Hadis Sohbetleri 91- Ey Allah'ın kulları, kardeş olun!

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
besmele-arapca1.jpg



Selamünaleyküm Degerli Kardeslerim;

avatar.jpg


Bu haftaki Hadis Sohbetleri dersimiz basladi.

avatar.jpg

Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..





Hadis Sohbetleri 91- Ey Allah'ın kulları, kardeş olun!


[BILGI]Ebu Hurayre (r.a)"den rivayete göre Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:
Ey Müslümanlar!
Zandan (Delilsiz ithamdan) çekininiz! Çünkü zan sözlerin en yalanıdır.Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız! Özel ve mahrem hayatlarınızı da araştırmayınız! Bir de almayacağınız bir malı alıcıyı zarara sokmak için arttırmayınız! Birbirinize haset etmeyiniz! Birbirinize buğz etmeyiniz!Birbirinize arkanızı çevirip küsmeyiniz de, Ey Allah"ın kulları!Birbirinize kardeş olunuz!.

(Buhari-Müslim)[/BILGI]
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Ey Allah'ın Kulları! Kardeş Olun!"


[BILGI]İslâm, kendi toplumsal yapısının esasına kardeşliği koyar. Kardeşliği ise sadece hukukî bir olgu olarak değil, imanî bir olgu olarak değerlendirir. Kişi imana eriştiğinde eğer aynı ana rahmini paylaştığı kimse imana erişmemişse iman onların rahim bağını anlamsız kılar. Müslümanın Müslümana kardeş olması demek, son tahlilde, kardeşini kendisine tercih etmesi (isâr) demektir.[/BILGI]


insanlar Allah'ın kullarıdırlar; imana eriştiklerinde kardeş olurlar. Diğer bir deyişle; iman, onları ‘kardeş' oldurur. Bu anlamda kardeş olmak, bir şuur ve irade halidir. İnsan bu hali doğuştan getirmez. Doğuştan / tabiattan gelen kardeşlik (karındaşlık) şuur ve irade gerektirmez, zorunludur. Kişi imana eriştiğinde eğer aynı ana rahmini paylaştığı kimse imana erişmemişse iman onların rahim bağını anlamsız kılar. Nuh (as) ile oğlunun bağını anlamsız kıldığı gibi: "O senin ailenden değildir."¹ Bedir'de, Uhud'da karşı karşıya gelen mü'min ve müşrik kardeşler (!) gibi.


Kardeşliği bir şuur ve irade hali kılan şey imanın bizatihi kendisidir. Bu açıdan Müslümanlar arasındaki kardeşlik, akide temeline dayanan bir kardeşliktir. Zira Allah-u Teâlâ Hucurat Suresinin meşhur 10. ayetinde "Mü'minler ancak kardeştirler" yahut "ancak mü'minler kardeştirler" buyurarak bu durumu açıkça ifade eder. Diğer taraftan bu durum bize şunu da gösterir ki kişi ile imana dair meseleler arasında kurulması gereken bağlardan biri ve belki en önde gelenlerinden birisi kardeşlik bağıdır. Onun içindir ki Kur'an'ın pek çok yerinde ve Rasûlallah'ın (sav) sünnetinde bu bağa işaret ediliş, kardeşliği pekiştiren her şey emredilmiş, zayıflatan ve kesen her şey yasaklanmıştır.


İnsanı bütün bağlardan azade kılarak özgürleştirmeyi (!) hedefleyen modern Batı zihniyetinin en çok önem verdiği husus, insanın bireyselliğidir. Söz konusu bireysellikle insanı her türlü saldırı karşısında yalnızlığa terk eden modernizm, sonunda onu hevâ ve hevesinin oyuncağı ve şeytana teslim olmuş bir şekilde bırakır. Günümüzde Müslümanlar olarak karşı karşıya kaldığımız bu büyük tehlikeye, ancak Allah'ın kurulmasını emrettiği bağları yeniden ve daha sağlam kurarak direnebiliriz. Bu bağlar içerisinde en önemlisi kardeşlik bağıdır. Kendi yaşadığı dönemde Müslümanları kardeşlik zemininde tek bir ümmet haline getiren Rasûlallah (sav), Saadet Asrı diye nitelediğimiz örnek çağı bu bilinçle mümkün olduğunu göstererek gerçekleştirmişti. O halde yeniden bize Saadet Asrını yaşatacak olan da Hz. Peygamberin (sav) bu örnekliği olacaktır. Biz bu örnekliğin temel prensiplerini onun sahih sünnetinde bulmaktayız.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Rasûlallah (sav) buyurdu ki:


"Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez. Onu teslim etmez. Her kim kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah da onun ihtiyacını karşılar. Kim bir kardeşinin dünya sıkıntısını giderirse Allah da onun ahiret sıkıntısını giderir. Kim de kardeşinin ayıbını örterse Allah da kıyamet gününde onun ayıbını örter."²


"Müslüman, Müslümanın kardeşidir."


Bu söz Müslüman kimliğimizin varlık zeminidir. Müslümanlara bu sözün perspektifinden bakmayan kimse varlık zeminin kaybetmiştir. Yine bu söz Müslüman olabilmenin ve Müslüman kalabilmenin ön şartlarından birisini dile getirir. Müslüman ismine haiz olabilmen için Müslümanı kardeş bilmen gerekir.

Müslümanın Müslüma-na kardeş olması demek, son tahlilde, kardeşini kendisine tercih etmesi (isâr) demektir.

Bu kardeşlik aynı zamanda Müslümanlar arasındaki zaman ve mekâna dair tüm sınırlamaları kaldırır. Buna binaen İslâm kendi toplumsal yapısının esasına kardeşliği koyar. Kardeşliği ise sadece hukukî bir olgu olarak değil, imanî bir olgu olarak -ki İslâm'ın temelinde imandan başka şey yoktur- değerlendirir. Kardeşlik dediğimiz bu iman bağına dil, ırk, renk, vb. gibi hiçbir şey sınır çizemez.

Rasûlallah'ın (sav) Medine'ye hicretinde oluşturduğu İslâm toplumu bunun en güzel örneğidir. Saadet Asrını örnek, vazgeçilmez ve aşılmaz kılan ve onu ütopik olmaktan çıkarıp elle tutulur, gözle görülür bir gerçekliğe kavuşturan da budur. Bu kardeşlikten yoksun oluşumuz bizi Saadet Asrından uzak bir konuma atıyor. Aynı zamanda hem fertlerimiz hem de topluluklarımız arasında çoğu bizden kaynaklanan aşılmaz sınırlar ortaya çıkarıyor. Fizikî sınırların ötesinde psikolojik / kalbî / zihnî sınırlar da işin çabası.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Ona zulmetmez."
.
.
Zulüm, Allah'ın asla kabul etmediği ve affetmeyeceği, ayrıca pislik olarak nitelediği şirki tanımlarken kullandığı bir kavram olarak tevhid ehl-i Müslümanlarla bir araya gelmeyecek / gelmemesi gereken bir kavram. Zulmün olduğu her yerde Allah'ın rızası bulunamaz. O halde Allah'ın rızasını kendileri için mutlak gaye edinen Müslümanların bütün boyutlarıyla zulümden kaçınması, onların imanlarının boyunlarına yüklediği bir borçtur. Hem pek çok ayet-i kerimede Müslümanlar zulümden sakındırılmışlar hem de Rasûlallah (sav) zulmün kıyamet günü kişiyi karanlıklara boğacağını, dünyada işlenilen zulümlerin ahiret karanlıklarına sebebiyet vereceğini bildirmiştir.


"Onu teslim etmez.

.

"
Yani; şeytana teslim etmez... Müslüman, insanın en onulmaz düşmanı olan şeytana kardeşini teslim etmez. Şeytanın saldırıları karşısında onu yalnız bırakmaz. Kardeşini şeytanının adımlarını takip eder görünce ona arkasını dönüp "ne hali varsa görsün" demez. Aksine ona daha fazla tutunur. Onu uyarır. Uyarmakla yetinmez, ona engel olur. Şeytanın tuzaklarını ve hilelerini, vesvese ve fısıldamalarını kardeşine anlatır, gösterir. Yani; nefsine teslim etmez... Müslüman, korunma-yan kontrol edilemeyen, denetime açık olmayan kendi başına kalmış nefislerin kişiye her daim kötülüğü emrettiğini bilir. Bu durumdaki kardeşini nefsiyle baş başa bırakmaz. Kendi başına kalan kimsenin nefsine esir olacağını bilir. Onu nefsine karşı korur. "Ne yapalım, kendi tercihi" demez.

.
Yani; zalime teslime etmez... Müslüman, kendi zulmetmediği kardeşini zalime de teslim etmez. Bir Müslüman bir başka Müslümanı zalime nasıl teslim eder? Kendi gibi düşünmeyen, kendi meşrebinden olmayan, kendi gidişatına uymayan Müslümanı, zalimin eline bırakmak, kendi başının da belaya gireceği endişesiyle yahut sahip olduklarını kaybetme ve zalimlerin hışmının üzerine çekme korkusuyla kendini "ben onlardan değilim" diyerek beri kılmak, hatta "onlar aşırı gidiyorlar" diyerek gücü elinde tutan zalimlere ihbar etmek, Müslümanı zalime teslim etmek değil midir?
.

Biz bu tavrı tarih boyunca çok kere müşahede ettik. Aynı zamanda şunu da müşahede ettik ki kardeşini zalime teslim eden her ne kadar geçici bir süre kendini zulümden kurtarmış, sahip olduklarını bir süre daha korumuş olsa da zamanı gelince onlar da kendilerini zalimin hışmından kurtaramıyorlar. Meşhur â€ËÅ“sarı öküz' hikayesi bu durum için en güzel bir darb-ı meseldir. Yani; dünyaya ve dünyalıklara teslim etmez… Hz. Peygamberin (sav) tanımlamasıyla tatlı ve taze / cazip / hazır olan dünya, çoğu zaman bir imtihanda olduğunu unutan Müslümanlar için korkunç bir girdap haline geliyor. Kişi, kapıldığı girdabın baş döndürücü cazibesi karşısında kendinden geçiyor. Girdaba gark oldukça ne yaptığını bilemez, etrafını göremez oluyor. Çekimin gücüne göre ya kurtuluş umutlarını kaybediyor veya çoğu zaman olduğu gibi bir kurtuluş ihtiyacı dahi duymuyor, kapıldığı akıntının olmaması gereken bir durum olduğunu ve çıkışın burada bulunduğunu vehmediyor.İster bir Müslüman kardeşinin makam, mevki, mal, mülk, kadın gibi kişisel kapılmaları olsun, ister topluluk / cemaat halinde kendilerine sunulan iktidar, çokluk / tekâsür gibi dünyevî imkanlara kapılması olsun, bu durumlara seyirci kalmak, kendi tercihleri deyip kenara çekilmek, yapacağı uyarı, nasihat vb. imkanlar varken "ne halleri varsa görsünler" deyip el uzatmamak kardeşini dünyaya teslim etmektir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Kim kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah da onun ihtiyacını karşılar."
.
Yaşadığımız dünya ihtiyaçlar dünyası. Kendi kendine yetmek, kimseye ve hiçbir şeye ihtiyaç duymamak, el-Ganî olan Allah'a aittir. "Ben kimseye ve hiçbir şeye muhtaç değilim" yaklaşımının eğer istiğnadan kaynaklanıyorsa kişiyi müstekbir kılacağı gayet açıktır. Öte yandan bu ihtiyaçlar dünyası bizi, kimseye muhtaç olmayıp herkesin kendisine muhtaç olduğu Allah'a yöneltiyor ve ondan ihtiyaçlarımızın giderilmesini istiyor isek söz konusu hadis-i şerif bize bunu yolunu gösteriyor: Kardeşinin ihtiyacını gider.
.
Hem değil mi ki kardeşiz; o halde kardeşliğimizin en tabii ve zorunlu yansıması olan kardeşimizin ihtiyacını gidermekten kaçınmak bizi nası kardeş kılar ve Allah'ın bize el uzatmasına vesile olur ki?
.
"Kim bir kardeşinin dünya sıkıntısını giderirse Allah da onun ahiret sıkıntısını giderir."
.
İslâm bize derin ve yakîn bir ahiret bilinci aşılar. Bu bilinç ise bizi ahirete dair endişe sahibi kılar. Ahiret endişesinin biz Müslümanlarda uyandırdığı en önemli husus kurtuluş endişesidir. Hem kıyamet gününün sıkıntıları, hem hesap ve hem de hesap sonrası varılacak yer, bilinç sahibi her Müslümanı korkutur. Tüm bu sıkıntılardan kurtulma Rabbimizden istediğimiz en temel duadır. Ancak biz hem Kur'an'dan hem de Allah Rasûlü'nün sünnetinden öğreniyoruz ki, kavli duaları fiili dualarla gerçekçi kılmak gerek.
.
Bu çerçevede ahiret sıkıntısını giderecek en gerçekçi dua kardeşinin dünya sıkıntısını gidermektir. Hem dünya sıkıntısına karşılık ahiret sıkıntısı, ne büyük bir cömertlik… Bu cömertliğin farkına varmak için kardeş olduğumuzun bilincinde olmak gerek. "Kardeşim" dediğin kimse sıkıntılar içince iken senin rahatlığın sizi nasıl kardeş kılabilir ki? Hem bu kardeşlik ne işe yarar ki? Allah'ın senin ahiret sıkıntılarını gidermek için elinden gelen gayreti göstermek ve seyirci kalmamak gerek.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Kim bir kardeşinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet günü onun ayıbını örter."
.
Ne büyük müjde! Ayıplarının dökülüp saçılmasından utanan iffet sahibi Müslümanlar için ne güzel müjde! Utanmayan için söze ne hacet? Şu dünya hayatında hangimiz ayıplı değiliz ki? Bulunduğumuz bir yerde bir kardeşimizin bildiği bir ayıbımızın dile getirilmesi bizi ne kadar üzer ve söylenebilecekken saklaması bizi ne kadar ferahlatır? Saklandığında kişiliğimizin de korunduğunu görürüz. Saklanmazsa kişiliğimize gelen halelden dolayı çoğu zaman beraberlik / kardeşlik ortamlarımızı da terk ederiz. (Ki bu sebeple büyük bir hataya daha düşmüş oluruz!)
.
Settar olan Allah'ın ayıplarımızı örtmesi ise daha büyük bir anlam ifade eder. Yani Allah senin ayıplarını görmezlikten gelip onları yok sayıyor. Değil mi ki bu durum ahirette gerçekleşiyor ve bizim beraatımızı hazırlıyor? O halde ne diye kardeş dediğim, kardeş bildiğim, kendisi vesilesiyle kurtuluşa ereceğim Müslümanların ayıplarıyla yaşayayım? Üstelik kendimde de onca ayıp varken…
.
Bir parantez arası olarak, eğer kardeşimin ayıbı, kusuru başka kardeşlerime zarar verecek ve onların haklarına ve şahsiyetlerine halel getirmeyecekse ahlâka ve hukuka uygun olarak düzeltilmeli, haber verilmelidir.
.
Yeniden Rasûlallah'a (sav) kulak verelim:

.
"Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun!"

Kurtuluş hem dünyada hem de ahirette kardeş olmaktır.


.
Dipnotlar:1. Hud: 46.2. Buharî, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 32.

Necmeddin Irmak
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
[BILGI]İslâm dininin iman esasları ile ahlâki hükümlerini birbirinden ayırmak mümkün değildir. Alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Efendimiz (sav) şöyle buyurdular: Sû-i zandan (müslümana yersiz töhmetten) sakınınız. Zira sû-i zan, sözün en yalanıdır.

Tehassüs (kulak hırsızlığı) yapmayınız. Tecessüste bulunmayınız. (Birbirinizin gizli hal ve kusurunu araştırmayın). Kötülükte yarışmayınız Birbirinize hasetlik etmeyiniz. Birbirinize buğz etmeyiniz.

Birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allahın kulları, kardeş olunuz! (Sahih-i Buhari-K. Edeb) Muminlerin birbirlerini sevmesi, kelime-i şehâdetin keyfiyetine dayanan bir hadisedir. Günümüzde yaşayan müslümanların; önce “Nizam-ı Âlem” idealini esas alan devletlerini, sonra birbirlerine karşı olan sevgilerini kaybettiklerini söylemek mümkündür.

Sahih bir iman ve bu imana dayanan sevgi (saygı) yeniden ihya edilmediği müddetçe imtihanı kazanmak kolay değildir. muminlerin birbirlerini Allah (cc) için sevmeleri, fütüvvet ahlâkının zaruri bir sonucudur.
[/BILGI]
 
Son düzenleme:

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Sû-i Zandan (Müslümana Yersiz Töhmetten) Sakınınız. Zira Sû-i Zan, Sözün En Yalanıdır.



Zan kelime olarak; sanmak, tahmin etmek ve vehmetmek gibi anlamlara gelmektedir. Fenalık ve kötülük gibi anlamları ifade eden ‘sû’ kelimesiyle birleşip bir terkip oluşturulduğunda ise; kötü zan, kötü tahmin ve kötü vehm gibi manaları ifade eder.

Gerçekle hiçbir alakası olmadığı içindir ki sû-i zan; müslümanı yersiz töhmette bırakan iftira hükmünde büyük bir yalandır.

Aynı zamanda kalbî bir dedikodu olan sû-i zan; kalbî amellerin de en çirkin ve en kötülerindendir. Rab Teâlâ buyuruyor: “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (Birbirinizin kusurunu araştırmayın). Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” (Hucurat, 12)

Hiçbir ilme ve bilgiye dayanmayıp bomboş bir vehimden ibaret olan sû-i zan; maznun konumundaki insanların onurlarını, şeref ve haysiyetlerini helak eder. Pek çok boyutuyla bir zulüm olduğu içindir ki sû-i zan kul için helak olma vesilelerindendir. Nitekim Allah Azze ve Celle öyle buyuruyor: “Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helâki hak etmiş bir topluluk oldunuz.” (Fetih, 12)

Kötü zan; verimsiz, bereketsiz ve Allah (cc)’ın rahmetinden mahrum olan kalplerin faydasız meyvelerindendir. Sevgisiz kalplerin zararlı amellerindendir.

Bâtınî büyük günahlardan olan sû-i zannın en kötüsü ise Allah (cc)’a karşı bulunulanıdır. Allah Rasûlü (sas) buyurdular: “Büyük günahların en büyüğü, Allah’a karşı sû-i zanda bulunmak ve kötü düşünmektir.” (İbn Mace, Tefsir)

Müslüman şahsiyete yakışan odur ki, asla sû-i zanda bulunmamanın yanında kardeşlerini de sû-i zana düşürecek hal, tavır ve davranışlardan da kaçınmasıdır. Çünkü böyle davranışlar şeytanın ve şeytanlaşmış insanların işine yarayacaktır.

Allah Rasûlü (sas)’nün pak eşlerinden Safiye (r.anha) validemiz bildiriyor:
Rasûlullah (sas) itikâfta idi. Bir gece kendisini ziyarete gidip konuştum. Sonra kalkıp (eve) dönmek istedim. Rasûlullah (sas) da beni evime getirmek için benimle birlikte kalktı. Ensardan iki adam karşımıza çıktı. Rasûlullah (sas)’ı görünce süratlendiler. Rasûlullah (sas):

€œAğır olunuz, telaşlanmayınız! O, Huyey’in kızı eşim Safiye’dir.” buyurdu. Adamlar:
€Allah’ı tesbih ederiz. (Hakkınızda asla kötü bir şey düşünmeyiz) ya Rasûlallah!” dediler. Rasûlullah (sas);
Şüphesiz şeytan insan (ın damarların)da kanın aktığı gibi akar. Sizin kalbinize bir şey –veya bir şer- atmasından endişe ettim.” buyurdular. (Buhari, Edeb)

Sû-i zan yüce dinimizce haram kılınmış kesin bir yasaktır. Bu vesile ile sû-i zanda bulunan kişinin hem tevbe etmesi ve hem de hakkında sû-i zanda bulunduğu kişiden helallik alması gerekir. Zira sû-i zan aynı zamanda kul hukukuna tecavüz etmektir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tehassüs (Kulak Hırsızlığı) Yapmayınız!



Tehassüs kelime olarak; hassaslaşma ve duyarlı hale gelme anlamlarındadır. Istılahta ise tehassüs; dinleyicilik etmek, herkesin sohbetine kulak verip dinlemek, haklarında haber toplamak, kulak kabartmak, kapı, pencere ve gizli konuşmaları dinlemek gibi anlamlara gelmektedir.

İbn Ebu Hatim (rh. a)’in rivayetine göre İmam Evzâi (rh. a), tehassüs hakkında şunları söylemiştir: “Tehassüs; bir kavmin konuşmalarını, onlar istemediği halde dinlemek veya kapılarını dinlemek anlamına gelir.

Allah Azze ve Celle, Müslümanların birbirleri aralarındaki tehassüsü de tıpkı tecessüste olduğu gibi şiddetle yasaklamıştır. Zira tehassüs; Müslümanların mahrem hallerinin ifşa edilmesine ve dolayısıyla onların izzetlerinin zedelenmesine vesile olacağındandır ki, hiçbir müslümana yakışmayan çok çirkin bir harekettir. Böyle bir hareket müslümanlar arasında güven duygusunun azalmasına ve fitnenin yayılmasına sebep olacağından dolayı ümmetin birliğini ve dirliğini bozacaktır.

Tehassüs edenlerin dünyada hiç kimse tarafından güvenilmeyen ve istenilmeyen insanlardan olacakları gibi ahiretteki cezâsını ise Allah Rasûlü (sas) şöyle bildiriyor: “Her kim, bir cemiyetin duyulmasını istemedikleri yahut bundan kaçındıkları bir haberini işitmeye kalkışırsa, kıyamet gününde onun iki kulağına kurşun dökülür.” (Buhari, Ta’bir)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Tecessüste Bulunmayınız! (Birbirinizin Gizli Hal ve Kusurunu Araştırmayın


Kelime olarak dikkat, gayret ve hararetle araştırma, herhangi bir şey hakkında bilgi toplama, herhangi bir şeyin iç yüzünü araştırma ve bir şeyi gözetleme gibi anlamlara gelen tecessüs; ıstılahta ise başkalarının gizli yönlerini, hata, kusur ve ayıplarını araştırmak demektir.

Tecessüsün kaynağında kıskançlık, haset etme ve çekememe olacağı gibi, kişinin kendini ilgilendirmeyen hususlardaki merakını giderme iştiyakı da olabilir.

Hoşlanmadıkları halde insanların özel işlerini araştırmak, onların gizli hallerini ve kusurlarını soruşturmak muvahhit Müslümanların ahlakından olamaz. Zira tecessüs, Kur’an-ı Kerim’de; “Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın” emri ile yasaklanmış olan şen’i bir fiildir.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İmam Mevdûdi bu konuda şunları söylemektedir:


Buradaki Birbirinizin gizli hallerini araştırmayın emri, insanların sırlarını, gizli yönlerini araştırmayın, birbirinizin kusurlarını soruşturmayın, başkalarının hal ve hareketlerini araştırmayın demektir. Bu hareketler ister su-i zandan dolayı yapılsın yahut kötü niyetle birine zarar vermek için yapılsın veya sadece kendi merakını gidermek için yapılsın, her durumda da dinin yasakladığı şeylerdir.

Başkalarının üzerine perde çekilmiş hallerini araştırmak, o perdenin arkasına uzanarak kimin ne ayıbı var, kimin ne kusuru var, kimin ne biçim gizlenmiş hataları var diye öğrenmeye çalışmak, bir Müslüman’ın işi değildir. İki kişinin özel konuşmasına kulak kabartmak, komşuların evlerinin içini merak etmek, çeşitli yollarla başkalarının aile hayatını veya onların şahsi davranışlarını araştırmak büyük bir ahlâksızlıktır ve birçok kötülüğe sebebiyet verir. (Mevdûdi, Tefhim, Hucurat, 12)

Birer mümin olarak bizlere düşen sorumluluk ise; insanların hatalarını, ayıplarını ve kusurlarını ortaya çıkarıp yaymak değil, bilâkis onları bu hatalardan kurtaracak yardım ve nasihatlerde bulunmaktır. Nitekim Rahmet Nebisi (sas) Zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et (Buhari) buyurmaktadır.

Müslümanların hata ve kusurlarını araştırmak ahirette büyük bir vebal yükleyeceği gibi dünyada da rüsva olmanın sebeplerindendir. Zira Peygamber-i Zişan (sas) efendimiz ikaz ediyor

“Ey diliyle ikrar edip kalbiyle iman etmeyenler! Müslümanlara eza ve cefa etmeyin, onları küçümsemeyin, aşağı görmeyin, kusurlarını araştırmayın. Çünkü bir müslüman kardeşinin ayıplarını araştıran bir kimsenin ayıplarını da Allah araştırır. Hak Teâlâ da bir kimsenin kusurlarını tetebbu ederse (araştırırsa) onu rezil rüsva eder. (Tirmizi)

Hz. Ömer (ra) hilafeti döneminde şehrin asayişini kontrol için geceleyin Medinede dolaşırken evlerden birinde bir adamın şarkı söylediğini işiterek, evin duvarından, evin içindeki adama bakmaya başladı ve; Ey Allahın düşmanı! Sen günah işlerken Allahın seni koruyup durumunu hiç kimseye bildirmeyeceğini mi sanıyordun?dedi.
Adam; Sen de ya Emiril müminin dur, çok acele etme! Eğer ben Allahın bir emrine muhalefet etmiş isem, sen Onun üç emrine muhalefet etmiş bulunuyorsun!

Cenab-ı Allah; Tecessüs etmeyin (Birbirinizin kusurunu araştırmayın) (Hucurat, 12) buyurduğu halde, sen benim halimi araştırdın.

Cenab-ı Allah; Evlere kapılardan gerin (Bakara, 189) buyurduğu halde sen, benim evime duvardan geldin.
Cenab-ı Allah; Kendi evlerinizden başka evlere, sahiplerinden izin almaksızın ve onlara selam vermeden girmeyin. (Nur,27) buyurduğu halde sen, benden izin almadan evime girdin. dedi.

Hz. Ömer (ra), adama; “Ben seni bağışlarsam, sende beni bağışlar mısın? dedi.
Adam; Evetdeyince, Ömer (ra) geri dönüp adamı kendi haline bıraktı. (Y. Kandehlevî, Hayatüs- Sahabe, c:2, sh: 618)
 
Son düzenleme:

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Kötülükte Yarışmayınız



Kötülük lügatta; şer, fenalık, zararlı ve kötü amel gibi anlamlara gelir. İslâmî ıstılahta kötülük; Allah Azze ve Celle’nin uygun görmediği, razı olmadığı, sevmediği ve yapılmasını istemediği; yapıldığında ise kulun cezaya ve kınanmaya müstahak olacağı amellerdir.

İslâm’ın inanç ve ahlaki değerlerine aykırı olan her şey kötü ve bunlarla iştigal etmek ise en büyük kötülüktür.

Hayrın, iyiliğin ve güzelliğin zıddı olan kötülük; yalnızca onu işleyenlere değil, başta kötülerin kötülüklerine seyirci kalanlar olmak üzere dünyadaki her şeye sirayet edecektir. Bu halde akl-ı selime düşen; kötülükleri yeryüzünden kaldırmak olacaktır.

Kötülükte yarışmak, insanın ezeli ve ebedi düşmanı olan şeytan aleyhilla’nenin bir emri ve arzusudur. Kötülükte yarışanlar Allah (cc)’ın rızasından çıkıp şeytanın rızasına uymuş olur. Nitekim Rab Teâlâ buyuruyor: “O (şeytan) size ancak kötülüğü, çirkini ve Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi emreder.” (Bakara, 169)


Allah Azze ve Celle kullarına asla zulmedici değildir. Kullarını tüm güzelliklerle mücehhez kıldıktan sonra, yeryüzüne kendi halifesi olarak göndermiştir. Bütün bunlara rağmen kul, kendi haddini ve değerini bilmeyip Allah (cc)’a asi olmaktadır. Kulun hak etmiş olduğu ceza ancak işlemiş olduğu kötülüklerden dolayıdır. Allah Teâlâ uyarıyor: “Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir. (Fussilet, 46)

Müslüman bir kulun şu dünyada yapacağı en büyük kötülük; hiç şüphesiz kardeşler arasındaki kardeşlik hukukunu zedeleyerek, İslâm’ın birliğini bozmak ve gücünü dağıtmaktır.

Kardeşler arasında çirkin bir rekabet olarak da karşımıza çıkan kötülükte yarışma hususunda Rahmet Nebisi (sas) ümmetini şiddetle uyarıyor: Birbirinizin satışı üzerine satış yapmayın Pazarlığa girip yalandan fiyat yükseltmeyin.€œKişi kardeşinin istediği kıza talip olmasın.


Biriniz başkasının alışverişini bozmasın. Ey Allah’ın kulları kardeş olunuz. (Müslim, Birr)

Unutulmamalıdır ki; başta tüm insanlık olmak üzere, âlemlerin kurtuluşu ancak Müslümanların kardeşlik hukukunu koruyup kollamalarına bağlıdır.

Asr-ı Saadett’e sahabeden iki kişi Allah Rasûlü (sas)’nün huzuruna muhakeme olmaya gelmişlerdi. Rasûlullah (sas) buyurdu ki: Ben de sizin gibi bir insanım. Siz ise bana muhakeme için geliyorsunuz. Olabilir ki biriniz delilini diğerinden eksik ifade eder. Ben de dinlediğime göre hüküm veririm. Bundan dolayı her kimin lehine, kardeşinin hakkında bir şeye hüküm verirsem ona bir ateş parçasını (hüküm) vermiş olurum.Bunun üzerine taraflardan ikisi de ağladılar ve her biri; Benim hakkım kardeşimin olsun” dedi. Rasûlullah ta Haydi bakınız, araştırınız. Sonra kusra atınız. Ondan sonra da birbirinizle helalleşiniz.” buyurdu. (Buhari, Mezalim)
Kötülükte yarışanlar dünya hayatında asla huzurlu ve mutlu olamayacakları gibi, ahirette de ancak kötülerin komşuları olacaklardır.


Ebu Zer (ra) bildiriyor: Dostum Ebu’l Kasım (sas)’ı şöyle buyururken işittim Dikenli ağaçlardan üzüm devşirilmediği/toplanmadığı gibi, kötülerde iyilerin makamlarına konamazlar. Bu iki farklı yoldur. Hangi yolu tutarsanız, o yol sizi, o yolun yolcularının yanına götürür. (İbn Hacer, Metâlibu’l- Âliye, 3130

Mustafa TUNA
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi

Ebu Hurayre (r.a)"den rivayete göre Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

Ey Müslümanlar!
Zandan (Delilsiz ithamdan) çekininiz! Çünkü zan sözlerin en yalanıdır.Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız! Özel ve mahrem hayatlarınızı da araştırmayınız! Bir de almayacağınız bir malı alıcıyı zarara sokmak için arttırmayınız! Birbirinize haset etmeyiniz! Birbirinize buğz etmeyiniz!Birbirinize arkanızı çevirip küsmeyiniz de, Ey Allah"ın kulları!Birbirinize kardeş olunuz!.

(Buhari-Müslim)


HADİSLERDEN NE İSTİFADE EDERİZ

Bu din kendi yolunda çalışan Allah"ı kelimesi "La ilahe illallah"ı yüceltmek
ve hakim kılmak için uğraşan; hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan bu topluluğun fertleri arasında bağları kuvvetlendirmek,onları davaları gibi üstün kılmak ve dışarıdan gelen saldırılara karşı dayanıklı ve kuvvetli bir hale getirmek için gereken bütün özellikleri en iyi şekilde açıklamıştır.

Evet bu topluluğun fertleri öyle olmalıdır ki hangi sebepten olursa olsun asla birbirlerine düşmanlık etmemeli,Allah"ın,kardeşine verdiği nimetlerden dolayı bu ister maddi üstünlük olsun ister manevi üstünlükler olsun asla hased etmemelidir.Bu topluluğun fertleri öyle olmalıdır ki imanın özelliklerini taşıdıkları müddetçe asla birbirinden yüz çevirmemeli,iyice araştırmadan sırf zanna dayanarak asla kardeşlerini suçlamamalıdırlar.

Bu topluluğun fertleri öyleolmalıdır ki,asla birbirinin eksik ve zayıf yönlerini araştırarak bunu ifşa etmemeli,birbirinin özel ve mahrem olan yaşantılarını asla merak etmemelidirler.

Sadece şahsi ve sosyal ilişkilerinde değil,ticari ilişkilerinde de kardeşlerinin menfaatlerini önde tutmalıdırlar.Evet bu topluluğun fertleri öyle olmalıdır ki,kardeşlik duygusu onların kalplerinde hakkıyla yeretmeli ve bunu gerektirdiği tüm özellikleri fiilen de taşımalıdırlar.İştu budur İs-lam cemaati
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
[BILGI]
Nükte


Arkadaş! İman bütün eşya arasında hakikî bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihad rabıtalarını tesis eder.


Küfür ise, bürudet gibi bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebi nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki, mü'minin ruhunda adavet, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs, adavet olduğu gibi nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır. Bu sırra binaendir ki, dünya hayatında bazan galebe kâfirlerde olur. Ve keza kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını (filcümle) görür. Mü'min ise, seyyiatının cezasını görür.

Mesnevi-i Nuriye ( 69 )[/BILGI]
 

faris

Well-known member
[BILGI]Dördüncü Hastalık: "Sû'-i zan"dır.

Evet insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû'-i ahlâkı, sû'-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin. Ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden, takbih etmesin. Binaenaleyh eslaf-ı izamın hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek, sû'-i zandır. Sû'-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı zedeler.

Mesnevi-i Nuriye ( 66 - 67 )[/BILGI]




[BILGI]Elhasıl: Muhabbet, uhuvvet, sevmek İslâmiyetin mizacıdır, rabıtasıdır. Ehl-i adavet, mizacı bozulmuş bir çocuğa benziyor ki, ağlamak ister, birşey arıyor ki onunla ağlasın. Sinek kanadı kadar ehemmiyetsiz bir şey, ağlamasına bahane olur. Hem insafsız, bedbîn bir adama benzer ki, sû'-i zan mümkün oldukça hüsn-ü zan etmez. Bir seyyie ile on haseneyi örter. Bu ise, seciye-i İslâmiye olan insaf ve hüsn-ü zan bunu reddeder.


Hutbe-i Şamiye ( 53 - 54 )[/BILGI]
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
[BILGI]

Ebu Hurayre (r.a)"den rivayete göre Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur:

Ey Müslümanlar!
Zandan (Delilsiz ithamdan) çekininiz! Çünkü zan sözlerin en yalanıdır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız! Özel ve mahrem hayatlarınızı da araştırmayınız! Bir de almayacağınız bir malı alıcıyı zarara sokmak için arttırmayınız! Birbirinize haset etmeyiniz! Birbirinize buğz etmeyiniz!Birbirinize arkanızı çevirip küsmeyiniz de, Ey Allah"ın kulları!Birbirinize kardeş olunuz!.
(Buhari-Müslim)[/BILGI]

Bu Hadis-i Şerifde beyan edilen "Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız! bu sözün bir nevi tefsiri olan Uhuvvet Risalesinde Ustad Bediüzzaman kusur araştırmanın neticesinde adavet doğacağını bunun ise çok büyük zararlarını ifade etmekte. Şöyle ki :


[BILGI]
ÜÇÜNCÜ VECİH: Adalet-i mahzayı ifade eden وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرَى [SUB]1[/SUB] sırrına göre; bir mü'minde bulunan câni bir sıfat yüzünden sair masum sıfatlarını mahkûm etmek hükmünde olan adavet ve kin bağlamak, ne derece hadsiz bir zulüm olduğunu ve bahusus bir mü'minin fena bir sıfatından darılıp küsüp, o mü'minin akrabasına adavetini teşmil etmek, [SUB]2[/SUB] اِنَّ اْلاِنْسَانَ لَظَلُومٌ sîga-i mübalağa ile gayet azîm bir zulüm ettiğini, hakikat ve şeriat ve hikmet-i İslâmiye sana ihtar ettiği halde; nasıl kendini haklı bulursun, "Benim hakkım var" dersin?


Hakikat nazarında sebeb-i adavet ve şerr olan fenalıklar, şerr ve toprak gibi kesiftir; başkasına sirayet ve in'ikas etmemek gerektir. Başkası ondan ders alıp şerr işlese, o başka mes'eledir. Muhabbetin esbabı olan iyilikler, muhabbet gibi nurdur; sirayet ve in'ikas etmek, şe'nidir. Ve ondandır ki; "Dostun dostu dosttur" sözü, durub-u emsal sırasına geçmiştir. Hem onun içindir ki; "Bir göz hatırı için çok gözler sevilir" sözü umumun lisanında gezer.


İşte ey insafsız adam! Hakikat böyle gördüğü halde, sevmediğin bir adamın, sevimli masum bir kardeşine ve taallukatına adavet etmek; ne kadar hilaf-ı hakikat olduğunu hakikat-bîn isen anlarsın.

1 : “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.” En’âm Sûresi, 6:164.
2 : “Muhakkak ki insan çok zalimdir.” İbrahim Sûresi, 14:34.


Mektubat ( 264 - 265 )



[/BILGI]
 
Üst