yozgati
Well-known member
Açlık ve Kaht
1. Acıktıkları
2. “Savt ve sadalı hayvanatın, -meselâ- acıktıkları zaman kendi hususî lisanlarıyla çıkardıkları sadalar dahi kavlî dualardandır." (Ms: 237)
3. Acından
4. “Acından ölse neme lâzım!..” (S: 708)
5. Aç
6. “Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın." (S: 20)
7. “Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun.” (S: 20)
8. seni aç bırakmaz." (S: 23)
9. “Meselâ: Bir adam, güzel bir bahçede, ahbablarının ortasında, yaz mevsiminde hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoş edip; kendisini kış ortasında, canavarlar içinde aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine zulmediyor." (S: 37)
10. “(Haşiye-2): Evet aç bir arslan, zaîf bir yavrusunu kendi nefsine tercih ederek, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna vermesi; hem korkak tavuk, yavrusunu himaye için ite, arslana saldırması; hem incir ağacı kendi çamur yiyerek yavrusu olan meyvelerine hâlis süt vermesi, bilbedahe nihayetsiz Rahîm, Kerim, Şefîk bir zâtın hesabıyla hareket ettiklerini kör olmayana gösteriyorlar." (S: 64)
11. “Evet, hüsün elbette bir âşık ister; taam ise, aç olana verilir." (S: 176)
12. “Evet Güneş ve Ay’dan, gece ve gündüzden, kış ve yazdan tut, tâ nebatatın, muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde ve hayvanların zaîf, şerif insanların imdadına koşmalarında, hattâ mevadd-ı gıdaiyenin latif, nahif yavruların ve meyvelerin imdadına uçmalarında, tâ zerrat-ı taamiyenin hüceyrat-ı beden imdadına geçmelerinde cari olan bir düstur-u teavünle hareketleri, bütün bütün kör olmayana gösteriyorlar ki; gayet kerim birtek Mürebbi’nin kuvvetiyle, gayet hakîm birtek Müdebbir’in emriyle hareket ediyorlar." (S: 302)
13. “Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine müsahhar edip onu aç bırakıp kendi tok oluyor." (S: 327)
14. “Evet nasılki hüsün elbette bir âşık ister, taam ise aç olana verilir." (S: 505)
15. “Kimsesiz, hâmisiz, aç ve susuz, me’yus ve ümidsiz bir vaziyette olduğumuz dakikada, birden bir zât, o karanlık perdesinden geçip; sonra gelip, bir otomobil hediye getirse ve bizi bindirse, birden cennet-misal bir yerde istikbalimiz temin edilmiş, gayet merhametkâr bir hâmimiz bulunmuş, yiyecek ve içecek ihzar edilmiş bir yerde bizi koysa; ne kadar memnun oluruz, bilirsin." (S: 584)
16. “Nihayetsiz aç, nihayetsiz susuzdur." (S: 584)
17. “Meselâ: Nasılki sehavetli, âlîcenab, müşfik bir zât, güzel bir ziyafeti, gayet fakir ve aç ve muhtaç olanlara vermek için, seyahat eden güzel bir gemisine serer." (S: 623)
18. “O fukaranın minnetdarane tena’umları ve o aç olanların müteşekkirane telezzüzleri ve o muhtaç olanların senakârane memnuniyetleri; ne derece o kerim zâtı mesrur ve müferrah eder, ne kadar onun hoşuna gider, anlarsın." (S: 623)
19. “Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen; merhametini değil, iştihasını açar." (S: 707)
20. “Eskide ekser İslâm filcümle aç değildi." (S: 723)
21. “Hem, masum müslümanların kanlarını sömüren ve servetleri tahaccür etmiş millet kanı olan, parazit, tufeylî ve aç gözlü canavar ve barbar emperyalistleri, müstemlekecileri ve onların içimizdeki, sadece şahsî menfaat zebunu, zalim, hunhar, harîs ve müstebid uşaklarını, hak ile yeksân edip izmihlâl ve inhidam-ı mutlakla mağlub eden ve edecek yegâne çarenin Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın bu asırda bir mu’cize-i manevîsi olan Risale-i Nur eserleri olduğunda, basiretli İslâm mücahidleri ve âlimleri, icraat ve müşahedata müstenid, yakînî bir kanaat-ı kat’iye ile müttefiktirler." (S: 771)
22. “Mütenevvi esmasının nakışlarını göstermek için seni hasta eder, mübtela eder, aç eder, tok eder, susuz eder.." (M: 45)
23. “Üçüncü Misal: Hazret-i Ömer İbn-il Hattab ve Ebu Hüreyre ve Seleme İbn-il Ekva’ ve Ebu Amrat-el Ensarî gibi, müteaddid tarîklerle diyorlar ki: Bir gazvede ordu aç kaldı." (M: 114)
24. “Onbeşinci Misal: Başta Tirmizî ve İmam-ı Beyhakî gibi muhakkikler, Hazret-i Ebu Hüreyre’den nakl-i sahih ile beraber haber veriyorlar ki: Ebu Hüreyre demiş ki: Bir gazvede -başka bir rivayette Gazve-i Tebük’te- ordu aç kaldı." (M: 117)
25. “Onaltıncı Misal: Başta Buharî, kütüb-ü sahiha -nakl-i kat’î ile- beyan ediyorlar ki: Hazret-i Ebu Hüreyre aç olmuş, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın arkasından gidip, menzil-i saadete gitmişler." (M: 118)
26. “Onun için çendan dava-yı nübüvvete delildir ve mu’cizedir; fakat asıl maksad: Ordu aç kalmış; bir çekirdekten bin batman hurmayı halkettiği gibi, Cenab-ı Hak hazine-i gaybdan bir sa’ taamdan, bin adama ziyafet veriyor." (M: 131)
27. “Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış." (M: 404)
28. Aç canavara karşı tahabbüb; merhametini değil, iştihasını açar." (M: 471)
29. Eskiden ekser İslâm aç değildi, tereffühe ihtiyar vardı." (M: 476)
30. “Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım" diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek, ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir." (L: 11)
31. “Hem en zâhir bir delil dahi, horoz veya yavrulu tavuk gibi hayvanatın vazifelerinde gösterdikleri fedakârane ve merdane vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip bulduğu rızka onları çağırır; yemez, onlara yedirir." (L: 124)
32. “Kendini aç bırakıp onları doyurur." (L: 124)
33. “Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm; o gayr-ı meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor." (L: 142)
34. “Hem yüz aç adamın huzurunda, kemal-i lezzet ile fazla yenilmez." (L: 142)
35. “Meselâ, birkaç gün evvel aç ve susuz olmasından, bir-iki gün sonra aç ve susuz olmak ihtimalinden, bugün onlar niyetiyle mütemadiyen ekmek yese ve su içse, ne derece divaneliktir." (Ş: 478)
36. “Biz Türk gençliğinin Risale-i Nur’a ihtiyacımız, kapalı zindanda kalmış bir kimsenin havaya ve zifiri karanlıkta bulunan bir adamın ziyaya ve çöldeki aç ve susuz kalmış bir insanın suya ve gıdaya ve denizde boğulmak üzere bulunan herhangi bir kimsenin cankurtaran gemisine olan ihtiyacından binler derece daha ziyadedir." (Ş: 573)
37. “Ve aç bir arslanı yavrusuna müsahhar eder, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna yedirir." (Ş: 610)
38. “Evet annesiz aç bir çocuğun ağlamasından müteessir ve acıyan bir vicdan sahibi, elbette validelerin çocuklarına olan şefkatlerinden zevk alır, memnun ve mahzuz olur." (Ş: 758)
39. “Yemek ve taam da aç olanlara yapılır." (Ms: 204)
40. “Evet karnı aç olan bir kimse, bütün insanları aç zannettiği gibi, sen de sendeki gurur hastalığının ve riyan sebebiyle eslaf-ı izam hakkında isae-i zanda bulunmuşsun." (BMs: 109)
41. “Renk ve kokularıyla; heva-i nefisleriyle müteharrik ve hevesatları peşinde mütecevvil olan aç ve muhtaç hayvanatı kendi nefislerine davet edip çağırmaktadırlar." (BMs: 296)
42. “Horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip bulduğu rızka onları çağırır; yemez, onlara yedirir." (BMs: 325)
43. “Kendini aç bırakıp onları doyurur." (BMs: 325)
44. “Çünki yemek, aç olana verildiği gibi, hüsün dahi ancak âşıka gösterilir." (BMs: 412)
45. “Onunla ehl-i dalalet, bîçare aç ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor." (K: 140)
46. “Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur’u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip zekatla yardımlarına koşmaktır." (K: 141)
47. “Ve ehl-i ibadet ve salahat dahi, ekser insanların aç kaldığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl farkedilmeyecek bir tarza gelmiş ve şübheli mal hükmünde ve manen müşterek olan erzak-ı umumiyeden helâl olmak için mikdar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum diye, bu mecburî belaya bir riyazet-i şer’iye nazarıyla bakmaktır." (K: 141)
48. “Ben üç defa namazdan sonra, masum fukaraları ve aç kalan hayvanları ve Risale-i Nur’u şefaatçi yapıp dua ettik." (K: 239)
49. “Hattâ en küçücük bir çocuk da -daima aç olduğu vakit validesine yalvarmağa alışmışken- o yağmur duasında küçücük fikrinde büyük ve geniş bu manayı anlar ki: Bu dünyayı bir hane gibi idare eden bir zât; hem beni, hem bu çocukları, hem validelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor." (E: 32)
50. "Çünki uhrevî hasenatın bâki meyvelerini fâni hayatta cüz’î bir zevk için sarfetmek, sırr-ı ihlasa muhalif olmasından kat’iyen haber veriyorum ki: Târik-üd dünya ehl-i riyazetin arzu ve kabul ettikleri ruhanî, cinnî hüddamlar bana her gün hem aç olduğum zamanda ve yaralı olduğum vakitte" (Em: 12)
51. “Bir hafta kadar aç susuz denecek bir halde perişan bir vaziyette inlemiş, sonra biiznillah şifa bulup, tekrar tashihat gibi Risale-i Nur vazifeleriyle iştigale başlamıştı." (T: 461)
52. “Aç kaldığı zamanlarda dahi, hayatı boyunca olan istiğna kaidesini bozmamış ve "İktisad ve kanaat iki büyük hazinedir, bunların bereketi bana kâfidir" diyerek halklardan istiğna etmiş ve etmektedir." (T: 698)
53. “Evet nihayetsiz semerat-ı rahmete aç olan ruh ve letaif-i beşer, o nihayetsiz semerat-ı rahmete fakr ve ihtiyacını hissettikçe, lezzet-i saadeti tezayüd eder." (Ni: 145)
54. “O aç, bîçare zîhayat âlemini rahmet ışığıyla yaldızladı." (H: 11)
55. “Eskide ekser İslâm aç değildi, tereffühe ihtiyar var idi." (STİ: 107)
56. Açlara
57. “Bu haşmetli ağacın bâtını ise, hadsiz ve hesaba gelmez muntazam makineleri ve mizanlı fabrikaları kemal-i dikkat ve intizamla işlettiren öyle bir kazan ve tezgâhtır ki, bir dirhemden bin batman taamları pişirir, açlara yetiştirir." (Ş: 217)
58. “Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur’u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip zekatla yardımlarına koşmaktır." (K: 141)
59. Açlığa
60. “Şimdi ise, ekseri açlığa düştü kaldı." (S: 723)
61. “Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa mübtela olur." (M: 403)
62. “Ramazan-ı Şerifteki oruç onbeş saat, sahursuz ise yirmidört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır." (M: 403)
63. Açlığı
64. “Şimdiden düşünüp usanmak ve fütur getirmek; aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp bağırıp çağırmak gibi bir divaneliktir." (S: 270)
65. “Biz nefsimize acıdık, muvakkat ve lezzetli bir açlığı çekmedik." (M: 273)
66. “Şâfi ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor." (L: 9)
67. “$ kelimesinin tenkiri ise, açlığı gidermek için yediğiniz gördüğünüz rızık olmadığına işarettir." (İ: 152)
68. “Ehl-i iman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi; bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimiyet yapmağa çalışmaktır." (K: 141)
69. “Barla’da Risale-i Nur’un muvakkat ta’tili sebebiyle yağmursuzluk başladığı gibi ve Risale-i Nur’un müdahalesiyle yağmurun Barla etrafındaki daireye mahsus olarak gelmesi ve Isparta’nın Risale-i Nur’a karşı iştiyaklarıyla, -Hüsrev’in dediği gibi- yağmur fevkalâde bir surette imdada gelmesi gibi, pek çok emarelerle ve burada Risale-i Nur münasebetiyle vücuda gelen yüzer hâdiselerin delaletiyle deriz ki: Bu Anadolu’ya ayn-ı rahmet olan Risale-i Nur’a karşı, bu acib zamanda böyle umumî ve geniş bir taarruzla ve bazı yerlerde ta’tile mecbur olması, bu kaht u galayı ve bu acib ihtikârı ve bereketsizlik ve açlığı netice verdiğine bize kanaat verdi." (K: 207)
70. Açlığın
71. “Nasılki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın enva’ı miktarınca, taamın lezzeti ve derecatı ve çeşitleri anlaşılır." (S: 128)
72. “Nasılki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacatın enva’ı mikdarınca lezzet-i taamın enva’-ı derecatı anlaşılıyor." (Ni: 81)
73. Açlığından
74. “Birisi: "Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne.” (İ: 45)
75. Açlığını
76. “Evet Âlem-i İslâm’ın, bu asrın en büyük hasareti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumî’den kurtulmasının sebebi: Kur’andan gelen iman ve a’mal-i sâliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri; ve zenginlere gelen hasaret ve zayiatın sebebi de, zekat yerinde ihtikâr etmeleridir." (K: 205)
77. Açlık
78. “Yemeğin nisbî lezzeti, açlık eleminin tesiri iledir." (S: 619)
79. “Hem Hazret-i Fatıma için dua etmiş: $ Yani: "Açlık elemini ona verme.” (M: 146)
80. “Hazret-i Fatıma der ki: "O duadan sonra açlık elemini görmedim.” (M: 146)
81. “Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümm-ü Eymen demiş: "Hiçbir vakit Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm açlık ve susuzluktan şikayet etmedi, ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde.” (M: 178)
82. “Müslümanlara gelen bu açlık, bu zayiat-ı mâliye ve meşakkat-ı bedeniye nedendir?” (M: 273)
83. “Hem her senede yalnız bir ayda yetmiş hikmetli bir açlık bizden istedi." (M: 273)
84. “Çünki sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor." (M: 399)
85. “Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez." (M: 400)
86. “Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz." (M: 400)
87. “Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor." (M: 401)
88. “Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır." (M: 403)
89. “Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış." (M: 404)
90. Kudret-i Fâtıra ihtiyaç ile, hususan açlık ihtiyacıyla; başta insan bütün hayvanatı gemlendirip, nizama sokmuş." (M: 477)
91. “Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki; açlık acısına ve ölmek elemine tereccuh eder, ziyade gelir." (L: 124)
92. “Evet bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve iktisad vasıtasıyla aldığı lezzet, bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlık ile yediği en a’lâ baklavadan aldığı lezzetten daha ziyade lezzetlidir." (L: 143)
93. “Evet zaman iki sene sonra bu keramet-i iktisadiyeyi, İkinci Harb-i Umumiyede her taraftaki açlık ve tahribat ve israfatla ve nev-i beşer ve herkes iktisada mecbur olmasıyla isbat etti." (L: 147)
94. “Açlık olmazsa, yemek lezzet vermez." (L: 209)
95. “Evet nasılki açlık derecesiyle yemeğin lezzet dereceleri ve karanlığın mertebeleriyle ışık mertebeleri ve soğuğun mikyasıyla hararetin mizan dereceleri bilinir; öyle de hayatımdaki hadsiz acz ve fakr ile beraber hadsiz ihtiyaçlarımı izale ve hadsiz düşmanlarımı def’etmek noktasında Hâlıkımın hadsiz kudret ve rahmetini bildim; sual ve dua ve iltica ve tezellül ve ubudiyet vazifesini anladım ve aldım." (Ş: 72)
96. “İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi; insandaki kusur, kemalât-ı Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır." (Ms: 222)
97. “Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki; açlık acısına ve ölmek elemine tereccuh eder, ziyade gelir." (BMs: 325)
98. “Evet nasılki Cenab-ı Hakk’ın nimetlerinin lezzetini anlamak ve bilmek için sende açlık ve susuzluk tevdi’ edildiği gibi; öyle de sen kusur, fakr, acz ve ihtiyaç unsurlarından terkib edilmiş bir şeysin." (BMs: 455)
99. “Evet nefsin cürsûmesinde şedid bir açlık, azîm bir ihtiyaç, acib bir zevk vardır." (BMs: 476)
100. “Manevî ve maddî cû’ ve açlık, o ism-i azamın vesile-i vusulü olduğuna işareten mecazî olarak Cû’ ism-i azamdır, yani bir ism-i azama bir vesiledir, denilebilir." (B: 347)
101. “Endişeli Sual: Bu âhirzaman fitnesinde, açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak." (K: 140)
102. “Ehl-i iman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi; bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimiyet yapmağa çalışmaktır." (K: 141)
103. “Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur’u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip zekatla yardımlarına koşmaktır." (K: 141)
104. “İkinci Nokta: Bu dehşetli ihtikârdan çıkan kaht u galâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetle yaralandırıyor." (K: 193)
105. “Madem hakikat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risale-i Nur şakirdleri bu zamanda tam liyakat göstermişler; elbette şimdiki açlık ve kahta mukabil Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle, maişet peşine koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır." (K: 201)
106. “Demek ki, Risale-i Nur şakirdleri bu açlık" (K: 201)
107. “Evet Âlem-i İslâm’ın, bu asrın en büyük hasareti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumî’den kurtulmasının sebebi: Kur’andan gelen iman ve a’mal-i sâliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri; ve zenginlere gelen hasaret ve zayiatın sebebi de, zekat yerinde ihtikâr etmeleridir." (K: 205)
108. “Hem Ramazan Risalesi’nin âhirinde nefs-i emmareyi her nevi azabdan ziyade, açlık ile temerrüdünü terkettiği gibi; şimdiki ehl-i nifakın mütemerridane sefahetinin cezası olarak umuma ve masumlara da gelen bu açlık ve derd-i maişet belasından ehl-i dalalet istifade edip, Risale-i Nur’un fakir şakirdlerinin aleyhine istimal etmek ihtimali var." (K: 235)
109. “Cenab-ı Fâtır-ı Hakîm, nasılki açlık ve susuzluğu midene vermiş, tâ ihsanatını ve lezaiz-i nimetini tanıyasın." (Ni: 33)
110. “Hem ihbar ediyorlar ki: Dalalet ve batalet ve belahet şu’muyla (uğursuzluğuyla) sol yolda gidenler, müddet-i seferlerinde, açlık ve korkudan azîm bir ızdırab çekiyorlar." (Ni: 36)
111. “Öteki kaza-i vatar ettiğinden, veledinde ilme karşı açlık hissini uyandırmıyor." (STİ: 22)
112. Açlıkla
113. “Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler." (M: 400)
114. “Fakat açlıkla o damarı kırılır." (M: 404)
115. “Eğer pür-şerr beşer, sû’-i ihtiyarıyla müdahale edip karışmazsa, her halde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel, o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor." (L: 63)
116. “Sen açlıkla onun Rezzak ismini tanıdığın gibi, Şâfi ismini de hastalığınla bil." (L: 207)
117. “Mahallî hükûmet olan Isparta Valisi ve zabıtası ise, herkesten ziyade bizi ve Isparta’lı bîçare, masum mevkufları himaye etmek ve bir an evvel kurtulmasına sa’yetmeleri vazife-i vicdaniyeleri iken, bilakis çok manasız ve asılsız bahaneler ile Isparta mevkuflarının, hususan muhtaç ve fakirlerin tayinlerini verdirmeyip, açlıkla sefalete düşmeleri için onları ezdirmeye çalışıyorlar." (T: 239)
118. Açlıklar
119. “Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu." (K: 111)
120. Açlıklarını
121. “Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler." (M: 400)
122. Açlıklarıyla
123. “Hayvanat âlemini gördüğüm vakit, hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklarıyla beraber za’f ve aczleri, o âlemi bana çok karanlıklı ve hazîn gösterdi." (M: 409)
124. “Hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklarıyla beraber za’f ve aczleri, o zîhayat âlemini bana çok acıklı ve elîm gösterdi." (H: 10)
125. Açlıktan
126. “Birinci kelime: "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.” (S: 409)
127. “Birisi: "Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?” (M: 273)
128. “Birinci Kelime: "Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!” (M: 472)
129. “Açlıktan ölmek yoktur." (M: 476)
130. “Herbir zîhayatın rızkı, taahhüd-ü Rabbanîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek, olmamak lâzım gelir." (L: 62)
131. “zâhiren açlıktan ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor." (L: 63)
132. “Öyle ise: Açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat’iyen rızıksızlıktan değildir." (L: 63)
133. “Öyle ise: Açlıktan ölmek olmaz, denilebilir." (L: 63)
134. “Benim oğlum açlıktan ölüyor." (L: 141)
135. “Demek yirmi-otuz günden evvel ve bedende müddehar olan fıtrî rızkı bitmeden zâhiren açlıktan vefat edenler rızıksızlıktan değil, belki sû’-i itiyaddan ve terk-i âdetten neş’et eden bir hastalıktan vefat ederler." (Ş: 173)
136. “Fakat, dalalet zulümatı içinde yürüyenler esna-yı seferde korkudan, açlıktan her şeye ve herkese tezellül ettikten sonra, mahall-i hükûmete vâsıl olduğunda onda dokuzu ya idam veya ebedî hapse mahkûm olacaklardır." (Ms: 223)
137. “Amma dalalet ve batalet ve belahetin şûmuyla sol yoldan gidenler ise, bütün yolculukları boyunca korku ve açlıktan gelen pek büyük bir ızdırab ve titreyiş içinde gidecekler." (BMs: 457)
138. “Fakat heyhat, bizler arpa anbarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz." (B: 64)
139. “Bir nokta-i nazarda denilebilir: Açlıktan ölmek yoktur." (STİ: 7)
140. “Birinci Kelime: Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne?" (STİ: 100)
141. Açtır
142. “Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar yoktur." (M: 476)
143. “Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar yoktur." (STİ: 107)
144. açlık ihtiyacıyla
145. Kudret-i Fâtıra ihtiyaç ile, hususan açlık ihtiyacıyla; başta insan bütün hayvanatı gemlendirip, nizama sokmuş." (M: 477)
146. açlıktan ölen
147. “Fakat heyhat, bizler arpa anbarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz." (B: 64)
148. Açlıktan ölenler
149. “Öyle ise: Açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat’iyen rızıksızlıktan değildir." (L: 63)
150. açlıktan ölmek
151. “Açlıktan ölmek yoktur." (M: 476)
152. “Herbir zîhayatın rızkı, taahhüd-ü Rabbanîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek, olmamak lâzım gelir." (L: 62)
153. “Öyle ise: Açlıktan ölmek olmaz, denilebilir." (L: 63)
154. “Bir nokta-i nazarda denilebilir: Açlıktan ölmek yoktur." (STİ: 7)
155. açlıktan ölse
156. “Birinci kelime: "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.” (S: 409)
157. “Birisi: "Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?” (M: 273)
158. “Birinci Kelime: "Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!” (M: 472)
159. “Birinci Kelime: Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne?" (STİ: 100)
160. açlıktan ölüyor
161. “Benim oğlum açlıktan ölüyor." (L: 141)
1. Kaht
2. “Dünyanın zelzelesi, taunu, tufanı, kaht u galası, fena ve zevali, ona gayet müz’iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tazib eder." (S: 633)
3. “Hem sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan tâ taun ve tufan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri, o Rahîm-i Hakîm’in elindedirler." (S: 636)
4. “Üçüncüsü: Mudariye denilen Arabın büyük bir kabilesi, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tekzib ettikleri için, onlara kaht ile beddua etti." (M: 147)
5. “Yağmur kesildi, kaht u galâ başgösterdi." (M: 147)
6. “Hattâ münacatın en latifi ve en ciddîsi ve en ulvî nazımlı ve Mısır’ın kaht u galasının sebeb-i ref’i olan İmam-ı Şafiî’nin meşhur bir münacatını çok defa okuyordum; gördüm ki: Nazımlı, kafiyeli olduğu için münacatın ulvî ciddiyetini ihlâl eder." (M: 183)
7. “İkinci Nokta: Bu dehşetli ihtikârdan çıkan kaht u galâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetle yaralandırıyor." (K: 193)
8. “Barla’da Risale-i Nur’un muvakkat ta’tili sebebiyle yağmursuzluk başladığı gibi ve Risale-i Nur’un müdahalesiyle yağmurun Barla etrafındaki daireye mahsus olarak gelmesi ve Isparta’nın Risale-i Nur’a karşı iştiyaklarıyla, -Hüsrev’in dediği gibi- yağmur fevkalâde bir surette imdada gelmesi gibi, pek çok emarelerle ve burada Risale-i Nur münasebetiyle vücuda gelen yüzer hâdiselerin delaletiyle deriz ki: Bu Anadolu’ya ayn-ı rahmet olan Risale-i Nur’a karşı, bu acib zamanda böyle umumî ve geniş bir taarruzla ve bazı yerlerde ta’tile mecbur olması, bu kaht u galayı ve bu acib ihtikârı ve bereketsizlik ve açlığı netice verdiğine bize kanaat verdi." (K: 207)
9. “Bu şiddetli maddî ve manevî kıştaki galâ ve varlık içinde kaht ve derd-i maişet fukaralara ağır basması cihetinde, ekseri fakir-ül hal olan Risale-i Nur şakirdlerinin bu dehşetli hale karşı sarsılmaları ve tesanüdleri bozulması ihtimaliyle ziyade endişe ediyordum." (K: 223)
10. “Bu kaht zamanında yağmursuzluk, fakir fukaraya çok ağır gelmişti." (K: 239)
11. Kahta
12. “Madem hakikat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risale-i Nur şakirdleri bu zamanda tam liyakat göstermişler; elbette şimdiki açlık ve kahta mukabil Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle, maişet peşine koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır." (K: 201)
13. Kahtın
14. “Evet Âlem-i İslâm’ın, bu asrın en büyük hasareti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumî’den kurtulmasının sebebi: Kur’andan gelen iman ve a’mal-i sâliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri; ve zenginlere gelen hasaret ve zayiatın sebebi de, zekat yerinde ihtikâr etmeleridir." (K: 205)
15. Kahtlığa
16. “Şimdiki kahtlığa o tevakkuf sebebiyet veriyor." (K: 207)
17. Kahtlık
18. “Dua etti; yağmur geldi, kahtlık kalktı." (M: 147)
19. “Üçüncüsü: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın murdiası yani süt annesi olan Halime-i Sa’diye’nin keçilerinin kıssa-i meşhuresidir ki; o kabilede bir derece kahtlık vardı." (M: 150)
20. kaht u galâ
21. “Yağmur kesildi, kaht u galâ başgösterdi." (M: 147)
22. “İkinci Nokta: Bu dehşetli ihtikârdan çıkan kaht u galâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetle yaralandırıyor." (K: 193)
23. kaht u galası
24. “Dünyanın zelzelesi, taunu, tufanı, kaht u galası, fena ve zevali, ona gayet müz’iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tazib eder." (S: 633)
25. kaht u galasının
26. “Hattâ münacatın en latifi ve en ciddîsi ve en ulvî nazımlı ve Mısır’ın kaht u galasının sebeb-i ref’i olan İmam-ı Şafiî’nin meşhur bir münacatını çok defa okuyordum; gördüm ki: Nazımlı, kafiyeli olduğu için münacatın ulvî ciddiyetini ihlâl eder." (M: 183)
27. kaht u galayı
28. “Barla’da Risale-i Nur’un muvakkat ta’tili sebebiyle yağmursuzluk başladığı gibi ve Risale-i Nur’un müdahalesiyle yağmurun Barla etrafındaki daireye mahsus olarak gelmesi ve Isparta’nın Risale-i Nur’a karşı iştiyaklarıyla, -Hüsrev’in dediği gibi- yağmur fevkalâde bir surette imdada gelmesi gibi, pek çok emarelerle ve burada Risale-i Nur münasebetiyle vücuda gelen yüzer hâdiselerin delaletiyle deriz ki: Bu Anadolu’ya ayn-ı rahmet olan Risale-i Nur’a karşı, bu acib zamanda böyle umumî ve geniş bir taarruzla ve bazı yerlerde ta’tile mecbur olması, bu kaht u galayı ve bu acib ihtikârı ve bereketsizlik ve açlığı netice verdiğine bize kanaat verdi." (K: 207)
Sayfalar Envar Neşriyata Göredir!
Selam ve Duayla
Yozgati
1. Acıktıkları
2. “Savt ve sadalı hayvanatın, -meselâ- acıktıkları zaman kendi hususî lisanlarıyla çıkardıkları sadalar dahi kavlî dualardandır." (Ms: 237)
3. Acından
4. “Acından ölse neme lâzım!..” (S: 708)
5. Aç
6. “Tâ, bu uzun yolda yayan ve aç kalmayasın." (S: 20)
7. “Yoksa iki aylık bir çölde aç, yayan, yalnız gitmeye mecbur olursun.” (S: 20)
8. seni aç bırakmaz." (S: 23)
9. “Meselâ: Bir adam, güzel bir bahçede, ahbablarının ortasında, yaz mevsiminde hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoş edip; kendisini kış ortasında, canavarlar içinde aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine zulmediyor." (S: 37)
10. “(Haşiye-2): Evet aç bir arslan, zaîf bir yavrusunu kendi nefsine tercih ederek, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna vermesi; hem korkak tavuk, yavrusunu himaye için ite, arslana saldırması; hem incir ağacı kendi çamur yiyerek yavrusu olan meyvelerine hâlis süt vermesi, bilbedahe nihayetsiz Rahîm, Kerim, Şefîk bir zâtın hesabıyla hareket ettiklerini kör olmayana gösteriyorlar." (S: 64)
11. “Evet, hüsün elbette bir âşık ister; taam ise, aç olana verilir." (S: 176)
12. “Evet Güneş ve Ay’dan, gece ve gündüzden, kış ve yazdan tut, tâ nebatatın, muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde ve hayvanların zaîf, şerif insanların imdadına koşmalarında, hattâ mevadd-ı gıdaiyenin latif, nahif yavruların ve meyvelerin imdadına uçmalarında, tâ zerrat-ı taamiyenin hüceyrat-ı beden imdadına geçmelerinde cari olan bir düstur-u teavünle hareketleri, bütün bütün kör olmayana gösteriyorlar ki; gayet kerim birtek Mürebbi’nin kuvvetiyle, gayet hakîm birtek Müdebbir’in emriyle hareket ediyorlar." (S: 302)
13. “Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine müsahhar edip onu aç bırakıp kendi tok oluyor." (S: 327)
14. “Evet nasılki hüsün elbette bir âşık ister, taam ise aç olana verilir." (S: 505)
15. “Kimsesiz, hâmisiz, aç ve susuz, me’yus ve ümidsiz bir vaziyette olduğumuz dakikada, birden bir zât, o karanlık perdesinden geçip; sonra gelip, bir otomobil hediye getirse ve bizi bindirse, birden cennet-misal bir yerde istikbalimiz temin edilmiş, gayet merhametkâr bir hâmimiz bulunmuş, yiyecek ve içecek ihzar edilmiş bir yerde bizi koysa; ne kadar memnun oluruz, bilirsin." (S: 584)
16. “Nihayetsiz aç, nihayetsiz susuzdur." (S: 584)
17. “Meselâ: Nasılki sehavetli, âlîcenab, müşfik bir zât, güzel bir ziyafeti, gayet fakir ve aç ve muhtaç olanlara vermek için, seyahat eden güzel bir gemisine serer." (S: 623)
18. “O fukaranın minnetdarane tena’umları ve o aç olanların müteşekkirane telezzüzleri ve o muhtaç olanların senakârane memnuniyetleri; ne derece o kerim zâtı mesrur ve müferrah eder, ne kadar onun hoşuna gider, anlarsın." (S: 623)
19. “Aç olan canavara karşı tahabbüb etsen; merhametini değil, iştihasını açar." (S: 707)
20. “Eskide ekser İslâm filcümle aç değildi." (S: 723)
21. “Hem, masum müslümanların kanlarını sömüren ve servetleri tahaccür etmiş millet kanı olan, parazit, tufeylî ve aç gözlü canavar ve barbar emperyalistleri, müstemlekecileri ve onların içimizdeki, sadece şahsî menfaat zebunu, zalim, hunhar, harîs ve müstebid uşaklarını, hak ile yeksân edip izmihlâl ve inhidam-ı mutlakla mağlub eden ve edecek yegâne çarenin Kur’an-ı Mu’ciz-ül Beyan’ın bu asırda bir mu’cize-i manevîsi olan Risale-i Nur eserleri olduğunda, basiretli İslâm mücahidleri ve âlimleri, icraat ve müşahedata müstenid, yakînî bir kanaat-ı kat’iye ile müttefiktirler." (S: 771)
22. “Mütenevvi esmasının nakışlarını göstermek için seni hasta eder, mübtela eder, aç eder, tok eder, susuz eder.." (M: 45)
23. “Üçüncü Misal: Hazret-i Ömer İbn-il Hattab ve Ebu Hüreyre ve Seleme İbn-il Ekva’ ve Ebu Amrat-el Ensarî gibi, müteaddid tarîklerle diyorlar ki: Bir gazvede ordu aç kaldı." (M: 114)
24. “Onbeşinci Misal: Başta Tirmizî ve İmam-ı Beyhakî gibi muhakkikler, Hazret-i Ebu Hüreyre’den nakl-i sahih ile beraber haber veriyorlar ki: Ebu Hüreyre demiş ki: Bir gazvede -başka bir rivayette Gazve-i Tebük’te- ordu aç kaldı." (M: 117)
25. “Onaltıncı Misal: Başta Buharî, kütüb-ü sahiha -nakl-i kat’î ile- beyan ediyorlar ki: Hazret-i Ebu Hüreyre aç olmuş, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın arkasından gidip, menzil-i saadete gitmişler." (M: 118)
26. “Onun için çendan dava-yı nübüvvete delildir ve mu’cizedir; fakat asıl maksad: Ordu aç kalmış; bir çekirdekten bin batman hurmayı halkettiği gibi, Cenab-ı Hak hazine-i gaybdan bir sa’ taamdan, bin adama ziyafet veriyor." (M: 131)
27. “Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış." (M: 404)
28. Aç canavara karşı tahabbüb; merhametini değil, iştihasını açar." (M: 471)
29. Eskiden ekser İslâm aç değildi, tereffühe ihtiyar vardı." (M: 476)
30. “Yarın, öbür gün aç olacağım, susuz olacağım" diye bugün mütemadiyen su içmek, ekmek yemek, ne kadar ahmakçasına bir divaneliktir." (L: 11)
31. “Hem en zâhir bir delil dahi, horoz veya yavrulu tavuk gibi hayvanatın vazifelerinde gösterdikleri fedakârane ve merdane vaziyetleridir ki, horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip bulduğu rızka onları çağırır; yemez, onlara yedirir." (L: 124)
32. “Kendini aç bırakıp onları doyurur." (L: 124)
33. “Hem bu fakr u zaruret zamanında, aç ve muhtaç olanların elemlerinden ehl-i vicdana rikkat-i cinsiye vasıtasıyla gelen teellüm; o gayr-ı meşru bir surette kazandığı para ile aldığı lezzeti, vicdanı varsa acılaştırıyor." (L: 142)
34. “Hem yüz aç adamın huzurunda, kemal-i lezzet ile fazla yenilmez." (L: 142)
35. “Meselâ, birkaç gün evvel aç ve susuz olmasından, bir-iki gün sonra aç ve susuz olmak ihtimalinden, bugün onlar niyetiyle mütemadiyen ekmek yese ve su içse, ne derece divaneliktir." (Ş: 478)
36. “Biz Türk gençliğinin Risale-i Nur’a ihtiyacımız, kapalı zindanda kalmış bir kimsenin havaya ve zifiri karanlıkta bulunan bir adamın ziyaya ve çöldeki aç ve susuz kalmış bir insanın suya ve gıdaya ve denizde boğulmak üzere bulunan herhangi bir kimsenin cankurtaran gemisine olan ihtiyacından binler derece daha ziyadedir." (Ş: 573)
37. “Ve aç bir arslanı yavrusuna müsahhar eder, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna yedirir." (Ş: 610)
38. “Evet annesiz aç bir çocuğun ağlamasından müteessir ve acıyan bir vicdan sahibi, elbette validelerin çocuklarına olan şefkatlerinden zevk alır, memnun ve mahzuz olur." (Ş: 758)
39. “Yemek ve taam da aç olanlara yapılır." (Ms: 204)
40. “Evet karnı aç olan bir kimse, bütün insanları aç zannettiği gibi, sen de sendeki gurur hastalığının ve riyan sebebiyle eslaf-ı izam hakkında isae-i zanda bulunmuşsun." (BMs: 109)
41. “Renk ve kokularıyla; heva-i nefisleriyle müteharrik ve hevesatları peşinde mütecevvil olan aç ve muhtaç hayvanatı kendi nefislerine davet edip çağırmaktadırlar." (BMs: 296)
42. “Horoz aç olduğu halde tavukları nefsine tercih edip bulduğu rızka onları çağırır; yemez, onlara yedirir." (BMs: 325)
43. “Kendini aç bırakıp onları doyurur." (BMs: 325)
44. “Çünki yemek, aç olana verildiği gibi, hüsün dahi ancak âşıka gösterilir." (BMs: 412)
45. “Onunla ehl-i dalalet, bîçare aç ehl-i imanı derd-i maişet içinde boğdurup, hissiyat-ı diniyeyi ya unutturup, ya ikinci, üçüncü derecede bırakmağa çalışacak diye, rivayetlerden anlaşılıyor." (K: 140)
46. “Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur’u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip zekatla yardımlarına koşmaktır." (K: 141)
47. “Ve ehl-i ibadet ve salahat dahi, ekser insanların aç kaldığı bu zamanda ve çok karışmış ve haram ve helâl farkedilmeyecek bir tarza gelmiş ve şübheli mal hükmünde ve manen müşterek olan erzak-ı umumiyeden helâl olmak için mikdar-ı zaruret derecesine kanaat ediyorum diye, bu mecburî belaya bir riyazet-i şer’iye nazarıyla bakmaktır." (K: 141)
48. “Ben üç defa namazdan sonra, masum fukaraları ve aç kalan hayvanları ve Risale-i Nur’u şefaatçi yapıp dua ettik." (K: 239)
49. “Hattâ en küçücük bir çocuk da -daima aç olduğu vakit validesine yalvarmağa alışmışken- o yağmur duasında küçücük fikrinde büyük ve geniş bu manayı anlar ki: Bu dünyayı bir hane gibi idare eden bir zât; hem beni, hem bu çocukları, hem validelerimizi besliyor, rızıklarını veriyor." (E: 32)
50. "Çünki uhrevî hasenatın bâki meyvelerini fâni hayatta cüz’î bir zevk için sarfetmek, sırr-ı ihlasa muhalif olmasından kat’iyen haber veriyorum ki: Târik-üd dünya ehl-i riyazetin arzu ve kabul ettikleri ruhanî, cinnî hüddamlar bana her gün hem aç olduğum zamanda ve yaralı olduğum vakitte" (Em: 12)
51. “Bir hafta kadar aç susuz denecek bir halde perişan bir vaziyette inlemiş, sonra biiznillah şifa bulup, tekrar tashihat gibi Risale-i Nur vazifeleriyle iştigale başlamıştı." (T: 461)
52. “Aç kaldığı zamanlarda dahi, hayatı boyunca olan istiğna kaidesini bozmamış ve "İktisad ve kanaat iki büyük hazinedir, bunların bereketi bana kâfidir" diyerek halklardan istiğna etmiş ve etmektedir." (T: 698)
53. “Evet nihayetsiz semerat-ı rahmete aç olan ruh ve letaif-i beşer, o nihayetsiz semerat-ı rahmete fakr ve ihtiyacını hissettikçe, lezzet-i saadeti tezayüd eder." (Ni: 145)
54. “O aç, bîçare zîhayat âlemini rahmet ışığıyla yaldızladı." (H: 11)
55. “Eskide ekser İslâm aç değildi, tereffühe ihtiyar var idi." (STİ: 107)
56. Açlara
57. “Bu haşmetli ağacın bâtını ise, hadsiz ve hesaba gelmez muntazam makineleri ve mizanlı fabrikaları kemal-i dikkat ve intizamla işlettiren öyle bir kazan ve tezgâhtır ki, bir dirhemden bin batman taamları pişirir, açlara yetiştirir." (Ş: 217)
58. “Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur’u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip zekatla yardımlarına koşmaktır." (K: 141)
59. Açlığa
60. “Şimdi ise, ekseri açlığa düştü kaldı." (S: 723)
61. “Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa mübtela olur." (M: 403)
62. “Ramazan-ı Şerifteki oruç onbeş saat, sahursuz ise yirmidört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır." (M: 403)
63. Açlığı
64. “Şimdiden düşünüp usanmak ve fütur getirmek; aynen o günlerde açlığı ve susuzluğu ile bugün düşünüp bağırıp çağırmak gibi bir divaneliktir." (S: 270)
65. “Biz nefsimize acıdık, muvakkat ve lezzetli bir açlığı çekmedik." (M: 273)
66. “Şâfi ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktiza ediyor." (L: 9)
67. “$ kelimesinin tenkiri ise, açlığı gidermek için yediğiniz gördüğünüz rızık olmadığına işarettir." (İ: 152)
68. “Ehl-i iman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi; bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimiyet yapmağa çalışmaktır." (K: 141)
69. “Barla’da Risale-i Nur’un muvakkat ta’tili sebebiyle yağmursuzluk başladığı gibi ve Risale-i Nur’un müdahalesiyle yağmurun Barla etrafındaki daireye mahsus olarak gelmesi ve Isparta’nın Risale-i Nur’a karşı iştiyaklarıyla, -Hüsrev’in dediği gibi- yağmur fevkalâde bir surette imdada gelmesi gibi, pek çok emarelerle ve burada Risale-i Nur münasebetiyle vücuda gelen yüzer hâdiselerin delaletiyle deriz ki: Bu Anadolu’ya ayn-ı rahmet olan Risale-i Nur’a karşı, bu acib zamanda böyle umumî ve geniş bir taarruzla ve bazı yerlerde ta’tile mecbur olması, bu kaht u galayı ve bu acib ihtikârı ve bereketsizlik ve açlığı netice verdiğine bize kanaat verdi." (K: 207)
70. Açlığın
71. “Nasılki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacın enva’ı miktarınca, taamın lezzeti ve derecatı ve çeşitleri anlaşılır." (S: 128)
72. “Nasılki açlığın dereceleri nisbetinde ve ihtiyacatın enva’ı mikdarınca lezzet-i taamın enva’-ı derecatı anlaşılıyor." (Ni: 81)
73. Açlığından
74. “Birisi: "Ben tok olayım da, başkası açlığından ölürse ölsün bana ne.” (İ: 45)
75. Açlığını
76. “Evet Âlem-i İslâm’ın, bu asrın en büyük hasareti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumî’den kurtulmasının sebebi: Kur’andan gelen iman ve a’mal-i sâliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri; ve zenginlere gelen hasaret ve zayiatın sebebi de, zekat yerinde ihtikâr etmeleridir." (K: 205)
77. Açlık
78. “Yemeğin nisbî lezzeti, açlık eleminin tesiri iledir." (S: 619)
79. “Hem Hazret-i Fatıma için dua etmiş: $ Yani: "Açlık elemini ona verme.” (M: 146)
80. “Hazret-i Fatıma der ki: "O duadan sonra açlık elemini görmedim.” (M: 146)
81. “Hem Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın küçüklüğünde ona bakan ve hizmet eden Ümm-ü Eymen demiş: "Hiçbir vakit Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm açlık ve susuzluktan şikayet etmedi, ne küçüklüğünde ve ne de büyüklüğünde.” (M: 178)
82. “Müslümanlara gelen bu açlık, bu zayiat-ı mâliye ve meşakkat-ı bedeniye nedendir?” (M: 273)
83. “Hem her senede yalnız bir ayda yetmiş hikmetli bir açlık bizden istedi." (M: 273)
84. “Çünki sair vakitlerde mecburiyet tahtında olmayan insanların çoğu, hakikî açlık hissetmedikleri zaman, çok nimetlerin kıymetini derk edemiyor." (M: 399)
85. “Eğer oruç olmazsa, nefisperest çok zenginler bulunabilir ki, açlık ve fakirlik ne kadar elîm ve onlar şefkate ne kadar muhtaç olduğunu idrak edemez." (M: 400)
86. “Eğer nefsine açlık çektirmek mecburiyeti olmazsa, şefkat vasıtasıyla muavenete mükellef olduğu ihsanı ve yardımı yapamaz; yapsa da tam olamaz." (M: 400)
87. “Açlık vasıtasıyla midesini düşünüyor." (M: 401)
88. “Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır." (M: 403)
89. “Sonra açlık ile azab vermiş, yani aç bırakmış." (M: 404)
90. Kudret-i Fâtıra ihtiyaç ile, hususan açlık ihtiyacıyla; başta insan bütün hayvanatı gemlendirip, nizama sokmuş." (M: 477)
91. “Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki; açlık acısına ve ölmek elemine tereccuh eder, ziyade gelir." (L: 124)
92. “Evet bir fakirin, kuru bir parça siyah ekmekten açlık ve iktisad vasıtasıyla aldığı lezzet, bir padişahın ve bir zenginin israftan gelen usanç ve iştahsızlık ile yediği en a’lâ baklavadan aldığı lezzetten daha ziyade lezzetlidir." (L: 143)
93. “Evet zaman iki sene sonra bu keramet-i iktisadiyeyi, İkinci Harb-i Umumiyede her taraftaki açlık ve tahribat ve israfatla ve nev-i beşer ve herkes iktisada mecbur olmasıyla isbat etti." (L: 147)
94. “Açlık olmazsa, yemek lezzet vermez." (L: 209)
95. “Evet nasılki açlık derecesiyle yemeğin lezzet dereceleri ve karanlığın mertebeleriyle ışık mertebeleri ve soğuğun mikyasıyla hararetin mizan dereceleri bilinir; öyle de hayatımdaki hadsiz acz ve fakr ile beraber hadsiz ihtiyaçlarımı izale ve hadsiz düşmanlarımı def’etmek noktasında Hâlıkımın hadsiz kudret ve rahmetini bildim; sual ve dua ve iltica ve tezellül ve ubudiyet vazifesini anladım ve aldım." (Ş: 72)
96. “İnsana tevdi edilen açlık ile nimetlerin lezzetleri tebarüz ettiği gibi; insandaki kusur, kemalât-ı Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır." (Ms: 222)
97. “Demek o hizmette öyle bir lezzet alır ki; açlık acısına ve ölmek elemine tereccuh eder, ziyade gelir." (BMs: 325)
98. “Evet nasılki Cenab-ı Hakk’ın nimetlerinin lezzetini anlamak ve bilmek için sende açlık ve susuzluk tevdi’ edildiği gibi; öyle de sen kusur, fakr, acz ve ihtiyaç unsurlarından terkib edilmiş bir şeysin." (BMs: 455)
99. “Evet nefsin cürsûmesinde şedid bir açlık, azîm bir ihtiyaç, acib bir zevk vardır." (BMs: 476)
100. “Manevî ve maddî cû’ ve açlık, o ism-i azamın vesile-i vusulü olduğuna işareten mecazî olarak Cû’ ism-i azamdır, yani bir ism-i azama bir vesiledir, denilebilir." (B: 347)
101. “Endişeli Sual: Bu âhirzaman fitnesinde, açlık ehemmiyetli bir rol oynayacak." (K: 140)
102. “Ehl-i iman, ehl-i hakikat, hususan Risale-i Nur talebelerinin vazifesi; bu musibetli açlığı, Ramazan riyazet-i diniyesinin tarzındaki açlık gibi vesile-i iltica ve nedamet ve teslimiyet yapmağa çalışmaktır." (K: 141)
103. “Ve aç fakirlere acımayan bir kısım zengin ve bazı ehl-i maaş dahi Risale-i Nur’u dinleyip, bu mecburî açlık hissiyle açlara merhamete gelip zekatla yardımlarına koşmaktır." (K: 141)
104. “İkinci Nokta: Bu dehşetli ihtikârdan çıkan kaht u galâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetle yaralandırıyor." (K: 193)
105. “Madem hakikat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risale-i Nur şakirdleri bu zamanda tam liyakat göstermişler; elbette şimdiki açlık ve kahta mukabil Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle, maişet peşine koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır." (K: 201)
106. “Demek ki, Risale-i Nur şakirdleri bu açlık" (K: 201)
107. “Evet Âlem-i İslâm’ın, bu asrın en büyük hasareti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumî’den kurtulmasının sebebi: Kur’andan gelen iman ve a’mal-i sâliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri; ve zenginlere gelen hasaret ve zayiatın sebebi de, zekat yerinde ihtikâr etmeleridir." (K: 205)
108. “Hem Ramazan Risalesi’nin âhirinde nefs-i emmareyi her nevi azabdan ziyade, açlık ile temerrüdünü terkettiği gibi; şimdiki ehl-i nifakın mütemerridane sefahetinin cezası olarak umuma ve masumlara da gelen bu açlık ve derd-i maişet belasından ehl-i dalalet istifade edip, Risale-i Nur’un fakir şakirdlerinin aleyhine istimal etmek ihtimali var." (K: 235)
109. “Cenab-ı Fâtır-ı Hakîm, nasılki açlık ve susuzluğu midene vermiş, tâ ihsanatını ve lezaiz-i nimetini tanıyasın." (Ni: 33)
110. “Hem ihbar ediyorlar ki: Dalalet ve batalet ve belahet şu’muyla (uğursuzluğuyla) sol yolda gidenler, müddet-i seferlerinde, açlık ve korkudan azîm bir ızdırab çekiyorlar." (Ni: 36)
111. “Öteki kaza-i vatar ettiğinden, veledinde ilme karşı açlık hissini uyandırmıyor." (STİ: 22)
112. Açlıkla
113. “Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler." (M: 400)
114. “Fakat açlıkla o damarı kırılır." (M: 404)
115. “Eğer pür-şerr beşer, sû’-i ihtiyarıyla müdahale edip karışmazsa, her halde rızk-ı fıtrî bitmeden evvel, o zîhayatın imdadına o isim yetişiyor, açlıkla ölüme yol vermiyor." (L: 63)
116. “Sen açlıkla onun Rezzak ismini tanıdığın gibi, Şâfi ismini de hastalığınla bil." (L: 207)
117. “Mahallî hükûmet olan Isparta Valisi ve zabıtası ise, herkesten ziyade bizi ve Isparta’lı bîçare, masum mevkufları himaye etmek ve bir an evvel kurtulmasına sa’yetmeleri vazife-i vicdaniyeleri iken, bilakis çok manasız ve asılsız bahaneler ile Isparta mevkuflarının, hususan muhtaç ve fakirlerin tayinlerini verdirmeyip, açlıkla sefalete düşmeleri için onları ezdirmeye çalışıyorlar." (T: 239)
118. Açlıklar
119. “Şiddet-i şefkat ve rikkatten, bu kışın şiddetli soğuğuyla beraber manevî ve şiddetli bir soğuk ve musibet-i beşeriyeden bîçarelere gelen felâketler, helâketler, sefaletler, açlıklar şiddetle rikkatime dokundu." (K: 111)
120. Açlıklarını
121. “Halbuki zenginler, fukaranın acınacak acı hallerini ve açlıklarını, oruçtaki açlıkla tam hissedebilirler." (M: 400)
122. Açlıklarıyla
123. “Hayvanat âlemini gördüğüm vakit, hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklarıyla beraber za’f ve aczleri, o âlemi bana çok karanlıklı ve hazîn gösterdi." (M: 409)
124. “Hadsiz ihtiyacat ve şiddetli açlıklarıyla beraber za’f ve aczleri, o zîhayat âlemini bana çok acıklı ve elîm gösterdi." (H: 10)
125. Açlıktan
126. “Birinci kelime: "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.” (S: 409)
127. “Birisi: "Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?” (M: 273)
128. “Birinci Kelime: "Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!” (M: 472)
129. “Açlıktan ölmek yoktur." (M: 476)
130. “Herbir zîhayatın rızkı, taahhüd-ü Rabbanîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek, olmamak lâzım gelir." (L: 62)
131. “zâhiren açlıktan ve rızıksızlıktan ölenler çok görünüyor." (L: 63)
132. “Öyle ise: Açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat’iyen rızıksızlıktan değildir." (L: 63)
133. “Öyle ise: Açlıktan ölmek olmaz, denilebilir." (L: 63)
134. “Benim oğlum açlıktan ölüyor." (L: 141)
135. “Demek yirmi-otuz günden evvel ve bedende müddehar olan fıtrî rızkı bitmeden zâhiren açlıktan vefat edenler rızıksızlıktan değil, belki sû’-i itiyaddan ve terk-i âdetten neş’et eden bir hastalıktan vefat ederler." (Ş: 173)
136. “Fakat, dalalet zulümatı içinde yürüyenler esna-yı seferde korkudan, açlıktan her şeye ve herkese tezellül ettikten sonra, mahall-i hükûmete vâsıl olduğunda onda dokuzu ya idam veya ebedî hapse mahkûm olacaklardır." (Ms: 223)
137. “Amma dalalet ve batalet ve belahetin şûmuyla sol yoldan gidenler ise, bütün yolculukları boyunca korku ve açlıktan gelen pek büyük bir ızdırab ve titreyiş içinde gidecekler." (BMs: 457)
138. “Fakat heyhat, bizler arpa anbarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz." (B: 64)
139. “Bir nokta-i nazarda denilebilir: Açlıktan ölmek yoktur." (STİ: 7)
140. “Birinci Kelime: Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne?" (STİ: 100)
141. Açtır
142. “Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar yoktur." (M: 476)
143. “Şimdi açtır, telezzüze ihtiyar yoktur." (STİ: 107)
144. açlık ihtiyacıyla
145. Kudret-i Fâtıra ihtiyaç ile, hususan açlık ihtiyacıyla; başta insan bütün hayvanatı gemlendirip, nizama sokmuş." (M: 477)
146. açlıktan ölen
147. “Fakat heyhat, bizler arpa anbarı içinde açlıktan ölen tavuklara benzeriz." (B: 64)
148. Açlıktan ölenler
149. “Öyle ise: Açlıktan ölenler, eğer kırk günden evvel ölseler, kat’iyen rızıksızlıktan değildir." (L: 63)
150. açlıktan ölmek
151. “Açlıktan ölmek yoktur." (M: 476)
152. “Herbir zîhayatın rızkı, taahhüd-ü Rabbanîsi altında olduğundan, açlıktan ölmek, olmamak lâzım gelir." (L: 62)
153. “Öyle ise: Açlıktan ölmek olmaz, denilebilir." (L: 63)
154. “Bir nokta-i nazarda denilebilir: Açlıktan ölmek yoktur." (STİ: 7)
155. açlıktan ölse
156. “Birinci kelime: "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne.” (S: 409)
157. “Birisi: "Ben tok olduktan sonra, başkası açlıktan ölse bana ne?” (M: 273)
158. “Birinci Kelime: "Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne!” (M: 472)
159. “Birinci Kelime: Ben tok olsam, başkası açlıktan ölse bana ne?" (STİ: 100)
160. açlıktan ölüyor
161. “Benim oğlum açlıktan ölüyor." (L: 141)
1. Kaht
2. “Dünyanın zelzelesi, taunu, tufanı, kaht u galası, fena ve zevali, ona gayet müz’iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tazib eder." (S: 633)
3. “Hem sana düşmanlık vaziyetini alan mikroptan tâ taun ve tufan ve kaht ve zelzeleye kadar bütün eşyanın dizginleri, o Rahîm-i Hakîm’in elindedirler." (S: 636)
4. “Üçüncüsü: Mudariye denilen Arabın büyük bir kabilesi, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm’ı tekzib ettikleri için, onlara kaht ile beddua etti." (M: 147)
5. “Yağmur kesildi, kaht u galâ başgösterdi." (M: 147)
6. “Hattâ münacatın en latifi ve en ciddîsi ve en ulvî nazımlı ve Mısır’ın kaht u galasının sebeb-i ref’i olan İmam-ı Şafiî’nin meşhur bir münacatını çok defa okuyordum; gördüm ki: Nazımlı, kafiyeli olduğu için münacatın ulvî ciddiyetini ihlâl eder." (M: 183)
7. “İkinci Nokta: Bu dehşetli ihtikârdan çıkan kaht u galâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetle yaralandırıyor." (K: 193)
8. “Barla’da Risale-i Nur’un muvakkat ta’tili sebebiyle yağmursuzluk başladığı gibi ve Risale-i Nur’un müdahalesiyle yağmurun Barla etrafındaki daireye mahsus olarak gelmesi ve Isparta’nın Risale-i Nur’a karşı iştiyaklarıyla, -Hüsrev’in dediği gibi- yağmur fevkalâde bir surette imdada gelmesi gibi, pek çok emarelerle ve burada Risale-i Nur münasebetiyle vücuda gelen yüzer hâdiselerin delaletiyle deriz ki: Bu Anadolu’ya ayn-ı rahmet olan Risale-i Nur’a karşı, bu acib zamanda böyle umumî ve geniş bir taarruzla ve bazı yerlerde ta’tile mecbur olması, bu kaht u galayı ve bu acib ihtikârı ve bereketsizlik ve açlığı netice verdiğine bize kanaat verdi." (K: 207)
9. “Bu şiddetli maddî ve manevî kıştaki galâ ve varlık içinde kaht ve derd-i maişet fukaralara ağır basması cihetinde, ekseri fakir-ül hal olan Risale-i Nur şakirdlerinin bu dehşetli hale karşı sarsılmaları ve tesanüdleri bozulması ihtimaliyle ziyade endişe ediyordum." (K: 223)
10. “Bu kaht zamanında yağmursuzluk, fakir fukaraya çok ağır gelmişti." (K: 239)
11. Kahta
12. “Madem hakikat budur ve madem hâlis talebe-i ulûm ünvanına Risale-i Nur şakirdleri bu zamanda tam liyakat göstermişler; elbette şimdiki açlık ve kahta mukabil Risale-i Nur hizmetini bırakmak ve zaruret-i maişet özrüyle, maişet peşine koşmak yerine en iyi çare, şükür ve kanaat ve Risale-i Nur talebeliğine tam sarılmaktır." (K: 201)
13. Kahtın
14. “Evet Âlem-i İslâm’ın, bu asrın en büyük hasareti olan bu dehşetli İkinci Harb-i Umumî’den kurtulmasının sebebi: Kur’andan gelen iman ve a’mal-i sâliha olduğu gibi; fakirlere gelen acı açlık ve kahtın sebebi dahi, orucun tatlı açlığını çekmedikleri; ve zenginlere gelen hasaret ve zayiatın sebebi de, zekat yerinde ihtikâr etmeleridir." (K: 205)
15. Kahtlığa
16. “Şimdiki kahtlığa o tevakkuf sebebiyet veriyor." (K: 207)
17. Kahtlık
18. “Dua etti; yağmur geldi, kahtlık kalktı." (M: 147)
19. “Üçüncüsü: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın murdiası yani süt annesi olan Halime-i Sa’diye’nin keçilerinin kıssa-i meşhuresidir ki; o kabilede bir derece kahtlık vardı." (M: 150)
20. kaht u galâ
21. “Yağmur kesildi, kaht u galâ başgösterdi." (M: 147)
22. “İkinci Nokta: Bu dehşetli ihtikârdan çıkan kaht u galâ ve açlık ve zaruret, yaşamak damarını şiddetle yaralandırıyor." (K: 193)
23. kaht u galası
24. “Dünyanın zelzelesi, taunu, tufanı, kaht u galası, fena ve zevali, ona gayet müz’iç ve karanlıklı birer musibet suretinde onu tazib eder." (S: 633)
25. kaht u galasının
26. “Hattâ münacatın en latifi ve en ciddîsi ve en ulvî nazımlı ve Mısır’ın kaht u galasının sebeb-i ref’i olan İmam-ı Şafiî’nin meşhur bir münacatını çok defa okuyordum; gördüm ki: Nazımlı, kafiyeli olduğu için münacatın ulvî ciddiyetini ihlâl eder." (M: 183)
27. kaht u galayı
28. “Barla’da Risale-i Nur’un muvakkat ta’tili sebebiyle yağmursuzluk başladığı gibi ve Risale-i Nur’un müdahalesiyle yağmurun Barla etrafındaki daireye mahsus olarak gelmesi ve Isparta’nın Risale-i Nur’a karşı iştiyaklarıyla, -Hüsrev’in dediği gibi- yağmur fevkalâde bir surette imdada gelmesi gibi, pek çok emarelerle ve burada Risale-i Nur münasebetiyle vücuda gelen yüzer hâdiselerin delaletiyle deriz ki: Bu Anadolu’ya ayn-ı rahmet olan Risale-i Nur’a karşı, bu acib zamanda böyle umumî ve geniş bir taarruzla ve bazı yerlerde ta’tile mecbur olması, bu kaht u galayı ve bu acib ihtikârı ve bereketsizlik ve açlığı netice verdiğine bize kanaat verdi." (K: 207)
Sayfalar Envar Neşriyata Göredir!
Selam ve Duayla
Yozgati