Dünya Nedir?

Huseyni

Müdavim
Soru:
“Zira, nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyet-perver, muktedir, intizam-perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği sûrette olamaz." Bu cümleyi izah eder misiniz?


Her şey gibi dünyayı da gerçek manasının ve aslî mahiyetinin dışında değerlendirmeyi akıl kabul etmez. Akıl dışı şıklar, “zan, cehalet veya vehim” ile ifade edilirler.

Dünya nedir, niçin yaratılmıştır? Bu konuda On Yedinci Söz’de dünyanın bazı cihetleri şöyle nazara verilir:



"Dünya, bir kitab-ı Samedanîdir. Huruf ve kelimatı nefislerine değil, belki başkasının zât ve sıfât ve esmasına delalet ediyorlar. Öyle ise manasını bil al, nukuşunu bırak git.

Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; müzahrefatını at, ehemmiyet verme.

Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır. Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envârını gör ve onlarda tezahür eden esmanın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes.

Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alış-verişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.

Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise, nazar-ı ibretle bak ve zahirî çirkin yüzüne değil; belki Cemil-i Bâki'ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli bir tenezzüh yap, dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme.

Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerim'in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git. Herzekârane fuzulî bir Sûrette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma."



Dünyanın aslî mahiyeti bu gibi hakikatler iken, onu bu gerçeklerin dışında yorumlamak vehimden başka bir şey değildir.

Dünya, fani bir misafirhane olduğu halde onu ebedî bir mesken olarak görmek ancak vehimdir, akıl buna ihtimal vermez ve bu şıkkı reddeder.

Yine dünyada her şey bize İlâhî bir rahmet iken, güneşten, havadan, sudan, bitkilerden ve hayvanlardan sürekli faydalandığımız halde, dünyanın hikmetsiz ve rahmetten uzak bir belde olduğunu düşünmek de vehimdir.

“Cansız varlıkların canlıların imdadına, bitkilerini hayvanların yardımına, hayvanların insanların hizmetine koştukları” açıkça görüldüğü halde dünyayı bir mücadele meydanı olarak görmek ve “Hayat cidaldir.” demek de vehmin ürünüdür.

“Bir harfin kâtipsiz, bir iğnenin ustasız olamayacağını” her akıl kabul ettiği halde, bu kâinatı sahipsiz, tasadüfen var olmuş değersiz bir varlık olarak görmek de yine vehmin sonucudur.

Bu kâinat, her insanın farklı şekilde vehmettiği, ne olduğu bilinmez bir ülke değildir. Onu yapan ve yaratan Zât, ondaki manaları ders veren kitaplar indirmiş, peygamberler göndermiş ve onu vehimlerin tasallutundan kurtarıp iman ehline hakikati olduğu gibi göstermiştir.

Dünya ahiretin tarlası ve bir imtihan salonu olunca, bu alemde her çeşit lezzeti ve saadeti tadacağımızı vehmetmek hadiseleri yanlış değerlendirmemize yol açar. Bu nazarla baktığımızda musibetlere, hastalıklara, ihtiyarlığa ve ölüme bir mana veremeyiz ve bu olaylar hakkında gerçek dışı düşüncelere sapabiliriz.

“Bazı hadiselerin bizzat güzel, bazılarının ise neticeleri itibariyle güzel” olduklarını bilsek, hastalıkları günahlarımıza kefaret, ölümü bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısı olarak görebilsek dünya hayatımız da saadet içinde geçer.

Dünya hayatını gerçek manasının aksiyle değerlendirmek vehimdir, insanı aldatır, oyalar ve rahatsız eder.




 

Huseyni

Müdavim
Dünya mü’minin zindanı mı?



Yeryüzünde mü’min kadar huzurlu, mutlu bir insan düşünülemez. İmanının gücü ölçüsünde, onun verdiği nur ve şuurla bu lezzeti tadar.

Madem Allah, dünya nimetlerini mü’min kulları için hazırlamıştır. Öyleyse onlardan faydalanmaya hiçbir engel yoktur. Şükretmek kaydıyla bütün bu nimetlerden istifade edecektir.


Bu nimetleri gerektiği gibi elde edemediğinde de mü’min yine huzursuz olmaz. Çalışır, çabalar, gayret gösterir, “Ne yapalım kısmetimiz bu kadarmış” der, sabreder, şükreder.


Ona gerçek mutluluğu yaşatan şey, içindeki duygudur, bakış açısıdır. İmanın her şeyi sevimli, güzel, canayakın gösteren şeffaf gözlüğüyle baktığı için kendini atmaz huzursuzluğa.


Kısacası mü’minin dünyası da Cennettir. Çünkü gönlü huzurla doludur, dünyada da bir nevî Cennet hayatı yaşar.


Peki, ya “Dünya mü’minin zindanıdır. Kâfirin Cennetidir” hadîs-i şerifini nasıl anlayacağız?


Tabiî ki bunu Cennetle karşılaştırdığımızda daha iyi anlarız. Mü’min, dünyada ne kadar mutlu olsa, bir nev’î Cennet hayatı yaşasa da, ahirette o kadar çok nimetlere kavuşur ki, dünyası ahireti yanında Cehennem gibi kalır. Çünkü Cennette kavuşacağı nimetleri hayal etmek bile mümkün değildir.


Kâfir de ahirette öyle sıkıntı ve azap çeker ki, dünyası ahireti yanında Cennet gibi kalır.


Buna Abdülkadir Geylânî’nin başından geçen şu hadise de canlı bir misâl.


Birgüngayet güzel, şaşaalı elbiseler içinde cins bir ata binip giderken yolda çalı çırpı taşıyan, kan ter içinde kalmış bir Yahudi’ye rastlar.

“Bir dakika ey Gavs!” der Yahudi. “Müsaadenizle size bir sorum olacak.”

“Buyur,” der Gavs Hazretleri.

“Sizin Peygamberiniz, ‘Bu dünya, mü’mine zindan, kâfire Cennettir’ demiş. Doğru mu bu?”


“Elbette doğru” der GavsAzam.


“Nasıl olur ey Gavs?” der adam. “Bir benim şu hâlime bak. Bir de kendi şatafatlı hâlinize bakın. Yani şimdi siz saltanat gibi şu hayatınızla zindanda, ben de şu perişan hâlimle Cennette miyim?”


Nasıl anlatacaktı o büyük insan, Yahudiye? Atından inip cübbesinin sağ kolunu adama gösterdi.

“Bir bak bakalım” dedi. “Ne göreceksin?”


Yahûdî, kolun ağzından baktığında bütün haşmet ve güzelliğiyle Cenneti görmüştü. Gavs-ı Âzam da orada değil mi? Gavs-ı Âzam,

Şimdi söyle bakalım, ben bu dünyada bütün şaşaama rağmen zindanda değil miyim?”


“Zindandasın” dedi Yahudi. Sonra da sol kolunu uzattı:

“Bak bakalım burada ne göreceksin?”


Cehennemi görüyorum” dedi adam ve titremeye başladı. Çünkü kendisi de içinde yanmaktaydı.


Gavs-ı âzam sordu:


“Sen dünyada neredesin?”

Cennetteyim dedi ve ekledi: Vallahi Hz. Muhammed(asm) çok doğru söylemiş. Bunları görüp de iman etmemek mümkün değil. Ben de senin dinine giriyorum. ‘Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh.”

Şaban Döğen
 

Abidin1

Well-known member
“Zira, nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyet-perver, muktedir, intizam-perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği sûrette olamaz."

Selamın Aleyküm;
Bu söz risalelerde mi geçiyor ? Çünkü anladığım kadarıyla 17. söz olarak mesajın içinde farklı bir söz veriliyor. Değilse de bence çok güzel bir söz.

Şimdi okuyunca Kuran-ı Kerimde okuduğum bir ayeti anımsadım. Şimdi tam olarak sure ve ayet nosu aklımda değil fakat ben ona istihkam ayeti adını takmıştım. Çünkü o ayeti okuduğumda o şekilde bir anlam çıkarmıştım. Yüce Rabbimiz bu dünyayı imar etmemize izin verdiği yazıyordu. Hatta hem de diyor ya pek çok yerde, Yerler ve Gökler diye.. Rahman ve Adl olan Rabbimiz ne kadar merhametli. Bizi de bu yerden çıkardığı gibi çeşit çeşit bitkiler, canlılar çıkarmış.. Gökten tatlı bir su indirmiş..

Bu güzel söz daha çok anlamlar veriyor ama ne gerek var yazmaya zaten ne güzel demiş sözde.

“Zira, nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyet-perver, muktedir, intizam-perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği sûrette olamaz."
Allah razı olsun. Saygılar.
 

Huseyni

Müdavim
Selamın Aleyküm;
Bu söz risalelerde mi geçiyor ? Çünkü anladığım kadarıyla 17. söz olarak mesajın içinde farklı bir söz veriliyor. Değilse de bence çok güzel bir söz.

Ve aleyküm selam.

"Zira nihayet derecede âdil, merhametkâr, raiyetperver, muktedir, intizam perver, müşfik bir melikin memleketi, hem bu derece göz önünde âsâr-ı terakkiyat ve kemâlât gösteren bir memleket, senin vehminin gösterdiği surette olamaz."

İkinci Söz
 
Üst