Kelime Analizi 92: Vedûd

kenz-i mahfi

Sorumlu
VEDÛD (Arapça) (ودود)
Çok şefkatli, kendisine çok sevgi beslenen, muhabbetli, salih kullarını çok seven ve onlarca çok sevilen, onları rahmet ve rızasına erdiren; sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya yegane layık manasına gelmektedir.
Kainatın yaratılmasına sebep olan şey sevgi yani muhabbettir. Allah'ın (CC) isimleri sevgiye işaret etmekte ise de El-Vedûd ismi bu sevgiyi hususen ifade etmektedir. Cenab-ı Hakk ayet-i kerimede "onlar Allah'ı sever, Allah da onları sever" buyurmaktadır.
"Vedûd" ودود kelimesi Arapça "vüdd" ودد mastarından türetilmiştir. "Temenni etmek, sevmek, arzu etmek, istemek, tercih etmek, talep etmek" manalarına gelmektedir.

"Vüdd" ودد kelimesi ve türevleri Kur'an-ı Kerim'de 29 yerde zikredilmiştir. Bunlardan sadece 2 yerde El-Vedûd şeklinde Esma-ül Hüsna olarak zikredilmiştir.

El-Vedûd, çok seven, çok sevilen manasına gelmekle mutlak sınırsız, eşsiz ve benzersiz sevginin kaynağıdır. El-Vedud, Allah mutlak olduğu için sevgisi de mutlaktır. Allah eşsiz ve bensersiz olduğu için sevgisi de eşsiz ve benzersizdir. Onun sevgisi sevgilerin zirvesidir. O'na olan sevgi en büyük sevgidir. Çünkü en büyüğün hakkı en büyüktür. Onun için Allah sevgisi Allah'ın sevgisine bir mukabeledir.Yani Allah'ı sevdiğini söyleyenler Allah'ın kulunu sevdiği kadar Allah'ı sevemezler.

"Vüdd" ودد kelimesi Arapça'da "sevmek, hoşlanmak" manasına gelen "hubb" حبب kelimesinden daha farklıdır. "Vüdd" ودد kelimesinden türetilen "meveddet" kelimesi saf sevgiyi yani sınırsız sevgiyi yani sevginin en halis olanını ifade etmektedir.

Arapça'nın gramer kaidelerinden eğer 3 harfli bir kök kelimenin 2 harfi aynı ise mananın da ısrarına ve tekrarına delalet etmektedir. Dolayısıyla Rabbimizin sevgisinin, sevgisinde ısrarına ve sevgisinin bitimsiz olduğuna delalet etmektedir.

Arapça'da sevgi kelimesi mana olarak "kalbin bir şey üstünde tereddüdü" demektir. Fakat buradaki "tereddüd" kelimesi Türkçe'de kullandığımız "şüphe" değildir. "tereddüd" kelimesi "bir şey üzerinde bir şeyin sürekli aynı yere vurması" manasına gelmektedir. Yani "sık sık tekrarlama, sık sık gelip gitme" manasına gelmektedir. Bir su damlasının bir taşa veya mermere sürekli vurması neticesinde onu deler. Yani su damlası "tereddüd" ederse mermeri deler. Burada ince bir nükte de vardır. Çünkü "kalb" kelimesi de "çevirmek, döndürmek" demektir. Dolayısıyla sevgi kelimesi kalbin sürekli dönüp, çevrilip tereddütte olması yani sürekli tekrar etmesi yani kalbin bir şeye takılması demektir. Kalb, böylelikle döner döner aynı yere gelir.

Arapların meşhur olan 5 putundan birisi "Vedd"dir ودد ve Dumetu'l- Cendel'de olup Kelb Kabilesinin putudur. Diğerleri "Süva, Yeuk, Yeus ve Nesr"dir. Abdullah ibn-i Abbas'tan rivayet edildiğine göre bunlar aslında Şit (AS)'in kavminden beş tane insan imişler. Şit Peygamberin kavmi bu beş kişiyi çok sevdikleri için onlara çok hürmet etmişler. Bu zatlar ölünce onların evlatları büyük büyük kabirler yapmışlar. Onlar da ölünce bu sefer torunları daha büyük bir şey yapmak istemişler. Demişler "Bizim torunlarımız, bizim dedelerimizin yüzlerini görmediler, biz gördük, onlara onların yüzlerini miras bırakalım." Yani onların resimlerini yaptırmışlar. Daha sonra gelen nesiller düşünmüşler ki "dedelerimiz, büyük dedelerimize şunları yaptırmış, babamız da şunları yaptırmış, öyle ise bizim de farklı bir şey yapmamız lazım" Bundan dolayı o meşhur olan dedelerinin heykellerini yaptırmışlardır.Bunlardan sonra gelen nesiller ise en iyisi biz de bunlara tapalım demişler.

"Vedûd" ودود kelimesi 3 manayı taşımaktadır.
1. İsm-i fail olan "vadd"in mübalağa kipidir. Çok seven manasına gelmektedir.
2. İsm-i mef'uldür. Çok sevilen demektir.
3. Yarattıklarına sevme ve sevilme kabiliyeti veren demektir. Yani sevgiyi yaratan da sevgiyi veren de Allah (CC)'dır. Her şeyden aciz olan insan, Allah (CC) tarafından yaratılan ve verilen sevginin eğer sahibi olsaydı sevgiyi en yakınındakilere verecekti. Fakat buna kadir olmadığından ancak sevginin hakiki sahibi olan Allah (CC)'tan sevgiyi talep etmektedir. Burada ince bir mana daha vardır. Allah'ı sevmek, Allah'ın sevdiğini sevmektir. Nasıl onu övmek, O'nun övdüğünü övmektir. Öyle de sevginin ölçüsü de O'nun sevdiğini sevmektir.

Cenab-ı Hakk'ın pek çok isimleri olup bunların bir çoğunun fiili yoktur, sadece isim olarak gelmektedir. Kur'an-ı Kerim'de ise fiil olarak hiç kullanılmamaktadır. Onun için "Esma-ül Hüsna" yani "en güzel isimler" denilmiştir. Eğer fiil olsaydı "Ef'alü'l-Hüsna" denilmesi gerekirdi. Fakat "El-Vedûd" hem fiil, hem isim, hem de masdar olarak gelmekle bu hususun istisnalarındandır. Onun için Efalü'l-Hüsna olarak da kabul edilebilir. "El-Vedûd" isimdir yani sevmenin ismi yani "seven"dir. İsim olduğu için süreklilik, sabitlik ve daimiliği ifade eder. Fiil ise teceddüd ifade eder. Fiilde artmak ve eksilmek olduğu halde isimde böyle bir şey yoktur. Eğer bir husus Allah (CC)'ın hem ismi hem fiili ise isim Arş'a bakar, fiil Arz'a bakar.

Eğer bir husus hem fiil hem isim olarak geliyorsa sadece Rabbimizden gelen tek yönlü bir sevgi değil insandan da Allah (CC)'a ulaşan bir sevgidir.

Meveddet ile muhabbet arasındaki farka baktığımızda; "meveddet" sahibini eyleme getiren sevgidir. Muhabbette böyle bir şart yoktur. Yani seviyorum deyip de sevdiğinin gereğini yapmayan ancak muhabbet sahibidir. Fakat meveddet sahibi olan kişi "seviyorum" dediği zaman sevmenin gereğini de yerine getirir. Bu hususu şöyle de diyebiliriz, "muhabbet" kalbde kalan sevgi, "meveddet" ise fiile aktarılan sevgidir. Muhabbet, insanın kendi sevgisi; meveddet ise Allah (CC)'ın insana koyduğu sevgidir. Mantığın mizanıyla her "vüdd" aynı zamanda "hubb"dur fakat her "hubb" ise "vüdd" değildir. Fiili olan bir sevginin arkasında her zaman kalb olduğu halde kalbde olan sevginin arkasında her zaman fiil olmayabilir.

"Hubb" kelimesi "habbe" kelimesinden gelmektedir. "Habbe" kelimesi "tohum, çekirdek" demektir. Eğer bir şeyin meyvesi kendi içerisinde kökünü taşıyorsa o şeye "habbe" denilmektedir. Yani bir şeyin ürünü aynı zamanda tohumu ise buna "habbe" denilmektedir. Bu kelimeden türetilen "hububât" kelimesi "arpa, buğday, mısır, pirinç" gibi tohumu aynı zamanda meyvesi olan nebatları ifade etmektedir.

"Vüdd" ودد manası, "Vedûd" ودود olan Zat'tan nazil olan rahmet, "hubb" ise yine "Vedûd" olanın kalbde yeşerttiği çekirdektir. Vedûd'un vuddu yağmadan. habibin hubbu çıkmaz. Kalbde nihayetsiz bir muhabbete kabiliyet vardır. Fakat bu kalbi o İlahî rahmet yağmurunun altına tutmadığımızda o habbeler yeşillenmez. Eğer insan bu muhabbet tohumunu öldürürse onda sevgi yeşermez. O kalbdeki sevgi, taaffün eder, çürür ve kokuşur. Yani bir tohum toprağa atıldığında eğer çimlenmiyorsa akıbeti bilindiği gibi çürümektir.

Aslında sevgi, sözün bittiği yerde başlar yani sevgi anlatılmaz ancak yaşanır. Onun için İmam-ı Kuşayri, meşhur bir eserinde Esma-ül Hüsna'dan "El-Vedûd"a geldiğinde bir şey yazmayıp susmuştur. Fakat bu zamanda insanlar bu susmayı unutup sürekli konuştukları için muhabbetleri de o denli azalmıştır. Aslında susmak bir nevi konuşmaktır, eğer sükûtu duyan bir kulak varsa...
İnsan, cemiyetin gürültüsünden usanıp şöyle kırlara çıktığında sessizliği dinlemeye başlar. Aslında sessizlik müthiş bir şekilde konuşmaktadır. İşte o sessizlik insanda müthiş bir muhabbete de vesile olmaktadır. Zamanın medeniyetinin şehirleşmeye hız vermesiyle o sessizlik yani muhabbet de azalmıştır. Onun için şehirlerde yetişen çocuklar sessizliği bilmedikleri için kalbleri ve beyinleri bir türlü sükûnete kavuşamıyor. Sürekli bir hareketlilik ve gürültü hakim oluyor. Bundan dolayı iç alemimiz sükûnete kavuşamıyor.

Pek çok ismin aksine olarak "El-Vedûd" sebeptir. Merhum olmadan Rahmet, merzuk olmadan Rezzâk, terbiye edilecek olmadığı zaman Rabb anlaşılmamaktadır. Fakat sevgi böyle değildir. Çünkü sevgiye sebep aranmaz, Zira zatının varlığı zaten sevginin sebebidir. Bundan dolayıdır ki Cenab-ı Hakk'ın zatı sevilmek için yeterli bir sebeptir. Yani Allah (CC)'ın seven olması için sevilenin olması şart değildir. "El-Vedûd"un bu hususiyetinden dolayıdır ki diğer esmalardan daha ayrıcalıklıdır. Yine "El-Vedûd" ismi çift manaya gelmektedir. Yani hem seven hem de sevilen demektir. Pek çok isimde böyle bir özellik yoktur. Mesela: "Rezzak" ismi rızık verir fakat rızık istemez. "Hâlık" ismi yaratır fakat kendisi yaratılmaz. "Rahîm" ismi merhamet eder fakat merhamet istemez. "Gafûr" ismi affeder fakat kendisi afv istemez. Fakat El-Vedûd ismi hem sever, hem de sevilmeyi ister. Yani Cenab-ı Hakk, hem kulunu seviyor hem de kulunun onu sevmesini istiyor. Sevginin bedeli ancak sevgi ile ödenebilir. Yani sevginin sevgi dışında bir karşılığı yoktur. Cenab-ı Hakk'ın isimlerinin tecellileri varlık aleminde olduğundan dolayı insan sevgiyi anlamak için mahlukattaki sevgiyi idrak ederek yola çıkmaktadır. Onun için bir şeyin ilim olması için yaratılandan yaratana ulaştırması lazımdır. Yoksa bir eseri görüp müessiri kabul etmek veya bir sanatı görüp sanatkarı kabul etmemek gibi bir garabete düşmek lazım gelir. Herhangi bir şeye parmak ile işaret edildiğinde eğer parmağın kendisine bakıyorsak onun işaret ettiğini göremeyiz. Onun için parmağa değil parmağın işaret ettiğine bakmalıyız. Dolayısıyla kainattaki her şey parmağını Cenab-ı Hakk'ın esmalarına uzatmış, O'nu gösteriyor. Fakat bu zamanın mimsiz medeniyeti ve felsefesi ise halen parmağa bakmakla meşgul olup işaret ettiği şeyleri görememektedir.
Sevgi bir ışık gibidir, sevgisizlik ise karanlık gibidir. Işığın kaynağı olduğu halde karanlığın kaynağı olmaz. Işığın yani sevginin kaynağı ise El-Vedûd'dur. Onun için iman için ışık, küfür için karanlık kullanılır. Yani imanın içerisinde sevgi vardır, küfürde ise sevgi yoktur.
İnsanın elindeki tüm sermayeler harcandıkça azaldığı halde sevgi sermayesi harcandıkça çoğalmaktadır.
 
Üst