Hadis Sohbetleri 85- Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
.


aliyavuz_Besmele3.jpg








Selamünaleyküm Degerli Kardeslerim;

avatar.jpg


Bu haftaki Hadis Sohbetleri dersimiz basladi.

avatar.jpg

Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..




[BILGI]
Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:

“Bir kavmin efendisi, onlara hizmet edendir.”

(Deylemî, Müsned, II, 324)
[/BILGI]


Günümüzde İslâma Hizmet En İyi Şekilde Nasıl Yapılır?
[NOT] Allah Yolunda Gayretle
Çağın İhtiyaçlarına Cevap Vererek
Teknolojiyi En İyi Şekilde Kullanarak
İslam Birliğini Sağlayarak
İslâm'ı Yaşayarak
İslâm'ı Anlatarak
İslâm'ı Öğrenerek

[/NOT]​
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Muhabbet ateşi hizmetle artar





Peygamber Efendimiz (s.a.v) “Bir kavmin efendisi onlara hizmet edendir” sözüyle ümmetine bir ölçü ve hedef belirliyor.

Kur’an ve sünnete her halleriyle tabi olmuş Allah dostları da, Peygamber Efendimiz’in hedef gösterdiği, büyük manevi kazançların elde edildiği hizmet kapısından içeri girerek yüksek makamlara ulaşmış ve vuslata ermişlerdir. İnsanlığa hizmet yolunda muhabbetle elde edilen manevi güzellikler kişiye mülktür. Hizmet, insanın zikrine ve düşüncesine destek olur.


Çünkü zikirle yanan muhabbet ateşi hizmetle artar ve çoğalır. Böylece yüklendiği her iş insana kolay gelir. Şah-ı Nakşibend Hazretleri “Ben bu yolda ne elde ettiysem, hizmetle elde ettim. Bu yola herkes bir kapıdan girdi. Ben de hizmet kapısından girdim” der.



Dergaha odun taşıyan Yunus Emre, eşsiz bir sadakatle mürşidinin dergahında hizmet eden Gavs-ı azam Seyyid Abdülhakim Hazretleri gibi bütün Allah dostları hizmet kapısından girerek ilahi mükafatlara mazhar olmuşlar.


Bulunduğu topluluk içinde hizmet eden kişiyi o topluluğun efendisi olarak niteleyen Allah Rasulü’nün ashabı arasında görev paylaşımı yaptığı görülmektedir. Müritlerine farklı iş ve hizmet verme hususunda Peygamber Efendimiz’i örnek alan Allah dostları da müritlerine manevi kabiliyetlerine göre farklı amel ve hizmetler vermişlerdir.





Hizmet ehli iltifat beklemez

“Kim bir din kardeşinin ihtiyacını gidermek için çalışır ve sıkıntısını giderirse bu yaptığı onun için on senelik itikaftan daha hayırlıdır” diyen Efendimiz (s.a.v) en hayırlı insanın diğer insanlara daha çok faydası dokunan olduğunu da bizlere bildirir.


Sadat-ı Kiram’ın büyüklerinden Seyyid Abdülhakim Hazretleri, mürşidi Şah-ı Hazne’nin yanında kaldıkları uzun süre içinde mürşidinin ona hiç iltifat etmemesine rağmen durmaksızın hizmete devam ettiğini anlatır. Günler geçtikçe hizmete ve dergaha sevgisi, mürşidine muhabbeti artar. Hizmeti süresince etrafındakilere “Bu dervişlerin hepsi adeta birer veli, ben ise günaha batmışım” düşüncesiyle bakmıştır. Kendini bulunduğu yere layık görmezken; “O, bana merhamet etti, dergahında ve gönlünde yer verdi” demiştir.



Hizmet yoluna baş koyanların niyeti sağlam olmalı

Hizmet yolunda ilerlemek isteyen kişilerin öncelikle mütevazi olmaları ve niyetlerini sürekli kontrol etmeleri tavsiye edilir. Hz. Ömer’in torunu Salim bin Abdullah, yeğeni Ömer bin Abdülaziz’e yazdığı mektupta “Ya Ömer! Bil ki; Allah Teala’nın kuluna yardımı onun niyeti ölçüsündedir. Kimin niyeti sağlam ve tamam olursa; Allah’ın (ona) yardımı da tamam olur. Kimin niyeti sağlam ve tamam değilse; Allah’ın yardımı da o ölçüde eksik olur” der.

Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri’ne göre de Allah yolunda ilerlemeyi engelleyen şeylerin çoğunun sebebi başlangıçtaki halin bozukluğundan kaynaklanır. Niyet ne kadar doğru ve güzel olursa amel de o nispette tamam ve kabul olur. Yaratan’dan ötürü yaratılmışı sevdiği için mahlukata hizmet, infak ve karşılık beklemeksizin ihsanda bulunmak Rabbimiz’in rızasına kavuşmanın en kısa yolu olduğunu bilir hizmet ehli. Nafile ibadetlerden daha üstün tutulan hizmet ahiret için büyük bir sermayedir.




Hizmet edeple kıymetlenir


Ebu Hafs (k.s) “Tasavvuf her yönüyle edepten başka bir şey değildir. Bir kimse edebe uymuyor, onun icabına göre hareket etmiyorsa kendisini maksadına yakın zannetse bile kovulmuş, erdiğini zannetse bile atılmış ve terk edilmiştir” ifadesiyle her şeyde olduğu gibi hizmetin ve amelin de edeple kıymet kazandığını belirtmiştir.

Allah yolunda kullara hizmet edenlerin edep noktasında dikkat etmesi gereken şey; “Hizmetin bize muhtaç olmadığı, asıl bizim hizmete muhtaç olduğumuzu” bilmektir. Elde edilen güzel sonuçların Allah’tan, var olan eksikliğin ve kusurun ise tamamen kendimizden kaynaklandığına samimi olarak inanmak ve kabul etmektir.

Aynı zamanda hizmet içerisindeki yönetici konumundaki kişilere itaat etmek, hizmette istişareye önem vermek, verilen görevi emanet bilip zayi etmeden yerine getirmek, beraber çalıştığı insanlarla iyi geçinmek gibi bazı hususlar hizmetin edeplerinden sayılır.



Hizmette güler yüz, tatlı dil ne güzel bir haslettir


İhlas, kulun her işini Allah’ın rızasına mazhar olmak için yapmasıdır diyen Gavs-ı Hazretleri “İnsan kıymet verdiği ve düşündüğü şey kadardır. Hayatını şöhret ve şehvete adayan kişinin sonu hüsrandır” sözleriyle ihlası kaybetmemek gerektiğini hatırlatır. İnsanların övmesiyle yermesinin değil, Hakk’ın hoşnutluğunu kazanmanın önemli olduğunu, aksi halde neticenin hüsran olacağını haber verir.

İnsan, yaptığı hizmetler sırasında bazen farklı sıkıntı ve imtihanlarla karşılaştığı vakit sabır ve dua elbisesini giyebilmelidir. Güler yüzle, tatlı dille ve ahenkli yumuşak bir halle insanların hizmetine koşmak, onların dertlerine ortak olmayı gaye edinmek ne güzel bir haslettir. Yapılan hizmet niyetli çalışmalar ve gayretler ne çok abartılmalı ne de çok küçümsenmeli; çünkü yapılan işin gerçek kıymetini bilen ve onun mükafatını veren her şeyin tek sahibi Rabbimiz’dir.




“Nefsini ıslah etmeyen kimse insanlara gerçek faydayı veremez”

Hasta kalplerin tabibi, gönüllerin sultanlarından olan Gavs-ı Sani Hazretleri “İnsanlara hizmet ve iyilik etmek isteyen kimse, kendi nefsini ıslah etsin yeter. Nefsini ıslah etmeyen kimse insanlara gerçek faydayı veremez. Allah dostları, nefislerini ıslah edip istikamet üzere gittiklerinden, insanların hidayetine ve ebedi saadetine vesile olmaktadırlar” buyururken bize düşen en büyük hizmet, önce kendimizi hesaba çekmek olmalı. Çünkü insanın nefsi terbiye oldukça kemalatı artar ve kalbi ilahi tecellilere açılır.

Zarife ÖKSÜZ







 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Zati fıtratına uygun olanda bu değil midir?

Ancak dipnot olarak bir şey ifade etmek isterim. Günümüz dünya siyaseti çok farklı yorumlanmış eski roma imparatorlarının anlayışından pek bir farkı yok.. Halkı ve milleti kendine hizmet eden ve köle gören bir ideolojiden öteye gidilemiyor. Mesela bir adam çıkıyor ben sizi idare ve yönetmek için adayım diyor ve bunun içinde bir çok servetler harcıyor sonra üç beş bin liralık maaş ile bu idareciliği yapacak. Çorab baştan söküldümü ardı arkası kesilmiyor hali ile harcadığı o serveti de bir şekilde doldurması gerekiyor..

Maalesef bugün idareciler için artık en müsbet olanı ise "adam hizmet ediyor çalışıyor o kadar da olsun" demeye kadar gidiyor..

Tabi en tehlikeli sonucuda servetlerine servet katmak bununla beraber fakirin daha da fakirleşmesi getirmekte...

Şimdi bir adam düşünelim evleniyor ve baba oluyor. Bu adamın vazifesi ailesine ve çocuğuna bakması ve ihtiyaçlarını gidermesi ne kadar fıtri ise bir idarecininde o toplumun ihtiyaçlarını gidermesi ve bunun için de çalışması o kadar fıtri ve doğaldır. İşte bu doğallığı bozan en büyük sebeblerden biri menfaati şahsiyedir. Ustad Bediüzzaman r.a. ihlas risalesinde, ihlası kıran ve riyaya sebeb olan pek çok sebebden birisi olarak menfaati şahsiyeyi ifade eder.

[BILGI]Birincisi: Menfaat-ı maddiye cihetinden gelen rekabet, yavaş yavaş ihlası kırar. Hem netice-i hizmeti de zedeler. Hem o maddî menfaati de kaçırır. Evet hakikat ve âhiret için çalışanlara karşı bu millet bir hürmet ve bir muavenet fikrini daima beslemiş. Ve bilfiil onların hakikat-ı ihlaslarına ve sadıkane olan hizmetlerine bir cihette iştirak etmek niyetiyle, onların hacat-ı maddiyelerinin tedarikiyle meşgul olup, vakitlerini zayi' etmemek için, sadaka ve hediye gibi maddî menfaatlerle yardım edip, hürmet etmişler. Fakat bu muavenet ve menfaat istenilmez, belki verilir. Hem kalben arzu edip muntazır kalmakla lisan-ı hal ile dahi istenilmez, belki ummadığı bir halde verilir. Yoksa ihlası zedelenir. Hem وَلاَ تَشْتَرُوا بِآيَاتِى ثَمَنًا قَلِيلاً âyetinin nehyine yanaşır, ameli kısmen yanar. İşte bu maddî menfaati arzu edip muntazır kalmak, sonra nefs-i emmare hodgâmlık cihetiyle, o menfaati başkasına kaptırmamak için, hakikî bir kardeşine ve o hususî hizmette arkadaşına karşı bir rekabet damarı uyandırır. İhlası zedelenir, hizmette kudsiyeti kaybeder. Ehl-i hakikat nazarında sakîl bir vaziyet alır. Ve maddî menfaati de kaybeder.


Lem'alar ( 164 )[/BILGI]
 

garp

Active member
BEDİÜZZAMAN’IN PERSPEKTİFİNDEN HİZMET VE HİZMET İNSANI




Bediüzzaman, Allah’ın büyük davasına sahip çıkma gayretine HİZMET-İ İMANİYE VE KUR’ANİYE demiştir. Ona göre bu hizmetin çerçevesini şu esaslar oluşturur: Vazifesini yapıp Cenab-ı Hakk'ın vazifesine karışmamak.. Benlik, enaniyet, şan ve şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehirden kaçar gibi kaçmak.. Hıllet, haliliye, uhuvvet ve tefani düsturlarını göz ardı etmemek.. İmanı kurtarmak ve tahkiki hale getirmek.. Nazikane ve kavl-i leyyin ile muamelede bulunmak.. Bu zamandaki hayat şartlarına ve insanların ahval-i ruhiyelerine göre en selametli, en kısa ve en umumi bir cadde-i Kur’aniye açmak.. Zihinlerde bir iz bırakmamak için, sair ulemaya muhalif olarak, muarızların şüphelerini zikretmeden öyle bir cevap vermek ki,







Bediüzzaman, Allah'ın büyük davasına sahip çıkma gayretine HİZMET-İ İMANİYE VE KUR'ANİYE demiştir. Ona göre bu hizmetin çerçevesini şu esaslar oluşturur: Vazifesini yapıp Cenab-ı Hakk'ın vazifesine karışmamak.. Benlik, enaniyet, şan ve şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehirden kaçar gibi kaçmak.. Hıllet, haliliye, uhuvvet ve tefani düsturlarını göz ardı etmemek.. İmanı kurtarmak ve tahkiki hale getirmek.. Nazikane ve kavl-i leyyin ile muamelede bulunmak.. Bu zamandaki hayat şartlarına ve insanların ahval-i ruhiyelerine göre en selametli, en kısa ve en umumi bir cadde-i Kur'aniye açmak.. Zihinlerde bir iz bırakmamak için, sair ulemaya muhalif olarak, muarızların şüphelerini zikretmeden öyle bir cevap vermek ki, daha vehim ve vesveseye yer bırakmamak.. Azami ihlası kazanmaya çalışmak.. Mübareze etmemek ve yalnızca iman ve Kur'an hizmetiyle meşgul olmaktır.


"Hizmet Rehberi" adlı eserde anlatılan prensipleri ve ölçüleri iki şıkta toplamak mümkündür:


A) Âfâkî Ölçüler: İnsanlarla ve etrâf-ı âlemle meşgul olurken kullanacağımız ölçüler.

B) Enfüsî Ölçüler: Ferdin kendi ruh dünyâsı ve yapacağı işlerle alâkalı metot ve prensiplerdir.

Bu ölçülere riâyet etmeyen bir insanın kudsi hizmetinde başarılı olması düşünülemez. Yer yer, mevzî olarak başarılı olsa bile bu başarısı uzun ömürlü olamaz.

Enfüsî olan noktaları şu şekilde maddeleştirebiliriz:

1 - Benliği ve enaniyeti terk edip mutlak tevazu içinde olmak..

2 - İhlaslı ve samimi olmak..

3 - Bildiklerini yaşamak..

4 - Dertli, çileli, sancılı ve muzdarip olmak..

5 - Kolektif şuura uygun hareket etme becerisini gösterebilmek.

Bu esaslar göz önünde bulundurulmadan yapılacak her atış hedefinden sapar ve -Allah muhafaza buyursun- insan, rızaya kilitlenmişken Hakk'ın hoşnutsuzluğunu kazanabilir.

1 - Hizmetkârlığı makâmâta tercih ederek hizmet etmelidir. İslâm'a hizmette hizmetkârlıktan başka makâm yoktur. Bu, bir sistem olmasın demek değildir. Haddi zatında verilen makamlar, makamdan daha ziyade hizmetkârlık anlamındadır.

Hâl-i hazırdaki dünyevi makamlar ile hizmetkârlık makâmı arasındaki farklar ise şunlardır:

1 - Ehl-i dünyâ, makâmı makâm ve rütbe olarak telakki eder ve bu makam ve rütbeyi onur, gurur ve şöhretini arttırmaya vesile kılar. Hizmet ehli ise makamı hizmetkârlık olarak telakki eder ve bu makami onur, gurur ve şöhretini arttırmaya vesile değil de, tevazu ve mahviyet ile kanatlanarak Hakk'a pervaz etmek için kullanır. Gaye, nefsine hizmet etmek değil, Hakk namına halka hizmet etmektir. Makamının artıyor oluşu onun şan, şeref ve şöhretini değil de yalnızca Hakk katındaki mesuliyetini arttırır. Aşağıdaki hadis bu hususa şöyle dikkat çekmektedir:

"Hepiniz çobansınız, hepiniz mesul olduklarınızdan sorulacaksınız" (1)

Hizmet ehli, sorumluluğu altında bulunanlardan biri cehenneme gidecek olursa, bunun hesabının kendisinden sorulacağının şuurunda olmalıdır.

Hizmet erinin ani'l-merkez gücünün yerinde olması, bu derin muhâsebe duygusuna bağlıdır. Muhasebe duygusu olmayanlarda ani'l-merkez güç olmaz. Ani'l-merkez gücü olmayanlar hamle yapamaz, insanları kucaklayamaz ve asla başarılı olamazlar. Mesûliyet duygusu ne kadar derinse ani'l-merkez güç de o kadar yerinde olur; o nispette de ileriye dönük hamle yapılabilir ve başarı yakalanabilir

2 - Ehl-i dünya, makâmın büyüklüğünü, kendisine itaat ve hizmette bulunan insanların sayısının çokluğu ile doğru orantılı olarak görür. Hizmet ehli ise hizmetkâr olduğunun farkındadır. Makâmı arttıkça saygı ve sevgi duyacağı insanlar da çoğalmıştır..

3 - Ehl-i dünyâ, makâmın büyüklüğünü, kendisinden emir alan ve kendisine saygı gösteren insanların sayısının çokluğu ile doğru orantılı olarak görür. Hizmet ehli ise makamının arttıkça, emir alacağı, saygı göstereceği ve sevgi duyacağı insanların sayısının da artacağının bilincindedir.

4 - Ehl-i dünya, makam ve rütbesini egosunu tatmin için kullanabilir. Oysaki hizmet ehli, makam ve rütbesini yalnızca Hakk'ın rızasını kazanma istikametinde kullanıp egosunu tatmin etmekten ictinab eder.

2 - Dünyâ, dâru'l hizmet; âhiret ise dâru'l ücrettir. Hizmet ehli bu prensibi iyi özümsemelidir. Yapılan hiçbir hizmetin mukabilinde bir şey istenmemeli, hatta beklenmemelidir. Zaten yapılan hizmetlerin karşılığını vermeye insanların gücü yetmez; onların vermek istedikleri, yapılan hizmetlerin mukabili olamaz. İnsanlar, bütün dünyayı mükâfat olarak verseler bile yine de Allah'ın vereceği mükâfat karşısında bir anlam ifade etmez. Aksi halde yapılan bir hareket -Allah muhafaza buyursun- insanı aşağıdaki ayetin tokadına masadak kılabilir ki kişi böyle bir akibetten korkmalıdır: "Ayetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın."(2)

3 - Hizmet eri, "nefis cümleden ednâ, vazîfe ise cümleden âlâ" prensibiyle hareket etmelidir. Aksi halde davranmak bir samimiyetsizlik göstergesidir. Üstad ne güzel buyurur:

"Hayatın yarası iltiyam bulur. İzzet-i İslâmiyenin ve namusun ve izzet-i milliyenin yaraları pek derindir."(3)

"İslâmiyet'in, hizmetin izzetini düşünüyorum, kendi izzetimi değil" demenin ölçüsü nedir? Onurumuza, gururumuza dokunan bir meselede feverân ettiğimiz, hassas olduğumuz, uykumuzdan olduğumuz kadar; İslam'ın izzetine ve Kur'an'ın namusuna bir mesele dokunduğu zaman da acaba aynı hassasiyeti, feveranı, rahatsızlığı gösterip uykumuzdan olabiliyor muyuz?

Hizmet insanı izzet-i nefis derdinde olmamalıdır. İzzet-i islamiye bütün izzetlerin fevkindedir.

İzzet-i nefis, vahdeti zedeleyip kardeşlik bağlarının birer birer koparak enelerin kuvvet bulmasını netice verir. İzzet-i nefis, izzet-i Islamiyeye feda edilmelidir ki hakiki vahdet de tesis edilebilsin. Merhum Zübeyr Gündüzalp'in Nefis Muhasebesi adli eserindeki su cümle bu konuda oldukça dikkat cekicidir:

"Din ve dava kardeşlerinizden gelen hakareti iltifat, tokadı takdir ve tükürüğü misk-i amber kabul etmedikten sonra sen, din ve dava adamı olamazsın."

4 - Hizmette en önde, ücretin tevziinde ise en arkada olmalı; hattâ kişi nefsini bile unutup ücret istememelidir. Bu ehl-i kemâl'in durumudur. Ehl-i dalâl'e gelince onlar hizmet, çile ve fedâkârlıkta en arkada, mükâfâtın tevzîîne gelince ise en önde yer alırlar.

Îsevîyet ruhu âhirzamanda yeniden ihya edilecektir. Bu dönemi hazırlayacak kimseler ise Hz. Meryem'in, insanlığa Hz. Mesîh'i hediye ettikten sonra "Keşke, dedi, bundan önce ölseydim de unutulup gitseydim!"(4)dediği gibi unutulup gitmeyi cana minnet sayacak kimselerdir.

İşte biz bu ruhu Üstad Hazretlerinde görüyoruz. O da ömrünü iman ve Kur'an hizmetine adayıp asrına ruh üfleyen Nur Risalelerini telif ettikten sonra ellerini Rahmet-i Rahman'a kaldırmış ve "Allah'ım benim cesedimi meçhullere gönder" diye dua dua yakarmış ve Münazarat adlı eserinde sonraki neslin yiğitlerine şöyle seslenmiştir:

"Ey üçyüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne benim sözümü dinleyen ve bir nazar-ı hafî-i gaybî ile beni temâşâ eden Said'ler, Ömer'ler, Tâhir'ler, Osman'lar, Yusuf'lar, Ahmed'ler vesâireler sizlere hitap ediyorum. Târih denilen mâzî derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz ve telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim. Sizler cennet asa bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen tohumlar zemîninizde çiçek açacaktır. Ben hizmetimin karşılığı olarak sizden şunu bekliyorum ki, mâzî kıtasına geçmek için geldiğiniz vakit mezarıma uğrayınız. O bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezar taşı denilen ve kemiklerimi misafir eden toprağın kapıcısının başına takınız."

Dipnotlar

(1)Buhari, Kitabu'l-Cum'a, 11.hadis; Cenaiz, 32/ Tirmizi, Cihad 37

(2)(Mâide Sûresi; 44. âyet.)

(3) (Hakîkat Çekirdekleri; 47. vecize)

(4) (Meryem Sûresi; 23. âyet.)


Necdet İçel
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
ALLAH YOLUNDA HİZMET

Hizmet, Mü’min’in aynasıdır.
Hizmet, imanın ve güzel Müslümanlığın ölçüsüdür.
Hizmet, Cenâb-ı Hakk’ın ahlâkının kulda yansımasıdır.

Kul, Rahmân ve Rahîm olan Rabbi’ni tanıdığı ölçüde O’nun kullarına merhametli, faydalı ve yakın olur. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in tarif buyurduğu gibi, gerçek Müslüman, insanların kendisinden bir zarar görmediği, herkesin ondan rahat ettiği, emin olduğu, fayda gördüğü bir kimsedir. Kendisine güvenilmeyen, insanları sevmeyen ve kimse tarafından da sevilmeyen kimse imanın tadını tadamaz.(Buhârî, İman 4,5)

Manevî terbiyenin sonu, halktan kaçmak, işten el etek çekmek değil, halkın arasına dönmek ve hizmet etmektir. Tasavvuf terbiyesinin en büyük hedefi insanı herkese rahmet olacak bir kıvama getirmektir. Öyle bir kimseden Cenâb-ı Hakk da razı olur, bütün yaratılmışlar da razı olur.

Allah dostları, âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz’in sünneti üzere hareket etmeyi en büyük gaye edinmişlerdir. Efendimiz (s.a.v.) hiçbir ayırım yapmadan bütün insanları muhatap almış ve hepsine rahmet olmuştur. Muhataplarına Allah Teâlâ’nın kulu gözüyle bakmıştır. Yaptığı iyilikleri kimsenin başına kakmamıştır, hiç kimseyi minnet altına sokmamıştır. Onun en büyük sünneti, başkasının yükünü çekmek, ihtiyaçlarını gidermek ve yüzünü güldürmektir.

Nakşibendî yolunun piri Şâh-ı Nakşibend, bu yolun usulünü şöyle tarif etmiştir: “Bizim usulümüz, halkın içinde Cenâb-ı Hakk ile beraber olmaktır. Yolumuz sohbet ve halka hizmet yoludur. Halktan kaçmakta şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır, halkın içinde bulunup herkese Allah rızası için hizmet etmektedir.”(1)
Allah rızası için bir hizmetin içinde bulunmak kadar kazançlı bir iş yoktur. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz hizmet ehlini şöyle övmektedir:

Bir topluluk içinde en büyük sevabı onlara hizmet eden alır.”(Saîd b. Mansur, Sünen, h.no: 2406)

İnsanların en hayırlısı, diğer insanlara en faydalı olandır.”(Ebû Dâvûd, Edeb 57)
Mü’min’e yapılan hizmet, nafile ibadetten daha üstündür. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, bir Mü’min’in ihtiyacına koşmanın faziletini ve şerefini şöyle belirtiyor:

Bir Mü’min kardeşimin ihtiyacını görmek için yürümem bana, şu mescitte (Mescid-i Nebevî’de) oturup bir ay itikâfa girmekten daha sevimlidir.”(Taberânî, el-Kebîr, h.no:13646)

Hizmetin en büyük kerameti, insanı Allah Teâlâ’nın sevgi ve yardımına mazhar etmesidir. Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Bir kul, din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da onun yardımında olur.”(Tirmizî, Hudûd 3)
Ashâb’tan Abdullah b. Abbas (r.anhümâ), Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mescidinde itikâfa girmişti. Yanına bir adam geldi, selam verdi ve oturdu. İbn-i Abbas adamın yüzüne baktı, onu biraz kederli gördü:

- “Ey falanca! Seni kederli ve üzüntülü görüyorum, bir sıkıntın mı var?” diye sordu. Adam:

- “Evet, ey Allah Rasûlü’nün amcasının oğlu. Falancanın üzerimde vefa hakkı var, para karşılığında beni hürriyetime kavuşturdu. Fakat şu kabirde yatan Peygamber hakkı için söylüyorum, üstlendiğim borcu ödeyecek gücüm yok.” dedi. İbn-i Abbas:

- “Ona senin hakkında konuşsam olur mu?” diye sordu. Adam:

- “İstersen bir konuş!” dedi. İbn-i Abbas hemen ayakkabılarını giydi, mescitten çıktı. Adam:

- “İtikâfta olduğunuzu unuttunuz herhalde!” diye hatırlatmada bulundu. İbn-i Abbas (r.anhümâ):

- “Hayır unutmadım. Fakat ben şu kabirde yatan Hz. Peygamber (s.a.v.)’i işittim. O aramızdan ayrılalı çok geçmedi.” Bu arada İbn-i Abbas’ın gözlerinden yaşlar boşandı. Sözüne devam etti. “Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Kim bir din kardeşinin ihtiyacını gidermek için yürür ve sıkıntısını giderirse, bu yaptığı onun için on senelik itikâftan daha hayırlıdır. Hâlbuki kim Allah Teâlâ’nın rızası için bir gün itikâfa girse Allah Teâlâ onunla Cehennem ateşi arasında üç hendek koyar. Her bir hendeğin arası doğu ile batı arası kadar uzaktır.”(Münzirî, et-Terğîb, II, 272)
Ashâb’ın büyüklerinden Muaz b. Cebel (r.a.) demiştir ki: “Allah yolunda cihada giden arkadaşlarımın eşyalarını hazırlamam, yüklerini düzeltmem ve bineklerini çekip çevirmem bana on nafile hacdan daha sevimlidir.”(Ebû Dâvûd, Edeb 60)
Ebû Kilâbe el-Basrî (r.a.) şu hadiseyi anlatmıştır: Rasûlullah (s.a.v.), yolculuk yaparken ashâbını gruplara ayırıyordu. Bir defasında grubun birisi Efendimiz (s.a.v.)’in huzuruna gelerek gruptaki bir şahsı şöyle övmeye başladılar:

- “Ey Allah’ın Rasûlü! Biz bunun gibisini görmedik. Bir yere indiğimizde hemen namaza koşar, durmadan namaz kılar. Hareket edince tek işi Kur’an okumaktır. Bir de devamlı oruç tutar.” dediler. Rasûlullah (s.a.v.):

- “Ona bunları yapma imkânını kim veriyor. O bunları yaparken ihtiyaçlarını kim görüyor?” diye sordu. Arkadaşları:

- “Bizler!” diye cevap verdiler. Rasûlullah (s.a.v.), aynı soruyu bir kere daha sordu. Onlar tekrar:

“Bizler!” diye cevap verince, Efendimiz (s.a.v.):
- “Bu durumda sizin hepiniz ondan daha hayırlısınız.” buyurdu.(İbn-i Mübârek, Kitâbu’l-Cihâd, II, 180)

Abdurrahman-ı Tâhî (k.s.) şöyle buyurur: “Nisbet (manevî feyiz ve yardım) hizmete göredir. Hizmetteki ilâhî rahmet hiçbir şeyde yoktur. Nakşibendî tarikatında rahmete sebep olacak her türlü amel ve hizmet vardır. İbadet için evine kapanıp halkın hizmetinden kaçan kimse, pek çok hayırdan mahrum kalır. Sadece zikirle yetinmek olmaz. Mal ve can ile Allah yolunda cihat ve gayret etmek gerekir.”(2)

Hizmetin temeli ve ruhu ihlâstır. İnsanın Allah rızası için yaptığı bütün ameller, gayretler, harcamalar hizmetin içine girer. İhlâsla yapılan hiçbir işe küçük denmez. Allah rızası için mescitten atılan bir çöp bile hayırdır, hizmettir. İnsan bir hayır yaparken ne yaptığından çok, onu kim için yaptığına bakmalıdır.

Hizmeti kullanıp içimizdeki nefsanî hisleri tatmin etmek, insanların rağbetini çekmek, özel çıkarlar sağlamak, baş olma hevesine kapılmak, hizmet edip hürmet beklemek doğru değildir. Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s.) der ki: “Ben bu yolun feyzini tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Herkesi bir yoldan götürürler. Bizi de hizmet yolundan götürdüler. Ben hizmette insan ayırımı yapmadım, hayır umduğum herkese hizmet ettim. Heri’deyken sabahları hamama gider ve Müslümanlara hamamda hizmet ederdim. Hizmette iyi veya kötü, beyaz veya siyah, kuvvetli veya zayıf ayırımı yapmadan herkese hizmet ederdim. Hizmetime karşılık olarak kimse bana bir ücret vermesin diye, işimi bitirir bitirmez hemen hamamdan uzaklaşırdım.”(3)

Hizmet ehli nefsini değil hizmeti düşünür. Hizmet ayağa kalksın diye gerekirse nefsini ayaklar altına serer. Bu yolda Allah için tevazu gösterip alçak gönüllü olan kimselerin başı Arş’a değer. O kimseyi Yüce Allah (c.c.) sever. Bu şeref de ona yeter.

Hizmet için yola çıkan kimsede şu niyet ve ahlâkların bulunması gerekmektedir:
1- Allah rızası için yola çıkmak.

2- Başındaki imama ve başkana itaat etmek.

3- Sevdiği malından Allah rızası için kardeşlerine infak ve ikram etmek.

4- Beraber olduğu arkadaşlarıyla iyi geçinmek, onlara yumuşak davranmak.

5- Fitne ve fesattan çekinmek.

Hak yolu, kardeşini kusuruyla birlikte sevme yoludur. Bu yol, vermeyene verme, gelmeyene gitme yoludur. Bu yol, canla başla hizmet edip sonunda kendi kusuruna istiğfar etme yoludur.

Hizmette iş ve yer seçilmez, verilen hizmet çeşidi ne olursa olsun onu ihlâs ve samimiyetle güç yettiği kadar yerine getirmelidir. Önemli olan Allah rızası için hayırlı bir işin içinde olmaktır. Hayırlı işlerde başkan olmak bir maharet olmadığı gibi, geri hizmetlerde koşan birisi olmak da utanılacak bir şey değildir.

Gönlü Allah’a bağlı olan kimsenin hizmette nasıl davranacağını Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle ifade buyurmuştur: “Müjde olsun o kula ki, bineğini alıp Allah yolunda cihada ve hizmete çıkar. Başı açık, ayakları toz toprak içinde var gücüyle bu yolda koşar. Kendisine ordunun önünde gözcülük verilse onu hakkıyla yapmaya çalışır. Eğer ordunun arkasında geri hizmetleri verilse onu hakkıyla yapmaya çalışır. İleride veya geride hangi iş verilse o işin gereğini yapmakla meşgul olur.”(Buhârî, Cihad) Bu hâl gerçek hizmet ehlinin ahlâkı olmalıdır. Bu gün amir olan yarın memur olabilir. Bir yerde müdürlük yaparken, öbür yerde tuvaletleri yıkamak, yolları temizlemek, sırtında çuval taşımak, soba yakmak, misafirlere hizmet etmek gerekebilir. Hizmet ehli, her iki işi de gönül hoşluğu ile yapar, kimseden utanmaz, yaptığı işi basit ve gereksiz görmez. Amir iken kibre düşmediği gibi, Mü’min kardeşlerine, fakirlere hizmet ederken de basit bir iş yaptığını düşünmez. Şu örnekleri bir düşünelim:

Hz. Ebû Bekir (r.a.), önceleri ticaretle uğraşıyor, çarşıya inip alış veriş yapıyordu. Ayrıca koyun sürüsü vardı ve zaman zaman onlarla meşgul oluyordu. Bazen mahallesindeki yardıma muhtaç kimselerin koyunlarını sağıyordu. Halife olup kendisine biat edildiği zaman, daha önce koyunlarını sağdığı bir ailenin kızı:

- “Artık bundan sonra koyunlarımız sağılmaz!” diyerek hayıflandı. Kızın sesini işiten Hz. Ebû Bekir (r.a.):

- “Hayır, vallahi davarlarınızı sağmaya devam edeceğim. Üzerime aldığım bu işin daha önceki ahlâkımı değiştirmeyeceğini ümit ediyorum.” diye kızı teselli etti ve halife iken de mahallenin koyunlarını sağmaya devam etti. Hatta bazen koyunlarını sağdığı kimselere:

- “Nasıl istersiniz, sütü köpüklü mü sağayım, köpüksüz mü olsun?” diye sorar, onlar nasıl isterse öyle sağardı. Daha sonra bulunduğu mahalleden Medine’nin merkezine taşındı. Ticaret işiyle halifeliğin beraber yürümediğini görünce, ticareti bıraktı, bütün vaktini Müslümanların hizmet ve idaresine ayırdı. Devlet hazinesinden kendisine ve ailesine yetecek miktar maaş bağladı. Vefat edeceği sırada, elinde biriken bütün malını devlet hazinesine geri teslim etti. “Üzerimde Müslümanların mallarından hiçbir şey kalmasın.” dedi. Bu duruma şahit olan Hz. Ömer (r.a.):

- “Ebû Bekir, peşinden gelenlerin işini zorlaştırdı, onun gibi kim yapabilir?” dedi.(4)

Bedir harbinde Ashâb-ı Kirâm’ın yeterli bineği yoktu. Üç kişi bir deveye nöbetleşe binerek gidiyorlardı. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in de özel bineği olmadığı için, bir deveye Hz. Ali (k.v.) ve Hz. Ebû Lubâbe (r.a.) ile nöbetleşe biniyordu. Efendimiz (s.a.v.) kendi sırasında deveye bir müddet bindi, sıra diğerlerine geldi. Onlar:

- “Siz bininiz ey Allah’ın Rasûlü, biz yürüyelim.” dediler. Efendimiz (s.a.v.):

- “Ben Allah’ın vereceği sevaba sizden daha az muhtaç değilim; siz de yürümek için benden daha kuvvetli değilsiniz. Herkes sırasıyla binecek ve yürüyecek.” buyurdu.(Hâkim, Müstedrek, II, 91)

Hizmette öncelik sırasına dikkat etmelidir. Farz bir ibadeti ihmal edip nafile ile uğraşmak hizmet değil hezimettir. Hizmetin hedefi Yüce Mevla’nın rızasına ulaşmaktır. Kulu Allah rızasına ulaştıracak en büyük sebep farz amelleri yapmaktır.
İmam Rabbânî Hazretlerinin belirttiği gibi; bir farzı yerine getirmek bin sene nafile ibadetle meşgul olmaktan hayırlıdır. Bir farzın içindeki sünneti veya edebi yerine getirmek de farzın dışındaki nafile ibadetlerden hayırlıdır.(5)

Hizmet ehli, önce farz vazifeleri ve hizmetleri yerine getirmeye çalışmalıdır. Hayır ve hizmet yapmaya en yakınlardan başlamalıdır. İnsanlar içinde anne-baba hukuku en ön sırayı alır. Anne babayı aç bırakıp mahallenin muhtaçları ile uğraşmak doğru değildir. Cihadın en büyüğü Allah Teâlâ’ya kulluktan sonra anne-baba hukukunu korumaktır. Ancak anne veya baba bir haramı emreder veya bir farzı yapmaktan engellerse o durumda kendilerine itaat edilmez.
Hizmet ehli, ailesinin haklarını da dikkate almalıdır. İşini ve eşini ihmal ederek yapılan hizmet başarıya ulaşamaz. Ancak hizmetin gerektirdiği fedakârlıktan da kimse kaçmamalıdır.

Bir kadın kocasının hak yolundaki hizmetlerini destekler, yardımcı olur ve elinden geldiği kadar ona zemin hazırlarsa, onunla aynı sevabı alır.
Allah yolundaki hizmetlere katılan bir kadın, evli ise kocasının haklarını göz ardı edip nefsinin istediği gibi serbest hareket etmemelidir. Müslüman bir kadının koca ve çocuklarına karşı farz olan vazifelerini yapması zaten dinî bir hizmettir, en büyük hayırdır.

Allah yolunda çekilen çilelerin karşılığı Cennet ve ilâhî rızadır. Hizmet esnasında önümüze çıkan zorluklar, daha fazla sabır gösterip sevap kazanmamız içindir. Kolay elde edilen şeyler kalıcı olmaz. Hak yolunda koşan bir insanın en büyük hizmeti kendisinedir. Hizmetteki ilk fayda hizmet edene aittir. Bunun için Allah rızası için yola çıkan bir kimse, bu yolda bütün çileleri baştan kabul etmelidir.
Hz. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, yeri Arş-ı A’la ve Cennet iken yeryüzündeki insanların arasında zahmet çekmeyi tercih etmiştir. Onun insanlar tarafından yerli yersiz rahatsız edildiğini gören amcası Abbas (r.a.) bir gün Efendimiz’in huzuruna gelip:

- “Yâ Rasûlallah! Görüyorum ki şu insanlar size çok eziyet veriyorlar, çıkardıkları tozlar zat-ı âlinizi rahatsız ediyor. Kendinize yüksekçe özel bir yer yaptırsanız da onlarla oradan konuşsanız!” diye üzüntüsünü dile getirdi. Hz. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in cevabı şu oldu:

- “Hayır! Allah beni içlerinden alıp huzuruna kavuşturana kadar onların arasında duracağım. Varsın ökçelerime bassınlar, elbiselerimi çeksinler, bir şey olmaz.”(6)

Bütün hizmet ehli, şu âyetteki edeplere dikkat etmelidir: “Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah'tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah'a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”(Âl-i İmrân, 3/159)

İşte bir istişare örneği: Hendek Harbi’nin yapıldığı günlerde Müslümanlar ciddi sıkıntılar çekmeye başlamışlardı. Bu durumu gören Hz. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz, müşriklerle iş birliği yapan ve karşı cephede bulunan Gatafan Kabilesi’nin reisleri Uyeyne b. Hısn ile Hâris b. Avf el-Mürrî’ye haber göndererek kendileriyle bir anlaşma yapmak istedi. Savaştan vazgeçmelerine karşılık olarak kendilerine Medine’nin senelik hurmalarının üçte birisini vermeyi teklif etti. Onlar da bunu güzel buldular. İki taraf arasında durum konuşuldu ve anlaşma metni yazıldı. Henüz imzalanıp yürürlüğe girmeden önce Rasûlullah (s.a.v.), Sa’d b. Muâz ile Sa’d b. Ubâde’yi huzurlarına çağırıp durumu ve varılan anlaşmayı onlarla da istişare etti. Onlar da:

- “Yâ Rasûlallah! Bu işi siz mi istiyorsunuz? Eğer böyle ise, biz sizin arzunuza uyarız. Yahut bu mutlaka uymamız gereken ilâhî bir emir mi? Yoksa sizin bizi düşünerek yaptığınız bir anlaşma mı?” diye sordular. Rasûlullah (s.a.v.):

- “Hayır, bunu sizin için yapıyorum. Görüyorum ki bütün Araplar birleşerek tek vücut olmuşlar, her taraftan size saldırıyorlar. Bu şekilde bir dereceye kadar güçlerini kırmayı düşündüm.” buyurdu. Bunun üzerine Sa’d b. Muâz (r.a.):

- “Yâ Rasûlallah! Bizler bir zaman Allah’a şirk koşardık, putlara tapardık, Allah’a ibadet etmez ve O’nu tanımazdık. O günlerde bile, bunlar misafir olarak ikram ettiğimiz veya parasıyla sattığımızın dışında zorla bizden bir hurma tanesi yiyemezlerdi. Şimdi Allah bizi İslâm’la şereflendirmişken, sizinle ve İslâm’la bizi kuvvetlendirmişken, nasıl olur da onlara mallarımızı veririz? Onlarla böyle bir anlaşma yapmaya hiç ihtiyacımız yoktur. Allah onlarla bizim aramızda hüküm verinceye kadar onlara kılıçtan başka verecek bir şeyimiz yok.” dedi. Rasûlullah (s.a.v.):

- “Evet, dediğin güzel!” buyurdu. O zaman Sa’d (r.a.) anlaşma metnini aldı, içindeki yazıyı sildi ve “Bize karşı ellerinden geleni yapsınlar!” dedi.(7)
Bu hadisede hizmet ehli için önemli prensipler mevcuttur. Görüldüğü gibi Allah Rasûlü (s.a.v.) Efendimiz bile kendi fikrini ashâbı ile istişare edip değerlendirmeye tabi tutmuştur. Bunu, âyetle sabit olmayıp, içtihada açık olan bir konuda yapmıştır. Ashâb-ı Kirâm Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) istedikten sonra değil bütün mallarını, canlarını bile vermeye hazır iken, işin aslını öğrenmek için soru sormaktan çekinmemişler, içtihada müsait konularda, Allah için bildikleri doğruyu söylemeyi dinî bir vazife saymışlardır.

Hizmet, Allah’ın biz kullarına emanetidir. Her Mü’min, Allah yolundaki hizmetlere bir şekilde katılmalıdır. Malı ve canı ile bizzat hizmetin içinde olamayan kimseler, hiç değilse kalbi, niyeti, duası, sevgisi ve rızası ile hizmetlere destek vermelidir.
Ârifler; “Hizmetteki edep hizmetten daha üstündür” demişlerdir. Bütün ilâhî emirler, ibadetler, hayır ve hizmetler bir yönüyle Mü’min’e edep öğretir. Her işi edep güzelleştirir. Bunun için hizmetteki edepleri bilmemiz ve korumamız gerekmektedir.

Rabbim bizleri tembellikten muhafaza buyurarak, kendi katında razı olacağı hizmetleri yine razı olacağı edep ile yapabilmeyi nasip eylesin! Âmin!

Kaynakça:
1. Ahmed Sıddîkî, Şâh-ı Nakşibend, 107.
2. Abdurrahmân-ı Tâhî, İşaretler, 188.
3. Sâfî, Raşâhat, Sadeleştiren: N. Fazıl Kısakürek, 263-264.
4. Kandehlevî, a.g.e., II, 379-380.
5. İmam Rabbânî, Mektûbât, 29. Mektup.
6. Kandehlevî, a.g.e., III, 335.
7. Kandehlevî, a.g.e., II, 281.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Hezimet Değil Hizmet

Muhammed Emin Gül




Allah rızası olmayan hizmetler ahirette bir fayda sağlamaz. Hizmetin özü ve temeli iman ve ihlastır. Hizmetin her türlüsünün yapılması ve korunması da ilâhi bir emirdir. Hizmetin ruhuna uygun tavır ise ‘ben’ değil, ‘biz’ anlayışıdır. Ancak bu şekilde kardeşlik hukuku gelişir ve fitnelerden sakınılmış olur.


Biliyoruz ki, işlerin başından çok sonu önemli. Bir işin başlangıcı güzel, sonu kötü olursa, o işe salih amel denmez. Allahu Tealâ, bazı kulların çok çalışıp didindiğini, fakat sonuçta yorgunluktan başka bir şey elde edemediğini bildiriyor (Gaşiye/3).
İman sahibi olmayanların dünyada yaptıkları bazı güzel işler, imansızlıklarından dolayı, ahirette fayda vermez. Müslümanların da Allah rızası için yapmadıkları işler ahirette fayda vermeyecektir.

Çünkü her iki grup da işlerinde Rabbimiz’in istediği özü ve edebi zayi etmiş, amelin hedefini değiştirmiştir. Amelin özü ve temeli, iman ve ihlâstır. Edebi ise dinin öğrettiği gibi başlayıp bitirmektir. Hedefi Allah’ın rızasıdır.

Allah rızası için yapılan ve kulluk kapsamına giren her şeye ibadet diyebiliriz. İbadet, maddi manevi bütün hayır çeşitlerini içine alır. Namaz kılmak nasıl bir ibadet ise, fakirlerin ihtiyacını görmek, bir yetimi sevindirmek, anne-babayı ziyaret etmek, Allah’ın dinini insanlara duyurmak için gayret göstermek de bir ibadettir. Yolda insanlara eziyet veren bir taşı, bir engeli kaldırmak bile güzel niyetle ibadet olur.



Hizmet Bir İbadettir

Cenab-ı Hakk’ın rızası için yapılan iyiliklere hizmet denir. İyilik sadece insanlara değil, diğer canlı varlıklara da yapılabilir. Nefes alıp veren her canlı hizmette hedeftir. Susuz bir insana su vermek kadar, içi yanmış bir hayvanı sulamak da hizmettir. Bunun için tarihimizde, insanlara hizmet için kurulmuş vakıfların yanında, diğer canlıların ihtiyaçlarını görecek vakıflar da kurulmuştur.
Hizmetin her türlüsü, yapılması ve korunması istenen ilâhi bir emanettir. Bu emanet onu güzel koruyan ve hakkını verenler için bir rahmettir. Çünkü kul, Yüce Rabbi’nin emrettiği işleri yaparken, sırf Rabbi’nin rızası için başkasının ihtiyaçlarını giderirken öyle büyük bir ahlâkı temsil eder ki, Allahu Tealâ onunla meleklerine övünmektedir. Bu durumda, hak yolundaki küçük bir hizmet, büyük bir rahmetin sebebi oluyor demektir.

Hak yolunda hizmet edenler, Yüce Allah’ın himayesi altındadır. Hizmet içinde olanlar, hiç kesilmeyen bir rahmetin ve muhabbetin içinde yüzmektedir. Rahmet Peygamberi A.S.’ın şu müjdeleri hizmet aşıklarını coşturacak cinstendir:

“Kim bir müminin dünya sıkıntılarından birisini giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim mümin kardeşinin ayıbına örterse, Allah da onun dünya ve ahiretteki ayıplarını örter. Bir kul din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da onun yardımında olur.” (Ebu Davud, Tirmizî)

Bir de şu hadisi dinleyelim:

“Bir mümin kardeşimin ihtiyacını görmek için koşuşturmam, bana şu Mescid-i Nebi’de oturup bir ay itikâfa girmekten daha sevimlidir.” (Tebaranî, İbnu Ebi’d-Dünya, Elbani)

İşte bunun için arifler, “hizmet, nafile ibadetten daha hayırlıdır” kanaatine varmışlardır.
Hizmet, yapanlarına manevi bir tat ve zevk verir. Müminin, Allah için yapabileceği son hizmeti de Onun yolunda can vermektir. Bu şehitliktir. Şehitlik, bir anlamda canı verip cenneti satın almaktır. Bu yolda canını ortaya koymaya hazır bir mümin, malını kenarda saklar mı hiç?


Sonuçlar Niyete Göre


Hizmet diyebileceğimiz bütün işler iki şekilde görülür. Bu tür işler, ya tek bir şahıs tarafından yerine getirilir ya da bir grup insan arasında paylaşılır. Her iki durumda da dikkat edilecek noktalar vardır. Yoksa işin görünüşü hizmet, sonucu hezimet olur.
Hizmette ilk tehlike kalp kayması ve hedef sapmasıdır. Bu, niyetin bozulması, hizmetin bir takım dünyevi çıkarlara alet edilmesi ve hedefin kaybedilmesidir. Niyet ibadetin özü, ruhu ve temelidir. Özü kaybedilen, ruhu yitirilen, temeli yıkılan bir şeyden ne hayır beklenir?

Rasulullah A.S. Efendimiz, ümmeti için küfür ve şirkten daha çok riyakârlıktan korkmuştur. Riyakâr, din ile dünya kazanmaya çalışan, kullar görsünler ve övsünler diye hayır peşinde koşan, Yüce Allah’ı unutup insanlardan gelecek menfaate bakan kimsedir.

Bir hadiste belirtildiği gibi, insanın Allah rızası için diğer insan ve canlılara feda edeceği temelde üç şeyi vardır: Malı, canı ve ilmi. Bunları harcarken, tek niyeti insanlar tarafından sevilmek, övülmek, şan ve şöhretle anılmak olan kimselere Allahu Tealâ kıyamet günü; “Sen, insanlar sana cömert desinler diye mal harcadın, büyük alim desinler ve hürmet göstersinler diye ilimle uğraştın, kahraman olarak ansınlar diye savaştın. Benim için ne yaptın?” diyecek ve bu kimselerin yüzüstü cehenneme atılmalarını emredecektir. (Müslim, Nesaî, Ahmed)




Hizmette Nefsaniyet Tehlikelidir



Hizmet için bir diğer tehlike ise onu nefse mal etmek ve başarıyı kendinden bilmektir. Halbuki bütün iyiliklerin ve güzelliklerin kaynağı Allahu Tealâ’dır. Her türlü başarı O’nun ikramıdır. Asıl güç, kuvvet ve kabiliyet insana ait değildir. Bunu bilen bir mümin, kendine emanet edilen imkanlara “benimdir, bendendir” demez, onlarla kibre düşmez. Onları vereni bilir, hayırlara vesile yapıldığı için sevinir, bir taraftan Allah’a hamd eder, öbür yandan da hizmetindeki kusurları için istiğfar eder.

Hizmette en büyük tehlike, başarıdan sonra gelir. Hayırlı işlerde bir başarı elde eden kimse, tevazu ve edebe sarılmalıdır. Nefsini o işin tek ehliyetlisi olarak görmemelidir. Aksine, “nefsim, bu işin daha güzel yapılması yolunda en büyük engeldir” diye düşünmelidir. “Bu hizmeti en iyi ben yaparım, bu iş bensiz olmaz” demek, Allahu Tealâ’ya karşı bir iftira, nimete karşı da bir ihanettir. Çünkü kendisi olmadan hiç bir şeyin olmayacağı tek varlık sadece Allahu Tealâ’dır.
Hizmet edenler, ilk iyiliği kendilerine yaptıklarını bilmelidirler. Herkes kendisinin hizmetle ihya olduğunu, hizmetin bereketiyle ayakta durduğunu, yoksa kendi başına hiç bir işe yaramayacağını kabul etmelidir. Ayrıca, bütün zamanlarda ve mekânlarda devam eden bir hizmeti, tek bir şahsın eline mahkummuş gibi görmek, o hizmeti küçültmek ve öldürmektir.
Hizmette ben değil, biz anlayışı esastır. Hizmetin başarısının şahsa değil, cemaate ait olduğu unutulmamalıdır. Çünkü Allah yolunda hizmete koşan kimseleri yeryüzünde müminler, gökyüzünde melekler dua, istiğfar ve sevgileri ile desteklemektedir. Bunun için hayırlı işlerdeki başarı tek bir şahsın olarak görülmemeli. Birçok insanın hissesi olan bir şeye “benim” demek insafla bağdaşmaz.
Hizmetin en büyük düşmanı fitnedir. Fitne, Allah için bir araya gelmiş dostların arasını bozmak için şeytanın tutuşturduğu bir ateştir. Bu ateşin kaynağı genelde yalandır, çoğu kez de kötü zandır. Acele verilmiş kararlar, delilsiz hükümler, hissi hareketler, sinsi davranışlar, fitne ateşini alevlendirmek için birebirdir.

Hizmetler bir aynadır, herkes onlarda kendisini görür . Güzel tabiatlı insanlar kötü şeylerden bile iyi sonuçlar çıkarmasını bilirler. Fıtratı bozulmuş insanlar ise, hangi işe el atsalar, kendilerine benzetirler. Akıllı insan kendisine değil, ancak Yüce Rabbine güvenir. O, günahlarına tevbe ettiği gibi, hayırlarındaki kusurları için de istiğfara sarılır. Aslında haddini bilmek, kusurlarına ağlamak gibi hizmet yoktur.
 
Üst