ağlayışı değil bu... Bu ağlayış tam bilemeden, öze eremeden veya visalin neşesinden huzurun heybetinden doğup gelen bir ağlayıştır. Sonunda rahmetin tebessümü olduğu için de tatlıdır. Bu ağlayış, bulup bildiğini bul- durma ve bildirme yolunda olduğu için hüsransızdır.

“Sular gibi çağlasan, Eyyup gibi ağlasan,
Ciğergahı dağlasan ahvalini sormaz mı?”

Anadolu insanı bu manada ağladı. Kurduğu ümranların çamurunu böylesine gözyaşlarıyla yoğurdu.

Gözyaşları ruh inceliğinin şahitleridir. İnce insan, yüzünü gözyaşları ile yıkayan insandır. İçi sızlamayanlar, kirpiği ıslanmayanlar kem talih hoyratlarıdır. Bu incelik bir havari inceliği de değildir. Şecaat ve cesaret arz edeceği yerde, aslan gibi kükreyişleriyle onu demirler, tunçlar kadar sert ve bükülmez bulursun. İşte o en büyük devlet adamı Ömer, Peygamber halesinde en büyük devlet adamı; şiddeti, öfkesi ve nefretiyle beraber, bir kalbi kırığın yanında, bir “yerdeki yüz” karşısında çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlar ve etrafını da ağlatırdı.

O manzumede daha niceler vardır ki, haykırışı arlanın ödünü koparmış, ormana velvele salmış, harp meydanlarından bir haykırışla bin hanüman harap etmiştir: fakat Hakkın huzurunda, muhasebe anında öylesine incelerden ince bir hal almıştır ki, ancak Cennet hurileri o kadar incelikten haberdar olabilirdi.

Uzun senelerden beri ne kadar hasretiz gözyaşlarına... Onu, bu memleketin taşına, toprağına, evine, mabedine sormalı. Sormalı şu dağlara, taşlara ve üzerinde uçuşan kuşlara. Ve bütün maziye sormalı. Bağrına kaç damla gözyaşı düştüğünü. Sonra mabetlerdeki sütunlara, geniş kubbelere ve çevredeki cidarlara... Ne zamandan beri hıçkırığa hasret olduklarını. Seccadelere de sormalı, kaç defa gözyaşlarıyla ıslandıklarını. Bu kadar içten uzaklaşılan, bu kadar gönüle yâd kalınan ikinci bir devir gösterilebilir mi?

Şimdi sizler ey bütün bir tarih boyunca ağlamayı unutmuşlar, gamsızlar, dertsizler ve ağlanacak hallerine gülenler! Gelin şu çıkmazın başında durup asırlık gamsızlığımıza bir son vererek beraber ağlayalım. Cehaletimize ağlayalım. Kaybettiğimiz şeylerden habersizliğimize ağlayalım. Kusurdan bir heykel haline gelmiş mahiyetimize, duygularımızın dumura uğrayışına ve hoyratlaşan gönlümüze ağlayalım. Bu vaziyette öleceğimize, öldüğümüz gibi dirileceğimize, tasmalı ve prangalı büyük imtihanda, en büyük merasimde fevc fevc geçecek olan mazinin şanlıları arasında yer bulamayacağımıza ağlayalım. Daldan kopan bir meyve gibi yalnız düşüşümüze, ayaklar altında ezilişimize, rahmetten cüda kalışımıza ağlayalım.

Yukarılara doğru güvercinler gibi kanat çırpalım ve çok yükseklerde öyle bir “AH’ edelim ki, ünümüz, gözyaşlarından meydana gelen bulutları harekete getirsin. Sonra ateşimizi söndürecek 0 damlalar, yağmurlar gibi başımızdan aşağıya insin ve ateşimizi yangınımızı söndürsün. Km ve nefret ateşini. Bütün dünya ve ukba ateşini.

Allah’ım, Senden diliyor ve dileniyoruz: Gözlerimize yaş ver ve bizi ağlat, merhamet etmen için. Senden uzak kalış hasretini duyamayışımıza ağlat. Gönlün şak-şak oluşuna, ağyar ateşine yanışına. Öyle ağlat ki, sineler kebap olsun; ondan bir bir feryat çıksın, meleği ve feleği velveleye versin.

Beni de ağlat, gece kadar karanlık ruhuma şefkat et de ağlat. Ağlamalarıma dahi ağlamam lazım geldiği için ağlat. Bükülmüş şu kaddime, solgun ve ölgün rengime, burulmuş boynuma ve kırık kalbime merhamet et de ağlat. Şu en sakin anda, sızlanışlara cevap verdiğin dakikalarda, kapkara gönlümle değil, senden başkasına secde etmeyen başımla sana dönüyor, titreyen dudaklarımla ağlatmanı diliyorum.

Heyhat ki “Merhamet, Merhamet” diyeceğim an, bir hail gibi günahlarım karşıma dikiliyor ve içimde yığın yığın burkuntu meydana getiriyor. Allah’ım! Benim uzaklığım itibariyle değil, senin yakınlığın hürmetine kalbime rikkat ver ve öyle ağlat ki, kendimi kaybedeyim, yolunda ar ve haysiyetten geçeyim ta “Bu delidir” desinler.

“Gidip boynumda zincir ile ol Ravza-ı Pak’a o denli ağlayan ben ki, görenler hep beni divane sansın” Ola ki, düşen damlalardan bir tanesi aşkına düşmüş olur; işte o, benim için ummanlara bedeldir. Şehit kanı kadar aziz gözyaşları içinde nefesimi keserken varlık sırrını bana duyur. Şu kararsız gönlümü doyur. Hicabımdan yüzümü saklamaya çalışayım. Habibi’ne görünmek istemeyeyim. Pişdarım ve âli rehberimden kaçayım. Sonra bir âli divan kurulsun. Ben zülüfleri dağınık, hıçkırıkları gırtlağında düğümlenmiş, yüzü karaların uğramadığı o divana çağrılayım “La tüahizna” kalkanıyla huzura varayım. Kirlerime göz yumup “Bu da bizdendi” desinler. Dilenciye bir mülk bağışlasınlar. Çöl yolcusunu sevindirip bir bulut ve bir meltemle imdadıma yetişsinler. Sevincimden orada yığılıp kalayım. Gözyaşlarım içinde boğulayım.

SIZINTI
 
Üst