Sadeleştirme Analizi - Sekizinci Söz

Huseyni

Müdavim
Bismillahirrahmanirrahim.

Yeni bir tahlile daha başlıyoruz.

Sekizinci Sözü, sadeleştirilmişinden, metinleri karşı karşıya getirmeden okuduğumda, anlamı fazla bozan değişiklik yok gibi görmüşsem de, daha ilk cümlenin metinlerini karşı karşıya getirdiğimde hiçte zannettiğim gibi olmadığını gördüm. Bu şekilde kıyas yaparak, çoğu yerde mananın ya zayıflatıldığını, ya katledildiğini rahatlıkla görebiliyoruz. O yüzden orjinali ile karşı karşıya getirmeden okuyup, gayet güzel olduğunu söyleyenlere, bir de bu şekilde okumalarını tavsiye ederiz. Bakalım aynı şeyi söyleyebilecekler mi ? Biz daha önceki çalışmalarımızda bir kaç numune gösterdik. Merak edenler o çalışmalara bakabilirler ve bir süre daha bu faaliyetimiz devam edecek inşaallah. Muvaffakiyet Allah'tan..
 

Huseyni

Müdavim
Birinci Cümle:

Orjinal metin:

ŞU DÜNYA ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini; ve eğer din-i hak olmazsa dünya bir zindan olması; ve dinsiz insan en bedbaht mahlûk olduğunu; ve şu âlemin tılsımını açan, ruh-u beşerîyi zulümâttan kurtaran Yâ Allah ve Lâ ilâhe illâllah olduğunu [SUP][SUP]3[/SUP] [/SUP] anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle:


Orjinal olmayan metin:

Şu dünyanın, insan ruhunun ve insanda dinin mahiyet ve kıymetini; eğer hak din olmazsa dünyanın bir zindan, dinsiz insanın da en talihsiz varlık olacağını gösteren ve şu âlemin tılsımını çözen, insanın ruhunu karanlıklardan kurtaran sözlerin ﻳﺎ الله ve لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُolduğunu 4 anlamak istersen şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle:



"ŞU DÜNYA ve dünya içindeki ruh-u insanî ve insanda dinin mahiyet ve kıymetlerini"

"Şu dünyanın,
insan ruhunun ve insanda dinin mahiyet ve kıymetini"


Öncelikle şu on kelimeden oluşan kısımda anlaşılmayan tek bir kelime dahi yoktur. Her ne kadar "ruh-u insanî" yabancı gibi gelse de, Risale-i Nur'u okuyan bir kişinin ilk öğreneceği şeylerden biri bu kuraldır. Yani terkibleri tersinden yazma kuralı. Risale-i Nur'da buna binlerce misal gösterilebilir.

1. Tahrifçiler en sık gördüğümüz kasıtlı tahrifi burada da yapmışlar. Daha ilk kelimede "dünya" ya "nın" eki koymuşlar. Mana ister aynı olsun, ister farklı, bu tamamen lüzumsuz, keyfi ve müellifine hürmetsizliği gösteren bir tutumdur.

2. "Ve dünya içindeki" kısmı tamamen kaldırılıp, manaya doğrudan etki edilmiştir. Orjinal metinde dünya içindeki ruh-u insanî belirtisi varken, tahrif edilmiş metinde dünya ve insan müstakil olarak ele alınmıştır. Orjinal metinde dünya-insan-din iç içe daireler şeklinde ifade edilmiş, tahrif edilmiş metinde bu mana ve bu tefekküre vesile olacak hal ortadan klaldırılmıştır.

3. "Ruh-u insanî" nin "insan ruhu" şeklinde çevrilme si tamamen lüzumsuzdur. Az önce de belirttiğimiz gibi Risale-i Nur'da bu türden terkipler binlercedir ve okuyucunun ilk öğreneceği kurallardan biridir tersinden okunan ifadeler. Bu, çok kolay elde edilebilecek bir ilme takoz koymaktır. İnsanların istifadesine mani olmaktır. Demek "kolay anlaşılsın" mantığı bir safsatadan ibarettir. Güya anlatımda kolay yolu seçenler, çok kolay öğrenilebilecek şeylere dahi mani olmaktadır. Bu kolaylık değil, insanları cehalete sürüklemektir.

4. Orjinal metinde "kıymetlerini" ifadesi, tahrif edilmiş metinde "kıymetini" olarak çevrilmiştir. Çoğul yerine tekil olarak ifade edilmiştir. Bunun manayı kolaylaştırmaya en ufak bir etkisi yoktur. Cümle içinde aynı manaya gelip gelmemesi dahi tahrifçilere mazeret olamaz. Çünkü maksadı aşan bir durumdur. Yani biz genel olarak sadeleştirme haricinde maksadlar görmekteyiz. Bu tür değişiklikler sadeleştirme harici maksatlara açıkça delil olmaktadır.



"ve eğer din-i hak olmazsa dünya bir zindan olması"

"
eğer hak din olmazsa dünyanın bir zindan"

1. "Ve" bağlacı kaldırılarak, bu kısım, bir önceki kısımdan bağımsız bir hale getirilmiştir. Tahrifçilerin bu "ve" bağlaçlarını hemen her yerde kaldırdıklarını görmekteyiz. Bu müellife bir hürmetsizlik olmakla birlikte, iş bilmemezliktir. İşlerini bildiklerini iddia ediyorlarsa, o halde bu tahrifatın altında başka gayelerin yattığını itiraf etmeye mecburdurlar.


2. "Din-i hak" "hak din" şeklinde yanlış çevrilmiş. 1. si çevrilmesine lüzum yoktur, çünkü bahsettiğimiz gibi bu tür ifadeler Risalelerde binlercedir. Okuyucunun kolayca anlayacağı malumdur. 2. si ise "din-i hak" "hak din" değil, "hak dini" demektir. Manayı etkilemeyebilir ancak bu işi yapanların ne kadar dikkatsiz davrandıklarını gösteren delillerden biridir.

3. Burada da yine "dünya" "dünyanın" şeklinde çevrilmiş. Manayı etkileyip etkilememesinden ziyade, kolay anlaşılsın diye yaptıkları işe bir katkısı var mı yok mu o tartışılmalıdır. Tahrifatçılar hiç bir sadeleştirmenin orjinalinin yerini tutmayacağı hakkında yapılan çağrılara kulak vermeyerek, bu işe girişmekle, güya bu işte ehil olduklarını ima etmişlerdir. Ancak ne gariptir ki yaptıkları her değişiklik, onların ne derece nâehil olduklarını ve bu konuda çağrı yapanların ne derece haklı olduklarını ortaya koyan cinstendir. Bu konuda söz dinlemeyenlerin akıbeti, eseri ile maskara olmaktır. Bununla kalsa şükretsinler.

4. Bu kısmın sonundaki "olması" tamamen kaldırılmış. Güya devamındaki terkibde göreceğimiz "olmak" fiiline binaen, buradaki bu fiili kaldırmışlar. Devamındaki ile anlam bütünlüğü sağlamaya çalışmışlar. Bir kere orjinalinde bu fiillerin birisi dünya, diğeri insan için kullanılmıştır. Bu da tahrifatı yapanların beceriksizliklerine başka bir misal..



"ve dinsiz insan en bedbaht mahlûk olduğunu"

"
dinsiz insanın da en talihsiz varlık olacağını gösteren"


Bu terkibde anlaşılmayan tek bir kelime dahi yoktur. Buna rağmen değişiklikler yapılmıştır.

1. Baştaki "ve" bağlacı burada da kaldırılmış ve önceki kısımla aradaki bağlantı koparılmış.

2. "İnsan" yerine tamamen lüzumsuz ve hiçbir mazereti olmayan "insanın da" koymak ya tarif bile edilemeyecek derece de cehaleti, ya da bozmaktan zevk almaktaki keyfiyeti gösterir.

3. "Bedbaht" ın her ne kadar lugatlarda "talihsiz" şeklinde bir karşılığı varsa da, kelimenin içindeki "baht" kısmını dikkate aldığımızda, gerçek manası "bahtsız" olsa gerektir.

4. Orjinalindeki "olduğunu" "olacağını" şeklinde değiştirilmiştir. Bu ve benzeri değişiklikler, tahrifçilerin orjinal metni mümkün mertebe muhafaza etme noktasında, zerre kadar dikkat ve titizlik göstermediklerinin delilidir. Aksine anlaşılsın ya da anlaşılmasın, her kelimesini, hatta her noktasını tahrif edebilmek için azami gayret sarfetmişlerdir.

5. Bu kadarıyla da yetinmeyip, hiç bu kısımla ilgi ve alakası olmayan ve metnin anlaşılmasına faydası da bulunmayan "gösteren" fiili ilave edilmiştir. Tahrifçilerin işlerinde ne kadar ciddiyetsiz olduklarına bir başka misal.


"ve şu âlemin tılsımınıaçan, ruh-u beşerîyi zulümâttan kurtaran"

"
ve şu âlemin tılsımınıçözen, insanın ruhunu karanlıklardan kurtaran sözlerin"


1. Orjinalindeki "açan" ın karşılığı tahrif edilmiş metinde "çözen" olarak verilmiş. Cümle içinde aynı manaya gelse dahi; "açan" değiştirilmesi lüzumlu ve anlaşılmayacak bir fiil değil. Daha doğrusu "açan" ı anlamayacak birisi ister orjinalinden olsun, isterse sadeleştirilmiş metinden olsun, bu dilden tek bir kelime dahi bilmiyor demektir. Bu durumda buradaki değişikliğin, okuma-yazma bilen kişileri kapsadığı dahi söylenemez. Çünkü okuma-yazma bilen herkes bu fiili bilir.

2. Bu kısmın sonundaki "sözlerin" ilavesi o kadar gereksiz bir ilavedir ki, tahrifatın şiddetini göstermekten başka hiçbir lüzumu yoktur. Bir orjinalinden, bir de tahrif edilmiş metinden okunursa, ne kadar lüzumsuz olduğu görülecek. Hem bu ilave "Yâ Allah ve Lâ ilâhe illâllah" kelimelerini sadece sözle sınırlandırmaktır. Oysa bu kelimeler, cümlede verdiği neticeleri sadece söyleyerek değil, yaşayarak kazandırdığı bütün ehl-i ilimce malumdur. Tahrifçilere göre, sanki sadece dille söylemekle bitecek birşeymiş ki, bu ilaveye gerek duyulmuştur.


"Yâ Allah ve Lâ ilâhe illâllah olduğunu anlamak istersen, şu temsîlî hikâyeciğe bak, dinle"

"
ﻳﺎ الله ve لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ olduğunu anlamak istersen şu temsilî hikâyeciğe bak, dinle"

Burada sadece, orjinalinde latince geçen "Yâ Allah ve Lâ ilâhe illâllah" kelimeleri arapçası ile değiştirilmiş. Benzerine daha önce de şahit olmuştuk. Her kelimesini güya kolay anlaşılmasını sağlayacağız düşüncesiyle en basit kelimelere çevirenler, acaba burda neden tersine bir iş yaptılar anlamak zor..
 
Son düzenleme:

Huseyni

Müdavim
Orjinal metin:

Eski zamanda, iki kardeş uzun bir seyahate beraber gidiyorlar. Git gide ta yol ikileşti. O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler.

Orjinal olmayan metin:

Bir zamanlar iki kardeş beraber uzun bir seyahate çıkarlar. Gide gide önlerinde yol ikileşir, o yol ayrımında ciddi bir adam görürler.



İkinci cümle:

"Eski zamanda, iki kardeş uzun bir seyahate beraber gidiyorlar."

"Bir zamanlar
iki kardeş beraber uzun bir seyahate çıkarlar.
"


Orjinal cümlede anlaşılmayan tek kelime dahi yoktur. Bundan dolayı bu cümlede yapılmış her değişiklik, tahrifçilerin, sadeleştirmeden farklı gayeler peşinde olduğunun açık delilidir.

1. "Eski zamanda" terkibi, "bir zamanlar" olarak çevrilmiş. Bunun sadeleştirme olmadığı herkesin malumudur ve açıkça görülmektedir. Çünkü sadeleştirmeden maksadları, güya kolay anlaşılmasını sağlamaktı. Ancak zaten kolay anlaşılan bir yeri değiştirdiklerine göre, farklı gayelere hizmet ettikleri aşikardır.

2. "Uzun bir seyahate beraber gidiyorlar" "Beraber uzun bir seyahate çıkarlar" şeklinde çevrilmiş. 1. si bu kelimelerin yerlerinin değişmesi, sadeleştirme mantığıyla alakalı bir durum değildir. 2. si "gidiyorlar" fiili yerine "çıkarlar" fiili konmuş. Bunda dahi 2 hata var. 1. si "gitmek" fiilini bilmeyen kişinin sadeleştirilmiş eserden herhangi bir kelimeyi anlayacağı düşünülemez. 2. si değişiklik fiil olarak cümlede aynı manaya geliyor ise de, zaman olarak yanlış çevrilmiştir. Orjinal metinde şimdiki zamanla ifade edilen fiil, tahrif edilmiş metinde geniş zamanla ifade edilmiştir.


Üçüncü cümle:

"Git gide ta yol ikileşti"

"Gide gide
önlerinde yol ikileşir"


Bu kısacık cümlede anlaşılmayan tek kelime olmamakla birlikte, neredeyse kelime sayısı kadar hata var.

1. "Git gide" "gide gide" şeklinde çevrilmiş. "Git gide" yi anlamayan insanların sadeleştirmeye değil, önce okuma-yazma öğrenmeye ihtiyaçları vardır. Bu değişiklik hem okuyucuya hakaret niteliğindedir, hem de sadeleştirme değil, açık bir tahriftir.

2. "Ta yol ikileşti" "önlerinde yol ikileşir" şeklinde çevrilmiş. Bu da sadeleştirme değil, açık bir tahriftir. Orjinalinde olmayan "önlerinde" nin konmasının hiç bir hikmeti, hiç bir faydası yoktur.

3. "Yol ikileşti" "yol ikileşir" şeklinde değiştirilmiş. Bu da sadeleştrime değil, tahriftir. Orjinalinde "di" li geçmiş zamanla ifade edilen fiil, çakma metinde geniş zamanla ifade edilmiştir. Kusura bakmasınlar, bu kadar anormal değişikliklerden sonra bu esere ancak çakma denir.

4. Orjinalinde bu kısım müstakil bir cümle iken, tahrif edilmiş eserde devamındaki cümle ile birleştirilmiştir. Güya "Yayıncı Notu" nda uzun cümleleri anlaşılsın diye böldüklerini söyleyenler, burada o sözleriyle çelişkili bir hale düşmüşler ve kısa cümleyi uzatma yoluna gitmişlerdir.


Dördüncü cümle:

"O iki yol başında ciddî bir adamı gördüler"

"
o yol ayrımında ciddi bir adam görürler"


Bu cümlede de anlaşılmayan tek bir kelime dahi yoktur. Buna rağmen cümleyle oynanması hem hatadır, hem de sadeleştirme değil, tahriftir.

1. "O iki yol başında" terkibi, "o yol ayrımında" olarak çevrilmiş. Orjinalindeki "iki" çıkarılmış, "yolun başı" da, "yol ayrımı" yapılmış. Tahrife +1 misal.

2. "Ciddî bir adamı" "ciddi bir adam" şeklinde çevirmişler. Tahrife +1 misal daha.

3. "Gördüler" fiilini, yine her zamanki gibi geniş zamanla ifade eden "görürler" şeklinde çevirmişler. Tahrife +1 misal daha. Bu küstahça değişikliklerin sadeleştirme ile ilgisi yoktur. Tahrifçiler bu işi resmen şova dönüştürmüşler, en kolay anlaşılan yerleri dahi keyfi olarak bozmuşlardır.
 
Son düzenleme:

Huseyni

Müdavim
Orjinal metin:

Ondan sordular: “Hangi yol iyidir?” O dahi onlara dedi ki: “Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır. Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır. Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır. Şimdi intihaptaki ihtiyar sizdedir.”


Orjinal olmayan metin:

Ona, “Hangi yol iyidir?” diye sorarlar. Adam da, “Sağ yolda kanuna ve düzene uyma mecburiyeti var. Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet bulunur. Sol yolda ise görünüşte bir serbestlik ve hürriyet, fakat o serbestlik içinde bir tehlike ve her türlü sıkıntı var. Şimdi seçme hakkı sizde.” diye cevap verir.




Beşinci cümle:


Ondan sordular: “Hangi yol iyidir?” O dahi onlara dedi ki: “Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır.

Ona, “Hangi yol iyidir?” diye sorarlar. Adam da, “Sağ yolda kanuna ve düzene uyma mecburiyeti var.

Cümlede "nizam ve tebaiyet" dışında anlaşılmayan başka kelime yok. Bunlar dahi cümle içinde anlaşılabilir durumda. Buna rağmen yapılan değişikliklere bakalım:

1. "Ondan" "ona" şeklinde değiştirilmiş.

2. "Sordular" "sorarlar" şeklinde değiştirilmiş. Fiilde zaman hatası.

3. Orjinalinde olmayan bir "diye" ilave edilmiş.

4. Bu kısacık cümlede o kadar değişiklikle yetinilmeyip bir de ters çevirilmiş.

Bu değişikliklerin hiç biri anlaşılmayan bir metni anlaşılır yapma gayretiyle ilgili değildir. Bütün değişiklikler istisnasız, tahrifin delilidir. Çünkü en az Türkçe bilen biri bile orjinal metinde ne demek istenildiğini anlar.


"O dahi onlara dedi ki:"

Adam da,..............diye cevap verir."


1. Cümleye giriş babındaki ilk kısım tamamen lüzumsuz yere cümlenin başı ile sonuna dağıtılmıştır. "O dahi onlara dedi ki:" gibi çok kolay anlaşılan bir ifade, "O dahi" nin yerine "adam da" kısmı cümlenin başına konmak suretiyle, "onlara dedi ki:" nin yerine "diye cevap verir" kısmı da cümlenin sonuna konulmak suretiyle değiştirilmiş. Bu metnin anlaşılmasına hizmet eden bir değişiklik değildir. Dolayısıyla doğrudan tahriftir.

2. Orjinal metindeki "O dahi", çakma metinde "adam da" şeklinde değiştirilmiş. Doğrudan tahrif zincirine +1 daha..

3. "Onlara dedi ki:" "diye cevap verir" şeklinde değiştirilmiş. Doğrudan tahrife +1 misal daha..


“Sağ yolda kanun ve nizama tebaiyet mecburiyeti vardır."

“Sağ yolda kanuna ve düzene uyma mecburiyeti var."



1. "Kanun" "kanuna" şeklinde çevrilmiş. Doğrudan tahrife +1 misal.

2. "Nizam" çok kullanılmasa da çok bilinen kelimelerden biridir.

3. "Tebaiyet" in "uyma" şeklinde bir manası varsa da, kelimenin kendinden de anlaşılabilecek asıl manası, "tabi olma" dır.

4. Orjinalinde "vardır" ile biten cümle, tahrif edilmiş metinde "var" şeklinde değiştirilmiştir. Doğrudan tahrife +1 misal daha..


Altıncı cümle:

"Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet vardır."

"Fakat o külfet içinde bir emniyet ve saadet bulunur."

Bu cümlede yapılan tek değişiklikte tahrifattaki keyfiyetin başka bir misali. "Vardır" ı "bulunur" şeklinde çevirmek, tahrifin gayet açık bir delilidir. Hem gerideki ve devamındaki toplam 3 cümlede "vardır" "var" şeklinde değiştirilmiştir. Ne yaptıklarının farkında bile olmayan tahrifçilerin buna benzer saçma sapan işleri oldukça fazladır.


Yedinci cümle:

"Sol yolda ise serbestiyet ve hürriyet vardır."

"Sol yolda ise görünüşte bir serbestlik ve hürriyet,...var"

Cümlede anlaşılmayan tek bir kelime dahi yoktur. Buna rağmen cümle katledilmiştir.

1. Orjinalinde olmayan bir "görünüşte" ilavesi konulmuş. Bu da doğrudan tahrife +1 misal.

2. "Serbestiyet" herkesin gayet kolay anlayabileceği bir kelimedir. Eğer öyle değil ise, aynı ek bulunan "hürriyet" neden değiştirilmedi ? Ona da "hürlük" denilebilirdi. Yani "hürriyet" nasıl anlaşılır ise, "serbestiyet" de aynı şekilde anlaşılır bir kelimedir. Bu kelimenin değiştirilmesi de doğrudan tahrife +1 misaldir.

3. Hem bu kelimenin önüne "bir" ilavesi konulmuş. Bu da doğrudan tahrife +1 misal.

4. Cümlenin sonu "vardır" ile biterken, tahrifçiler cümleyi bitirmemiş, devamındaki cümlenin sonunda da olan "vardır" ile güya tasarruf yapmak için, iki cümleyi birleştirmişler. Halbuki "Yayıncı Notu" nda, uzun cümleleri böldük demelerine rağmen, burdaki iki cümleyi uzatarak, kendileriyle çelişmişlerdir. Bu da +1 tahrif.


Sekizinci cümle:

"Fakat o serbestiyet içinde bir tehlike ve şekavet vardır."

"fakat o serbestlik içinde bir tehlike ve her türlü sıkıntı var."

Bu cümlede de anlaşılmayan tek bir kelime yoktur. "Şekavet" her ne kadar çok kullanılan bir kelime değilse de, cümle içinde gayet kolay anlaşılabilecek bir kelimedir. Zaten yeni kelimelerin öğrenilmesindeki kolaylıklardan biri de budur. Cümle içinde manası bulunabilecek ve aralara konulmuş kelimeler.

1. Bir önceki cümlede de geçen aynı kelime "serbestiyet" "serbestlik" şeklinde burada da değiştirilmiş. Tahrife +1 misal..

2. Orjinalinde olmayan ve manaya bir katkısı da bulunmayan bir "her türlü" ilavesi yapılmış. Tahrife +1 misal..

3. "Şekavet" cümle içinde manası gayet kolay anlaşılan bir kelimedir.

4. Cümlenin bitişindeki "vardır" daha önce olduğu gibi burada da "var" şeklinde değiştirilmiş. Tahrife +1 misal daha..


Dokuzuncu cümle:

"Şimdi
intihaptaki ihtiyar sizdedir."


"Şimdi
seçme hakkı sizde.


1. "İntihap" kelimesinin karşılığı "seçme" dir. Bu durumda "intihaptaki" nin karşılığı da "seçmedeki" olsa gerektir. Hatalar zincirine bir yeni halka daha..

2. "İhtiyar" kelimesinin karşılığı hiç bir lugatta "hakkı" olarak geçmez. Tahrifçiler burada tamamen, cümleden anladıkları manayı koymayı tercih etmişlerdir. "İhtiyar" kelimesinin karşılığı "tercih, irade" dir.. Bu cümlede bu mana yok edilmiştir. Orjinalinde iradeli ve imtihan için sorumluluğu olan kişileri nazara verirken, tahrif edilmiş metinde herkesi kapsayan bir ifade kullanılmıştır. Yani imtihan için mutlak gerekli olan irade manası buradan kaldırılmış, haliyle mana tamamen bozulmuştur.

3. Cümlenin sonundaki "sizdedir" "sizde" şeklinde çevrilmiş. Bu da tahrife +1 misal..
 
Son düzenleme:

Huseyni

Müdavim
Orjinal metin:

Bunu dinledikten sonra, güzel huylu kardeş sağ yola “Tevekkeltü alâllah” deyip gitti ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti. Ahlâksız ve serseri olan diğer kardeş, sırf serbestlik için sol yolu tercih etti. Zahiren hafif, mânen ağır vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz:



Orjinal olmayan metin:

Bunu dinledikten sonra güzel huylu kardeş “Tevekkeltü alâllah” (arapça yazılmış.) deyip sağ yola gider, kanuna ve düzene uymayı kabul eder. Ahlâksız ve serseri olan diğeri ise sırf serbestlik için sol yolu seçer. Şimdi, görünüşte hafif, mânen ağır bir vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz:



Başlıyoruz..

Onuncu cümle:

Bunu dinledikten sonra, güzel huylu kardeş sağ yola “Tevekkeltü alâllah” deyip gitti ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti.

Bunu dinledikten sonra güzel huylu kardeş“Tevekkeltü alâllah” (arapça yazılmış.) deyip sağ yola gider, kanuna ve düzene uymayı kabul eder.

Orjinal metinde "intizam" ve "tebaiyet" her ne kadar çok bilinen kelimeler değilse de, cümle içinde ne manaya geldiği kolaylıkla anlaşılabilir. Hele ki bir sonraki cümlede, ahlaksız ve serseri adamın tercih ettiği serbestliğin, bu cümlede kullanılan "nizam ve intizam ve tebaiyet" kelimelerine zıt olduğunu, her okuyan kolaylıkla anlayabilir.

Bu kelimeler dışında anlaşılmayan ve bunlar dahi hem cümle içinde, hem de devamındaki cümleden anlaşılmasına rağmen, cümlede yine keyfi olarak oynamalar yapılmış. Sadece bu kelimelerin manası verilse, müellifinin ve varislerinin razı olmadığı sadeleştirme denebilirdi. Ancak bunların dışında da oynama yapılması doğrudan tahriftir.

"sağ yola “Tevekkeltü alâllah” deyip gitti

"Tevekkeltü alâllah” (arapça yazılmış.)
deyip sağ yola gider
"

Tahrifçiler her zamanki gibi, cümleyi tersine çevirerek güya kolay anlaşılmasını murad etmişler. Oysa cümlenin orjinaldeki gibi okunmasında anlaşılmayacak bir hal yoktur. Haliyle burda yapılan keyfi bir tahrifattır. Hem bu cümledeki "Tevekkeltü alâllah" kelimesi tahrif edilmiş metinde arapça olarak verilmiş. Halbuki sadeleştirme işindeki gayeleri, anlaşılmayan yerleri anlaşılır hale getirmekti. Orjinal metinde bu kısım latince verilmiş olmasına rağmen, bunu beğenmeyip, arapça olarak değiştirmek, kendi gayeleri ile çelişir bir vaziyettir. Hem orjinalindeki "gitti" fiili, tahrif edilmiş metinde "gider" şeklinde değiştirilmiş. Tamamen keyfi bir değişiklik daha..

"ve nizam ve intizama tebaiyeti kabul etti"

"
kanuna ve düzene uymayı kabul eder"

Burdaki kelimelerin bir ikisi az kullanılan kelimeler olsa da hem Risale-i Nur'da çok geçen ve hem de bilinen kelimelerdir. Hiçbir değişiklik yapılmasa dahi cümlenin anlaşılmayacak bir kısmı görülmüyor.

1. Baştaki "ve" bağlacı kaldırılarak, cümlenin önceki kısmından bağlantı koparılmış. Keyfi bir eksiltme yapılmış.

2. "Nizam ve intizama" "kanuna ve düzene" şeklinde değiştirilmiş. "nizam" ın karşılığı "kanun", "intizam" ın karşılığı ise "düzen" olarak verilmiştir. Bir de lugattan bu kelimelerin manalarına bakalım..

NİZÂM : Düzen, ölçü, kaide; usûl ve esasdaki uyumluluk.


İNTİZAM : Tertib, düzen, nizam üzere olmak.

Görüldüğü üzere lugatta "nizam" kelimesinin "kanun" şeklinde bir karşılığı yok. Bu da tahrifçilerin tamamen kendi keyiflerine göre yaptıkları değişikliklerden birisi.

3. "Kabul etti" "kabul eder" şeklinde değiştirilmiş. Tahrifçilerin en coştuğu hallerden biri bu da. Geçmiş zamanı geniş zamanla ifade etmek için insan ya tam cahil olacak yahut bozmayı o kadar sevecek ki bunu yapabilsin.


On birinci cümle:

"Ahlâksız ve serseri olan diğer kardeş, sırf serbestlik için sol yolu tercih etti"

"Ahlâksız ve serseri olan diğeri ise sırf serbestlik için sol yolu seçer"

Şu cümlede de anlaşılmayan bir tane kelime yok. Tahrifçilere ve bilerek ya da bilmeyerek sadeleştirmeyi savunanlara soruyorum: Anlaşılmayan tek bir kelime olmadığı halde bu cümledeki ve benzer birçok cümledeki değişiklikler hangi amaca hizmet ediyor ? Elinizi vicdanınıza koyup cevap verin, buna iyi niyet diyebiliyor musunuz ? Bu değişiklikler daha çok kişiye ulaşmakla ilgili midir ? Eğer vicdanınız varsa, içiniz sızlaya sızlaya "Evet" diyebilirsiniz, ya da bu hatayı kabul edip, yapılanın sırf bir tahrif olduğunu ve farklı gayelere hizmet ettiğini kabul edersiniz..

1. Orjinal metindeki "diğer kardeş" ifadesi, tahrif edilmiş metinde "diğeri ise" şeklinde değiştirilmiş. Varsa buna sadeleştirme diyecek buyursun, "neresi anlaşılmadı da sadeleştirdin" diye soruyoruz o halde..

2. "Sol yolu tercih etti" "sol yolu seçer" şeklinde değiştirilmiş. Aynı şekilde bu sadeleştirmedir diyen varsa, neresinin anlaşılmadığını soruyoruz, buyrun cevap verin..Hem "tercih etti" nin yerine "seçer" koymak, dil, edebiyat, kural bilmemezlik, cehalet değilse; tahrifatın ta kendisidir, hem de ihanetin, keyfi bozgunculuğun, tecavüzün ta kendisidir..Var mı aksini iddia edebilecek, varsa buyursun..


On ikinci cümle:

"Zahiren hafif,mânen ağır vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz"

"
Şimdi, görünüşte hafif,mânen ağır bir vaziyette giden bu adamı hayalen takip ediyoruz"


Burda anlaşılmayan tek kelime "zahiren" kelimesi. Manası da verilmiş zaten. Bunun haricinde cümlede başka anlaşılmayan kelime yok. Buna rağmen tahrifçilerin kronik hastalığı olan bozgunculuk burada da kendini göstermiş. Cümle ile hiç alakası olmayan "şimdi" diye bir ilave yapılmış.
 
Son düzenleme:

Huseyni

Müdavim
On üçüncü cümle:

"İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, git gide ta hâli bir sahrâya girdi" O.M.

"
İşte bu adam, dereler tepeler aşıp gide gide ıssız bir ovaya vardı" S.M.

Bu cümlede çok bilinmeyen iki kelime var. Bunlar "hâli ve sahrâ" kelimeleri. Bunun haricindeki cümleler gayet anlaşılır olmasına rağmen, keyfi bozgunculuk faaliyetine şahit oluyoruz.

1. "Dereden tepeden aşıp" terkibi, tahrif edilmiş metinde "dereler tepeler aşıp" şeklinde çevrilmiş. Kime sorsanız herhalde orjinalindekini tercih edecektir.

2. "Git gide" "gide gide" şeklinde çevrilmiş. Bu değişikliğe daha önce de şahit olmuştuk. Keyfi bozgunculuk zincirine bir halka daha.

3. "Ta hâli bir sahrâya" terkibindeki "ta" tahrif edilmiş metinde tamamen yok edilmiş. Tahrifat zincirine bir halka daha.

4. Orjinalindeki "girmek" fiili, tahrif edilmiş metinde "varmak" fiiline dönüştürülmüş. Sadece bu fiildeki değişiklik cümlenin manasını tamamen bozmuştur. Çünkü iki fiil tamamen ayrı manaları ifade eder. Bir sahraya varmakla, sahranın içine girmek çok farklı şeylerdir. "Varmak" içine girme anlamını kesin olarak vermez.
 

Huseyni

Müdavim
On dördüncü cümle:

"Birden müthiş bir sada işitti." O.M.

"Birden müthiş bir
ses işitti.
" S.M.

Bu cümlede eğer sondaki "işitti" fiili olmasaydı "sada" nın ne olduğu belki anlaşılmayabilirdi. "İşitmek" fiili zaten bir sesin olduğuna işaret eder. O halde bu kelimenin değiştirilmesi, cümleyi anlamamanın bir neticesidir. Yahut daha önce bahsettiğimiz gayeler sebebiyle bu değişiklik yapılmıştır.
 

Huseyni

Müdavim
On beşinci cümle:

"Baktı ki, dehşetli bir arslan, meşelikten çıkıp ona hücum ediyor." O.M.

"
Dehşetli bir aslanın meşelikten çıkıp kendisine hücum ettiğini görünce kaçtı." S.M.

Tahrifatın bir belgesi daha..Bu cümlede anlaşılmayan tek bir kelime dahi yok. Bakın buna rağmen nasıl tahrif edilmiş. Bozguncuların keyfiyetini tarif etmek gerçekten mümkün değil.

1. Cümlede ters çevrilmek suretiyle oynanmış. Başı sonu ile yer değişmiş.

2. Hem sondaki "kaçtı" fiili bir sonraki cümlenin başından alınmış. Bunda nasıl bir hikmet olabilir ?

3. Baştaki "baktı ki" sona alındığında "görünce" olarak değiştirilmiş. "Baktı ki" nin nesi anlaşılmaz ve "görünce" nin bu kelimeyle nasıl sadeleştiği söylenir ? Tahrifin bariz misallerinden biri daha..

4. Orjinaldeki "hücum ediyor" fiili, fiil olmaktan çıkarılmış, hikayedeki adamın kaçması nazara verilmiş. Kaçtığını söyleyebilmek için bir sonraki cümleyi bile bekleyememiş, bozmak için sabırsızlanan zavallılar..

Velhasıl kelam şu cümlede yapılan bütün değişiklikler o kadar saçmadır ki, saçmalamak için uğraşılsa, özel çaba sarfedilse, ancak bu kadar olur.
 

Huseyni

Müdavim
On altıncı ve on yedinci cümle:

"O da kaçtı, ta altmış arşın derinliğinde susuz bir kuyuya rast geldi. Korkusundan kendini içine attı." O.M.

"Sonra altmış arşın derinliğinde susuz bir kuyuya rastladı ve korkusundan içine atladı."
S.M.

Cümlede "arşın" haricinde anlaşılmayan bir kelime olmadığını görüyoruz. Ki bu kelimenin manası dipnotta verilmiş. Buna rağmen şu cümlede bu kadar oynama yapılmasının hikmeti nedir ? Yani bir cümleki hem anlaşılır olacak, hem de onu anlaşılsın diye değiştireceksiniz. Böyle bir mantık nerde görülmüş ? Anlaşılan bir şeyi anlaşılsın diye değiştirmek daha önce bahsettiğimiz gibi haince gayelerin neticesidir. Ya da cehaletin neticesidir. Bu işin başka bir açıklaması yoktur, olamaz.

1. "O da kaçtı" terkibi, tahrifçiler tarafından bir önceki cümleye dahil edildiğinden burada karşılığını göremiyoruz.

2. Bu cümlede de "Yayıncı Notu" nda belirttikleri, uzun cümleleri kısalttıkları yönündeki beyanata zıt bir iş yapmışlar. İki cümleyi birleştirerek, dediklerinin aksine cümleyi uzatmışlar. Kendi sözüne bile sadık olmayan insanların sadeleştirdiği şu esere nasıl itibar edilir ?

3. "Ta altmış arşın derinliğinde" "sonra altmış arşın derinliğinde" şeklinde değiştirilmiş. "Ta" nın karşılığı "sonra" olarak verilmiş. Bu kadar basit kelimeleri bile anlaşılmayacak diye çevirmek, hedeflenen kitleyi bu basit şeyleri anlamamakla itham etmek değil midir ?

4. "Rast geldi" yi anlamayan bir insan "rastladı" yı nasıl anlayabilir ? İki kelime arasında anlamayı sağlıyacak nasıl bir kolaylık vardır ?

5. "Kendini içine attı" "içine atladı" şeklinde değiştirilince daha mı anlaşılır hale gelmiştir ? Hem inceden bir tetkik yapacak olursak, atlamakla, kendini atmak aynı şey midir ? Atlamak atlayacağı yeri tesbit ederek olur, düşeceği yerin bile hesabı yapılır. Ancak kendini atmak, özellikle hikayede korkunun ve kaçmanın neticesi ile oluşan bir hadisedir. Hesabsızca yapılan bir şeydir. Dolaysıyla ince eleyip sık dokunduğunda bu gözle görünmeyecek kadar değişiklikler dahi manaya etki etmektedir.
 
Son düzenleme:

Huseyni

Müdavim
On sekizinci cümle:

"Yarısına kadar düşüp elleri bir ağaca rast geldi, yapıştı." O. M.

"
Kuyunun yarısına kadar düştüğü sırada elleri bir ağaca yapıştı."
S.M.


Bu cümlede de anlaşılmayan tek bir kelime yok. Yapılan bütün değişiklikler tamamen keyfiyete veya tahrifata ya da cehalete binaen yapılmıştır.

1. Orjinal cümlede olmayan bir "kuyunun" ilavesi yapılmış. Zaten gerideki cümlelerden kuyuya düştüğünü anlıyoruz. Demek ki yapılan değişiklik, anlaşılmaya hizmet etmemektedir. O halde diğer şıklardan biri kabul edilmelidir.

2. Cümlenin kelime manaları vererek sadeleştirmeyi de aşıp, cümleden kendilerince çıkardıkları manayı yazmışlar. Tahrif üstüne tahrif misallerinden biri daha..
 

Huseyni

Müdavim
On dokuzuncu cümle:

"Kuyunun duvarında göğermiş olan o ağacın iki kökü var" O.M.

"
Kuyunun duvarında yeşermiş olan o ağacın iki kökü vardı"
S.M.

Bu cümlede de anlaşılmayan bir kelime yok. Buna rağmen 2 değişiklik yapılmış.

1. Herkesin malumu olan "göğermiş" "yeşermiş" olarak değiştirilmiş.

2. Cümlenin sonundaki "var" "vardı" şeklinde değiştirilmiş. "Vardı" geçmişte olan bir hadiseyi anımsatırken, orjinalindeki "var" ifadesi, hikayeyi şu anda cereyan eden bir hadise gibi ifade etmektedir. Zaten başından beri de orjinali bu minval üzere gitmektedir. Okuyan kişiyi hikayenin içinde gibi hissettiren ifadeler kullanılmıştır. Tahrif edilmiş metinde ise Birinci Söz de yaptıkları gibi, hikayeyi ve temsili, masal gibi anlatma çabası göze görünüyor.
 

Huseyni

Müdavim

Yirminci cümle:

"İki fare, biri beyaz, biri siyah, o iki köke musallat olup kesiyorlar" O.M.

"
Biri beyaz biri siyah iki fare o köklere musallat olmuş, onları kemiriyordu" S.M.



Bu cümlede de anlaşılmayan tek bir kelime yok.

1. "İki fare, biri beyaz, biri siyah" terkibi, "biri beyaz biri siyah iki fare" şeklinde ters çevrilmek suretiyle değiştirilmiş. Tahrife bir misal daha..

2. "O iki köke musallat olup" "o köklere musallat olmuş" şeklinde değiştirilmiş. Tahrife bir misal daha..

3. "Kesiyorlar" "onları kemiriyordu" şeklinde değiştirilmiş. Tahrife bir misal daha.. Hem "kesmek" le "kemirmek" nasıl aynı şey olur ? Hem orjinalinde kullanılan zaman farklı, hem de mana farklı..Yapılan tahrife isim bulmak gerçekten zor..
 

Huseyni

Müdavim
Yirmi birinci cümle:

"Yukarıya baktı, gördü ki, arslan, nöbetçi gibi kuyunun başında bekliyor" O.M.

"
Adam yukarıya baktı, gördü ki, aslan bir nöbetçi gibi kuyunun başında duruyor" S.M.



Bu cümlede de anlaşılmayan tek bir kelime dahi olmadığını belirtelim.

1. Cümlenin başına orjinalinde olmayan bir "adam" ilavesi konmuş. Paragrafın başında zaten "adam" olduğu yazılı, ayrıca belirtmenin nasıl bir hikmeti olabilir ?

2. Dikkat ettiğimde "arslan" ın şu ana kadar geçtiği iki yerde de "aslan" olarak geçtiğini görüyorum. Üstad "arslan" demişse "arslan" dır.

3. Yine "nöbetçi gibi kuyunun başında" terkibinin başına, orjinalinde olmayan "bir" ilavesi yapılmış. Tahrifin bir misali daha. Biz bu değişikliklerin gereksizliğini, mantıksızlığını defalarca izah ettik. Mantıklı diyenlerde buyursunlar bu işin mantığını izah etsinler..

4. Cümlenin sonundaki "bekliyor" "duruyor" şeklinde çevrilmiş. Allah bu kadar basit şeyleri anlamıyacak zavallılara, yahut onları anlamamakla itham eden zavallı cahillere akıl fikir versin..
 
Son düzenleme:

Huseyni

Müdavim
Yirmi ikinci cümle:

"Aşağıya baktı, gördü ki, dehşetli bir ejderha, içindedir" O.M.

"
Aşağıya baktı, gördü ki, dehşetli bir ejderha bekliyor"
S.M.



Bu cümlede anlaşılmayan tek bir kelime dahi yok. Özellikle anlaşılmayan kelimenin olmadığı cümlelerdeki değişiklikler, sadeleştirmenin iyi niyetle yapıldığı yalanını daha net ortaya çıkarıyor. Çünkü anlaşılan bir cümle üzerinde, anlaşılsın diye ikinci bir icraata girişmek mantık dışıdır. Demek ki mesele Risale-i Nur'ların daha iyi anlaşılmasını sağlamak değildir. Bu sadece sinsice bir yalandan ibarettir. Bunun misallerini defalarca gösterdik ve göstermeye de devam edeceğiz inşaallah.


Burada "içindedir" "bekliyor" şeklinde değiştirilmiş. Ejderhanın kuyunun içinde olması ile beklemesi aynı şey midir ? Hem bunun değiştirilmesinde ne maslahat vardır ? Hem müellifine ilham edilmeyen bir kelime tahrifçilere mi ilham edilmiş ?
 

Huseyni

Müdavim
Yirmi üçüncü ve yirmi dördüncü cümle:

"Başını kaldırmış,
otuz arşın yukarıdaki ayağına takarrüp etmiş. Ağzı kuyu ağzı gibi geniştir."
O.M.

"Ağzı, kuyu ağzı gibi geniş olan o ejderha başını kaldırmış, adamın otuz arşın yukarıdaki ayağına yaklaşmıştı." S.M.



İlk cümlede anlaşılmayan iki kısım var. Bunlardan biri "arşın" diğeri ise "takarrüp". Bunlardan "arşın" kelimesinin dipnotta manası verilmiş. Geriye sadece "takarrüp" kaldığı halde, bu kelimenin manasından başka daha akıl almayacak birçok değişiklikler yapılmış.

1. İki cümle tek cümle haline getirilerek uzatılmış. Bu "Yayıncı Notu" nda söyledikleri uzun cümlelerin, rahat anlaşılsın diye kısaltıldığı sözlerine muhalif bir durumdur.

2. Cümle ters düz edilmiş, tahrif edilmiş.

3. "Takarrüp etmiş" fiili, "yaklaşmıştı" şeklinde çevrilmiş. Kelime manası doğru olsa da, zaman olarak yanlış ifade edilmiş.

4. "Ağzı kuyu ağzı gibi geniştir" cümlesi müstakil bir cümle iken, tahrif edilmiş metinde bir önceki cümle ile birleştirilip, cümlenin başına konulmuş. Ve sondaki "geniştir", cümlenin yapısının bozulması gereği, "geniş olan" şeklini almış. Yalan söyleyenin, yalan söylediğinin anlaşılmaması için, başka yalanlara sığınması gibi, burda da yapılan keyfi değişiklikler, tahrifçileri başka değişiklikler de yapmaya mecbur bırakmıştır. Tahrifin bariz emsallerinden biri daha..

5. Yine orjinalinde olmayan "o ejderha" ilavesi yapılmış. Zaten bir önceki cümleden başını kaldıranın ve ayağına yaklaşanın ejderha olduğu anlaşılıyor. Tahrifin bir misali daha..

6. Yine orjinalinde olmayan "adamın" ilavesi yapılmış. Önceki cümlelerden ejderhanın "adamın" ayağına yaklaştığını anlıyoruz. Tahrifçiler okuyucularını balık hafızalı sanıyorlar muhtemelen ki, böyle ilaveleri lüzumlu görüyorlar.
 

Huseyni

Müdavim
Yirmi beşinci cümle:

"Kuyunun duvarına baktı, gördü ki, ısırıcı muzır haşarat, etrafını sarmışlar"

"
Sonra adam kuyunun duvarına baktı, gördü ki etrafını ısırıcı, zararlı böcekler sarmış"


Cümle içinde anlaşılmayan bir kelime, bu dile en yabancı olan biri için, belki "muzır" kelimesi olabilir. Hatta o dahi cümle içinde çok kolay anlaşılabilen bir kelimedir. Şu ana kadar gösterdiğimiz cümlelerden çoğunluğu kolay anlaşılan cümlelerdir. O halde yapılan değişiklikler iyi niyetle yapılmış değişiklikler değildir.

1. Cümlenin başına orjinalinde olmayan "sonra adam" terkibi konmuş. Okuyucusunu balık hafızalı olmakla itham eden bir vakıa daha..Aynı zamanda keyfi tahrif ve tahribin bir misali daha..

2. Cümlenin ikinci kısmı daha önce de benzerlerine sık rastladığımız ters-düz edilmek suretiyle bozulmuş. Bir tahrif ve tahrib misali daha..

3. "Haşarat" ın manası "böcekler" olarak verilmiş. Bu kelimenin manası "zararlı ve zehirli böcekler" dir. Tahrif edilmiş metindeki "zararlı" "muzır" ın karşılığı olarak verilmiştir. Eğer bu kelimenin manası olarak verilmişse, bu kez orjinalindeki "muzır" kelimesi cümleden kaldırılmıştır. Hem manaya kısmen etki eden hem de keyfi bir tahrib ve tahrif misali daha..

4. Manayı bozmasa da sondaki "sarmışlar" "sarmış" şeklinde çevrilmiş. Zaten bu işi sadece manayı bozmak için yapmadıkları da belli. Maksat bu güzide eserlerin her cümlesinde ya da kelimesinde keyfi tasarruf yapıp, ondaki tesiri kırmak, güzellikleri ortadan kaldırmak, hissiyatı tahrik eden unsurları yok etmek. Tahrif edilmiş metnin ikinci defa ele alınıp okunacak bir cazibesi yoktur. Orjinalindeki bütün cazibe, bu çakma metinlerde tamamen yok edilmiştir. Orjinali ile kıyas edildiğinde ,zerre kadar üslupta güzellik, belagat, cezalet, halavet yoktur.
 

Huseyni

Müdavim
Yirmi altıncı cümle:

"Ağacın başına baktı, gördü ki, bir incir ağacıdır" O.M.

"
Ağacın başına bakınca onun bir incir ağacı olduğunu fark etti" S.M.

Cümlede anlaşılmayan bir kelime olmadığı herkesin malumudur. Buna rağmen, ne kadar cahilane, ne kadar hainane ve ne kadar rezilane değişiklikler yaptıklarına bir bakın.

1. Cümlenin yapısı tamamen bozulmuş ve hatta manası dahi kısmen bozulmuştur. Cümleye orjinalinde olmayan bir "onun" ilavesi konmuş. Bunu ağaca işaret etmek için koymuşar muhtemelen. Zaten cümlenin başı "ağacın" diye başlıyor, böyle saçma ikinci bir kelime koymaya ne lüzum vardır ?

2. Cümlenin yapısının bozulmasıyla birlikte, kelimelerdeki değişiklikleri de beraberinde getirmiştir. Tafsilata lüzum yok.

3. "Gördü ki" "fark etti" olarak çevrilmiş. Görmekle farketmenin aynı şey olduğunu kim iddia edebilir ? Mesela birşeyi farketmek için sesini duymak, ya da ona dokunmak kafi gelebilir. Yani görmeden de bir şey farkedilebilir. Oysa orjinal cümlede görmek, bakmanın neticesidir. Yani ağacın başına bakmış, incir ağacı olduğunu görmüş; farketmiş değil. Hem görmeyi anlamayan okuyucu kardeşim, farketmeyi nasıl anlayacaktır ? Bu tahrifçilerin okuyucularına bir hakaretidir ve sadeleştirme adı altında yaptıkları ihanetin, cinayetin, cehaletin, rezaletin adıdır.
 

Huseyni

Müdavim
Yirmi yedinci cümle:

"Fakat, harika olarak, muhtelif çok ağaçların meyveleri, cevizden nara kadar, başında yemişleri var" O.M.

"Fakat alışılmadık bir şekilde, o ağacın dallarında cevizden nara kadar pek çok çeşit meyve vardı"
S.M.

Orjinal cümlede anlaşılmaması çok düşük bir ihtimal olan sadece ve sadece "muhtelif" kelimesi vardır. O halde baştan sonra değişen bu cümle tamamen bir tahrifin, tahribin, ihanetin, cinayetin ve kastın neticesidir. Bu cümlede öyle değişiklikler yapılmış ki, işin içinden çıkılır gibi değil. Hangi kelime hangi kelimenin karşılığı o dahi belli olmuyor. Böyle bir saçmalığa sadeleştirme adını vermek bile, sadeleştirmeye hakarettir.

1. "Fakat, harika olarak" "fakat alışılmadık bir şekilde" şeklinde değiştirilmiş. Tahrif ve tahribata bir misal daha..Aynı zamanda hedef kitleyi "harika" yı anlamayacak kadar, cahil olmakla itham.

2. "Muhtelif çok ağaçların meyveleri" terkibinin karşılığını bulamadım. Cümle o kadar karıştırılmış ki, bu terkibin manası olarak neresi verilmiş belli değil. Bir ihtimal "pek çok çeşit meyve" olarak verilmiş. Eğer o değilse "o ağacın dallarında" olarak verilmiş. Eğer ikinci ihtimalse, bu kez orjinalindeki "başında yemişleri" kısmı tamamen kaldırılmış. Hem hangisi olursa olsun, orjinal terkibin manasını vermekten uzaktır. "muhtelif çok ağaçların meyveleri" "çeşitli çok ağaçların meyveleri" demektir. Tahrif edilmiş metinde böyle bir terkibi gören var mı ?

3. "Başında yemişleri var" terkibinin manası "başında meyveleri var" dır. Tahrif edilmiş metinde böyle bir terkib var mı ?

4. Sondaki "var" "vardı" şeklinde değiştirilmiş. Bu zaten klasik bir vaka tahrifçiler için. Onlarca misalini daha önce gördük.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
On üçüncü cümle:

"İşte bu adam, dereden tepeden aşıp, git gide ta hâli bir sahrâya girdi" O.M.

"İşte bu adam, dereler tepeler aşıp gide gide ıssız bir ovaya vardı" S.M.


Burada "tâ" edatı çıkarılmıştır. Bu mesele gerçekten mühimdir. Çünkü bu edat Farsça olup zaman ve mekanca mesafeyi ifade etmek için kullanılır. Bu Söz'de 2 defa çıkarılmış, bir yerde bu kelimenin karşılığı olmayan "sonra" kelimesi ile değiştirilmiş, 3. ve 6. Söz'lerde de çıkarılmıştır. Yapılan bu işin sadeleştirme ile alakası olmayıp, doğrudan doğruya eseri tahrip etmeye yönelik bir harekettir. Yapılan bu iş büyük bir cinayettir.

"hâli bir sahra" ifadesinde "sahra" kelimesinin burada ovadan daha ziyade çöl manasında olduğu anlaşılıyor.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Yirmi birinci cümle:

"Yukarıya baktı, gördü ki, arslan, nöbetçi gibi kuyunun başında bekliyor" O.M.

"Adam yukarıya baktı, gördü ki, aslan bir nöbetçi gibi kuyunun başında duruyor" S.M.

"Nöbet" kelimesi için "beklemek" kelimesi yani "nöbet beklemek" daha uygun olduğu halde sadeleştirilmiş metinde "nöbet durmak" manası verilmiştir. Bu ise hem alışılmadık hem de kulağa hoş gelmeyen bir ifadedir. Zaten metinde anlaşılmayan tek bir kelime yok. öyle ise yapılan her değişiklik sadeleştirme olmayıp, tahribattır.
 
Üst