Kuran Neslini Yetistirmek

Garib

Well-known member
1602.jpg

Çocuk yetiştirmek dünyanın en zor işidir derler ya; ömrünün yarısını belki tamamını onun eğitimiyle harcamak ve kendini unutup tekrar tekrar aynı şeyleri yaşamaktan dolayı olsa gerek. Bir o kadar da sevimli bir duygudur çocuklarla beraber olmak. İşte tam 34 yılını çocuklarla geçirmiş, onların eğitimleriyle uğraşmış bir insan Hatice Nur Hanım.
Hanesinde yetiştirdiği iki çocuğun yanı sıra, öğretmenlik yıllarında yüzlerce çocuğun yetişmesine vesile olmuş bir eğitmen. 1944 Yozgat doğumlu olan Hatice Nur Hanım 1994 yılında Risale-i Nur ile tanışmış ve bu tanışma, mesleğinde bir dönüm noktası olmuş. Risalelerden aldığı feyzi mesleğine yansıtan Hatice Hanım, çocuk eğitiminde yepyeni bir tarz oluşturmuş. Bizler de deneyimlerinden ve düşüncelerinden istifade maksadıyla kendileriyle kısa bir mülâkat yaptık. Ve işte meyveleri…
Çocuk eğitiminde başlangıç noktamız ne olmalı?

Rabbimizin bizden istediği noktadan başlayacağız.
Rabbimiz bizden ne istiyor?
Ubûdiyet. Ubûdiyetin gereği nedir?
“Acz, fakr,şefkat ve muhabbet.”

Bunu biraz açar mısınız?

Nefis “ben” diyor. Bunu diyen bir nefis itaat etmez, kendisinde de bir mağbûdiyet görmek ister ve kendisini sever. Çocuk da doğduğu andan itibaren “ben” der. Her şeyi tamamsa bile ağlayarak “benimle ilgilen” der, muhabbeti kendisine çekmeye çalışır. Muhabbetimiz ona elbette var ama yaradanımızdan dolayı.
Biz, fark etmeden “benim yavrum” dediğimizde ona musahhar oluyoruz.
O noktada ne oluyor?
Hem bende benlik başlıyor, hem de çocukta. Ve diyor:
“Sen de benimsin! Benden başkasına bakma!”
Esas mülk sahibinden yönümüzü çevirerek ona karşı aşırı hissiyatımızla dengesini bozuyoruz ve kendi dengemizi de bozuyoruz.
Burada rehber biziz. Acaba çocuğumu nasıl eğiteceğim sorusunu kendimize sormadığımızdan ileride çocuğumuzun davranışlarında sıkıntıya sebep olacak durumlarda da bütün yükü çocuğun üzerine atıyoruz.
Nefsimiz suçu kabul etmediğinden “Bu çocuk niye böyle?
Huyu da ne kadar bozuk! Ne kadar şımarık bir çocuk!” diyerek nazarımızı çekirdek hükmündeki hakikatlerden farklı noktalara çevirmeye çalışıyoruz ve bocalıyoruz. Oysaki rehber ve eğitici olan, anne. Eğitime ihtiyacı olan ve nefsinin ıslaha ihtiyacı olan, çocuk, yeni gelen bir ruh ve bir misafir. Eğer hakikati yakalayamazsak iş tam tersine dönüyor, çocuğun elinde aile, maskara haline geliyor.

Hakikat dediğiniz nokta, çocuğun bir abd olarak görülmesi mi?

Elbette. O’na, Rabbimiz’e yeni bir abd geliyor, yeni bir hizmetkâr geliyor, şeklinde bakmalıyız. Çocuğa muhabbetimiz olacak, ihtiyaçlarını da gidereceğiz. Ama aynı zamanda itaate de sevk edeceğiz. Temel olan, çekirdek olan burada itaat. Çocuğun, itaati bilmesi gerekir. “Sadece ben” diyerek şımarıkça tavırlarıyla, o bizi cezbeden güzellikleriyle bizi kendine musahhar ettiği takdirde fark etmeden ondaki “ene”yi geliştiriyoruz. “Ne kadar güzel” diyoruz, “Şuna bak! Neler de yapıyor!” diyoruz. Her şeyi çocuğa mâl etmeye çalışıyoruz ki, işte o zaman, bize sıkıntı olarak çocuk “Ben böyleyim” diyor. Bizi haliyle tokatlıyor “Beni sen bozdun” diyor.

Çocuğun kötü hasletlerinin ortaya çıkması için bir nevi vesile mi oluyoruz?

Rehberlik yapıyoruz. Çocuk bizi cezbeden güzel hareketleriyle öyle bir çekim alanına alıyor ki bazen görmememiz ve başımızı çevirmemiz gereken hallerine bile hayranlıkla bakıyoruz. Ayrıca onu çok güzel gösterecek giysilerle ona öyle bir makam veriyoruz ki, o çocuk sadece bizim değil sokaktaki insanın bile odak noktası haline geliyor. Bu haller de hep çocuğa mâl edildiği için, aksiyle muamele görüyoruz. Hâlbuki burada anahtar kelime “itaat.” Bir örnek vereyim. Türk annelerinin yanı sıra yabancı annelerle de birlikte olma imkanı buldum. Bizim annelerimiz kreşteki bakıcılara “Çocuğum çok üzüldü mü?” diyor. Yabancı anneler ise “Sizi çok üzdü mü?” diyor. Yabancı annelerde şunu gözlemledim ki, insanın fıtratındaki olumsuzlukları iyi yakalamışlar.
Diyorlar ki “Ben onun tüm ihtiyacını giderdim. Altı temiz, karnı tok, uykusunu aldı, sağlığı yerinde, onunla oynadım, ona zaman da ayırdım. Bundan sonraki zaman bana ait. Ağlıyorsa susmasını öğrenecek, çünkü kapris yapıyor.” Oysaki bizler ağlamasın diyerek elimizden geleni yaptığımız için çocuk ileride ağlamayı koz olarak kullanıyor. Orada ağlamamasına çalışmak yerine:
“Tatlım, ağlamana hiç gerek yok, ağlamak sana hiç yakışıyor mu? Hiç iyi huylu bir çocuk ağlar mı? Sen ileride konuşarak meramını anlatacaksın. Şu anda hiç bir problemin yok. Şimdi ben gerekli işlerimi yaptıktan sonra zaten seninle ilgileneceğim” diye sürekli konuşarak onu bilinçlendirmek gerekiyor. Konuşarak muhakeme kabiliyetini geliştirmek, düşünce ufkunu genişletmek gerekiyor. Anlamaz demeyeceğiz, çünkü anne karnında bile her şeyi anlıyor.

Çocuklarımızı hayata hazırlarken nelere dikkat etmeliyiz?

En önemlisi rehber olmaktır. Bediüzzaman hazretleri diyor ki:

“Kendini eğitemeyen başkasını eğitemez.”
Ayna olamayan bir anne “Onu yapmanı istemiyorum” diyor. Çocuk “Sen de yapıyorsun” diyor. Çok güzel bir taklitçi zaten. Öncelik “rehberlik”te.

Peki bu rehberliği nasıl yapacağız?

İki şekilde olabilir. Bizlerin de ıslah edilmesi gereken hasletlerimiz olduğundan çocuğa “Haydi gel, beraberce bu yanlışları düzeltelim. Ben de kendimi düzeltmeye çalışıyorum. Sen de kendini düzeltmeye çalış” şeklinde bir yönlendirme olabilir. Yahut buna fırsat vermeden de, “Onu yapmanı istemiyorum!” “Hayır! Doğru dur!” gibi klişeleşmiş cümlelerin dışında Bediüzzaman hazretlerinin de kullandığı bir yöntemle önüne iki yol koyarak olabilir:
“Bak, bunu böyle yaparsan ne olur?
Şöyle yaparsan ne olur?
Haydi düşünelim. Sonra sen karar ver” demeliyiz. Eğer çocuk hâlâ inadında diretiyorsa ona olan dostluğumuzu bir müddet sınırlayarak inadını kırabiliriz.

Rehberlik çok önemli. Anne olarak çocuğu taklit eden bir kukla değil, düşünen ve hakikati gören, belki bize rehber olacak çocuklar yetişmesine vesile olmamız gerekir. Bir de kesinlikle zıtlaşmaya sebebiyet vermemek gerekiyor. Çünkü zıtlaşma olursa, o bizi yeniyor.

Düşünmeye sevk etmek rehberlikte ilk adımdır, diyebilir miyiz?

Elbette. Tefekkürî olan ibadet, bebeklikten itibaren gelişiyor. Çocuğu eğitmede rehberlik çok kapsamlıdır. Meselâ uçak mazotla çalışır mı? Çalışmaz, düşer. Düştüğünde hem kendi parçalanır, hem içindekiler parçalanır, hem de kimlerin üzerine düştüyse onları da parçalar. Çok yönlü bir tahribat yapar. Bu noktadan baktığımızda Rabbimiz bizi yaratmış, içimize maddi manevi her türlü cihazâtı da koymuş. Vücudumuzun gıdasını anne sütüyle en güzel şekilde sağlıyor zaten. Bir de ruhumuzun gıdası var ki, latifelerimizin gelişmesi ve o sağlam çekirdeğin tahrip olmadan mevyedar bir ağaç olması için rehberlikte, yaradanımızın emrini esas maksat yapacağız. Efendimiz (asm)’ın ahlâkı ve âdâbıyla edeplenerek ve edeplendirerek yetiştirmek lazım çocuğu. Efendimiz (asm)’ın bize sunduğu eğitimin dışına çıkmak zaten gaflet olur. Çocuğa sabırla müdahale ederek kötü huyundan vazgeçirmekle ileride onun, toplumun ihtiyacı olan itaatkâr ve sağlam bir birey olmasına yardımcı olmamız gerekir.

Anne-baba olma duygusunu ilk defa yaşayacak olan ebeveynler öncelikle nelere dikkat etmeliler?

Her şeyden önce anne ve babanın ittifâk içinde olması lâzım. Anne eğiticidir, baba dışarıda. Çocuktan öncelikle anne sorumlu. Baba gelip de eğitime müdahale ettiği takdirde çocuk ikisi arasında kalır. Hatta menfaatine uygun bir şekilde bu durumu kullanır. Halbuki anne eğitimde hatalı bile olsa, çocuğa o anda onu hissettirmemek gerekir. Hatta babanın da anne ile iş birliği yapması gerekir. Daha sonra eğitimdeki hataları kendi aralarında bulup düzeltmeleri gerekir. Çocuğa asla ikilemli davranmamak durumundayız. İkilik çıkması için hiç bir neden yok. Çünkü rabbimiz bir peygamberimiz bir, kitabımız bir, dünyamız bir, evimiz bir, hep birlerle birlere bağlıyız.

Anne baba olmanın heyecanıyla biraz yönümüzü şaşırıyor muyuz?

Bütün problem orada başlıyor. Öylesine kapılıyoruz ki “çocuğum geliyor”, “benim çocuğum” diyoruz. Oysaki anne-babanın bir araya gelmesiyle çocuk olmuyor. Rabbimiz bir emanet gönderiyor ve biz de bir emanetçiyiz. O bizim değil, bize emanet geliyor. Nasıl bir emanet? Güzel yetişmesi gereken, sahibine tam teslim edeceğimiz, sorumluluğu çok büyük bir emanet. “Benim” demek yerine “Rabbimiz bize emanet gönderdi, bize bir hediye gönderdi” diyerek o hediyeyi çok iyi muhafaza edip, en güzel bir şekilde o hediyenin yerini bulmasını sağlamamız gerek. Düşünsenize Rabbimiz’in ‘Esma-ül Hüsna’sının en güzel şekilde tezahür edeceği bir halife, hanemize geliyor. “Benim” dediğimizde o nûr, kömüre dönüşür, Allah göstermesin.
Züleyha ÖZDEMİR(irfan mektebi)
 
Üst