İki Yüzlülükten Sakınmak

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
İki Yüzlülükten Sakınmak


Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Onlara: Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler. Şunu bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, lâkin anlamazlar. Onlara: İnsanların iman ettiği gibi siz de iman edin, denildiği vakit "Biz hiç, sefihlerin (akılsız ve ahmak kişilerin) iman ettikleri gibi iman eder miyiz!" derler. Biliniz ki, sefihler ancak kendileridir, fakat bunu bilmezler (veya bilmezlikten gelirler). (Bu münafıklar) müminlerle karşılaştıkları vakit "(Biz de) iman ettik" derler. (Kendilerini saptıran) şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla (müminlerle) sadece alay ediyoruz, derler.” (Bakara, 11-14)



Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Münâfığın alâmeti üçtür; konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünden döner, kendisine bir şey emânet edildiğinde emânete hıyânet eder.” (Buhârî, İmân, 24; Müslim, Îmân, 107)



Yalanı alışkanlık haline getiren bir kimsenin kalbini kirleterek nihayetinde nifâka ve küfre düşmesi muhtemeldir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte buyrulur ki:

“Kul yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam ettikçe kalbine siyah bir nokta vurulur. Sonra bu nokta büyür ve kalbin tamamı simsiyah kesilir. Bu kimse nihayet Allah katında ‘yalancılar’ arasına kaydedilir.” (Mâlik, Kelâm, 18)

Öte yandan imân problemi yaşayan münâfıkların, çoğu zaman sözlerinin doğruluğuna ve niyetlerinin samimiyetine Allah’ı şâhid tuttukları görülür. Buna, nifâklarını gizlemek için yaparlar. Hâlbuki kalpleri husumet ve düşmanlıkla dolup taşmaktadır. (Yrd. Doç. Dr. Mustafa Öztürk, Efendimiz’den Ahlâk Ölçüleri, Erkam Yay.)



Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Vedûd: Dilediği kulunu çok seven, aşkı ile yanan kullarını seven, salih kullarını sevip onları rahmet ve rızasına ulaştıran ve sevilmeye en çok lâyık olan demektir.


Kısa Günün Kârı

Gerçek îmân, sırf lafızda kalan bir sözden; ameller de, birtakım kuru ve rûhsuz hareketlerden ibâret değildir. Gönlün tâ derinliklerinden taşan samîmî duygularla yaratana inanmak ve ona bağlanmak, emir ve nehiylerini zevk ve şevkle kabûllenmek ve bu hâl ile amel-i sâlih icrâ ederken O’nun rızâsından gayrı bir maksada aslâ iltifat etmeyip değer vermemek îcâb eder. Aksi hâlde kul, nifâk hâlindedir, münâfıktır. Bu sıfattan kurtulamaz ve nefsinin zebûnu olarak gazab-ı ilâhîye dûçâr olur.
 
Üst