Risale-i Nur ve şakirdlerinin...

Ahmet.1

Well-known member
Aziz, sıddık kardeşlerim!
[Bir suale mecburî cevabın tetimmesidir.]

Bu yaz mevsimi, gaflet zamanı ve derd-i maişet meşgalesi hengâmı ve şuhur-u selâsenin çok sevablı ibadet vakti ve zemin yüzündeki fırtınaların silâhla değil, diplomatlıkla çarpışmaları zamanı olduğu cihetle; gayet kuvvetli bir metanet ve vazife-i nuriye-i kudsiyede bir sebat olmazsa, Risale-i Nur'un hizmeti zararına bir atalet, bir fütur ve tevakkuf başlar.
Tetimme: Tamamlama, ekleme.
Gaflet: Düşüncesizlik ve ihmal sebebiyle, içinde bulunduğu gerçeklerden habersiz olma.
Derd-i maişet: Geçim derdi.
Hengâm: Zaman, vakit, sıra, an.
Şuhur-u selâse: Üç aylar. (Receb, Şaban, Ramazan ayları.)
Cihet: Yön, taraf.
Vazife-i nuriye-i kudsiye: Risale-i Nur eserleriyle ilgili kutsal vazife(görev).
Sebat: Yerinden oynamama, devam etme, dayanma, kararlı olma.
Risale-i Nur: Nur risalesi. Bediüzzaman Said Nursinin(ra) Kur’anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
Atalet: Tembellik, işsizlik, boş durma, hareketsizlik.
Fütur: Gevşeklik, usanç.
Tevakkuf: Durma, duraklama, eğlenme, bekleme.


Aziz kardeşlerim, siz kat'î biliniz ki: Risale-i Nur ve şakirdlerinin meşgul oldukları vazife, rûy-i zemindeki bütün muazzam mesailden daha büyüktür. Onun için dünyevî merak-aver mes'elelere bakıp, vazife-i bâkiyenizde fütur getirmeyiniz. Meyve'nin Dördüncü Mes'elesini çok defa okuyunuz, kuvve-i maneviyeniz kırılmasın.

Kat'î: Kesin.
Şakird: Talebe, öğrenci.
Rûy-i zemin: Zemin yüzü, yeryüzü.
Muazzam: Büyük.
Mesailden: Meselelerden, konulardan.
Dünyevî: Dünya hayatına ait.
Merak-aver: Merak verici, meraklandırıcı.
Vazife-i bâkiye: Ölümsüz ve sonsuz hayatla ilgili görev.
Fütur: Gevşeklik, usanç.
Kuvve-i maneviye: Manevi kuvvet(güç).


Evet ehl-i dünyanın bütün muazzam mes'eleleri, fâni hayatta zalimane olan düstur-u cidal dairesinde gaddarane, merhametsiz ve mukaddesat-ı diniyeyi dünyaya feda etmek cihetiyle; kader-i İlahî onların o cinayetleri içinde, onlara bir manevî cehennem veriyor. Risale-i Nur ve şakirdlerinin çalıştıkları ve vazifedar oldukları; fâni hayata bedel, bâki hayata perde olan ölümü ve hayat-ı dünyeviyenin perestişkârlarına gayet dehşetli ecel celladının, hayat-ı ebediyeye birer perde ve ehl-i imanın saadet-i ebediyelerine birer vesile olduğunu, iki kerre iki dört eder derecesinde kat'î isbat etmektedir. Şimdiye kadar o hakikatı göstermişiz.
Ehl-i dünya: Dünya ehli, yalnız dünya hayatını kabul edip onun için çalışanlar.
Muazzam: Büyük.
Fâni: Geçici, gelip geçici, kaybolan.
Zalimane: Zalimce, haksızlık yapar şekilde.
Düstur-u cidal: Cidal düsturu, mücadele prensibi.
Gaddarane: Acımasızca.
Mukaddesat-ı diniye: Dine ait mukaddes(kutsal) şeyler.
Kader-i İlahî: Allah’ın(cc) her şeyi sonsuz ilmiyle belirlemesi.
Vazifedar: Vazifeli, görevli.
Bâki: Sonsuz, ölümsüz olan.
Hayat-ı dünyeviye: Dünyadaki yaşantı.
Hayat-ı ebediye: Ölümsüz ve sonsuz hayat.
Ehl-i iman: İman edenler, inananlar.
Saadet-i ebediye: Bitmez ve tükenmez sonsuz mutluluk.
Kat'î: Kesin.
Hakikat: Gerçek.


Elhasıl:
Ehl-i dalalet, muvakkat hayata karşı mücadele ediyorlar. Bizler, ölüme karşı nur-u Kur'an ile cidaldeyiz. Onların en büyük mes'elesi -muvakkat olduğu için-, bizim mes'elemizin en küçüğüne -bekaya baktığı için- mukabil gelmiyor. Madem onlar divanelikleriyle bizim muazzam mes'elelerimize tenezzül edip karışmıyorlar; biz, neden kudsî vazifemizin zararına onların küçük mes'elelerini merakla takib ediyoruz. Bu âyet
Maide Suresi: 105.
ve usûl-ü İslâmiyetin ehemmiyetli bir düsturu olan

Yani: "Başkasının dalaleti sizin hidayetinize zarar etmez. Sizler lüzumsuz onların dalaletleriyle meşgul olmazsanız." Düsturun manası: "Zarara kendi razı olanın lehinde bakılmaz, ona şefkat edip acınmaz." Madem bu âyet ve bu düstur bizi, zarara bilerek razı olanlara acımaktan men'ediyor; biz de bütün kuvvetimiz ve merakımızla vaktimizi kudsî vazifeye hasretmeliyiz. Onun haricindekileri malayani bilip, vaktimizi zayi' etmemeliyiz. Çünki elimizde nur var; topuz yoktur. Biz tecavüz edemeyiz. Bize tecavüz edilse, nur gösteririz. Vaziyetimiz bir nevi nuranî müdafaadır.

Elhasıl: Kısacası, özetle, sözün kısası ve özü.
Ehl-i dalalet: İman ve İslam yolundan sapanlar.
Muvakkat: Geçici, az bir zaman için.
Mücadele: Karşılıklı çekişme, savaşma, uğraşma, boğuşma.
Nur-u Kur'an: Kur’an nuru, Kur’an ışığı.
Cidal: Mücadele, çarpışma.
Beka: Sonsuzluk, devamlılık.
Mukabil: Karşılık.
Divane: Deli.
Tenezzül: Alçalma, kendini düşürme.
Kudsî: Mukaddes, kutsal, kusursuz.
Usûl-ü İslâmiyet: İslamiyetin prensipleri.
Ehemmiyetli: Önemli.
Dalalet: Sapıtma, doğru yoldan ayrılma, iman ve İslam yolundan sapmak.
Hidayet: Doğruluk, Kur’anın gösterdiği doğru ve gerçek yol. İman edip İslam yoluna girmek.
Razı: Hoşnut.
Malayani: Faydasız, boş, gereksiz.
Zayi': Ziyan.
Tecavüz: Saldırma, sınırları çiğneme, ileri gitme.
Nevi: Çeşit, tür.
Nuranî: Nurlu.
Müdafaadır: Savunmadır.

Bu tetimmenin yazılmasının sebeblerinden birisi:
Tetimme: Tamamlama, ekleme.

Risale-i Nur'un bir talebesini tecrübe ettim. Acaba bu heyecan, şimdiki siyasete karşı ne fikirdedir diye boğazlar hakkında bir boşboğazlığı münasebetiyle bir-iki şey sordum. Baktım, alâkadarane ve bilerek cevab verdi. Kalben "yazık" dedim. Bu vazife-i Nuriyede zararı olacak. Sonra şiddetle ikaz ettim. "Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase" bir düsturumuz vardır. Eğer insanlara acıyorsan, geçmiş düstur onlara merhamete liyakatını selbediyor. Cennet adamlar istediği gibi, Cehennem de adam ister.
Risale-i Nur: Nur risalesi. Bediüzzaman Said Nursinin(ra) Kur’anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
Tecrübe: Deneyim, deneme, sınama.
Alâkadarane: Yakından ilgilenircesine, ilgi göstererek.
Vazife-i Nuriye: Nura ait vazife, Risale-i Nur eserleriyle ilgili görev.
Eûzü billahi mineşşeytani vessiyase: Siyasetten ve şeytandan Allah’a(cc) sığınırım.
Düstur: Umumi kaide, genel kural, temel prensip.
Liyakat: Layık olma, hak etme, yeterlilik.
Selb: Kaldırma.
Tezahür: Görünme, belirme, meydana çıkma.


(Beşinci Şua'ın yine kısmen verdiği haberler tezahür ediyor.)
Said Nursî

Emirdağ Lahikası

---------------------------------
Yirmiyedinci Mektub
[Bu mektub, Risale-i Nur Müellifinin talebelerine yazdığı ayn-ı hakikat ve çok letafetli, güzel mektublarıyla; Risale-i Nur talebelerinin, Üstadlarına ve bazan birbirlerine yazdıkları ve Risale-i Nur'un mütalaasından aldıkları parlak feyizlerini ifade eden çok zengin bir mektub olup, bu mecmuanın üç-dört misli kadar büyüdüğü için bu mecmuaya ilhak edilmemiştir. Müstakillen Barla, Kastamonu, Emirdağı Lâhikaları olarak neşredilmiştir.]

Mektubat
 
Üst