İhsan Şenocak'tan Fethullah Gülen'e Ders

Kýrýk Testi

Well-known member
Suçlama ve iddialaşmalarda, doğrunun ve haklı olanların ortaya çıkması ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’in beyan ettiği üzere mülâane ve mübâhele yoluna gidilir.


Bunlardan mülâane (liân) yani karşılıklı lanetleşme meselesinde, kocanın şâhit olduğu bir zina olayında başka şâhit bulunmadığı zaman bu husus uygulanır: “Kendi eşlerini zina etmekle suçlayıp da buna dair kendileri dışında şahit bulamayan kocalar; kendilerinin doğru söylediklerine dair ayrı ayrı dört kere Allah adına yemin eder, şâhitlik eder, beşinci kere ise, yalancı olması hâlinde Allah’ın lânetinin kendi üzerine gelmesini ister. Hanımın ise, kocasının bu suçlamasında yalancı olduğuna dair ayrı ayrı dört kere Allah adına yemin ve şahitlik etmesi, beşincide ise kocasının doğru söylemesi halinde, Allah’ın gazabının kendi üzerine çökmesini dilemesi, kendisinden cezayı kaldırır.” (Nur Suresi, 7-9)

Kadınlara iftira atmakla ile ilgili cezayı bildiren ayet gelince Ensar’dan Sa’d bin Ubade veya Asım b. Adiy ayağa kalkıp “Bir adam karısı ile birisini görse (ve şahit bulamasa) ne olacak? Dava etse (şahidi olmadığı için iftira ediyorsun diye) seksen değnek vurulacak ve şâhitliği reddedilecek; fâsıklığına hükmolunacak; vurup öldürürse, katlolunacak; dört şahit bulmaya gitse ortada kimse kalmayacak. Bir açıklık getir Allahım.” dedi. Sonra yakınlarından birisinin başından da böyle bir olay geçince Peygamber Efendimizin (sas) yanına gidip meseleyi anlattılar. Efendimiz (sas) kadını sorguya çekti. Kadın inkar etti. Kocası ise “Gözlerimle gördüm, kulaklarımla dinledim, Allah biliyor ki, ben doğruyum, ancak hakkı söyledim, her halde Allah’ın buna açıklık getireceğini ümit ederim.” dedi. Derken Allah Resulüne (sas) vahiy gelmeye başladı ve mezkûr liân (lânetleşme) ayetleri indi.

Daha önce de üzerinde durduğum üzere, Hicrî 9. yılda Necran Hıristiyanlarını temsil eden 70 kişilik heyet, başlarında dinî ve dünyevî liderleri de olarak Medine’ye gelip Peygamber Efendimiz (sas) ile Hz. İsa Aleyhisselam hakkında tartışmışlardı. Neticede Efendimiz (sas) “Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında tartışmaya girerse de ki: ‘Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah’a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah’ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim.” (Al-i İmran, 61) ayetine dayanarak, delilden anlamayan bu insanlara, mübâheleyi (yani hangi taraf yalancı ise Allah’ın ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemeyi) teklif etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber’den (sas) düşünmek için mühlet istediler. Bunu kendileri için tehlikeli bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Hz. Peygamber’in yanına geldiklerinde baktılar ki, Resulullah (sas) Hz. Hüseyin’i kucağına almış, Hz. Hasan’ın elinden tutmuş, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’yi arkasına almış “Ben dua edince siz de ‘Amîn’ dersiniz diyor. Heyet başkanı mübâheleyi kabul etmeyip cizye vererek İslâm hâkimiyeti altında yaşamayı benimsediklerini bildirdi. Hz. Peygamber de onlara bir emânnâme yazdı. Bu meseleyi niçin yazıyorum? 1993-1994 yıllarında Amerika’da Türkiye’den gelmiş öğrencilerin kurdukları bir internet sayfası vardı. Remzi Çayır isimli bir öğrenci durmadan Hocaefendi’ye saldırıyor, olmadık iftiralar atıyordu. Mesela 1992 yılında Türk yürüyüşüne katıldığını ve bu yürüyüşte Yahudilerle kol kola yürüdüğünü iddia ediyordu. Bunun mümkün olmadığını kendisine kaç defa izah etmiş isek de iftiralarına devam edince işte bu âyetleri ve olayları anlatarak kendisini mübâheleye davet ettim. Bunun üzerine söyleyecek hiçbir şeyi kalmayınca iftiradan vazgeçti. Aynen yeni müfterilere de böylece meydan okuyorum. Ya vazgeçerler veya bu mülâane ve mübaheleyi kabul edip yaparlar. Görelim kendilerine ne kadar güveniyorlar.


Abdullah Aymaz

Videonun tümünü dinlememekle beraber olay bundan ibaret uzatmaya gerek yok zannımca.
 

Kýrýk Testi

Well-known member
Abdullah Aymaz zaman gazetesinin yazarıdır.Zaman da Fethullah gülenin..Kendilerine göre kılıfa sokacak zihniyette olan yazıları okumam kardeşim..


Biliyorum hangi gazetenin yazarı olduğunu ançak doğru kimden olursa olsun kabul edilmez miydi? Ne çabuk doğrulardan vazgeçer olduk, bu Allahın ayeti kalkıp neyin kılıfından bahsediyorsun anlam veremiyorum.Bu kadar kin ve nefret insana iki cihanda da zarar getirir.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
1477903_10152071814963080_826616979_n.jpg
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Kırık Testi kardeşim canım kardeşim bugün telefonda da belirttiğim gibi bu adam hakkında seninle konuşmayalım rica ediyorum.Sen bu adamı tartamıyorsun zira !..Kalbini de kırmak istemiyorum.
 

Kýrýk Testi

Well-known member
Radikal gazetesi yazarı Cüneyt Özdemir bugünkü yazısında "yolsuzluk" soruşturması sonrasında asıl sorulması gereken soruyu sordu. Özdemir, konuşmamız gereken konunun aslında çok basit olduğunu ve ortada dolaşan iddiaların doğru olup olmadığının tek bir cevapla yanıtlanması gerektiğini yazdı.

İşte Cüneyt Özdemir'in yazısının ilgili bölümü;
"Geçtiğimiz kimi önemli olaylarda işlemiş tanıdık bir taktik var. Meğerse cemaatçiler üzerinden ABD Büyükelçisi (ve İsrail) Başbakan'a komplo kuruyormuş!
Genç bir işadamı 3 bakana rüşvet verdi mi?
Konuşmamız gereken ilk konu aslında bu kadar basit. Telefon dinlemelerine, polis takiplerine ve sonradan atanan 3 savcının olayda isimleri geçenler için oybirliğiyle tutuklama isteyip, hâkimlerin de tutuklama kararı vermesine bakarsak böyle bir ‘suç şüphesi’ var.
Polisler bacak bacak üstüne attı mı, lahmacun söylediler mi, ABD Büyükelçisi Başbakan’ı tehdit etti mi, Zaman o manşeti doğru attı mı, Geziciler ile cemaat omuz omuza mı, bunlar ilk sorduğumuz basit soruya cevap vermiyor ne yazık ki!
Ortada bir soruşturma ve ciddi iddialar varken soruları çoğaltarak, komplo teorilerine bulayarak asıl sorudan uzaklaşmanın ne anlama geldiğini isterseniz birazdan konuşalım.
İlk sorunun basit bir cevabı olmalı.
Evet ya da hayır.
İster sızdırılsın, isterse gazetecilik başarısı olsun soruşturma dosyasından okuduğumuz iddialar çok ciddi. Hatta çok çok çok ciddi iddialar…
Zira detayları okuduğunuz zaman (eğer doğruysa) bu becerikli bay Sarraf’ın sadece bakanlara rüşvet vermediğini aynı zamanda onları kullanarak Başbakan ile de irtibat kurmaya çalıştığını görüyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın nereden geldiği belli olmayan korkunç bir servete sahibi genç bir işadamı ile ne işi olabilir?
İçişleri Bakanı’nın becerikli bay Sarraf ile yaptığı telefon görüşmelerindeki detaylar ortada sadece rüşvet değil görevi kötüye kullanmanın da dahil olduğu birtakım ciddi iddiaların olduğunu gösteriyor.
Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanı’nın bir işadamına para karşılığı devletin polisini ayarladığı, emri altındaki polisleri rüşvet karşılığı tayin ettirdiği, bakanlar kurulunda bu işadamı için lobi yaptığı, bunların karşılığında da rüşveti oğlu ile aldığı iddiasını -ama arama yapan polisler de bacak bacak üstüne atmışlar diyerek- bir kenara koyamayız.
Avrupa Birliği’nden Sorumlu Başmüzakereci Bakan’ın yine rüşvet karşılığı aynı işadamının Türkiye vatandaşlığına geçişini sağladığı, bu da yetmezmiş gibi ailesinin de Türk vatandaşı olması için çabaladığı, karşılığında bir değil defalarca rüşvet aldığı iddiasını -ama aramayı yapan polisler de tespih çekmişler, lahmacun söylemişler diyerek- cevaplayamayız.
Ekonomiden Sorumlu Bakan’ın aynı becerikli işadamından hayali ihracat dahil uluslararası ambargoyu delen hayli tartışmalı para transferlerinde aracı olmasını, komisyon aldığı iddiasını -ama biz ne kadar bölünmüş yol yaptık diyerek- geçiştiremeyiz.
Sadece bu üç bakanın aynı işadamını çıkar karşılığı Başbakan Erdoğan’ın çevresine sokmaya çalıştıkları iddiası bile az buz bir şey değil.
İşadamı tutuklanmış, adları geçen bakanların çocukları tutuklanmış, dava açılmışken bu sorulara net cevaplar verilmesi şart.
Becerikli bay Sarraf bu ilişki ağına güvenerek bütün bunları Türkiye’nin en ünlü sanatçısı ile evlenip, onu kamuoyunun gözleri önünde bir nevi pahalı hediyelere boğarak kendi pr çalışmasını göstere göstere yaşadı. Devletin tepesindeki bu sağlam ilişkiler ağına mı güvenerek bunu yaptı yoksa bunu yaptığı için mi o zirvelere ulaştı henüz bilmiyoruz.
Son birkaç gündür bütün bu dava soruşturmasında adı geçen bakanların ve Başbakan’ın yaptığı açıklamalara baktığımızda ne yazık ki bu iddialar ile ilgili tek bir cümle duyamıyoruz. “Yalan” diyen yok. “Para almadım” diyen yok. “Ayakkabı kutuları, elbise torbaları içinde dolarlar bana gelmedi” diyen yok. “700 bin TL’lik saati rüşvet olarak almadım kardeşim, al sana faturası” diyen yok.
Peki ne var?
Geçtiğimiz kimi önemli olaylarda işlemiş tanıdık bir taktik var.
Meğerse cemaatçiler üzerinden ABD Büyükelçisi (ve İsrail) Başbakan’a komplo kuruyormuş!
Hükümetin ortaya saçılmış somut yolsuzluk sorularını cevaplamak yerine kendisine cemaatten bile daha büyük bir düşman algısı yaratmaya girişme taktiği kabul edelim ki yaratıcı ve denenmiş bir siyasi taktik. Zira bu taktik siyasi olarak uzun dönemde bundan sonra hükümet hakkında çıkacak her türlü yeni yolsuzluk iddiasını da bir teflon tava gibi üzerinden atmasına imkân veriyor. Yeni bir siyasi manevra alanı açıyor. Tıpkı Gezi sürecinde onca insan hakları ihlalini, ölümü, yaralanmayı faiz lobisi gibi hayali bir komplo teorisinin sonuçlarına bağlamak kadar kurnazca.
Peki normal şartlarda sıradan bir insanı sokağa bile çıkartamayacak bu yolsuzluk iddiaları karşısında yine tutar mı?
Bakın bu sefer işte ondan emin değilim.
Herkes artık bu siyasi taktiğin şifrelerini çözmüşken, sizden başka inanan kalmamışken aynı hattan savunmaya girmek bu sefer işlemeyebilir.
En azından şöyle söyleyeyim: Yolsuzluk iddialarına cevap vermek yerine böyle bir komplo teorisinin arkasından savunmaya geçecekseniz değil ABD Büyükleçisi’ni, Barack Obama’yı bile cemaatçi ilan etseniz işiniz zor demektir.
Hem de çok zor…"

Hocaefendi neden ellerini açtı semaya tasfiyeler için mi iyi bir düşünelim.
 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Kardeşlerim sizlerden rica ediyorum O Zat hakkında tartışmaya girmeyiniz. Nitekim temize çıkarmaya çalıştıklarımız kirli, kirlerini göstermeye çalıştıklarımız temiz olabilir.

Bu zat ile alakalı taraflarda gözlemlediğim aleyhinde olan taraf bazı noktalarında aleyhtar, lehinde olanların ise diğer güzel huylarına leyhtar olduğundan. Bir taraf güzel yanlarını düşünerek savunuyor diğer taraf çirkin taraflarına bakarak ifade ediyor.

Neticeyi kelam bunun uhuvvetimize bir faydası olmadığı gibi çokta zararı oluyor. Artık köşede bucakta birşey kalmadığı herşey gün be gün ortada olduğu için kimse çirkinlikleri göstermek için gayret sarfetmesin.

Ve islamiyette böyle hadiselere cevazda yoktur. Sünneti seniyyede olmadığı gibi Risale-i Nur mesleğinde dahi böyle mevzuları dava etmek yoktur. Onun için daha ehemmiyetli meseleler ile hemhal olalım velevki o fidne zamanı ise o helak olanlardan olmayalım..
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
[video=youtube;reGdFylH8U0]http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=reGdFylH8U0[/video]



Tartışılacak biri kalmadı.Kimse kendini bu kadar güzel anlatamazdı o da lisanını beddualarıyla çok güzel ifade etmiştir.


 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Şunu da ifade etmek isterim.Burası bir platformdur.Fikrini beyan et yazısı herkesin dikkatini çekmiştir yukarıda..

Yok eğer ifrat noktasındaki muhabbetinize fikrinizi beyan etmeniz engel ise yorum yapmak zorunda hissetmesinler.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Bir de siyasi taraflarla ilgili yazılar eklenmesi de saçmalıktır.Zira benim tarafım siyaset değil.Bu adamın ümmete zarar verdiği yönündeki düşüncelerimdir.

Fakat siyasi içerisinde koğuşlanma gayreti de ayrıca düşündürücüdür !..

Özellikle de Amerika nın koruması altında iken...

Çünkü dünyanın her yerinde İslam alimleri iman davaları yüzünden ya asıldılar ya öldürüldüler.

Amerika kimseyi kolay kolay barındırmaz herhalde !..
 

mütevekkil1

Yeni Üye
ALLAH razı olsun Ashab-ı Bedr kardeşim, çok güzel bir sohbeti paylaşmışsınız, vesselam.

Akıl sahiplerine 19 yıl önceden verilmiş bir ikaz da benden olsun inşaALLAH!

 
Son düzenleme:

kenz-i mahfi

Sorumlu
İşin kader yönüne baktığımızda f.hoca risalelere tecavüz ederek zarar verdiği için müthiş bir tokat yediği gibi taraftar olanlar da aynı tokadı yemişlerdir.
Beddua meselesine gelince her ne kadar yapılan bu iş bir beddua değil lanetleşme olsa da ne dediğin değil milletin ne anladığı önemlidir. Aynı mesele yine başörtüsü meselesinde de vardır. "Teferruat" kelimesi bizim dilimizde "ehemmiyetsiz, değersiz" manasına gelse de Arapça'da başka manaya gelmektedir. Yani burada da ne dediğin değil, milletin ne anladığı ve nasıl hareket ettiği önemlidir.

Eğer mesele yolsuzluk ise yolsuzluk ile suçlayanların yolsuzluk üzerine yol yaptıklarını hatta yol değil otoban yaptıklarını acaba bilmeyen var mıdır? Eğer varsa buradan ilan ediyorum, haberiniz olsun.

Meselenin iç yüzüne geldiğimizde bu cemaat yani f.hocanın cemaati iktidara ortak olmak istediği yani "siz orada gözükün, icraatı biz yapalım" (paralel devlet) fikrinin yansımasıdır. Diğer meseleler yok dersaneler kapatılıyormuş, yok yolsuzlukmuş filan hepsi hikayedir. Zira 10 yılı geçen bir süredir beraber iş yapılıp pek çok yerde bu hükümetin sayesinde üst seviyelere gelmiş ve dünyanın pek çok ülkesine yine bu hükümetin referansıyla okullar açmış bir oluşum nasıl oldu da son zamanlarda "yolsuzluk var" diye hortladı, bu bir tezat değil midir? Eğer yolsuzluk varsa -ki bu tamamen menfaatlerine ters geldiği için uydurdukları bir tuzaktır- bu yolsuzluğa öncelikle kendileri ortaktırlar. Öyle ya beraber iş yapıyorlar:)

Vatan hainlerinin neşriyatını yapan STV ile Zaman Gazetesi bizim evde yasaklanmıştır. Zaten Zaman gazetesi denilen şey önceden beri yasaktı. Bizim kardeşlerin de aynı yasağı uyguladığını duyuyorum.

Halen bu bedduacı (bedoş) hocayı savunuyorlarsa Allah insaf versin derim. Şimdiye kadar her ne kadar bu hocayı sevmesem de yine müdafaa ederdim. Şimdi ise ah akılsız kafam diyorum. Eğer o bedoş hocaya itiraz edenleri bulabilirsem ellerini öpeceğim.

Bu arada halen bu cemaatin fertlerinden "biz istesek 1 haftada hükümeti deviririz" diyebilecek kadar bu darbe işine kapılanların haberini alıyoruz.

Apaçık söyleyelim, gizli bir şey kalmasın.

Yolsuzluk iddia eden cemaat darbecidir, yolsuzdur, vatan hainidir....

Vesselam...
 
Üst