Hak, Hakikat ve Batıl

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hak, Hakikat ve Batıl




Rabbimiz, kullarına ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem a.s. vasıtasıyla dünyada ve ahirette huzur ve saadete kavuşmaları için emir ve yasaklarını bildirmiştir. Böylece insanlığın ilk insanla birlikte bir dini olmuştur. Bir başka deyişle en başından itibaren insanlık, hakikatin bilgisinden haberdar edilmiş, mahrum bırakılmamıştır.

Mevlâmız, neyin gerçek ve hak olduğunu, neyin sahte ve batıl olduğunu söyleyen elçiler göndermiş, insanlık bu rehberlerin gösterdiği hakikat yolunu bıraktıklarında yanlış ve batıla, yani çirkin olana sapmışlardır.

Ahir Zaman Nebisi Peygamberimiz s.a.v.’e kadar bütün insanlık tarihi boyunca her devirde, her kavme gönderilen bu elçiler, insanlığın asıl geleneğinin “hak” olmasına, batılın arızî-ikincil kalmasına vesile kılınmıştır.

İnsanlığın asıl yolu hak üzere olmaktır. Batıl bu asıl yoldan bir sapmadır. Yani geçici bir durumdur. Bugün insanlığın yaşadığı krizin yoğunluğu ile ümitsizliğe düşenler, bu hakikati dikkate almalılar. Zira bu yolun asıl yol olmadığı eninde sonunda anlaşılacak ve insanlık asıl geleneğine, çizgisine tekrar dönecektir.

Esas olan şudur: Böyle kriz dönemlerinde müminler, nimetin mihnete nisbetle verileceğini dikkate alarak kalplerine mukayyet olmalı; ümitsizliğe kapılıp gevşemek yerine, yaşadığı anı sermaye ederek vazifelerine dört elle sarılmalıdır. Ve elbette kendileri için, etrafındakiler için, bütün insanlık için dua etmelidirler.


* * *​
Cenab-ı Mevlâmız insana sayısız nimetler bahşetmiştir. Esasen insanın kendi varlığı kendisi için en büyük nimettir. Ancak, bunca nimetlerden sonra başıboş bırakılmamıştır. Bahşedilen nimetleri nasıl değerlendirdiğinin; iyiye mi, yoksa kötüye mi harcadığının bir gün mutlaka hesabı sorulacaktır.

Mücella dinimiz bu hususta takip edilecek yolları belirtmiş, bu yolların dünyada ve ahirette nereye çıkacağını da açıkça bildirmiştir.

Buna göre iki yol vardır: Birincisi saadet ve huzura giden yol; hak yol… İkincisi ise felaket ve pişmanlığa, hüsrana götüren yol; batıl yol…

Sayısız sınıflandırılmaya tabi tutulsa da, aslında insanlık bu iki yoldan birindedir, iki sınıftır: Hakkı tercih edenler ve batılı tercih edenler. Bir tarafta hak ehli olarak müminler, diğer tarafta da batıl ve yanlışın savunucusu olan dalâlet ehli…

Hiç şüphesiz ilâhi takdirin böyle tecelli etmesinde nice hikmetler vardır. Esasen bütün kainat zıtlıklar üzerine kuruludur. Mukaddes Kitabımız bu zıtlıkları çok anlamlı ve hikmetli bir şekilde izah eder. Müjdeye ve övgüye layık bir şeyden hemen sonra, onun zıddı olan karşıtını zikreder. Mümine bir müjde verilirse, mümin olmayana bir ihtar verilir. Cennetten sonra cehennem hatırlatılır.

Kur’an-ı Kerim’de sıkça hatırlatılan zıtlıklardan biri de hak ve batıldır. Birçok ayet-i kerimede hak ile batıl, hayır ile şer, hidayet ile dalâlet ve bunların taraftarları karşılıklı olarak mukayese edilir, değer ve durumları ilâhi hükme bağlanır.
Cenab-ı Mevlâ bu mukayeseyi yaparken, ibret almamız için durumu türlü benzetmeler ve mecazlarla izah eder. Diri ile ölünün, kör ile gören kişinin, karanlık ile aydınlığın bir olmadığını anlatır.

Buradaki körden maksat âmâ insan değil, batılın karanlığında hakikatleri göremeyen kişidir. Mümin ise imanın nuru ile doğru yoldadır, hakikati görendir.

Dirilerle ölüler nasıl bir değilse, akıllılarla budalalar da aynı değildir. Batılda inat ve ısrar edenler kabirdeki ölüler gibidirler. Peygamber s.a.v. bile onlara hakikatin sesini duyuramaz. Çünkü ölüler öğüt alamaz. Kalbi ölü olanlar da işittikleri hak ve hakikatten faydalanamazlar.

Görülüyor ki, Rabbü’l-Alemin yaradılışları aynı olsa da bütün insanlığı eşit saymamıştır. Hak ehli ile batıl ehlini, itaat edenlerle isyan edenleri, huzur ve saadet ehli ile şekavet ehlini, ıslah edenle ifsad edeni, hidayet ehli ile dalâlet ehlini, sıdk ehli ile yalancılar zümresini ve daha nicelerini birbirinden ayrı ve zıt kutuplar olarak belirlemektedir.
Artık insana düşen, bu zıt kutuplardan birini tercih etmek; övülenlerden mi olacak, ilâhi ikaba mı muhatap olacak, ona karar vermektir.



* * *​
Rabbimiz, hak ya da batıl yollardan birisini tercih etmede seçimi, insanoğlunun hür iradesine bırakmıştır.
Birinci yol, yani hak ve hakikat yolu, Kur’an-ı Mübin’de “Sırat-ı Müstakim” (Dosdoğru Yol) olarak bildirilir. İkincisi ise, sonu felaket olan batıl yoldur. Birinci yolu takip eden insan, iman ile kemalâtın en yükseğine ulaşır. İkinciyi takip eden ise, Allah korusun, aşağıların aşağısına düşer.

İşte dinimizde hür irade diye tabir edilen mesele budur. İnsanoğlu iradesine bağlı olarak güç ve imkanlarını hangi yola sarfettiyse, Allahu Tealâ da onu o yolun yolcusu eder. Büyüklerin tabiriyle “duvar meylettiği tarafa yıkılır.”
Bu iki yolun ehlinden olmak, akıl ve nefs ile alakalıdır. Şöyle ki: Nefs insanoğlunun içinde daima fışkırıp duran arzu ve istek kaynağıdır. Meşru olmayan istekleri yerine getirildikçe azgınlaşır. Sonuçta sahibini felakete götürür, helâk eder.
Bunun için, nefsi Allah’ın çizdiği ve razı olduğu sınırlar içinde tutarak, arzuladığı taşkınlıklara müsade edilmemelidir. Aksi takdirde kişinin insanî ve ahlâkî değerleri yok olur gider. Günümüzde görülen ferdî ve sosyal krizlerin ana sebebi budur.

İnsanlığı kurtuluşa götürecek tek ve aydınlık yol, hidayet yolu olan Sırat-ı Müstakim’dir.
Allah’ın ona bahşettiği iradesini kullanarak batıldan vazgeçmek, hakka teslim ve tabi olmaktır. Yeryüzünün ıslahı, insanlığın huzur ve selameti buna bağlıdır.

Rabbimiz’in tevfik ve inayeti ile…


Mübarek Erol
 
Üst