Hazret-i Muhammed (A.S.M.) öyle bir zâttır ki...

Ahmet.1

Well-known member
Arkadaş! Hâlıkımızı tarif eden, pek büyük bir şahsiyet-i maneviyeye mâlik, bürhan-ı nâtık dediğimiz "Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm kimdir?" diye yapılan suale cevaben deriz ki:
Hâlık: Yaratıcı Allah(cc).
Şahsiyet-i maneviye: Manevi kişilik.
Mâlik: Sahip.
Bürhan-ı nâtık: Konuşan delil, söyleyen delil.


Hazret-i Muhammed (A.S.M.) öyle bir zâttır ki; azamet-i maneviyesinden dolayı sath-ı arz, o zâtın Mescid-i Aksa'sıdır. Mekke-i Mükerreme onun mihrabı, Medine-i Münevvere onun minber-i fazl-ı kemalidir. Cemaat-ı mü'minîne en son ve en âlî imam ve nev'-i beşerin hatib-i şehîridir; saadet düsturlarını beyan ediyor. Ve bütün enbiyanın reisidir; onları tezkiye ve tasdik ediyor. Çünki dini bütün dinlerin esasatına câmi'dir. Ve bütün evliyanın başıdır. Şems-i risaletiyle onları terbiye ve tenvir ediyor.
Azamet-i maneviye: Manevi büyüklük.
Sath-ı arz: Arzın sathı, dünya yüzü, yerin yüzü.
Zât: Hürmete layık kimse, sayıdeğer kişi.
Mescid-i Aksa: Hz. Süleyman(as) tarafından yapılan ve yedi senede tamamlanan Kudüs’teki ibadet yer.
Mekke-i Mükerreme: Mükkerrem Mekke, şerefli Mekke.
Mihrab: Camide imamın namaz kıldırırken durduğu yer.
Medine-i Münevvere: Nurlu şehir, nurlanmış şehir, aydınlanmış parlak şehir.
Minber-i fazl-ı kemal: Son derecede mükemmel üstün vasıf ve özelliklerin mimberidir(bildirme ve tanıtma yeridir).
Cemaat-ı mü'minîn: Müminler cemaatı, inananlar topluluğu.
Âlî: Büyük, yüksek, yüce, üstün, şerefli.
Nev'-i beşer: Beşer nevi, insan türü, insan cinsi, insanlar.
Hatib-i şehîr: Meşhur hitap.
Saadet: Mutluluk.
Düstur: Umumi kaide, genel kural, temel prensip.
Beyan: İzah, açıklama, anlatma.
Enbiya: Peygamberler.
Reis: Baş, başkan.
Tezkiye: Temize çıkarmak, aklamak, doğruluğuna şahitlik yapmak.
Esasat: Esaslar, temeller, kökler.
Câmi': Kendinde toplayan, toplayıcı.
Şems-i risalet: Peygamberlik güneşi.
Tenvir: Nurlandırma, aydınlatma, ışıklandırma.


O zât (A.S.M.) öyle bir kutub ve nokta-i merkeziyedir ki, onun halka-i zikrinde bulunan bütün enbiya u ahyar, ebrar u sadıkîn onun kelimesine müttefik ve kelâm-ı nutkuyla nâtıktırlar. Ve öyle bir şecere-i nuraniyedir ki, damar ve kökleri, enbiyanın esasat-ı semaviyesidir. Dal ve budakları, evliyanın maarif-i ilhamiyesidir.
Zât: Hürmete layık kimse, sayıdeğer kişi.
Kutub: Baş, önde gelen, uç.
Nokta-i merkeziye: Merkeze ait nokta, merkezle ilgili nokta, merkezdeki nokta.
Halka-i zikr: Zikir dairesi.
Enbiya u ahyar: Peygamberler ve hayırlı iyi kimseler.
Ebrar u sadıkîn: Hayırlılar ve sadıklar, iyiler ve doğrular(dürüstler)
Müttefik: İttifak etmiş, birleşmiş, anlaşmış.
Kelâm-ı nutk: Nutuk kelamı, konuşma sözü, söylenen söz, konuşulan söz.
Nâtık: Konuşan, söyleyen.
Şecere-i nuraniye: Nurlu ağaç.
Enbiya: Peygamberler.
Esasat-ı semaviye: Semavi esaslar, Allah(cc) tarafından gönderilen temel kurallar.
Evliya: Veliler, ermişler, Allah(cc) dostu ermiş kimseler.
Maarif-i ilhamiye: İlhama ait maarif, ilham ile gelen bilgiler.


Bu itibarla, herhangi bir davayı iddia etmiş ise, bütün enbiya mu'cizelerine istinaden ve bütün evliya kerametlerine müsteniden ona şehadet etmişlerdir. Evet bütün davalarının tasdiklerini iş'ar eden, bütün kâmillerin hâtem ve mühürleri vardır. Ezcümle:
İstinaden: Dayanarak.
Müsteniden: Dayanarak, dayalı olarak.
İş'ar: Haber verme, bildirme, anlatma.
Hâtem: Mühür.* Son, en son.
Ezcümle: Bu cümleden olarak, mesela.


O zâtın (A.S.M.) davalarından biri "Tevhid"dir. Bu davayı tasrih ve ifade eden Lâ ilahe illallah kelime-i mübarekesidir. O zâtın halka-i din ve zikrine giren bütün geçmiş ve gelecek insanlar o kelime-i mukaddeseyi rükn-ü iman ve vird-i zeban etmişlerdir. Demek, o davanın hak ve hakikat olduğuna kanaat ve itminan ve iz'anları hasıl olmuş ki, zaman ve mekâna şamil bir tarzda, o kelime-i mübareke, meşrebleri, meslekleri, an'aneleri mütehalif, mütebayin insanların ağızlarında Mevlevîler gibi semavî deveran ve cevelan ediyor.
Zât: Hürmete layık kimse, sayıdeğer kişi.
Tevhid: Birleme, birlik, bir tek Allah’tan(cc) başka ilah olmadığına inanmak.
Tasrih: Açıklama, belirtme, açıkça anlatma, açık açık söyleme.
Lâ ilahe illallah: Allah’dan(cc) başka İlah yoktur.
Kelime-i mübareke: Mübarek kelime, mübarek söz.
Halka-i din: Din halkası, din dairesi.
Rükn-ü iman: İman rüknü, iman temeli, imanın esası.
Vird-i zeban: Dilden düşürülmeyen vird, sık sık tekrar edilen dua.
Hakikat: Gerçek.
İtminan: Tatmin olma, inanma.
İz'an: Anlayış, basiret, benimseme, inanıp itaat etme.
Hasıl: Meydana gelen, ortaya çıkan.
Şamil: Çevreleyen, içine alan, kaplayan, içeren.
Meşreb: Gidiş şekli, anlayış tarzı, anlayış ve hareket biçimi.
An'ane: Gelenek, âdet, örf. Ağızdan ağza söylenerek gelen söz, haber.
Mütehalif: Birbirine uymayan, birbirini tutmayan.
Mütebayin: Birbirinden ayrı, birbirine zıt olan.
Semavî: Semaya ait, gökle ilgili. *Allah(cc) katına ait.
Deveran: Dönme, devretme.
Cevelan: Dolaşma.


Binaenaleyh gayr-ı mütenahî şahidlerin tasdikiyle hak ve hakkaniyeti tahakkuk eden bir davaya, hiçbir vehmin haddi değildir ki, ona dest-i itirazı uzatabilsin!
Binaenaleyh: Bundan dolayı.
Hakkaniyet: Haklılık, doğruluk, gerçeklik.
Tahakkuk: Doğruluğu meydana çıkma, gerçeklik kazanma.
Vehm: Vehim, boş kuruntu, asılsız ve gerçek dışı düşünce.
Dest-i itiraz: İtiraz eli.


Mesnevi-i Nuriye
 
Üst