Hadis Sohbetleri 93- Yalan söylemenin dinimizdeki yeri nedir?

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
besmele-arapca1.jpg



Selamünaleyküm Degerli Kardeslerim;

avatar.jpg


Bu haftaki Hadis Sohbetleri dersimiz basladi.

avatar.jpg

Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..





Hadis Sohbetleri 93- Yalan söylemenin dinimizdeki yeri nedir?


[BILGI]Abdullah bin Mes'ûd radıyallâhu anh'den rivâyet edildiğine göre Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki doğruluk hayra ve iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddık (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalancılık sapıklığa sürükler. Sapıklık da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır".
[/BILGI]
(Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, İbni Mâce)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
yalan ile ilgili ayetler ve hadisler

1. "Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme."

İsrâ sûresi (17), 36

2. "İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın."

Kaf sûresi (50), 18

Her iki âyet dili korumakla ilgili bölümde, ikinci âyet ayrıca "Nemîme yasağı" konusunda geçmiş bulunmaktadır. Oralarda yaptığımız yorumlar bu konuda da aynen geçerlidir. Burada şuna işaret etmekle yetineceğiz. Buhârî, birinci âyetteki, bizim "peşine düşme" diye tercüme ettiğimiz lâ takfu kelimesinin lâ tekul = söyleme" diye de yorumlandığına işâret etmektedir (İ'tisam, 7). Bu mâna, konumuza daha uygun düşmekte ve o zaman âyet, "Hakkında bilgin bulunmayan sözü söyleme" ya da "Bilmediğin konuda görüş beyan etme!" demek olur. İkinci âyet ise, zaten bilerek veya bilmeyerek söylenen her sözün mutlaka kaydedildiği gerçeğini hatırlatmaktadır. O halde bu iki âyet, bilerek yalan söylemeyi öncelikle yasaklamış olmaktadır.

Hadisler

1545. Abdullah İbni Mes'ûd radıyallâhu anh''den rivâyet edildiğine göre Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

- "Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık yoldan çıkmaya (fucûr) sürükler. Fucûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır".

Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 80; Tirmizi, Birr 46; İbni Mâce, Mukaddime 7; Dua 5

Açıklamalar

Doğru sözlülük konusunda 55 numara ile geçmiş olan hadîs-i şerîfin konumuzu yalanla alakalı kısmı ilgilendirmektedir. İlk geçtiği yerde hadisin tümünü açıklamıştık. Burada sadece yalancılıkla ilgili kısmı üzerinde duracağız.

Hadiste, yalan konuşa konuşa insanın yalancılığı âdetâ meslek edineceği, yalana iyice alışacağı, yalana alışan insanın da fücûr denilen her türlü kötülüğe hazır hale geleceği bildirilmektedir. Fücûrun ise insanı cehenneme götüreceği anlatılmaktadır. Bu tesbit, yalan konusunda son derece dikkatli olunması için çok ciddi ve açık bir uyarıdır. Yalanın küçüğü büyüğü olmaz demektir. Ayrıca yalancılığın ve sahteciliğin İslâm'da yeri olmadığını ortaya koymaktadır.

Yalancılığı âdet edinen kişinin Allah katında "kezzâb" diye tescil edilmesi, yalanın insanı ne kadar ağır ve kötü bir duruma düşürdüğünü göstermektedir. Âhirete ait sonuç ise, cehennem olmaktadır.

Bilindiği gibi yalan, dile ait bir âfettir. Dil ise, kalbin sözcüsü olarak insanın tüm organlarını ve davranışlarını etkilemektedir. Diline -en azından- bilinçli olarak yalan söylememek konusunda hâkim olabilen kişi, büyük ölçüde kendisini hadiste haber verilen kötü âkıbetten korumuş demektir.

Açıklamakta olduğumuz yasaklar bölümüne ait hemen her konudaki yasağın ısrarla uhrevî yönüne dikkat çekildiği görülmektedir. Çünkü müslüman için gerçek ve sonsuz olan hayat âhiret hayatıdır. Orada müslümanı sıkıntıya sokacak olan herşeyden burada uzak kalmak ve böylece hem dünyada mutlu ve hem de âhirette mutlu olmaya bakmak en akıllıca iştir. Çünkü müslüman, âhiretini ihmal etmeden dünyayı yaşayan insandır ve bu, onun diğer insanlardan en temel farkını oluşturmaktadır. Sorumluluk bilinci de ancak âhiret inancı ve hesap kaygısı olan kişilerde görülebilir.

O halde hem dünyada mahcûbiyetlere sebep olması hem de âhirette cehenneme götürmesi düşünülerek yalana ve yalancılığa asla iltifat etmemek, müsâmaha göstermemek, ondan mümkün olduğunca uzak kalmak ve doğru konuşup dürüst olmaya bakmak lâzım gelmektedir.

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Yalan konuşmak haramdır.

2. Yalanı küçük gören ve işlemeye devam eden ona alışır ve sonunda yalancılar defterine yazılır.

3. Yalan, insanı her türlü kötülüğe sevkeder.

4. Fücûr denilen kötülükler de insanı cehenneme götürür.

5. İman ile yalan birbirine tamamen zıddır. Müslüman mümkün mertebe yalandan uzak kalmalı, doğru sözlülüğü ve dürüst davranışı seçmelidir.

Riyâzüs Sâlihin
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında onu gözetleyen yazmaya hazır bir melek bulunmasın." (Kaf: 18)

Abdullah bin Mes'ûd radıyallâhu anh'den rivâyet edildiğine göre Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki doğruluk hayra ve iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddık (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalancılık sapıklığa sürükler. Sapıklık da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır". (Buhâri, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizi, İbni Mâce)

Hadis-i şerifteki bu tesbit, yalan konusunda son derece dikkatli olunması için çok ciddi ve açık bir uyarıdır. Yalanın küçüğü büyüğü olmaz demektir. Ayrıca yalancılığın ve sahteciliğin İslâm'da yeri olmadığını ortaya koymaktadır.

Yalancılığı âdet edinen kişinin Allah katında "kezzâb" diye tescil edilmesi, yalanın insanı ne kadar ağır ve kötü bir duruma düşürdüğünü göstermektedir. Âhirete ait sonuç ise, cehennem olmaktadır.

Bilindiği gibi yalan, dile ait bir âfettir. Dil ise, kalbin sözcüsü olarak insanın tüm organlarını ve davranışlarını etkilemektedir. Diline -en azından- bilinçli olarak yalan söylememek konusunda hâkim olabilen kişi, büyük ölçüde kendisini hadiste haber verilen kötü âkıbetten korumuş demektir.

Müslüman için gerçek ve sonsuz olan hayat âhiret hayatıdır. Orada Müslüman’ı sıkıntıya sokacak olan her şeyden burada uzak kalmak ve böylece hem dünyada mutlu ve hem de âhirette mutlu olmaya bakmak en akıllıca iştir. Çünkü Müslüman, âhiretini ihmal etmeden dünyayı yaşayan insandır ve bu, onu diğer insanlardan ayıran en temel farkını oluşturmaktadır. Sorumluluk bilinci de ancak âhiret inancı ve hesap kaygısı olan kişilerde görülebilir.

Ahirette cehenneme götürmesi düşünülerek yalana ve yalancılığa asla iltifat etmemek, müsâmaha göstermemek, ondan mümkün olduğunca uzak kalmak ve doğru konuşup dürüst olmaya bakmak her Müslüman için lâzım hasletlerdir.

Abdullah bin Amr İbni'l-Âs radıyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi tam münâfık olur. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar o kişide münafıklıktan bir sıfat bulunmuş olur:

Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihanet eder.
Konuştuğunda yalan söyler.
Söz verince sözünden döner.
Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar." (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî)

Görüldüğü gibi Efendimiz aleyhissalatu vesselam, yalanı nifakın (münafıklığın) alametlerinden saymıştır. Nifak, inançta iki yüzlülüktür. Yani içinden inanmadığı halde inanıyormuş gibi davranmak demektir. Böylesi bir inanç sahtekârlığının dışa vurumunun alametlerinden biri de yalancılıktır.

Yalan konuşmayı, yalan dolanla iş çevirmeyi beceri ve başarı sayanlar, bu hadîs-i şerîf'in taşıdığı tehdit unsurunu iyice düşünmelidirler. Tabiî münafığın, kâfirden daha beter bir durumda olduğunu unutmadan bu değerlendirmeyi yapmalıdırlar.

İbni Ömer radiyallahu anhümâ'dan rivayet edildiğine göre Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "En büyük yalan, görmediği düşü gördüm diye kişinin gözlerine iftira etmesidir." (Buhârî)

Bu hadis-i şerifte de, en kolay yalan söylenebilecek bir konuya, rüyâ mevzuuna dikkat çekiliyor. Ve buradaki yalanın en büyük yalan olduğu ifade ediliyor. Zira sâdık (doğru) rüyâ nübüvvetten bir parçadır. Bu sebeple rüyâ, bir anlamda ilâhî bir bildirim niteliğine sahiptir. Bundan dolayı, görmediği düşü gördüm diye iddia etmek, Allah'a karşı bir yalan, hatta iftira manasını taşır. Aynı şekilde görmediği bir düşü görmüş gibi anlatan kimse aslında gözlerine de iftira ederek onları yalanlarına şahit tutmaktadır. (Riyazussalihin; Tercüme ve Şerhi 8. cilt)

Safvan bin Süleym radiyallahu anh anlatıyor: Biz: "Ey Allah'ın Resulü! mü'min korkak olur mu?" dedik, "Evet!" buyurdular.

"Peki, cimri olur mu?" dedik, yine: "Evet!" buyurdular.
Biz yine: "Peki yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır! buyurdular." (Muvatta)
Demek yalan; korkaklık ve cimrilik gibi izzet-i nefs sahibi her ferdin tenezzül etmediği rezil hasletlerden daha aşağı ve edna bir derecededir ki Müslüman bir şahsın katiyen tenezzül edemeyeceği bir şeydir.

İbn-i Mes'ud (radiyallahu anh) şöyle demiştir: "Kul, yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki, kalbinde önce siyah bir nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda Allah nezdinde ‘yalancılar’ arasına kaydedilir." (Muvatta)

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) burada, söylenen her yalanla kalpte bir kararma olduğunu belirtiyor. Bu kara noktalar çoğalınca kalbin tamamı kararıyor. İnsan, yalan söyleyince başlangıçta sıkıntı duyar. Bu sıkıntının sevkiyle tövbe edip, yalancılıktan geri dönebilir. Ama yalana, yalan söyleme hususunda cür'ete devam ettikçe kalp tamamen kararır. Yani, artık yalan söylemek tabii hale gelir, sıkılma, üzülme diye bir şey kalmaz.

Bu hale gelince Allah nezdinde, yalancı olduğuna hükmedilir ve o vasıfla yazılır. Hadisi şerh eden âlimlere göre, bu vasıfla yazılması, mele-i a'la'da yalancı olarak tanınıp, insanların kalplerine de onun yalancı olduğunun ilhamen atılması, dillere yalancı olarak konması demektir. Bu hal, ona alçalma olarak yeterlidir.

Behz bin Hakim radiyallahu anh anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Yazıklar olsun o kimseye ki, insanları güldürmek için konuşur ve yalan söyler! Yazık ona, yazık ona!" (Ebu Davud, Tirmizî)

Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), insanları güldürmek için anlatılan sözlerdeki yalana bile şiddetli tehditte bulunmaktadır. Mizah için söylenen yalan böyle şiddetli tehdide maruz ise, insanları aldatmak, menfaatler elde etmek veya bir kısımlarının hukukunu çiğnemek gibi ciddî meselelerdeki yalanın manevî müeyyidesi çok daha ağır olmalıdır.

Esma radiyallahu anhâ anlatıyor: "Bir kadın gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Benim bir kumam var. Ona karşı (yalan söyleyerek) kocamın vermediği şeyle karnımı doyurmuş göstersem bana bir mahzur getirir mi?’ diye sordu. Aleyhissalâtu vesselâm: ‘Verilmeyenle karnını doyurmuş gösterip övünen, tıpkı, iki yalan elbisesini giyen gibidir’ cevabını verdi." (Buhârî, Müslim, Ebu Davud)

Yalan elbise insanı çıplak bırakır, rüsvay eder. (Kütüb-i Sitte, İbrahim canan)

Semure bin Cundeb radiyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün gördüğü bir rüyayı anlatırken şöyle buyurdu: “…Elinde demir çengel bulunan bir adam, yerde yatan bir kişinin bir tarafına geçip elindeki çengelle avurdunu, burnunu ve gözünü ta ensesine kadar yarıyor sonra öbür tarafına geçip orasını da aynı şekilde parçalıyordu. Bir tarafını yarıncaya kadar önceki yardığı taraf eski haline geliyor, adam da sürekli aynı şekilde parçalamaya devam ediyordu. Ben: ‘Sübhânellah! Bunlar ne?’ dedim… ‘…Bu yerde yatan adam, evinden çıkıp etrafa yalanlar yayan kişidir’ dediler. (Buhari)

Hadisten Öğrendiklerimiz

1. Yalan konuşmak haramdır.
2. Yalanı küçük gören ve işlemeye devam eden ona alışır ve sonunda yalancılar defterine yazılır.
3. Yalan, insanı cehenneme götürür.
4. İman ile yalan birbirine tamamen zıddır. Müslüman mümkün mertebe yalandan uzak kalmalı, doğru sözlülüğü ve dürüst davranışı seçmelidir
5. Rüyâ anlatılırken bile yalan haramdır.
6. Görmediği bir rüyayı gördüm diye anlatmak, Allah'a ve gözlerine iftira etmek mânası taşıdığı için büyük bir yalancılıktır.
7. Müslümana yakışan, her türlü sahtecilikten uzak durup gerçeklerin peşinde olmaktır.
8. Yalan söylemenin ölüm sonrasındaki cezası, avurtların, burnun ve gözün enseye kadar demir kancalarla parçalanmasıdır.
9. Yalan konuşmak, münafıklığın alâmetidir.
10. Dili yalandan korumak, kalbi nifaktan arındırmış olmakla mümkündür.
Rabbim! Kalbimizi nifaktan, dilimizi de yalandan muhafaza eyle! AMİN!
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
YALAN YEMİN



‘Yemin’, sağ taraf ve dolaylı olarak sağ eli ifade eder. Bu haliyle de güç ve iradenin göstergesi olarak kullanılır. Bir bakıma el almak, eline alınan makamın irade ve kudretini arkaya almak ve buna dayanmak anlamlarına gelmektedir.



Dinimizde yemin ancak Allah (c.c.) adına edilmiş olmakla geçerlilik kazanabilir. Kişi kendi sözüne inanılabilirlik katmak veya sözünün değerini yükseltmek için yemin ettiğinde; Yüce Yaratıcının irade ve kudretine gönderme yapmış olmakta, Allah (c.c.)’ın her şeyi görüyor olmasına vurgu yapılarak karşıdaki insan inandırılmak istenmektedir.



Yüce Allah (c.c.)’ın irade ve kudretine gönderme yapmak büyük sorumluluk, taşıması zor yük getirir. Bu, yüksek gerilim hattından elektrik almak gibidir. Bu süreçte küçük bir hata ortadan kaldırılması mümkün olmayacak hasarlara ve acı sonuçlara sebep olabilecektir. Riskin yüksekliği hata kaldırılabilirlik oranını düşürmüştür. Yemin de böyledir. İnsanların şahitliği düzleminin üstüne çıkılmış, hata ve yanlışın felaketler doğuracağı bir boyuta ulaşılmıştır. O mertebe doğruluk, dürüstlük adalet ve hak mertebesidir. O mertebede yalanla, haksızlık ve zulümle durulmaz.



Şayet bir fert o düzeyde yalan ve haksızlıkla hareket etmeye kalkarsa bunun sonuçları katlanılmak bakımından oldukça güç olur. Böyle yapan şahıs, kendi menfaatini, o mertebenin doğruluk, dürüstlük ve adalet mertebesi oluşunun üzerine çıkarmış olur. Bu soyut açıklamaların ardından bir toparlama yapmak gerekirse yeminin bir türü olan yalan yemin; gerçeğe aykırı olan bir şeyin doğruluğu konusunda yüce rabbimizi şahit tutmaktır.



Yalan yere yemin eden kişi, Allah (c.c.)’ı yeminine tanık göstererek insanları aldatmak istediği için O’nun kutsal ve yüce adını kötüye kullanmakta ve O’na iftira etmektedir. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.v.), yalan yere yemin etmenin büyük günahlardan biri olduğunu buyurmuştur.



Kur’an-ı Kerim’de, “Birbirinizi aldatmak için (yalan) yemin etmeyin, bu yüzden yere sağlam basan ayak sürçebilir ve Allah yolundan alıkoymanıza karşılık kötü bir azap tadarsınız. Bunun için size (ahirette de) büyük bir azap vardır.” [1]



Buyrulmak sûretiyle, insanları aldatmak kastıyla yapılan yeminlerin acı sonucuna işaret edilmektedir.



Bir kimse geleceğe yönelik bir yemini bozduğunda, keffaretini ödeyerek yemin günahından kurtulabilir. Fakat yalan yemin öyle bir günahtır ki, onun cezasını keffaret bile düşüremeyeceği için, yalan yeminde keffaret olmaz. Böyle bir günah işleyen kişi, yalanına tanık olarak gösterdiği Allah (c.c.)’a tevbe etmeli, O’ndan af dilemeli ve bir daha böyle bir hata işlememelidir. O’nun günahını ancak Allah (c.c.) affedebilir.



Yalan yeminle başkalarının hakkı alınmışsa, ikinci bir günah daha işlenmiş olur. Haksız yere elde edilen varlıklar, gerçek sahibine verilmedikçe de tevbe ile kurtuluş olmaz. Örneğin bir kimse, ödemediği borcunu bile bile ‘ödedim’ diye yemin etse, karşı taraf da alacağını kanıtlayamasa ve hakim, yalan yemin edenin borçsuz olduğuna hükmetse, bu kişi iki büyük günahı birlikte işlemiş olur.



Ayrıca dikkatsizlik veya alışkanlık gibi nedenlerle yalan yere yemin etmek durumuna da düşülmektedir. Kuşkusuz bunun günahı yukarıda açıklanan gibi değildir. Fakat gelişigüzel, gereksiz yere Allah (c.c.)’ın adını anarak O’nu tanık göstermek de bir günahtır. Bu nedenle yemini alışkanlık haline getirmemelidir.

Ancak çok önemli durumlarda ve doğruluğunda kuşku bulunmayan konularda yemin etmelidir.



Bir kısım konularda yapılan yeminlerde Allah (c.c.)’ın siper yapılmaya çalışılmasının yüce kitabımızda yasaklanışı şöyledir: “İyilik etmemek, takvaya sarılmamak, insanlar arasını ıslah etmemek yolundaki yeminlerinize Allah'ı siper yapmayın. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” [2]



Yeminlerde sorumluluk meselesinin izahı şöyledir: “Allah sizi, kasıtsız yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz, fakat sizi kalplerinizin kazandığı (bile bile yaptığınız) yeminlerden sorumlu tutar. Allah çok bağışlayandır, halîmdir. (Hemen cezalandırmaz, mühlet verir)” [3] kimi yeminler vardır ki; günlük konuşma akışı içerisinde söylenilmesi alışkanlık haline gelmiştir, bu söylenirken gerçek anlamda yemin niyeti taşınmaz. Ayet-i kerime, bu tür yeminler sebebiyle sorumluluğun olmayacağını bildirmektedir. Fakat kimi yeminler de vardır ki; bilerek, isteyerek, şuurlu biçimde yapılır. Yeminin bu türü sorumluluk getirir. Eğer üzerine yemin edilen konuda kişi doğru sözlü ise sadece yemin ettiği için bir mesuliyet söz konusu olmayacaktır.



“Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yeminin keffareti, ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on yoksulu doyurmak, yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkanı) bulamazsa onun keffareti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffareti budur. yeminlerinizi tutun. Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor ki şükredesiniz.” [4]



Kişi geleceğe yönelik olarak yaptığı bir yemini bozduğunda ayette zikredilenlerden birini yerine getirmek sûretiyle keffaret ödemiş olmaktadır.



Fakat bazı insanlar vardır ki; ulaşmayı düşündükleri bir menfaat veya başka bir çıkar için bilerek yalan yere yemin edebilmektedirler. Bu durumda yapılan yeminin keffareti dahi yoktur, öylesine acı bir hal söz konusudur ki, Allah (c.c.)’a dua edip bağışlanma dilemekten başka bir seçim hakkı bulunmamaktadır.

Vakıaya aykırı olan bir şeyin doğruluğuna yemin etmek taşınması zor yükler getirir. Yalan yere yemin eden kişi, Allah (c.c.)'ı yeminine şahit göstererek insanları kandırmak istediği için O'nun mukaddes adını istismar etmekte, O'na iftirada bulunmaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamber (s.a.v.), büyük günahların en büyüklerinden birinin de yalan yemin olduğunu söylemiştir. [5]

Bir kimse geleceğe yönelik yaptığı bir yemini bozduğunda, kefaretini ödemek suretiyle yeminin günahından kurtulur. Fakat yalan yemin öyle büyük bir günahtır ki, onun cezasını keffaret dahi düşüremeyeceği için, yalan yeminde keffaret olmaz. Böyle bir günah işleyen kişi, yalanına şahit gösterdiği Allah (c.c.)'a tevbe etmeli, af dilemeli ve bir daha bu günahı işlememelidir. Onun günahını ancak Allah (c.c.) affedebilir.

Yalan yeminle başkalarının hakkı alınmışsa, velev ki bu kanun yoluyla olsun, ikinci bir günah daha işlenmiş olur. Haksız yere elde edilen bu hak, sahibine ödenmedikçe tövbe ile kurtuluş olmaz. Mesela bir kimse, ödemediği borcunu bile bile ödedim diye yemin etse, karşı taraf da alacağını ispat edemese ve hâkim, yalan yemin edenin borçsuz olduğuna hükmetse, bu kişi iki büyük günahı birden işlemiş olur.

Bir de dikkatsizlik, kötü alışkanlık, hata gibi sebeplerle yalan yere yemin etmek durumuna düşülür. Şüphesiz ki bunun günahı diğeri gibi değildir. Fakat gelişi güzel, lüzumsuz yere Allah (c.c.)'ın adını anmak da bir günahtır. Bu nedenle dile hakim olmalı, yemini alışkanlık haline getirmemeli, ancak çok önemli durumlarda yemin etmelidir. Yeminde niyet, yemin ettirenin maksadına göredir. Bu nedenle, yemin eden kişi kalbinden başka şeyleri geçirerek yemin ederse yine yalan yemin etmiş olur. Mesela, Ahmet'e olan borcu için yemin ettirilen kişi, Mehmet'e ödemiş olduğu borcu kastederek, borcumu ödedim diye yemin ederse, yalan yemin etmiş olur. [6]

Yalan yemin kalplerinde hastalık bulunan münafıkların özelliğidir. Onlar inanmadıkları, kalpleriyle tasdik etmedikleri halde, dilleriyle inandıklarını söyleyen ve bu durumu yeminle sağlamlaştırmaya çalışan insanlardır. “Münafıklar sen kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka savaşa çıkacaklarına dair en ağır bir şekilde Allah'a yemin ettiler. De ki: Yemin etmeyin. Sizden istenen güzelce itaat etmektir. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” [7]

Yalan Yemin Hastalığından Kurtuluş Yolu

Yalan yeminlerle yaptığı işlerdeki art niyetleri gizleme çalışmaları münafık, iki yüzlü insanların diğer bir özelliğidir. Öyle ki; Hz Peygamber (s.a.v.) döneminde, fitne hareketlerinde kullanabilecekleri bir mescit yaptırmışlar ve Dırar mescidi olarak anılan bu mekanda Peygamber Efendimiz’in namaz kılmasını istemişlerdi. Böylece Resûlullah (s.a.v.) namaz kıldığında o mescit de İslâm’ın mescitlerinden bir mescit olacak, meşrûiyet kazanacaktı. Münafıklar bu süreç içerisinde taşıdıkları kötü niyeti yeminle gizlemeye çalışıyorlardı. Ayette konunun anlatımı şöyledir: “Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, müminler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Resûlüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit yapanlar vardır. Bunlar, ‘Bizim iyilikten başka hiçbir kastımız yok’ diye de mutlaka yemin ederler. Ama Allah şahitlik eder ki bunlar mutlaka yalancıdırlar.” [8]



Yalan yeminlerle elde edilen menfaatler insanı yakan ateş parçalarıdır. Böylesine çirkin bir davranış biçimi, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in bizlere gösterdiği ahlâk anlayışıyla kesinlikle bağdaşmaz, Müslüman karakteriyle hiçbir biçimde uygunluk arz etmez. Müslüman, sözüyle, özüyle yalandan uzak güvenilir insandır. Bunun için de asla yalan söylemediği gibi yalan yemin de asla onun ahlâkında yoktur.





[1] Nahl sûresi, 16/94.


[2] Bakara sûresi, 2/224.


[3] Bakara sûresi, 2/225.


[4] Mâide sûresi, 5/89.


[5] Sahîh-i Buhârî, Edeb.


[6] Yalan Yemin, Akif Köten.


[7] Nûr sûresi, 24/53.


[8] Tevbe sûresi, 9/107.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
€œYalan kelimesini ve taşımış olduğu mânâyı duyup da rahatsız olmayan var mıdır? Evet, bazı çirkin sıfatlar, esasında ve hakikat-ı halde herkesi rahatsız eder.

Doğruluğun, istikametin, ahde vefanın zıddı olan yalan, hemen hemen her insanın nefret ettiği kötü bir alışkanlıktır. Bununla birlikte, acaba bazı hallerde yalan söylemek, yalan beyanda bulunmak caiz midir?

Önce, bazı sebeplerden dolayı yalana benzeyen beyanda bulunmaya cevaz veren hadis ve rivayetlere ve bu konuyla ilgili İslâm ulemâsının görüşlerine müracaat edelim:

Buharî ve Müslim Sahihlerinde şöyle bir hadis zikrederler:

Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır kasdıyla yalan söyleyen, yalancı değildir.€ (Buharî, Sulh 2; Müslim, Birr 101)

Yine Müslim, bu hadisin devamında Ümm-ü Gülsüm’den (r.a.) şu meâlde bir rivayeti de kaydetmektedir:

İnsanların söylediklerinden hiçbir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim; ancak şu üç durum müstesna: 1) Harpte, 2) İnsanlarını arasını bulmada, 3) Kadının kocasına, kocanın da karısına karşı -ailenin düzeni için söylediklerinde-. (Müslim, age.)

Kâmil Miras merhumun, hadis âlimlerinin izahları ışığında bu rivayetlerin şerh ve açıklamasını özetlersek şunlar söylenebilir:

Hadiste, €œinsanların arasını bulmak için yalan söylemek yalancılık değildir€ sözünün mânâsı, bu yalanda günâh yoktur mânâsındadır. Çünkü hadiste yalan, yalan olarak çıkarılmamakta, sadece bu çeşit yalana terettüp eden günahın olmadığı bildirilmektedir. Şüphe yok ki, yalan, gerek arayı düzeltmek için, gerekse başka bir maksatla söylensin, yine mahiyeti itibariyle yalandır.

Yalana üç yerde ruhsat verilmesi hususunda âlimler arasında farklı görüşte olanlar bulunmakta ise de, hadis ulemasının ekserisinin görüşü şu merkezdedir:

Yalanı ve olmayan bir şeyi haber vermek mutlak sûrette yasaklanmıştır. Yalan hususundaki hadisteki müsaade ise “tevriye€ ve €œîhâm” yoluyla söylenmesi halindedir. Tevriye: Birkaç mânâsı olan bir kelimeyi kullanan kimsenin en uzak mânâyı kasdederek söylemesidir. Îhâm ise: İki mânâsı olan bir kelimenin en uzak kullanılan mânâsını kasdederek söylemesidir.

Bu iki söz sanatını bu meseleye getirecek olursak şu şekilde misaller verilebilir:

Meselâ savaş esnasında düşman askerine €œKralınız öldü” denilirken, bununla düşmanın daha önceki krallarından birisi kasdedilmesi gibi.

Yine İslâm'ın ve Müslümanların zarara düşebileceği bir halde konuşmak ve fikir beyan etmek icap ettiğinde, doğrudan yalana varmadan dolaylı cümleler kullanmak da bu kabildendir.

Aynı şekilde hanımın ve kızının gönlünü almak isteyen bir insan onlara bir şey vâdederken, €œİnşaallah-Allah dilerse gibi bir ifade kullanır da, söz verdiği şeyi hemencecik almazsa, bu durumda da yalan söylemiş olmaz. Çünkü bu vaâd istikbale mâtuftur.

Ayrıca birbirine dargın olan iki kişinin arasını bulurken, €œFalan adam senin için duâ ediyor. dese de, bununla o adamın Allah’ım, bütün Müslümanları affet. demiş olduğunu kasdetse, yalan bir beyanda bulunmuş olmaz. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, 8/111-112) Dolaysıyla yalan söylemenin mes’uliyetinden kurtularak rahatlar. İmam-ı Beyhakî’nin rivayet ettiği bir hadiste, Peygamberimiz (a.s.m.)

Tevriyeli, kinâî ifadelerle yalandan kurtulup rahatlama vardır.(et-Tâc, 5/55)
buyurarak bu meseleye açıklık getirmişlerdir.

Ancak, bilhassa günümüzde her sahada yalana fazla yer verildiğinden, buna meydan açmamak için bu çeşit meselelerde hassas ve dikkatli davranılmasını isteyen Bediüzzaman şöyle der:

...Maslahat için kizb (yalan) ise zaman onu neshetmiştir (hükmünü kaldırmıştır). Maslahat ve zaruret için bazı âlim €˜muvakkat’ fetvası vermiş. Bu zamanda o fetva verilmez. Çünkü o kadar su-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez."

€œMeselâ: seferde namazı kasretmenin sebebi meşakkattır. Fakat illet olmaz. Çünkü muayyen bir haddi yok. Su-i istimale düşebilir. Belki illet yalnız sefer olabilir

Yâni yolculuk esnasında dört rekâtlı farz namazları iki kılarak kasretmenin illeti, esas sebebi, yolculuk”, yolculuğa çıkmaktır. Meşakkat olmasa dayanamaz kısaltılabilir. Eğer meşakkat gerçek sebep olarak görülürse, bu hükmü herkes kendisine göre değiştirip uygulayabilir. “Ben hiçbir zorluk çekmedim, öyleyse namazları dört rekât kılarım” gibi bir suistimale düşebilir. Bunun önüne geçmek için, meşakkat olsa da, olmasa da namaz kasredilir.

Bu misâlden sonra Üstad, son olarak şu meseleye temas eder:

Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. Çünkü muayyen bir haddi yok, su-i istimale müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetva ona bina edilmez. Öyle ise ‘imme’s-sıdk ve imme’s-sükût (ya doğru söylemeli yahut susmalı) Yani yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükût değildir.

Evet, her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değildir. Bazan zarar verse sükût etmek. Yoksa yalana hiç fetva yok.€ (bk. Hutbe-i Şamiye/Üçüncü Kelime)

Soru: Yalan söylemek çok kötü olduğu halde, Peygamberimiz (asm) savaşta yalan söylemeye neden ruhsat vermiştir, bu aldatmak anlamına gelmez mi? Ayrıca bu hile ile savaş kazanmaktır, insanlığa yakışmamaktadır, hatta bundan sonra hiçbir savaşan bu Müslümanlara inanmayacaktır?

. İslam’a göre yalan büyük bir vebaldir.
Pis putlara tapmaktan sakının, bir de yalan söz söylemekten sakının. (Hac, 22/30)
mealindeki ayette şirkten sonra yalana yer verilmesi dikkate değer bir vurgudur.

b. İslam dini doğruluk üzerine kurulmuştur. Kuranda bir çok yerde Kur€™an€™ın hak/doğruyu söyleyen bir kitap olduğu, Hz. Peygamber (a.s.m)’in hak/ doğru sözlü bir peygamber olduğuna işaret edildiği gibi, vahyin, dinin sahibi olan Rabbimizin doğru sözlü olduğu vurgulanmış ve

€œAllah’tan daha doğru sözlü kim olabilir ki?!. (Nisa, 4/122)
mealindeki ayette olduğu gibi, en gafil kafaları uyandırmak maksadıyla soru sitiliyle konunun ifade edilmesi tercih edilmiştir.

c. İman doğruluk üzerine, küfür ise yalan üzerine kuruludur. Zaruret olmadan, “bir lafza-i kâfir olan yalana” izin vermesi düşülebilir mi?

İslam dininin Peygamberi (a.s.m)€™in çocukluğundan beri çevresinde €œMuhammedü€™l-Emin=sözüyle, özüyle, fiiliyle emin, güvenilir Muhammed” unvanıyla meşhur olması bize çok şey anlatmaktadır. Böyle bir zat bazı konularda yalan söylemeye ruhsat vermişse, bunun hikmetini kavramaya çalışmak gerekir.

d. €œAksine bu hile ile savaş kazanmaktır, insanlığa yakışmamaktadır, hatta bundan sonra hiçbir savaşan bu Müslümanlara inanmayacaktır da€ yargısı gerçekten ilginçtir. €œSavaş mertçe yapılır anlamına gelen bu hamasî söylemlerin savaş sözlüğünde asla yeri yoktur.

İnsanlık tarihinde savaşların başladığı günden bu güne dek yapılan bütün savaşlar, karşı taraf olan düşmanı öldürmeye yönelik bir sanattır. Düşmanı öldürmek için meydana çıkacaksınız, fakat fırsat elinize geçtiği halde, “bu mertliğe yakışmaz” diye öldürmekten vazgeçeceksiniz; böyle budalalık olur mu? Bu davranış, vatan hainliği çerçevesinde idama bile götürebilir.

e. Bugün her ülke tarafından kullanılan “savaş stratejisi, savaş taktiği, savaş manevrası, savaş senaryosu gibi sözcüklerle ifade edilen bütün savaş taktikleri, karşı tarafı aldatmaya, hedef saptırmaya yönelik birer hiledir, birer aldatmacadır, birer fiilî yalandır. Savaşta arkadan vurmamak, mertçe savaşmak€ gibi yaveler, sadece filimlerde yer bulan sözcüklerdir.

Nitekim, Peygamberimiz (a.s.m) de;
Harb hudadır/savaş karşı tarafı yanıltma taktiğidir." (Buharî, Cihad,157; Müslim, Cihad, 18-19)

diye buyurmuştur. En sahih hadis kaynaklarında Resulüllah (asm)’ın bu ifadesi ortada iken, mümin olan bir kimsenin -bunun hikmetini öğrenmek yerine-, yanlışlığını ortaya çıkarmaya çalışmak, dinî açıdan çok ciddi risk taşımaktadır.


Muhakkak ki doğruluk, insanı iyiliğe, güzelliğe yöneltir, iyilik ise, cennete iletir. Kişi doğru konuşa konuşa nihayet -Allah katında- sıddîk/çok dürüst olarak yazılır. Şüphesiz yalan fücura, kötülüğe yönlendirir, fücur ise, ateşe/cehenneme iletir. Kişi yalan söyleye söyleye nihayet -Allah katında- kezzap/çok yalancı olarak yazılır.€(Müslim, Birr, 103-105).

Şimdi insafla düşünelim, yalancılığı “kötülüğün anahtarı, cehennemin rehberi” olarak gösteren Hz. Peygamber (a.s.m) bu hükümden bazı istisnaları yapmışsa, bir mümine düşen onu saygıyla karşılamaktır. (Zaten mümin olmayan kimse ile bu konu en son konuşulması gereken bir detaydır).

g. Bu tür konularda aşağıdaki ayet-i celile bizim rehberimiz olmalıdır. Tavrımız, niyetimiz, üslubumuz, bu ilahî mesajın çerçevesinde şekillenmelidir.

Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilâf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar.(Nisa, 4/65).

h. Tarih boyunca (bir emir değil, adece bir tolerans olan) bu ruhsat maalesef, çok suistimale uğradı. Nebevî ruhsatın olması gereken çerçevenin dışına çıkıldı. Heva ve hevesler karıştı. Ruhsat çizgisi amacının dışında kullanıldı. Adeta, verilen ruhsattan beklenen yarar, bu suistimaller sonucunda zarar hanesine yazılmaya başladı. Bu sebeple, bu gün artık bu ruhsattan yararlanma işini askıya almakta fayda vardır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 
Son düzenleme:

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Kadın Kocasına Yalan Söyleyebilir mi?



Bu konuda iki yol vardır; ya doğruyu söylemek, ya da susmak.

Bu açıdan eşi de olsa yalan söylemesi doğru değildir.



Şüphe yok ki yalan, gerek arayı düzeltmek için, gerekse başka amaçla söylenmiş olsun, yine mahiyeti itibariyle yalandır. Ancak kinayeli olarak konuşmak yalan olmaz.

İmam Beyhaki'nin rivayet ettiği bir hadiste de Hz. Peygamber (asm):

"Tevriyeli, kinayeli ifadelerle yalandan kurtulup rahatlama vardır."

buyurarak, bu meseleye açıklık getirmişlerdir. (et-Tac, V, 55).

örneğin birbirine dargın olan iki kişinin arasını bulurken, "Falan adam senin için dua ediyor." dese de, bununla o adamın, "Allah'ım, bütün Müslümanları affet." demiş olduğunu kasdetse, yalan bir beyanda bulunmuş olmaz, denilmektedir. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, VIII/111-112).

Yalan söylemenin haram olmadığı yerer var mıdır? Savaşta yalan söylemek aladatmak olmaz mı

Yalan ;Söylemek Haramdır. Ancak Zor Durumda Kaldığımızda Ne Yapmalıyız ?

“Yalan” kelimesini ve taşımış olduğu manayı duyup da rahatsız olmayan var mıdır? Evet, bazı çirkin sıfatlar, esasında ve hakikat-ı halde herkesi rahatsız eder.

Doğruluğun, istikametin, ahde vefanın zıddı olan yalan, hemen hemen her insanın nefret ettiği kötü bir alışkanlıktır. Bununla birlikte, acaba bazı hallerde yalan söylemek, yalan beyanda bulunmak caiz midir?

önce, bazı sebeplerden dolayı yalana benzeyen beyanda bulunmaya cevaz veren hadis ve rivayetlere ve bu konuyla ilgili İslam ulemasının görüşlerine müracaat edelim:

Buhari ve Müslim Sahih'lerinde şöyle bir hadis zikrederler:

“Halkın arasını düzelten ve bunun için hayır niyetiyle söz ulaştıran veya hayır kasdıyla yalan söyleyen, yalancı değildir.” (Buhari, Sulh 2; Müslim, Birr 101)

Yine Müslim, bu hadisin devamında ümm-ü Gülsüm'den (r.a.) şu mealde bir rivayeti de kaydetmektedir:

“İnsanların söylediklerinden hiçbir şeyde yalana ruhsat verildiğini işitmedim; ancak şu üç durum müstesna: 1) Harpte, 2) İnsanlarını arasını bulmada, 3) Kadının kocasına, kocanın da karısına karşı —ailenin düzeni için söylediklerinde...” (Müslim, A.g.e)

Kamil Miras merhumun, hadis alimlerinin izahları ışığında bu rivayetlerin şerh ve açıklamasını özetlersek şunlar söylenebilir:

Hadiste, “insanların arasını bulmak için yalan söylemek yalancılık değildir” sözünün manası, bu yalanda günah yoktur manasındadır. çünkü hadiste yalan, yalan olarak çıkarılmamakta, sadece bu çeşit yalana terettüp eden günahın olmadığı bildirilmektedir. Şüphe yok ki, yalan, gerek arayı düzeltmek için, gerekse başka bir maksatla söylensin yine mahiyeti itibariyle yalandır.

Yalana üç yerde ruhsat verilmesi hususunda alimler arasında farklı görüşte olanlar bulunmakta ise de, hadis ulemasının ekserisinin görüşü şu merkezdedir:

Yalanı ve olmayan bir şeyi haber vermek mutlak surette yasaklanmıştır. Yalan hususundaki hadisteki müsaade ise “tevriye” ve “iham” yoluyla söylenmesi halindedir. Tevriye: Birkaç manası olan bir kelimeyi kullanan kimsenin en uzak manayı kasdederek söylemesidir. İham ise: İki manası olan bir kelimenin en uzak kullanılan manasını kasdederek söylemesidir.

Bu iki söz sanatını bu meseleye getirecek olursak şu şekilde misaller verilebilir:

Mesela savaş esnasında düşman askerine “Kralınız öldü” denilirken, bununla düşmanın daha önceki krallarından birisi kasdedilmesi gibi.

Yine İslamın ve Müslümanların zarara düşebileceği bir halde konuşmak ve fikir beyan etmek icap ettiğinde, doğrudan yalana varmadan dolaylı cümleler kullanmak da bu kabildendir.

Aynı şekilde hanımın ve kızının gönlünü almak isteyen bir insan onlara bir şey vadederken, “İnşaallah-Allah dilerse” gibi bir ifade kullanır da, söz verdiği şeyi hemencecik almazsa, bu durumda da yalan söylemiş olmaz. çünkü bu vaad istikbale matuftur.

Ayrıca birbirine dargın olan iki kişinin arasını bulurken, “falan adam senin için dua ediyor” dese de, bununla o adamın “Allah'ım, bütün Müslümanları affet” demiş olduğunu kasdetse, yalan bir beyanda bulunmuş olmaz. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, 8/111-112) Dolaysıyla yalan söylemenin mes'uliyetinden kurtularak rahatlar. İmam-ı Beyhaki'nin rivayet ettiği bir hadiste, Peygamberimiz (a.s.m.) “Tevriyeli, kinai ifadelerle yalandan kurtulup rahatlama vardır” buyurarak bu meseleye açıklık getirmişlerdir. (et-Tac, 5/55)

Ancak, bilhassa günümüzde her sahada yalana fazla yer verildiğinden, buna meydan açmamak için bu çeşit meselelerde hassas ve dikkatli davranılmasını isteyen Bediüzzaman şöyle der:

“...Maslahat için kizb (yalan) ise zaman onu neshetmiştir (hükmünü kaldırmıştır). Maslahat ve zaruret için bazı alim ‘muvakkat' fetvası vermiş. Bu zamanda o fetva verilmez. çünkü o kadar su-i istimal edilmiş ki, yüz zararı içinde bir menfaati olabilir. Onun için hüküm maslahata bina edilmez.

“Mesela: seferde namazı kasretmenin sebebi meşakkattır. Fakat illet olmaz. çünkü muayyen bir haddi yok. Su-i istimale düşebilir. Belki illet yalnız sefer olabilir.”

Yani yolculuk esnasında dört rekatlı farz namazları iki kılarak kasretmenin illeti, esas sebebi, “yolculuk”, yolculuğa çıkmaktır. Meşakkat olmasa dayanamaz kısaltılabilir. Eğer meşakkat gerçek sebep olarak görülürse bu hükmü herkes kendisine göre değiştirip uygulayabilir. “Ben hiçbir zorluk çekmedim, öyleyse namazları dört rekat kılarım” gibi bir su-i istimale düşebilir. Bunun önüne geçmek için, meşakkat olsa da, olmasa da namaz kasredilir.

Bu misalden sonra üstad, son olarak şu meseleye temas eder:

“Aynen öyle de, maslahat dahi yalan söylemeye illet olamaz. çünkü muayyen bir haddi yok, su-i istimale müsait bir bataklıktır. Hükm-ü fetva ona bina edilmez. öyle ise ‘imme's-sıdk ve imme's-sükut (ya doğru söylemeli yahut susmalı) Yani yol ikidir, üç değildir. Ya doğru, ya yalan, ya sükut değildir.”

“Evet, her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değildir. Bazan zarar verse sükut etmek. Yoksa yalana hiç fetva yok.” (bk. Hutbe-i Şamiye/üçüncü Kelime)

Soru: Yalan söylemek çok kötü olduğu halde, Peygamberimiz savaşta yalan söylemeye neden ruhsat vermiştir, bu aldatmak anlamına gelmez mi? Ayrıca bu hile ile savaş kazanmaktır, insanlığa yakışmamaktadır, hatta bundan sonra hiçbir savaşan bu Müslümanlara inanmayacaktır?

a. İslam'a göre yalan büyük bir vebaldir. “Pis putlara tapmaktan sakının, bir de yalan söz söylemekten sakının” (Hacc 22/30) mealindeki ayette şirkten sonra yalana yer verilmesi dikkate değer bir vurgudur.

b. İslam dini doğruluk üzerine kurulmuştur. Kur'an'da bir çok yerde Kur'an'ın hak/doğruyu söyleyen bir kitap olduğu, Hz. Peygamber(a.s.m)'in hak/ doğru sözlü bir peygamber olduğuna işaret edildiği gibi, vahyin, dinin sahibi olan Rabbimizin doğru sözlü olduğu vurgulanmış ve “Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir ki!” (Nisa, 4/122) mealindeki ayette olduğu gibi, en gafil kafaları uyandırmak maksadıyla soru sitiliyle konunun ifade edilmesi tercih edilmiştir.

c. İman doğruluk üzerine, küfür ise yalan üzerine kuruludur. Zaruret olmadan, “bir lafza-i kafir olan yalana” izin vermesi düşülebilir mi?

İslam dininin peygamberi(a.s.m)'in çocukluğundan beri çevresinde “Muhammedü'l-Emin=sözüyle, özüyle, fiiliyle emin, güvenilir Muhammed” unvanıyla meşhur olması bize çok şey anlatmaktadır. Böyle bir zat bazı konularda yalan söylemeye ruhsat vermişse, bunun hikmetini kavramaya çalışmak gerekir.

d. “Aksine bu hile ile savaş kazanmaktır, insanlığa yakışmamaktadır, hatta bundan sonra hiçbir savaşan bu Müslümanlara inanmayacaktır da” yargısı gerçekten ilginçtir. “Savaş mertçe yapılır…” anlamına gelen bu hamasi söylemlerin savaş sözlüğünde asla yeri yoktur.

İnsanlık tarihinde savaşların başladığı günden bu güne dek yapılan bütün savaşlar, karşı taraf olan düşmanı öldürmeye yönelik bir sanattır. Düşmanı öldürmek için meydana çıkacaksınız, fakat fırsat elinize geçtiği halde, “bu mertliğe yakışmaz” diye öldürmekten vazgeçeceksiniz; böyle budalalık olur mu? Bu davranış, vatan hainliği çerçevesinde idama bile götürebilir.

e. Bu gün her ülke tarafından kullanılan “savaş stratejisi, savaş taktiği, savaş manevrası, savaş senaryosu” gibi sözcüklerle ifade edilen bütün savaş taktikleri karşı tarafı aldatmaya, hedef saptırmaya yönelik birer hiledir, birer aldatmacadır, birer fiili yalandır. Savaşta “arkadan vurmamak, mertçe savaşmak” gibi yaveler, sadece filimlerde yer bulan sözcüklerdir.

Nitekim, Peygamberimiz(a.s.m) de; “Harb hud'adır/savaş karşı tarafı yanıltma taktiğidir, diye buyurmuştur”(Buhari, Cihad,157; Müslim, Cihad, 18-19). En sahih hadis kaynaklarında Resulüllah'ın bu ifadesi ortada iken, mümin olan bir kimsenin -bunun hikmetini öğrenmek yerine-, yanlışlığını ortaya çıkarmaya çalışmak, dini açıdan çok ciddi risk taşımaktadır.

f. “Muhakkak ki doğruluk, insanı iyiliğe, güzelliğe yöneltir, iyilik ise, cennete iletir. Kişi doğru konuşa konuşa nihayet -Allah katında- sıddik/çok dürüst olarak yazılır. Şüphesiz yalan fücura, kötülüğe yönlendirir, fücur ise, ateşe/cehenneme iletir. Kişi yalan söyleye söyleye nihayet -Allah katında- kezzap/çok yalancı olarak yazılır”(Müslim, Bir,103,104,105).

Şimdi insafla düşünelim, yalancılığı “kötülüğün anahtarı, cehennemin rehberi” olarak gösteren Hz. Peygamber(a.s.m) bu hükümden bazı istisnaları yapmışsa, bir mümine düşen onu saygıyla karşılamaktır. (Zaten mümin olmayan kimse ile bu konu en son konuşulması gereken bir detaydır).

g. Bu tür konularda aşağıdaki ayet-i celile bizim rehberimiz olmalıdır. Tavrımız, niyetimiz, üslubumuz, bu ilahi mesajın çerçevesinde şekillenmelidir.

“Hayır, hayır! Senin Rabbin hakkı için, onlar aralarında ihtilaf ettikleri meselelerde seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümden ötürü içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana tam bir teslimiyetle bağlanmadıkça iman etmiş olmazlar”(Nisa, 4/65).

h. Tarih boyunca (bir emir değil, adece bir tolerans olan) bu ruhsat maalesef, çok su-i istimale uğradı. Nebevi ruhsatın olması gereken çerçevenin dışına çıkıldı. Heva ve hevesler karıştı. Ruhsat çizgisi amacının dışında kullanıldı. Adeta, verilen ruhsattan beklenen yarar, bu su-i istimaller sonucunda zarar hanesine yazılmaya başladı. Bu sebeple, bu gün artık bu ruhsattan yararlanma işini askıya almakta fayda vardır.

Sorularla İslamiyet
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İslamda Yalan Söylemek

Yalan söylemenin dinimizdeki yeri nedir?

Yalan, günahların en çirkini, ayıpların en fenası, kalbleri karartan bütün kötülüklerin başıdır.
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yalan, rızkı azaltır.) [Ebuşşeyh, İsfehani]
(Yalan, nifak kapılarından biridir.) [İbni Adiy]
(İman sahibi, her hataya düşebilir. Fakat, hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.) [İbni Ebi Şeybe, Bezzar]
(Doğru olun, doğruluk iyiliğe, iyilik ise, Cennete çeker. Yalandan sakının, yalan fücura, fücur ise Cehenneme götürür.) [Buhari]

(Sözle çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitne gibidir. Yalan Kur’an-ı kerimde de, hadis-i şeriflerde de büyük günah olarak bildirilmektedir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:

(Allah’ın âyetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur.) [Nahl 105]

Görüldüğü gibi yalan söylemek imana zıttır. Dört hadis-i şerif meali şöyledir:
(Yalan, imana aykırıdır.) [Beyheki]
(Yalan, münafıklık alametidir.) [Buhari]
(Şu üç şeyden biri bulunan kimse, namaz kılsa da, oruç tutsa da münafıktır: Yalan söylemek, sözünde durmamak, emanete hıyanetlik.) [Buhari, Ebu Davud]
(Müminde her huy olabilir. Ama, hain olmaz ve yalan söylemez.) [İbni Ebi Şeybe, Bezzar]
Yalanın zararları ile ilgili birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Yalan, Cehennem kapılarından bir kapıdır.) [Hatib]
(Yalandan sakının! Çünkü yalan günaha, günah da Cehenneme sürükler.) [Buhari]
(Yalan rızkı azaltır.) [İsfehani, Ebuşşeyh]
(Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet ve yalan söylemez.) [Tirmizi]
(Danışana, yalan söyleyen ona hıyanet etmiş olur.) [İbni Cerir]




Güldürmek için, şakadan da olsa yalan söylemek de caiz değildir.


Bir hadis-i şerif meali:
(İnsanları güldürmek için yalan söyleyenlere, yazıklar olsun!) [Ebu Davud]

Hazret-i Abdullah bin Âmir anlatır:
Ben küçükken, Resul-i Ekrem evimize gelmişti. Oynamaya giderken, annem bana, (Abdullah gel, sana bir şey vereceğim) dedi. Resul-i Ekrem, (Ona ne vereceksin?) buyurdu. Annem de (Hurma vereceğim) dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Eğer bir şey vermeyip aldatmak için söyleseydin, yalan günahı yazılırdı.) [Şir'a]

öylemek, iftira etmek ile çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitneden de kötüdür.) [İbni Mace]
(Pazarcıların çoğu facirdir! Çok yemin ederek günaha girerler ve yalan söyleyerek alış-veriş yaparlar.) [Hakim]
(Aldatan Cehennemdedir.) [Taberani]

Peygamber efendimiz, yalan söyleyenin ağzının bir taraftan kulağına kadar demir çengelle yırtılacağını, diğer tarafa geçildiğinde, önceki yırtılan tarafın iyi olacağını, sonra iyi olan tarafın tekrar yırtılarak bu şekilde kıyamete kadar, kabrinde azabın devam edeceğini bildirmiştir. (Buhari)

Bir kimse, Peygamber efendimize dedi ki:
- Bırakamadığım üç günaha tutuldum. Bunlar, zina, yalan ve içki.
Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
- Yalanı benim için terket!
Adam, peki diyerek gitti. Bir günahı işleyeceği zaman, (Eğer bu günahı yaparsam, Resulullah sorduğunda, evet dersem suçum meydana çıkar. Hayır dersem, yalan söyleyerek verdiğim sözü tutmamış olurum) diye düşündü. Diğer iki günahtan da vazgeçti. (Şir’a)

Büyükler buyuruyor ki:
Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az kimse kurtulur. (Lokman Hakim)
Allah indinde en büyük hata, yalan konuşmaktır. (Hazret-i Ali)
Yalancı ile cimri Cehenneme girer. Fakat, hangisi daha derine atılır, bilmem. (Şabi)
Doğru ile yalan, biri diğerini çıkarıncaya kadar kalbde boğuşur. (Malik bin Dinar)
İçi dışına, sözü işine uymamak, nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır. (Hasan-ı Basri)

Eshab-ı kiram indinde yalandan daha kötü bir şey yoktur. Çünkü, onlar, yalanla imanın bir arada bulunamayacağını bilirlerdi. (Hazret-i Âişe)

Yalan yere yemin ederek başkasının hakkını almak günah değil midir?
Yalan yere yapılan yemine, yemin-i gamus denir. Günaha, Cehenneme sokucu yemin demektir. Peygamber efendimize, (Yemin-i gamus)un ne olduğu sorulunca, (Yalan yere yemin ederek müslümanın malını almaktır) buyurdu. (Buhari)

Yalan yere yemin ederek birisinin malını almak, büyük günahlardandır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir müslümanın malını, haksız olarak almak için yalan yere yemin eden, Hak teâlânın gazabına uğrar.) [Buhari]

(Birinin malını almak için yalan yere yemin eden, Allahü teâlânın huzuruna cüzzamlı bir facir olarak çıkar.) [İbni Mace]
[Facir; fitneci, fesatçı, günahkâr kimsedir.]

(Yalan yere yemin etmek, evleri harap eder.) [Beyheki]
(Yalan yere yemin eden, Cehenneme gidecektir.) [Hakim]
(Yalan yere yemin, malın yok olmasına sebep olur.) [Bezzar]
(Yalan yere yemin ederek, bir müslümanın malını alana, Cennet haram, Cehennem vacip olur.) [Hakim]

Yalan yere yemin ederek, başkasının malını alan kimse, pişman olursa aldığı malı sahibine, sahibi ölmüşse, vârislerine vermelidir! Vârisleri de yoksa, fakirlere vermelidir! Malını aldığı kimselerle helalleşmeli, onlara dua etmelidir.



Yalan hangi hallerde caizdir?


Yalan söylemek haramdır, çok büyük günahtır. Ölmemek için leş yemek caiz olduğu gibi, ölümden kurtulmak için yalan söylemek de caizdir. (Hadika)

Hazret-i Sevban buyurdu ki: (Her yalan günahtır. Ancak bir Müslümana faydası dokunan veya bir Müslümanın zararını kaldıran yalan bundan hariçtir.)




Yalanın caiz olduğu yerlerden bazıları şunlardır:

1- Savaşta:

Hazret-i Ali otururken düşmanın biri, aniden karşısına kılıçla çıkıp, (Şimdi seni benim elimden kim kurtarabilir?) der. Hazret-i Ali de, parmağı ile adamın arkasını gösterip (Peki dövüşelim; fakat iki kişiyle mi?) der. Düşman, arkamdaki kim diye bakınca, Hazret-i Ali, kılıcını çekip, düşmanını zararsız hâle getirir. Düşman, oturan insana yaptığı kendi hilesini görmeden (Bana hile yaptın?) der. Hazet-i Ali de, (Ama asıl sen beni gafil avlayacaktın ya) der ve şu hadis-i şerifi bildirir:
(Harb hiledir.) [İbni Sünni, İbni Lal]



◾2- İki Müslümanı barıştırmak için:


Üç günden sonra dargın durmak günahtır. Dargın olan iki Müslümanı barıştırmak için aralarını bulucu yalan söylemek caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İki kişinin arasını bulmak, nafile namaz, oruç ve sadakadan daha faziletlidir.) [Tirmizi]

(İki kişinin arasını düzeltmek ve hayırlı iş için söylenen söz, yalan sayılmaz.) [Müslim]

(İki Müslümanı barıştırmak için, birbirlerine iyi söz getirmek yalan sayılmaz.) [İbni Lal]

Peygamber efendimiz gülümsediği zaman, Hazret-i Ömer sebebini sual edince, buyurdu ki:
(Ümmetimden iki kişi, Allahü teâlânın huzuruna çıktı. Birisi dedi ki:
-Ya Rabbi, bu adamdan hakkımı al!
Allahü teâlâ buyurur:
- Bu adamın hakkını ver!
-Ya Rabbi, bir iyiliğim kalmadı ki nasıl vereyim?

Allahü teâlâ hak sahibine buyurur:
- Bu adamın iyiliği kalmadı. Ne yapacaksın?
- Günahlarımı alsın!

Bu arada Peygamber efendimiz ağlayarak (O gün öyle dehşetli bir gündür ki, o gün başkalarının günahlarını yüklenmek şöyle dursun insan kendi günahının yükünü çekemez.)
Allahü teâlâ, hak sahibine buyurur:
- Başını kaldırıp Cennetin şu muhteşem köşklerine bak!

Hak sahibi baktıktan sonra der ki:
- Evet görüyorum. Bu muhteşem köşkler, hangi şehid, hangi sıddık veya hangi peygamberindir?
- İşte o gördüğün göz kamaştırıcı köşkler, bedellerini ödeyenler içindir.

-Ya Rabbi bunların bedellerini kim ödeyebilir?
- Sen ödeyebilirsin.

- Nasıl ödeyebilirim, neyim var ki?
- Hakkını bu kardeşine bağışlamakla bu köşke sahip olursun.
- Bağışladım ya Rabbi.

Allahü teâlâ buyurur ki:
- Haydi kardeşinin elinden tutup Cennete girin!
Peygamber efendimiz devamla buyurdu ki:
(Allah’tan korkun ve aralarınızı düzeltmeye çalışın! Zira Allahü teâlâ, kıyamet gününde sizin aralarınızı düzeltir.) [Harâiti]


◾3- İki Müslümanın aralarının açılmasını önlemek için:


Araları bozulmak üzere olan iki Müslümanın aralarının açılmasını önlemek için yalan söylemek caiz olur. İyiliğe vesile olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan makbuldür.



◾4- Eşi ile iyi geçinmek için:


Eşler birbirini idare etmek için yalan söyleyebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Eşini idare etmek için yalan söylemek caizdir.) [İbni Lal]

(Eşler birbirini idare etmek için yalan söylerse günah olmaz.) [Müslim]

İbni Erkam hazretleri, Hazret-i Ömer’e, (Eşim beni sevmiyor. Sevmediğini de yüzüme karşı söyledi. Böyle bir eş ile yaşamak istemem) dedi. Hazret-i Ömer, kadına (Niçin kocanızın yüzüne karşı öyle söylediniz) buyurdu. (Yalan söylememek için. Yoksa burada yalana izin var mıdır?) dedi. Hazret-i Ömer, (Elbette burada yalan söylemeye izin vardır. Bir kadın, kocasını sevmese de, onu üzmemek için, yalan söylerse günah olmaz) buyurdu.



◾5- Zalimden, bir Müslümanın bulunduğu yeri gizlemek için.

◾6- Müslümanın malını zalimlerden korumak için.

◾7- Müslümanı memnun etmek için:


Bir arkadaş beğenip bir kravat alsa veya bir elbise diktirse, bu bizim hoşumuza gitmese de, bu elbise size çok yakışmış demek caiz olan yalana girer. Bir Müslümanı sevindirmek için bir bahane aramalıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Farzdan sonra Allahü teâlânın en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir.) [Taberani]

Genel olarak kadınlar, süse düşkündür, giyimlerine dikkat ederler. Aldığı bir elbise için, (Bu elbise, sana ne kadar da güzel yakışmış?) demek, yalan olmaz. Çünkü dinimiz, hanımla iyi geçinmek için yalan söylemeyi caiz görmüştür. Hele haklı bir takdiri esirgemek ahmaklıktır.



◾8- Müslümanın günahını, sırrını ve aybını gizlemek için:

Müslüman gencin biri, iftiraya uğrar. Sonunda idama mahkum olur. İnfaz saatini beklerken, kendisine iftira edenlere, bu arada hükümdara ağzına gelen sözleri sarf eder, sövüp sayar. Bu acı acı bağırmalar, bir müddet devam eder. Hükümdar, saraydan bu feryatları duyar. Fakat ara uzak olduğu için ne söylediğini anlayamaz.

İki vezirinin yanına giden hükümdar, bu gencin neler söylediğini sorar. Birinci vezir, “Hükümdarım bu genç, (Allah, affedenleri aziz eder) hadis-i şerifini söylüyor, “Affedenlerin yeri Cennet” diyor. Sizden af talebinde bulunuyordu” der. Bu söz, hükümdarın hoşuna gider. (Bu genci affettim, serbest bırakın) der. İkinci vezir, hemen atılır: “Haşmetli hükümdarımız, bu veziriniz, zat-ı âlinize karşı, yalan söylüyor. Genç, af istemiyor, size sövüp sayıyordu” der. Hükümdar der ki: (Bre vezir, sen yersiz doğru söylemekle, iki kişinin ölümüne sebep olmak istiyorsun. Şu vezirin yalanı ise bir canı kurtarmıştır. Unutma ki, iş bitiren yalan, fitneye sebep olan doğrudan iyidir.)

Hükümdar, yersiz doğru söyleyen veziri azleder, yerinde yalan söyleyerek bir suçsuzu idamdan kurtaran veziri de kendisine sadrazam yapar.



◾9 – Fakire ikram için:


Biz satıcı olsak, fakir birisi de gelip beğendiği bir malı almak istese, fakat pahalı gelse, biz o malı on milyona almışsak, fakire, biz bu malı beşe aldık, bir milyon kâr ile size altıya satabiliriz desek bu caizdir, günah olmaz.



◾10 – Haklı iken, karşısındakine sen haklısın demek:

Eşin biri diğerine sen haklısın derse geçim olur. İkisi de ben haklıyım derse geçim olmaz. İkisi de sen haklısın derse, o zaman o evde ilahi aşk başlar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah rızası için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir.) [Müslim]

(Affedin ki affedilesiniz!) [İ. Ahmed]
(Kaba davranana nazik davranır, zulmedeni affeder, sizi mahrum edene ihsan eder, sizden uzaklaşana yaklaşırsanız yüksek derecelere kavuşursunuz.) [Bezzar]

Daha bunun gibi şeylerde yalan söylemek caizdir. Mesela içki içen veya başka bir günah işleyen kimseye sen günah mı işliyorsun diye sorduklarında, kötü örnek olmamak için, hayır günah işlemedim diyebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kötü şeyler yapan, bunları gizlemeye çalışsın!) [Hakim]

Büyükler yalan söylemek gerekince, sözün manasını değiştirerek, doğru söylemeyi tercih etmişlerdir. Mesela Muaz ibni Cebel hazretleri, vazifesinden dönünce, hanımı (Bu kadar çalıştın, zekat topladın, bize ne getirdin?) dedi. O da, (Beni gözeten vardı, bir şey getiremedim) dedi. O, gözetenden Allahü teâlâyı kastetti. Hanımı ise, Hazret-i Ömer’in onu kontrol eden birini gönderdiğini sandı. Hanımı, Hazret-i Ömer’in evine gidip, kızarak, (Muaz, Resulullahın ve Ebu Bekr-i Sıddık’ın yanında emin idi. Siz niçin onun peşine adam takıyorsunuz?) dedi. Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaz’dan işin aslını öğrenince, hanımına bir miktar hediye gönderdi.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
“Haklıyken bile çekişmeye girmeyen, şakadan da olsa yalan söylemeyen ve huyunu güzelleştiren kimseye, cennette köşk verilmesine kefilim.” anlamına gelen hadise göre, cennette haksızlık yapanlar mı olacak?



Hadisin anlamı şöyledir:
[BILGI]
"Ben, haklıyken bile çekişmeye girmekten kaçınan kimse için cennetin kenarından, şakadan da olsa yalan söylemeye yanaşmayan kimse için cennetin ortasından, huyunu güzelleştiren kimse için de cennetin en yükseğinden bir köşk (verilmesin)e kefilim." (Ebu Davud, Edeb 7; Tirmizî, Birr 158; Nesâî, Cihad 19; İbn Mâce, Mukaddime 7)
[/BILGI]

Konuyla ilgili başka bir hadis meali de şöyledir:

[BILGI]“Şu altı hususta kendinize kefil olun ki, ben de sizin için cennete kefil olayım: Konuştuğunuzda doğru konuşun (yalan söylemeyin). Söz verince yerine getirin. Size bir şey emanet edilince cenneti de gözetin (ihanet etmeyin). Irzınızı/namusunuzu koruyun. Gözlerinizi harama kapayın. Ellerinize hâkim olun (kötülükten çekin)." (Müsned, 5/323)[/BILGI]



İmtihan ölümle birlikte sona ereceğinden, ahirette artık imtihan söz konusu değildir. Cennette ise, hiçbir çirkin ve kötü sayılan bir duygu, düşünce, söz ve eylem olmayacaktır. Bu husus ayetlerle de belirtilmiştir. Bu sebeple, hadis ahirette değil, dünyada iken yapılan işlerden bahsetmektedir.

Bu hadisin özeti şudur: “Kim (dünya hayatında) haklı olduğu halde cedelleşmeyi terk eder, şaka yaparken bile yalandan kaçınır ve örnek olacak bir güzel ahlaka sahip olursa, ben de cennet bahçelerinde, cennetin üstünde ve cennetin alt tarafında kendisine birer köşke kefilim.”

İslam Dünyası, Hz. Peygamber (asv)'in bu konulardaki rehberliğine tabi olduğunda tefrika illetinden kurtulabilir. Çünkü af ve müsamaha, İslam Toplumunda görülen bölünmüşlük ve parçalanmışlık için etkili bir ilaç olarak görünmektedir. Hoşgörü ve af birbirinden kopan fertleri bir araya getirecek sihirli bir iksirdir. Kur’an’da
[BILGI]


“Çekişip birbirinize düşmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider.” (Enfâl, 8/46)
[/BILGI]



denmektedir. İşte Hz. Peygamber (asv) de bundan dolayı “Ben, haklıyken bile çekişmeye girmekten kaçınan kimse için cennetin kenarında bir köşk verilmesine kefilim.” buyurmuştur. Görüldüğü üzere insanların birbirlerine tahammülsüzlük göstermeleri, affedici olmamaları birliklerin bozulup dağılması neticesini vermektedir ve Hz. Peygamber (asv)’in temsilcisi olduğu yaşam felsefesine zıttır.

Peygamberlerin vazgeçilmez özelliklerinden biri olan doğruluk Hz. Peygamber (asv)'in de kişiliğinin en önemli yanlarından biridir.


Hz. Peygamber (asv)’in doğru sözlülüğe yaklaşımına baktığımızda, bu tutum sadece dili bir zaaftan kurtarmanın ötesinde, içsel bir rahatlık ve huzur ortamı oluşturmakta ve iç çatışmalardan ferdi korumasıyla kişisel bütünlüğüne katkı sağlamış olmaktadır.

[BILGI]
“Doğruluk, gönül rahatlığı ve iç huzurudur; yalan ise kararsızlıktır.” (Müsned, 1/200)
[/BILGI]


demekle Hz. Peygamber (asv) doğruluk ve yalanın kişilik üzerindeki etkilerini izah etmiş olmaktadır.


Kendisini yakından tanıyan eşinin, ilk vahiy geldiğinde teselli sadedinde söylediği sözler onu şöyle tanıtmaktadır:


[BILGI]
“Allah’a yemin ederim ki Allah seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen, akrabanı ziyaret edersin. Sözü doğru söylersin, hiç yalanın yoktur. İşini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırır, misafiri ağırlarsın. Hak yolunda ortaya çıkan hâdiseler karşısında halka yardım edersin.” (Buhârî, Bed’u'l-Vahy, 3; Müslim, Îman, 253)[/BILGI]



Allah Rasûlü (asv) kendisinin yalandan uzak bir kimse olduğunu şu sözleriyle belirtmektedir:


[BILGI]
“Ruhumu elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, buradan hak sözden başkası çıkmaz.” (Ebû Dâvud, İlim, 3)
[/BILGI]


Ashabı ona, “Sen ara sıra bizimle şaka yapıyorsun” deyince “Ben şaka da olsa sadece hak olanı söylerim.” (Tirmizî, Birr, 57) cevabını verir. Onun latifelerini incelediğimiz zaman gerçekten de yalana yaklaşan hiçbir ibarenin bulunmadığını görürüz. Bazen Enes b. Malik’e “Ey iki kulaklı” (Tirmizî, Birr, 80) diye seslenmiş bazen de Ümmü Eymen’e “Sen, gözlerinde beyazlık bulunanın hanımı değil misin?” demiştir. O, kocasının gözlerinde boz olmadığını iddia edince Peygamber (asv) da: "Gözlerinde beyaz bulunmayan hiç kimse yoktur.” (Tirmizî, Birr, 57) cevabını vermiştir.

Kendisini taşıyacak bir binit isteyen birine, “Seni bir deve yavrusuna bindirelim.” demiş, adam, “Deve yavrusunu ben ne yapayım?” deyince, “Her deveyi mutlaka bir dişi deve doğurmuştur.” (Ebû Dâvud, Edeb, 92) demiştir. Tüm bu sözlerde latife havası sezilmektedir, ama kesinlikle doğruluk değeri taşımayan tek bir ifadeye rastlanılmamaktadır.



Rasûlüllah (asv), neşeli, durgun, üzüntülü anlarda, dostları ve düşmanlarıyla görüşürken, bolluk ve darlık günlerinde, evinde sudan başka bir şeyin bulunmadığı, zırhını ipotek edip yiyecek temin ettiği günlerdeki konuşmalarının hiç birinde, gerçeğe ve doğruya bağlılık ölçüsünü aşmamıştır. (bk. Kazancı, Peygamber Efendimiz’in Hitabeti, s.79)



Dili yalandan korumaya verdiği önem, onu düşük vaziyetlere getirenleri sert bir üslupla uyarmasına neden olmuştur. Nitekim, Allah Rasûlü (asv) bu konuda şöyle söylemektedir:

[BILGI]
“İnsanları güldürmek için yalan yanlış konuşan kişinin vay haline! Onun vay haline! Onun vay haline!" (Ebû Dâvud, Edeb, 88; Tirmizî, Zühd, 10)
[/BILGI]


Allah Rasûlü (asv)’ne göre yalan nifak alametidir. (Müsned, 3/447; Ebû Dâvud, Edeb, 80) Bir müminde çeşitli kötü huyların bulunması muhtemeldir, fakat yalanı bir müminde düşünmek imkânsızdır. Bu konuda Hz. Peygamber (asv)’den şöyle bir rivayet gelmiştir:


Safvan bin Süleym’den gelen bir rivayette Allah Rasûlü (asv) şöyle buyurmuştur:

[BILGI]
“Ey Allah’ın Rasûlü! Mümin korkak olur mu?” “Evet olabilir” buyurdu. Şöyle denildi: “Peki mümin cimri olur mu?” “Evet olabilir” buyurdu. “Mümin yalancı olabilir mi?” sorusuna ise “Hayır, asla” cevabını verdi. (Mâlik b. Enes, Muvatta’, Kelam, 7, 19)
[/BILGI]


Elbette, korkaklık ve cimrilik gibi özellikler de hoş karşılanan, kabul gören özellikler değildir, fakat yalancılığın bunlara nispeten daha çirkin bir huy olduğu anlatılmış olmaktadır.



Abdullah b. Amr şöyle demektedir:



[BILGI]“Bir gün Allah’ın Rasûlü bizim evde oturuyorken, annem beni, ‘Buraya gel! Sana bir şey vereceğim.’ diyerek çağırdı. Rasûlüllah anneme ne vereceğini sordu. Annem ‘Biraz hurma’ cevabını verdi. O zaman Rasûlüllah ‘Eğer ona bir şey verilmeyecek olsaydı, bu yalan sana karşı yazılacaktı.’ dedi.” (Ebû Dâvud, Edeb, 88; Müsned, 2/452)[/BILGI]

[BILGI]
"Bir sahabenin elinde boş bir külahla, sanki içinde bir şey varmış gibi davranarak atını yanına getirmeye çalışması Allah Resulünü öyle rahatsız etmiştir ki, o sahabeyi çağırmış ve hayvanı aldattığı için azarlamıştır." (Buhârî, İman, 24; Müslim, İman, 107)
[/BILGI]


Hz. Peygamber (asv) kendisi doğru sözlü olmakla beraber, kendisine bağlananlara da devamlı surette doğru sözlü olmayı tavsiye ede gelmiştir. Kendisine doğru sözlü olma konusunda teminat verebilene cenneti garanti etmiştir. (Müsned, 5/323)



Her ne durumda olunsa da doğruluktan ayrılmamanın mutlak iyilik olduğunu, biz onun beyanlarından öğrenmekteyiz. Zira bazı durumlarda kişinin aleyhine gibi görünse de doğru söyleyen her zaman için asıl kazançlı çıkan taraftır. Çünkü doğru sözle konuşan, kişiliğini doğrultmuş olur. Doğruluk ve yalanın sonuçlarını ve bu konudaki tavsiyelerini Hz. Peygamber (asv)’in ifadelerinden dinleyerek cevabımızı onun müjdesi ve uyarısıyla bitirelim:


[BILGI]
“Doğruluktan ayrılmayınız. Doğruluk sizi birr’e / iyiliğe, o da sizi cennete ulaştırır. Kişi doğru olur ve daima doğruyu araştırırsa, Allah katında sadıklardan yazılır."
[/BILGI]


[BILGI]
"Yalandan sakının. Yalan insanı fücura (günaha)o da cehennem götürür. Kişi durmadan yalan söyler ve yalan araştırırsa, Allah katında yalancılardan yazılır.” (Buharî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 105; Ebû Dâvûd, Edeb, 80)[/BILGI]



Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Yalan yere şahitlik etmek ve cezası hakkında



Yalan söylemek haramdır. Ayrıca yalancı şahitlik yapmak iki katlı çirkin bir durumdur ve en büyük günahlardan sayılmıştır.



Ebu Bekre radıyallahu anh anlatıyor: "Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: "Size büyük günahların en büyüğünü haber vereyim mi?" buyurmuş ve bunu üç kere tekrar etmişlerdi. Biz: "Evet!" deyince:



"Allah'a şirk koşmak, anne ve baba haklarına riayetsizlik, cana kıymak!" buyurdular. Bu sırada dayanmış durumda idi, yere oturup:


"Haberiniz olsun! Yalan söz, yalan şahidlik!" dedi ve bunu o kadar tekrar etti ki, "Keşke kesse artık!" temennisinde bulunduk."


Buhâri, Şehâdât 10, Edeb 6, İsti'zân 35, İstitâbe 1; Müslim, İmân 143, (87); Tirmizi, Şehâdât 3, (2302).


Yalan: Yalanı iş edinme, çok yalan söyleme. Yalan, kişinin gerçeği saklayıp bildiğinin aksini söylemesidir. Yalancılık çok
çirkin bir huydur. Dinimiz yalanı haram kılmış ve şiddetle yasaklamıştır.


Yalan rûhî bir hastalıktır, müslümanların kendilerini bundan korumaları gerekir. Çocuklar daha küçükken doğru sözlülüğe alıştırılmalı, yalanın zararları kendilerine anlatılmalıdır.


Cenab-ı Hakk, "Yalan sözden kaçının" (Hac, 22/60) diye emrettiği halde basit dünya menfaatleri için yalan söyleyenler vardır. Özellikle yalan yere şahitlik yapmak çok kötü bir davranış ve büyük bir günah sayılmıştır. Gerçek bir müslüman kendi aleyhinde de olsa, doğru söylemeli ve asla yalana yaklaşmamalıdır. Çünkü Allah Teâla şöyle buyurmuştur:



"Ey iman edenler! Hak üzere durup adaleti yerine getirmeğe çalışan hâkimler ve Allah için doğru söyleyen şâhidler olun. Velev ki, o şahitliğiniz nefisleriniz yahut ana babanızla yakın akrabanız aleyhine olsun. İster üzerine şahitlik yapılan kimseler zengin veya fakir bulunsun" (Nisa, 4/135).



Peygamber Efendimiz de, yalan söylemenin ve yalan şahitlik yapmanın büyük günahlardan olduğunu ısrarla belirtmiştir (Riyazü's-Sâlihîn, III, 138). Ayrıca yalanın münafıklık alâmetlerinden olduğunu haber vermiştir (Müslim, İman, 107).



Dinimizde sadece üç yerde yalan söylemeye izin verilmiştir:


a) Zulüm ve haksızlığa uğramış bir adamın can, mal veya namusunun zarar görmekten kurtarılması için;


b) Dargın olan karı-kocayı veya iki kişiyi barıştırmak için. Çünkü Rasûlullah, İnsanlar arasını düzelten, bunun için hayırlı söz söyleyen ve hayırlı söz ulaştıran kimse yalancı değildir" (Müslim, Birr ve Sıla, 27) buyurmuştur.


c) Harpte düşmanı yenmek için.


Yalanın kötülüğüne gelince, Peygamberimiz (s.a.s.);


"Yalan kötülüğe, kötülük Cehennem'e götürür. İnsan yalancılık yapa yapa,
nihayet Allah katında yalancılardan yazılır" (Buharî, Edeb, 69; Müslim, Birr, 103-105)
buyurmuştur.

Yalanın en büyük kötülüğü işte budur. Yani, insanı Allah Teâla'nın rızasından uzaklaştırıp Cehennem'e götürmesidir. Ayrıca yalan insanları birbirine düşürür, güven duygusunu yok eder, toplum içinde karışıklıklara sebep olur; dostlukları yıkar, yerine düşmanlık tohumları eker. Yalan er geç ortaya çıkacağından, yalancılar, kendilerine güvenilemeyen, saygı duyulmayan ve sevilmeyen insanlar durumuna düşerler. Kısaca yalan, insanı dünyada da ahirette de felâkete sürükler.


Yalan yemin: Vakıaya aykırı olan bir şeyin doğruluğuna yemin etmek.



Yalan yere yemin eden kişi, Allah'ı yeminine şahid göstererek insanları kandırmak istediği için O'nun mukaddes adını istismar etmekte, O'na iftirada bulunmaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamber, büyük günahların en büyüklerinden birinin de yalan yemin olduğunu söylemiştir. (Buharî, Edeb, 6). "Birbirinizi aldatmak için (yalan) yemin etmeyin, bu yüzden yere sağlam basan ayak sürçebilir ve Allah yolundan alıkoymanıza karşılık kötü bir azab tadarsınız. Bunun için size (ahirette de) büyük bir azab vardır" (Nahl,16/94) âyeti, yalan yeminin cezasının ilahî azab olduğunu belirtmektedir.



Bir kimse geleceğe yönelik yaptığı bir yemini bozduğunda, kefaretini ödemek suretiyle yeminin günahından kurtulur (bk. Yemin Keffareti); fakat yalan yemin öyle
büyük bir günahtır ki, onun cezasını keffaret dahi düşüremeyeceği için, yalan yeminde keffaret olmaz. Böyle bir günah işleyen kişi, yalanına şahid gösterdiği Allah'a tevbe etmeli, af dilemeli ve bir daha bu günahı işlememelidir. Onun günahım ancak Allah affedebilir. Yalan yeminle başkalarının hakkı alınmışsa, velev ki bu kanun yoluyla olsun, ikinci bir günah daha işlenmiş olur. Haksız yere elde edilen bu hak, sahibine ödenmedikçe tevbe ile kurtuluş olmaz. Mesela bir kimse, ödemediği borcunu bile bile "ödedim" diye yemin etse, karşı taraf da alacağını isbat edemese ve hâkim, yalan yemin edenin borçsuz olduğuna hükmetse, bu kişi iki büyük günahı birden işlemiş olur. Bir de dikkatsizlik, kötü alışkanlık, hata... gibi sebeplerle yalan yere yemin etmek durumuna düşülür. Şüphesiz ki bunun günahı diğeri gibi değildir. Fakat gelişi güzel, lüzumsuz yere Allah'ın adını anmak da bir günahtır. Bu nedenle dile hakim olmalı, yemini alışkanlık haline getirmemeli, ancak çok önemli durumlarda yemin etmelidir. Yeminde niyet, yemin ettirenin maksadına göredir. bu nedenle, yemin eden kişi kalbinden başka şeyleri geçirerek yemin ederse yine yalan yemin etmiş olur. Mesela, Ahmed'e olan borcu için yemin ettirilen kişi, Mehmed'e ödemiş olduğu,borcu kasdederek, borcumu ödedim diye yemin ederse, yalan yemin etmiş olur



Yalan yere şehadetin dünyevi cezası:



Hukukçularımız, yalancı şahitler için cezayı sadece ahirete bırakmamışlar, dünyada da bir takım cezalar öngörmüşlerdir. Yalan yere ettikleri şahitlik yüzünden sebep oldukları maddî zararın tazmininin yanı sıra başka cezalar da verilir. Yalancı şahit için genelde belli bir ceza tesbiti yapılmamış, bu tamamen hâkimin takdirine bırakılmıştır.


İmam Ebû Hanîfe yalancı şahidin caddelerde teşhir edileceğini, Ebû Yusuf ve Muhammed ise dayak ve hapis cezası ile cezalandırılacaklarını söylerler (Merğinânî, a.g.e., III, 132; İbn Kudâme, a.g.e., XII, XII, 154;11, 154; ayrıca bkz. Şehadet).



Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Yalan yere yemin, gerçeğe aykırı olan bir şeyin doğruluğuna yemin etmek.

Yalan yere yemin eden kişi, Allah'ı yeminine şahid göstererek insanları kandırmak istediği için O'nun mukaddes adını istismar etmekte, O'na iftirada bulunmaktadır. Bu nedenle Hz. Peygamber (asm), büyük günahların en büyüklerinden birinin de yalan yemin olduğunu söylemiştir. (Buharî, Edeb, 6).

"Birbirinizi aldatmak için (yalan) yemin etmeyin, bu yüzden yere sağlam basan ayak sürçebilir ve Allah yolundan alıkoymanıza karşılık kötü bir azab tadarsınız. Bunun için size (ahirette de) büyük bir azab vardır." (Nahl,16/94)

âyeti, yalan yeminin cezasının ilahî azab olduğunu belirtmektedir.

Bir kimse geleceğe yönelik yaptığı bir yemini bozduğunda, kefaretini ödemek suretiyle yeminin günahından kurtulur (bk. Yemin Keffareti); fakat yalan yemin öyle büyük bir günahtır ki, onun cezasını keffaret dahi düşüremeyeceği için, yalan yeminde keffaret olmaz. Böyle bir günah işleyen kişi, yalanına şahid gösterdiği Allah'a tövbe etmeli, af dilemeli ve bir daha bu günahı işlememelidir. Onun günahını ancak Allah affedebilir.

Yalan yeminle başkalarının hakkı alınmışsa, velev ki bu kanun yoluyla olsun, ikinci bir günah daha işlenmiş olur. Haksız yere elde edilen bu hak, sahibine ödenmedikçe tövbe ile kurtuluş olmaz.

Mesela bir kimse, ödemediği borcunu bile bile "ödedim" diye yemin etse, karşı taraf da alacağını isbat edemese ve hâkim, yalan yemin edenin borçsuz olduğuna hükmetse, bu kişi iki büyük günahı birden işlemiş olur.

Bir de dikkatsizlik, kötü alışkanlık, hata... gibi sebeplerle yalan yere yemin etmek durumuna düşülür. Şüphesiz ki bunun günahı diğeri gibi değildir. Fakat gelişigüzel, lüzumsuz yere Allah'ın adını anmak da bir günahtır. Bu nedenle dile hakim olmalı, yemini alışkanlık haline getirmemeli, ancak çok önemli durumlarda yemin etmelidir.

Yeminde niyet, yemin ettirenin maksadına göredir. Bu nedenle, yemin eden kişi kalbinden başka şeyleri geçirerek yemin ederse, yine yalan yemin etmiş olur. Mesela, Ahmed'e olan borcu için yemin ettirilen kişi, Mehmed'e ödemiş olduğu borcu kasdederek, "borcumu ödedim" diye yemin ederse, yalan yemin etmiş olur.

(Akif KÖTEN, Şamil İslam Ans.)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
€œSenin doğru söylediğine inanan bir (adama değil) kardeşine yalan söylemen, en büyük hainliktir.



Bu hadisi Ahmed b. Hanbel(Müsned, 4/183); Ebu Davud(Edeb,71); Taberani (el-Kebir, 7/71); Beyhaki(Şuabu’l-İman,6/460); Ebu Naym, (el-Hilye,6/99); İbn Adi, (el-Kâmil 1/501), rivayet etmiştir.

Ancak hadisin senedinde bir ravi tedlis ile meşhur, bir ravi de zayıf olarak bilinmektedir. Bu sebeple hadis genel olarak zayıf kabul edilmiştir. (bk. Avn u’l-Mabud,13/213; Macmau’z-Zevaid, 8/98)

Bununla beraber, el-Münavi gibi bazı alimlere göre, Ebu Davud’un bu hadisi zikretmesi, onun yanında senedinin hasen/kabul edilebilir olduğunu göstermektedir. (bk. Avnu’l-Mabud, a.g.y)

Hadisin manasıyla ilgili şunları söyleyebiliriz:

Yalan her zaman herkese karşı kötü bir şeydir. Ancak bu hadis rivayetinde şu noktalara dikkat çekilmiştir:

a. Karşıdaki insan kâfir de olsa yalan söylemek günahtır ve kötüdür. Ancak o kişi senin mümin kardeşin ise, ona karşı yalan söylemek daha büyük günahtır ve daha çok kötüdür.

b. Bu mümin kardeşin, senin bir mümin olarak yalan söyleyeceğine ihtimal vermiyorsa, ona karşı yalan söylemek bundan çok daha çirkindir.

c. İman kavram olarak emniyeti, güvenirliği temin eden bir unsurdur. Bu sebeple, imanlı olduğunu söyleyen bir kimsenin karşısındaki mümin bir kimseye yalan söylemesi, her şeyden önce iman kavramının temin ettiği emniyet ortamını bozduğundan çok daha çirkin bir hainlik şeklini alır.

d. Bediüzzaman hazretlerinin ifade ettiği gibi, yalan bir küfür sıfatıdır. Çünkü küfür yalan üzerine kurulmuştur. Çünkü küfrün her şeyi yalandır. İman ise, tamamen doğruluğun özüdür.

Bu açıdan bakıldığı zaman, bir müminin herkese ama özellikle bir mümin kardeşine karşı yalan söyleyip onu aldatması, Müslümanların fert ve toplum hayatında var olan güven ortamını zedeler. Bu takdirde imanın bir meziyet olarak görülmemeye başlar. Bu ise, hem müminlere hem iman hakikatine karşı en büyük hıyanettir. Kaldı ki, yalan Allah’ın ilim ve kudretine de bir bühtandır, bir iftiradır.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
[BILGI] Altıncısı: Selef-i Sâlihînin müçtehidîn-i izamı, asr-ı nur ve asr-ı hakikat olan asr-ı sahabeye yakın olduklarından, safi bir nur alıp, hâlis bir içtihad edebilirlerdi. Şu zamanın ehl-i içtihadı ise, o kadar perdeler arkasında ve uzak bir mesafede hakikat kitabına bakar ki, en vâzıh bir harfini de zor ile görebilirler.

Eğer desen: Sahabeler de insandırlar, hatadan, hilaftan hâlî olmazlar. Halbuki içtihadatın ve ahkâm-ı şeriatın medarı, sahabelerin adaleti ve sıdkıdır ki, hattâ ümmet "Sahabeler umumen âdildirler, doğru söylerler" diye ittifak etmişler.

Elcevab: Evet sahabeler ekseriyet-i mutlaka itibariyle hakka âşık, sıdka müştak, adalete hahişgerdirler. Çünki yalanın ve kizbin çirkinliği, bütün çirkinliğiyle ve sıdkın ve doğruluğun güzelliği, bütün güzelliğiyle o asırda öyle bir tarzda gösterilmiş ki, ortalarındaki mesafe Arş'tan Ferş'e kadar açılmış. Esfel-i safilîndeki Müseylime-i Kezzab'ın derekesinden, a'lâ-yı illiyyînde olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm'ın derece-i sıdkı kadar bir ayrılık görülmüştür. Evet Müseylime'yi esfel-i safilîne düşüren kizb olduğu gibi, Muhammed-ül Emin Aleyhissalâtü Vesselâm'ı a'lâ-yı illiyyîne çıkaran sıdktır ve doğruluktur.

İşte, hissiyat-ı ulviyeyi taşıyan ve mehasin-i ahlâkiyeye perestiş eden ve Şems-i Nübüvvetin ziya-i sohbetiyle nurlanan sahabeler, o derece çirkin ve sukuta sebeb ve Müseylime'nin maskara-âlûd müzahrefat dükkânındaki kizbe, ihtiyarıyla ellerini uzatmamak ve küfürden çekindikleri gibi küfrün arkadaşı olan kizbden çekinmeleri ve o derece güzel ve medar-ı fahr ve mübahat ve mi'rac-ı suud ve terakki ve Fahr-i Risalet'in hazine-i âliyesinde en revaçlı bulunan ve şaşaa-i cemaliyle içtimaat-ı insaniyeyi nurlandıran sıdka ve doğruluğa ve hakka -ve bilhâssa ahkâm-ı şer'iye rivayetinde ve tebliğinde- elbette ellerinden geldiği kadar talib ve muvafık ve âşık olmaları kat'îdir, zarurîdir, şübhesizdir.

Halbuki şu zamanda, kizb ve sıdkın ortasındaki mesafe o kadar kısalmış ki, âdeta omuz omuza vermişler. Sıdktan yalana (geçmek) pek kolay gidiliyor. Hattâ siyaset propagandası vasıtasıyla yalancılık, doğruluğa tercih ediliyor. İşte en çirkin şey, en güzel şeylerle beraber bir dükkânda, bir fiatla satılsa; elbette pek âlî olan ve hakikat cevherine giden sıdk ve hak pırlantası o dükkâncının marifetine ve sözüne itimad edip, körükörüne alınmaz.

* * *​

Sözler ( 484 )[/BILGI]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Yalan söylemek




Sual: Yalan söylemenin dinimizdeki yeri nedir?


CEVAP

Yalan söylemek büyük günahtır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allahü teâlânın âyetlerine inanmayanlardır. İşte onlar, yalancıların ta kendileridir.) [Nahl 105]

Yalan, günahların en çirkini, ayıpların en fenası, kalbleri karartan bütün kötülüklerin başıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Yalan, nifak kapılarından biridir.) [İbni Adiy]

(Mümin, her hataya düşebilir, ama hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez.) [Bezzar]

(Doğru olun, doğruluk iyiliğe, iyilik ise, Cennete çeker. Yalandan sakının, yalan fücura, fücur ise Cehenneme götürür.) [Buhari]

(Sözle çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitne gibidir. Yalan söylemek, iftira etmek ile çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitneden de kötüdür.) [İbni Mace]

(Pazarcıların çoğu facirdir! Çok yemin ederek günaha girerler ve yalan söyleyerek alışveriş yaparlar.) [Hakim]

(Aldatan Cehennemdedir.) [Taberani]

(Yalan yere yemin büyük günahtır.) [Buharî]

(Danışana, yalan söyleyen kimse, ona hıyanet etmiş olur.) [İbni Cerir]

(En büyük günah, yalan yere yemin etmektir.) [Buharî]

Peygamber efendimiz, yalan söyleyenin ağzının bir taraftan kulağına kadar demir çengelle yırtılacağını, diğer tarafa geçildiğinde, önceki yırtılan tarafın iyi olacağını, sonra iyi olan tarafın tekrar yırtılarak bu şekilde Kıyamete kadar, kabrinde azabın devam edeceğini bildirmiştir. (Buharî)

Bir genç, Peygamber efendimize, üç büyük günaha yakalandığını bildirdi. Bunlardan biri yalandı. Peygamber efendimiz, (Yalanı benim için terk et!) buyurdu. Genç, peki diyerek gitti. Bir günahı işleyeceği zaman, (Eğer bu günahı yaparsam, Resulullah sorduğunda, evet dersem suçum meydana çıkar. Hayır dersem, yalan söylemiş, verdiğim sözü tutmamış olurum) diye düşündü. Diğer iki günahı da bıraktı. (Şir'a)


Büyükler buyuruyor ki:


Oğlum, yalandan sakın, o serçe eti gibi tatlıdır. Ondan az kimse kurtulur. (Lokman Hakim)

Allah indinde en büyük hata, yalan konuşmaktır. (Hazret-i Ali)

Yalancı ile cimri Cehenneme girer, ama hangisi daha derine atılır, bilmem. (Şabi)

Doğru ile yalan, biri diğerini çıkarıncaya kadar kalbde boğuşur. (Malik bin Dinar)

İçi dışına, sözü işine uymamak, nifaktandır. Nifakın temeli ise yalandır. (Hasan-ı Basrî)

Eshab-ı kiram indinde yalandan daha kötü bir şey yoktu, çünkü onlar, yalanla imanın bir arada bulunamayacağını bilirlerdi. (Hazret-i Âişe)



Sual: Birini üzmemek, kalbini kırmamak için mesela, başka şehirde oturan annem sağlığımı sorduğunda, hasta olsam bile "çok iyiyim" diyorum. Hasta olduğumu söylersem üzülüp vesvese yapıyor. İyiyim dersem caiz midir?



CEVAP
Caizdir, günah değildir.

Sual: Biri yiyecek bir şey ikram edip de sorarsa (veya sormadan), hiç beğenmediğimiz halde "çok güzeldi, ellerinize sağlık" demek caiz mi?


CEVAP
Caizdir.

Sual: Aynı konuşma o kişinin gıyabında geçerse, mesela, ev sahibinden ayrıldıktan sonra biri "yemek nasıldı, beğendin mi diye" sorarsa, beğenmesek de "evet, güzeldi" demek caiz mi?

CEVAP
Caizdir.


Sual: Fransa’da yüksek tahsil yapıyorum. Özellikle namazımı kılabilmek için bazen okulda yalan söylemek zorunda kalıyorum. Bu yalan caiz mi?


CEVAP

Fransa gibi İslamiyet ile idare edilmeyen yerlerde, kendimize zararı gelecekse idarecilere yalan söylemek caiz olur. Namaz kıldın ve okula geç kaldın, nerede idin denince, doğru söylersek bir zarar gelme durumu varsa yalan söyleyebiliriz, bu dinimizin emridir. Hatta mecbur kalınca küfrü gerektirici söz bile söylenir, önemli olan kendimize zarar gelmemelidir.

Müşrikler, Hazret-i Ammar’a, babasına ve annesine [Sümeyye Hatuna] işkence edip, sıcak kum içine gömerler ve üzerinde et pişecek kadar sıcak taşları gövdelerine dizerlerdi. Sonra "Lat ve Uzza putu, Muhammed’in dininden iyi de" derlerdi. Demeyince de işkenceyi artırırlardı. Bir keresinde Resul-i Ekrem, (Sabredin ey Yaser ehli! Size vaat edilen yer Cennettir) buyurdu. Yaserlerin müşriklerden gördüğü işkence, dillere destan olmuştur. İşkenceye uğramadığı günleri yoktu. Bir gün Hazret-i Sümeyye’yi iki devenin arkasına bağlamışlar işkence ediyorlardı. Nihayet Ebu Cehlin kamçılarına dayanamayıp şehid oldu. Hazret-i Yaser’i de şiddetli işkence ile öldürdüler. İslam’da ilk şehid olan bunlardır. Hazret-i Ammar, kâfirlerin zorlamaları üzerine dediklerini diliyle söyledi. Resul-i Ekrem efendimize, Ammar kâfir oldu dediler. Buyurdu ki:


(Hayır o kâfir olmaz. Baştan ayağa kadar iman ile doludur.) [İbni Mace]

(Allahü teâlâ imanı Ammar’ın tepeden tırnağa bütün vücuduna sindirtmiştir. İman onun et ve kanına karışmıştır. O hak neredeyse orada yer alır. Onun vücudundan herhangi bir şey yemesi Cehenneme yakışmaz.) [İbni Asakir]

(Ammar bin Yaser, iki durumla karşılaştığında mutlaka en doğru olanını tercih eder.) [İbni Mace]

Hazret-i Ammarı serbest bıraktılar. Resulullah efendimiz, mübarek eliyle gözünün yaşını silip teselli buyurdu. Bu hadise üzerine, Nahl suresinin (Allah’a küfredenlere şiddetli azap vardır. Ancak kalbine iman yerleşmiş olduğu halde [küfre] zorlanıp, sadece diliyle söyleyenler müstesna) mealindeki 106. âyeti nazil oldu. Resulullah efendimiz de Hazret-i Ammar’a (Müşrikler eziyet ederse, yine böyle söyle) buyurdu.

Sual: Tariz ve kinayeli konuşmada mahzur var mıdır?


CEVAP


Tariz ve kinayeli ifade kullanmakta mahzur yoktur. Tariz, delalet yolu ile, bir sözü bir manayı karşısındakine anlatmaktır. Mesela karşıdaki kimse cimri ise, ona (Sen cimrisin) demeyip (cimrilik çirkin bir şeydir) demek böyledir.

Kinaye, maksadı, kapalı bir şekilde dolaylı olarak anlatmaktır. Mesela, (Falancanın kapısı herkese açıktır) denince bu kimsenin misafirperver olduğu anlaşılır. Peygamber efendimiz ihtiyar bir kadına, (ihtiyar kadın Cennete girmez) buyurunca kadın üzüldü. Bunun üzerine, (Sen o gün ihtiyar olmazsın) buyurdu. Yani Cennetteki bütün kadınların genç olacağını bildirdi.

İnsanın yalan söylemek zorunda olduğu zaman tariz ve kinaye yollu ifade kullanmasında mahzur yoktur. Mesela bir kimseyi evden arasalar, o kimsenin de acil işi olduğu için gitmek istemese, oğluna, (Ekseriya babam falanca kütüphaneye gider) demesini söylese, günah olmaz. Yahut babası bahçede ise, (Babam evde yok) demesinde mahzur yoktur. Fakat sebepsiz böyle yapması uygun olmaz. Mesela, elindeki güzel bir kalemi görüp, (Bu kalemi sana falanca âlim mi verdi?) diye soranlara, o âlim kalemi vermediği halde, (Allah o âlimden razı olsun) demek uygun olmaz. Çünkü böyle demekle kalemi âlimin verdiğine işaret edilmektedir.

Sual: "Yüzünü gören Cennetlik" veya "Yüzünü gören hacı oluyor" deniyor. Böyle söylemekte mahzur var mıdır?


CEVAP

Her ikisini de söylemek caiz olmaz. Çünkü bunları söylemek yalan olur. Bir kimseyi görmekle hacı veya Cennetlik olunmaz. Peygamber aleyhisselamı bile gören kimsenin imanı yok ise Cennetlik olamaz. Şaka olarak veya mecaz olarak da böyle şeyleri söylememelidir!

Sual: Ticaretle uğraşıyorum. Bazen yemin ediyor, yalan söylüyorum. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?

CEVAP


Her müslüman, kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi, kâfirlere de yapmamalıdır!

Satılan malı, aşırı övmemelidir! Çünkü, hem yalan söylemiş, hem aldatmış, hem de zulmetmiş olur. Hatta, doğru olarak da, müşterinin bildiği şeyi söylememelidir! Çünkü, bu da faydasız söz olur. Kıyamette her sözden sual olunacaktır.

Yemin ile satmaya gelince, yalan yere yemin etmek haramdır. Yani büyük günahtır. Doğru yemin ederse, az bir şey için Allahü teâlânın ismini söylemek saygısızlık olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Alışveriş yaparken, vallahi böyledir, billahi öyle değildir diye yemin eden kimseye ve “bugün git, yarın gel” diyerek sözünde durmayan sanatkâra yazıklar olsun!) [Deylemi]

(Malını yemin ederek beğendirmeye çalışan kimseye kıyamette merhamet edilmez.) [İ. Gazali]

Sual: Yalan yere yemin ederek başkasının hakkını almak günah değil midir?

CEVAP


Yalan yere yapılan yemine, yemin-i gamus denir. Günaha, Cehenneme sokucu yemin demektir. Peygamber efendimize, (Yemin-i gamus)un ne olduğu sorulunca, (Yalan yere yemin ederek müslümanın malını almaktır) buyurdu. (Buhari)

Yalan yere yemin ederek birinin malını almak, büyük günahlardandır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir müslümanın malını, haksız olarak almak için yalan yere yemin eden, Hak teâlânın gazabına uğrar.) [Buhari]

(Birinin malını almak için yalan yere yemin eden, Allahü teâlânın huzuruna cüzzamlı bir facir olarak çıkar.) [İbni Mace]
[Facir; fitneci, fesatçı, günahkâr kimsedir.]

(Yalan yere yemin etmek, evleri harap eder.) [Beyheki]

(Yalan yere yemin eden, Cehenneme gidecektir.) [Hakim]

(Yalan yere yemin, malın yok olmasına sebep olur.) [Bezzar]

(Yalan yere yemin ederek, bir müslümanın malını alana, Cennet haram, Cehennem vacip olur.) [Hakim]

Yalan yere yemin ederek, başkasının malını alan kimse, pişman olursa aldığı malı sahibine, sahibi ölmüşse, vârislerine vermelidir! Vârisleri de yoksa, fakirlere vermelidir! Malını aldığı kimselerle helalleşmeli, onlara dua etmelidir.

Yalanın caiz olduğu yerler



Sual: Yalan hangi hallerde caizdir?

CEVAP


Yalan söylemek haramdır, çok büyük günahtır. Ölmemek için leş yemek caiz olduğu gibi, ölümden kurtulmak için yalan söylemek de caizdir. (Hadika)

Hazret-i Sevban buyurdu ki: (Her yalan günahtır. Ancak bir Müslümana faydası dokunan veya bir Müslümanın zararını kaldıran yalan bundan hariçtir.)

Yalanın caiz olduğu yerlerden bazıları şunlardır:

1- Savaşta: Hazret-i Ali otururken düşmanın biri, aniden karşısına kılıçla çıkıp, (Şimdi seni benim elimden kim kurtarabilir?) der. Hazret-i Ali de, parmağı ile adamın arkasını gösterip (Peki dövüşelim; fakat iki kişiyle mi?) der. Düşman, arkamdaki kim diye bakınca, Hazret-i Ali, kılıcını çekip, düşmanını zararsız hâle getirir. Düşman, oturan insana yaptığı kendi hilesini görmeden (Bana hile yaptın?) der. Hazet-i Ali de, (Ama asıl sen beni gafil avlayacaktın ya) der ve şu hadis-i şerifi bildirir:
(Harb hiledir.) [İbni Sünni, İbni Lal]

2- İki Müslümanı barıştırmak için:
Üç günden sonra dargın durmak günahtır. Dargın olan iki Müslümanı barıştırmak için aralarını bulucu yalan söylemek caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(İki kişinin arasını bulmak, nafile namaz, oruç ve sadakadan daha faziletlidir.) [Tirmizi]

(İki kişinin arasını düzeltmek ve hayırlı iş için söylenen söz, yalan sayılmaz.) [Müslim]

(İki Müslümanı barıştırmak için, birbirlerine iyi söz getirmek yalan sayılmaz.) [İbni Lal]

Peygamber efendimiz gülümsediği zaman, Hazret-i Ömer sebebini sual edince, buyurdu ki:
(Ümmetimden iki kişi, Allahü teâlânın huzuruna çıktı. Biri dedi ki:
-Ya Rabbi, bu adamdan hakkımı al!
Allahü teâlâ buyurur:
- Bu adamın hakkını ver!
-Ya Rabbi, bir iyiliğim kalmadı ki nasıl vereyim?

Allahü teâlâ hak sahibine buyurur:
- Bu adamın iyiliği kalmadı. Ne yapacaksın?
- Günahlarımı alsın!

Bu arada Peygamber efendimiz ağlayarak (O gün öyle dehşetli bir gündür ki, o gün başkalarının günahlarını yüklenmek şöyle dursun insan kendi günahının yükünü çekemez.)
Allahü teâlâ, hak sahibine buyurur:
- Başını kaldırıp Cennetin şu muhteşem köşklerine bak!

Hak sahibi baktıktan sonra der ki:
- Evet görüyorum. Bu muhteşem köşkler, hangi şehid, hangi sıddık veya hangi peygamberindir?
- İşte o gördüğün göz kamaştırıcı köşkler, bedellerini ödeyenler içindir.

-Ya Rabbi bunların bedellerini kim ödeyebilir?
- Sen ödeyebilirsin.

- Nasıl ödeyebilirim, neyim var ki?
- Hakkını bu kardeşine bağışlamakla bu köşke sahip olursun.
- Bağışladım ya Rabbi.

Allahü teâlâ buyurur ki:
- Haydi kardeşinin elinden tutup Cennete girin!
Peygamber efendimiz devamla buyurdu ki:
(Allah’tan korkun ve aralarınızı düzeltmeye çalışın! Zira Allahü teâlâ, kıyamet gününde sizin aralarınızı düzeltir.) [Harâiti]

3- İki Müslümanın aralarının açılmasını önlemek için:
Araları bozulmak üzere olan iki Müslümanın aralarının açılmasını önlemek için yalan söylemek caiz olur. İyiliğe vesile olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan makbuldür.

4- Eşi ile iyi geçinmek için:
Eşler birbirini idare etmek için yalan söyleyebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Eşini idare etmek için yalan söylemek caizdir.) [İbni Lal]

(Eşler birbirini idare etmek için yalan söylerse günah olmaz.) [Müslim]

İbni Erkam hazretleri, Hazret-i Ömer’e, (Eşim beni sevmiyor. Sevmediğini de yüzüme karşı söyledi. Böyle bir eş ile yaşamak istemem) dedi. Hazret-i Ömer, kadına (Niçin kocanızın yüzüne karşı öyle söylediniz) buyurdu. (Yalan söylememek için. Yoksa burada yalana izin var mıdır?) dedi. Hazret-i Ömer, (Elbette burada yalan söylemeye izin vardır. Bir kadın, kocasını sevmese de, onu üzmemek için, yalan söylerse günah olmaz) buyurdu.

5- Zalimden, bir Müslümanın bulunduğu yeri gizlemek için.

6- Müslümanın malını zalimlerden korumak için.


7- Müslümanı memnun etmek için:
Bir arkadaş beğenip bir kravat alsa veya bir elbise diktirse, bu bizim hoşumuza gitmese de, bu elbise size çok yakışmış demek caiz olan yalana girer. Bir Müslümanı sevindirmek için bir bahane aramalıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Farzdan sonra Allahü teâlânın en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir.) [Taberani]

Genel olarak kadınlar, süse düşkündür, giyimlerine dikkat ederler. Aldığı bir elbise için, (Bu elbise, sana ne kadar da güzel yakışmış?) demek, yalan olmaz. Çünkü dinimiz, hanımla iyi geçinmek için yalan söylemeyi caiz görmüştür. Hele haklı bir takdiri esirgemek ahmaklıktır.

8- Müslümanın günahını, sırrını ve aybını gizlemek için:
Müslüman gencin biri, iftiraya uğrar. Sonunda idama mahkum olur. İnfaz saatini beklerken, kendisine iftira edenlere, bu arada hükümdara ağzına gelen sözleri sarf eder, sövüp sayar. Bu acı acı bağırmalar, bir müddet devam eder. Hükümdar, saraydan bu feryatları duyar. Fakat ara uzak olduğu için ne söylediğini anlayamaz.

İki vezirinin yanına giden hükümdar, bu gencin neler söylediğini sorar. Birinci vezir, “Hükümdarım bu genç, (Allah, affedenleri aziz eder) hadis-i şerifini söylüyor, "Affedenlerin yeri Cennet" diyor. Sizden af talebinde bulunuyordu” der. Bu söz, hükümdarın hoşuna gider. (Bu genci affettim, serbest bırakın) der. İkinci vezir, hemen atılır: “Haşmetli hükümdarımız, bu veziriniz, zat-ı âlinize karşı, yalan söylüyor. Genç, af istemiyor, size sövüp sayıyordu” der. Hükümdar der ki: (Bre vezir, sen yersiz doğru söylemekle, iki kişinin ölümüne sebep olmak istiyorsun. Şu vezirin yalanı ise bir canı kurtarmıştır. Unutma ki, iş bitiren yalan, fitneye sebep olan doğrudan iyidir.)

Hükümdar, yersiz doğru söyleyen veziri azleder, yerinde yalan söyleyerek bir suçsuzu idamdan kurtaran veziri de kendisine sadrazam yapar.

9 - Fakire ikram için:
Biz satıcı olsak, fakir biri de gelip beğendiği bir malı almak istese, fakat pahalı gelse, biz o malı on liraya almışsak, fakire, biz bu malı beşe aldık, bir lira kâr ile size altıya satabiliriz desek bu caizdir, günah olmaz.

10 - Haklı iken, karşısındakine sen haklısın demek:
Eşin biri diğerine sen haklısın derse geçim olur. İkisi de ben haklıyım derse geçim olmaz. İkisi de sen haklısın derse, o zaman o evde ilahi aşk başlar. Hadis-i şerifde buyuruldu ki:
(Allah rızası için affedeni, Allahü teâlâ yükseltir.) [Müslim]

Daha bunun gibi şeylerde yalan söylemek caizdir. Mesela içki içen veya başka bir günah işleyen kimseye sen günah mı işliyorsun diye sorduklarında, kötü örnek olmamak için, hayır günah işlemedim diyebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Kötü şeyler yapan, bunları gizlemeye çalışsın!) [Hakim]

Büyükler yalan söylemek gerekince, sözün manasını değiştirerek, doğru söylemeyi tercih etmişlerdir. Mesela Muaz ibni Cebel hazretleri, vazifesinden dönünce, hanımı (Bu kadar çalıştın, zekat topladın, bize ne getirdin?) dedi. O da, (Beni gözeten vardı, bir şey getiremedim) dedi. O, gözetenden Allahü teâlâyı kastetti. Hanımı ise, Hazret-i Ömer’in onu kontrol eden birini gönderdiğini sandı. Hanımı, Hazret-i Ömer’in evine gidip, kızarak, (Muaz, Resulullahın ve Ebu Bekr-i Sıddık’ın yanında emin idi. Siz niçin onun peşine adam takıyorsunuz?) dedi. Hazret-i Ömer, Hazret-i Muaz’dan işin aslını öğrenince, hanımına bir miktar hediye gönderdi.

Kuyruklu yalan uyduranlar


Sual:
Yalanın caiz olduğu yerler var. Adam, bunu ruhsat bilerek, ne kuyruklu yalanlar savuruyor. Ana babasına ve diğer büyüklere karşı akıl almaz yalanlar uyduruyor. Bazen de yalanı meydana çıkınca şaka yaptım diyor. Yalan dinimizde büyük günah değil midir?


CEVAP

Yalan Kur’an-ı kerimde de, hadis-i şeriflerde de büyük günah olarak bildirilmektedir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
(Allah’ın âyetlerine inanmayanlar, ancak yalan uydurur.) [Nahl 105]

Görüldüğü gibi yalan söylemek imana zıttır. Dört hadis-i şerif meali şöyledir:
(Yalan, imana aykırıdır.) [Beyheki]

(Yalan, münafıklık alametidir.) [Buhari]

(Şu üç şeyden biri bulunan kimse, namaz kılsa da, oruç tutsa da münafıktır: Yalan söylemek, sözünde durmamak, emanete hıyanetlik.) [Buhari, Ebu Davud]

(Müminde her huy olabilir. Ama, hain olmaz ve yalan söylemez.) [İbni Ebi Şeybe, Bezzar]

Yalanın zararları ile ilgili birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Yalan, Cehennem kapılarından bir kapıdır.) [Hatib]

(Yalandan sakının! Çünkü yalan günaha, günah da Cehenneme sürükler.) [Buhari]

(Yalan rızkı azaltır.) [İsfehani, Ebuşşeyh]

(Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona hıyanet ve yalan söylemez.) [Tirmizi]

Güldürmek için, şakadan da olsa yalan söylemek de caiz değildir. Bir hadis-i şerif meali:
(İnsanları güldürmek için yalan söyleyenlere, yazıklar olsun!) [Ebu Davud]

Hazret-i Abdullah bin Âmir anlatır:
Ben küçükken, Resul-i Ekrem evimize gelmişti. Oynamaya giderken, annem bana, (Abdullah gel, sana bir şey vereceğim) dedi. Resul-i Ekrem, (Ona ne vereceksin?) buyurdu. Annem de (Hurma vereceğim) dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdu ki:
(Eğer bir şey vermeyip aldatmak için söyleseydin, yalan günahı yazılırdı.) [Şir'a]

Yalan olmaz
Sual: Bir şeyi 15 liraya alan kimse, 10 lira ile 5 lira verdiğini düşünerek, 10 lira verdim dese, yalan söylemiş olur mu?


CEVAP


Hayır, yalan söylemiş olmaz; çünkü 10 lira verdiği yalan değildir. Diğer verdiği 5 lirayı söylememiş oluyor, yalan olmuyor. Yine bunun gibi, 15 hurma yemiş olan birine kaç hurma yedin diye sorsalar, o da 10 tane hurma yedim dese, yalan söylemiş olmaz; sadece yediği 5 taneyi söylememiş olur. (F. Hindiyye)

Bunun gibi, biz satıcı olsak, bir fakir de gelip beğendiği bir malı almak istese; fakat pahalı gelse, biz o malı 10 liraya aldığımız halde, (Bu mala 5 lira verdik, size 6 liraya satabiliriz) desek caiz olur, günah olmaz.

Yine bunun gibi sebeplerle, kölenin efendisine, babanın oğluna veya oğlunun babasına yaptığı şahitlikler geçerli olmaz. Mesela baba, bir kimseye 10 sopa vursa, o kimse de babaya 5 sopa vursa, oğluna yemin ettirseler, o da, (Vallahi bu adamın babama 5 sopa vurduğunu gördüm) dese doğru söylemiş olur, yalan olmaz. Söylediği doğru; fakat gizledikleri de vardır. Başka şeyleri gizlemesi, ayrı bir konudur. Babasının vurduğu sopa, büyük ve kalın olabilir. Adamın sopası ince olabilir. Bunlar sorulmazsa, şahit söylemezse yalan olmaz.

Sualde de böyle bir incelik var. Bir 5 lira, bir de 10 lira vermiştir. Birini söylemeyip, verdiği 10 lirayı söylemesi yalan değildir.

Yalan yere yemin edilmez

Sual: Dinimizde, (Zaruretler haramları mubah kılar) kuralı olduğu hâlde, S. Ebediyye’de, (Zaruret olsa da, yalan yere yemin etmek caiz olmaz. Tariz, yani iki manalı kelime söyleyip yemin edilir) deniyor. Zaruretler haramları niye mubah kılmıyor?

CEVAP


Tariz söyleyerek bu işten kurtulma imkânı varken yalan yere yemin etmek caiz olmaz. Tariz yani iki manaya gelen kelimeyle söylemek caiz olur. Mesela, bir kimsenin babasını eşkıyalar götürmeye gelseler, babası bahçede veya komşuda ise, (Vallahi babam evde yok. O, genelde falanca kütüphaneye gider) derse, yalan söylememiş olur. Böylece eşkıyalardan kurtulmuş olur.

Güzel yalan, çirkin doğru



Sual: Helal olan yalanla, haram olan doğru nedir? Güzel yalana ve çirkin doğruya bir örnek verir misiniz?
CEVAP


Yalan söylemek haramdır, ama savaşta düşmana karşı helâl, hatta yerine göre farz olur. Müminleri zarardan kurtarmak için, dini korumak, İslamiyet’in bir emrini yerine getirmek için olursa sevabdır. Fitneye sebep olan doğru ise günahtır. (Fitne çıkaran doğru söz, günahtır) ve (Fitneye mani olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan iyidir) denmiştir.

Yalan söylemek


Sual: Patron, sekreterine, (Kim ararsa arasın, patron burada yok dersin, yoksa işine son veririm) diye talimat verse, sekreterin yalan söylemesinin günahı patrona mı ait olur? Değilse ne yapmak gerekir?


CEVAP

Yalan söylemek zorunda olan kimse, tariz ve kinaye yollu ifade kullanmalıdır. Tariz, iki manaya gelen söz demektir. Böyle zor durumlarda, telefonda patronu soranlara, masanın üstüne elini koyup, (Patron burada yok) demeli, patron masanın üstünde olmadığı için yalan söylememiş olur. Patronun da emrini yerine getirmiş olur. Mecbur kalmadıkça böyle işlerde çalışmamalıdır.

Tevazu için yalan söylenmez


Sual: Bazıları, (Büyük zatlar tevazu göstermek için yalan söyleyebilirler. Mesela, “Benim günahım çoktur” demeleri böyledir. Aslında “Siz çok günahkârsınız” demek isterler) diyorlar. Bu, yanlış değil mi?


CEVAP

Elbette yanlıştır. Büyük zatlar, şaka veya tevazu için de olsa, asla yalan söylemezler. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri bir beytinde, (Günahlarım çok, dağ gibi, yüzüm kara, katran gibi) diyor. Elbette doğru söylüyor. Ama onların günah dedikleri işleri bizim iyi işlerimizden de kıymetlidir. İmam-ı Rabbanî hazretleri de buyuruyor ki:
İbadetlerini, iyiliklerini kusurlu, bozuk görmeye kavuşan bir kimse, öyle bir hâle gelir ki, sağ omzundaki, iyilikleri yazan meleğin hiçbir şey yazmadığını sanır. Çünkü yazacağı bir iyilik yaptığını görememektedir. Sol omzundaki, kötülükleri yazan meleğin durmadan yazdığını sanır. Çünkü yaptıklarının hepsinin çirkin ve kötü olduğunu görmektedir. Bu hâle kavuşan ârife, herkesin anlayamayacağı ve anlatamayacağı iyilikler ihsan olunur. (2/53)

“Sözünün eri olan mürid şöyledir ki, sol omzundaki melek, yirmi sene içinde, yazacak bir şey bulamaz” buyuruluyor. Bu kusurları çok, pek muhtaç olan [İmam-ı Rabbanî hazretleri] kendimi iyi anlıyorum ki, sağ omzumdaki melek, yirmi seneden beri, yazacak bir iyilik bulamamıştır. Allahü teâlâ biliyor ki, bu sözü gösteriş olarak söylemiyorum. Yine iyi anlıyorum ki, Frenk kâfiri, kendimden kat kat daha iyidir. Hatalarla, kusurlarla çevrilmişim ve günahlarımın altında ezilmişim. Yaptığım ibadetleri, iyilikleri, sol omzumdaki melek yazsa, yeridir. Sol omzumdaki melek, hep yazmaktadır. Sağ omzumdaki ise işsiz, boş durmaktadır. Sağdaki amel defterim bomboştur. Yabancılar, buna ister inansın, ister inanmasınlar. Eğer, bunun içyüzünü anlamış olsalar, inanırlar. (1/222)

Şimdi kim, imam-ı Rabbanî hazretleri yalan söylüyor diyebilir ki? (Sağ omzumdaki melek sevab yazmıyor) ifadesi için, yemin de ediyor: (Allahü teâlâ biliyor ki, bu sözü gösteriş olarak söylemiyorum) diyor. Hâşâ, yalan olsaydı, Allah'ı şahit göstermek çok tehlikeli olurdu. Bir hadis-i şerif:
(Yalan yere yemin etmek en büyük günahtır.) [Buharî]

Demek ki, (Büyük zatlar, tevazu için yalan söyler) demek çok çirkindir.



Dinimiz islam
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Özü sözü doğru olan, inancının gereğini yerine getiren insanlar toplum tarafından sevilirler. Yalancılar ise toplumun huzurunu kaçırırlar. Toplumda güven duygusunun zedelemesine neden oldukları için hiç kimse tarafından sevilip sayılmazlar. Yalan yere yemin etmek ise yalana Allah’ı şahit göstermek olduğundan çok daha büyük bir günahtır.


İslam’ın kurallarına uymak isteyen bir kişi kesinlikle yalanın ve hilenin her çeşidinden uzak durmalıdır. Kendisi ve yakınlarının zararına bile olsa hiçbir zaman doğruluktan ayrılmamalıdır. Doğruluğun ödülünün mutlaka Allah tarafından verileceğine inanmalıdır. Aile yaşamında, ticarette, memurlukta, idarecilikte, devlet ve ulus hizmetinde, kısacası toplumun her kesiminde insanların birbirlerine karşı doğru ve dürüst olması herkes için bir görevdir. İnsanlar arasında güvensizlik meydana getirecek bir davranış olan yalan ve hileden kaçınmalı ve uzak durmalıyız.
 

mihrimah

Well-known member
Doğru düşünce, doğru söz, doğru davranış mânâlarına gelen sıdk; hak yolcusunun hilâf-ı vâki her şeye kapanıp, hayatını doğruluğa göre plânlaması, sadâkatin emin bir temsilcisi olması.. diğer bir tabirle, duygu, düşünce, söz ve davranışlarında doğruluğu tabiatının bir parçası hâline getirip, şahsî hayatından insanlarla olan muamelesine, hakkı ilân adına şehâdetinden mizahlarına kadar; hattâ "Her zaman doğrularla beraber olun!" (Tevbe, 9/119) fehvâsınca, dost ve arkadaş çevresi itibarıyla dahi hep doğruluk aramasıdır ki; hadisin ifadesiyle böyleleri yüce divanda "sıddîk"; aksine, tasavvur ve düşüncelerinden davranış ve muamelelerine kadar yalanla içli-dışlı yaşayan ve hayatını hilâf-ı vâkiler çizgisinde sürdürenler de o ulu divanda "kezzâb" olarak yâd edilecektir.[1]
Diyor muhterem M.Fethullah GÜLEN hocaefendi. KZT 1 SIDK
Doğru düşünce, doğru söz ve doğru davranıştaki ölçü; ehli sünnet vel cemaat çizgisi...
 
Üst