Kelime Analizi 65: Safsata

kenz-i mahfi

Sorumlu
SAFSATA (Yunanca)
Hezeyan, yalan, uydurma, zahirde doğru hakikatte yanlış ve yalan olan kıyas.

“Safsata” kelimesi Arapça’da “aldatıcı, gerçeğe götürmeyen mantık silsilesi” manalarına gelmektedir.

“ehl-i safsata” tabiri Sofistler için kullanılmaktadır.

“Safsata” kelimesi mantık hataları sonucu ortaya çıkan boş, asılsız, temelsiz söz demektir. Mantıkta bilerek veya bilmeyerek ortaya çıkan hatalar sonucu kullanılan boş ve gereksiz sözler olarak tanımlanmaktadır. Kusurlu akıl yürütmenin diğer bir tanımıdır.

Yunanca’da “sophistes” kelimesi “bilgili olan kişi” demektir.

“Safsata” kelimesi Yunanca’da “bilgili olan kişinin söylediği söz” anlamında kullanılırken, Arapça’da “boş, temelsiz, asılsız” söz olarak kullanılmış ve Türkçe’ye de aynen Arapça’daki manasıyla geçmiştir. Arapça’dan Türkçe’ye geçen ve halen günlük hayatta kullanım alanı bulan ve asıl kelime anlamından farklı bir anlamda kullanılan ve kelime anlam kaymasına uğrayarak dilimize girmiştir.

Osmanlıca’da “kıyas-ı batıl” olarak ifade edilmektedir.

“Safsata” kelimesi bir düşünceyi anlamak veya ortaya koymak için yapılan yanlış çıkarsamalardır. Günlük dilde çok sık kullandığımız “saçmalama” ifadesinin ilmî olarak karşılığı bir kelimedir. Aynı zamanda “boşboğazlık” ifadesinin de karşılığı olarak bir kelimedir. Bilerek veya bilmeyerek yapılan mantık hataları olup, siyaset aleminde bilhassa sık sık başvurulan bir usuldür.

Mantıkta “Gerçek olmayan mukaddemelerle yapılan kıyaslara demagoji veya safsata” denilmektedir. Mesela: Duvar üzerine çizilmiş bir insan resmini gören demagog:
- “Bu resim konuşur. Çünkü, bu resim insana aittir. Her insan konuşur, öyle ise bu insan da konuşur” diye yanlış bir hükme varır. Cenab-ı Hakk’ın yaratacağı bir mahluku –haşa- O’ndan daha büyük olduğunu tevehhüm etmek, duvardaki insan resminin konuşabileceğini kabul etmekten daha büyük bir safsatadır.

“Safsata” kelimesi Risale-i Nur’da az geçen kelimelerden olduğu halde, içeriği itibariyle pek çok safsata misalleri zikredilmiş ve çürütülmüştür. Bunlardan en mühimleri tabiatperestlerin safsatalarıdır.

Kainatın canlılığın basit canlıların zamanla mükemmelleşmesi sonucu meydana geldiğini iddia etmek safsatadır. İnsanın vücudunun oluşması için değil sadece bir hücresinin oluşması için dahi trilyonlarca tesadüf yılı lazımdır. İnsanın bir hücresi böyle ise, kainattaki bütün mahlukatın böyle kompleks mahluklar olduğu halde tesadüfe havale etmek zaten aklen mümkün değildir. Arkeologlar kazı yaptıklarında iki taşı üst üste gördükleri zaman “burada bir medeniyet yaşamış” diyorlar. Yani bu iki taşın tesadüfen üst üste geldiği o zaman akıllarına gelmiyor. İki taş tesadüfen üst üste gelmezse, koca kainat nasıl tesadüf olabilir.

Maddeye ezeliyet vermek ile maddenin her bir cüzünün yaratıcı olduğunu kabul etmek safsatasıdır. Bu safsataya göre bir elmadaki her bir zerrenin hem yaratıcı yani emir verici hem de mahluk yani yaratılan olması lazımdır. Bir şeyi hem yaratıcı yani ilah, hem de mahluk olarak kabul etmek zaten mümkün değildir. Bir askerin hem komutan hem de asker olduğunu kabul etmek gibi bir safsatadır. Buna dair Risalelerde pek çok misal verilmiştir.

Koca incir ağacının programını küçücük çekirdeğinde muhafaza eden bir kudrete karşı, insanın ruhunu nasıl muhafaza edebilir denilir mi? İşte böyle demek bir safsatadır.

Hristiyanların teslis akidesi de bir safsatadır.

Kainatta bir intizam ve hikmetin vücudunu kabul edip de Hakîm ve Nâzım bir zatın vücudunu kabul etmemek safsatadır. Bunun gibi kainattaki pek çok sıfatı kabul edip de sıfatların sahibini kabul etmemek bir safsatadır.

Fennin tasdikiyle semadaki pek çok büyük cisimlerin intizamlı hareketlerini kör, sağır, şuursuz sebep ve kanunlara istinad ettirmek safsatanın en büyüğüdür.

Bir sivrisineğin gözünün görebilmesi için bütün kainattaki intizamın neticesidir. Bütün kainatın dizginini elinde bulunduran bir zatın eseri olabilirken tesadüfe havale etmek safsatadır. Bu çeşit safsatalar risalelerde bir hayli zikredilmiştir.

“gayr-i meşru tarik, zıdd-ı maksuda gider” kaidesine muhalif olarak haram yollarla iman hizmeti yapıyorum diye dava etmek safsatadır.

Vehim ve hevanın akıl ve vicdana galebesi neticesinde hak yolunda sapıp batıl inançlara kapılan Hristiyanların böyle safsataları pek çoktur.

İslami ilimler içinde en mühimi imana ve akaide dair ilimlerdir. Sonra ise diğer ilimler gelir. Risale-i Nur, baştan sona kadar imana dair bir tefsirdir, iman meselelerini izah ederek talim ettiriyor. Risalelerdeki ilimleri önce talim, sonra tatbik edebilirsek ihlası elde edebiliriz. İlim kazanmaya gayreti olmayanların, ben ihlası elde etsem yeter demeleri de safsatadır. Çünkü ihlas, amel ve ilim ile elde edilebilir. Kimsenin kalbine durup dururken ihlas konulmaz, bir gayret bir hamiyet lazımdır.

Şeytanın silahlarından birisi de batılı hak, muhali mümkün gösteren gaflet, dalalet, safsata, inat, mugalata, mükabere, iğfal ve görenek gibi şeylerdir. Şeytan, pek çok safsatalarla inkarı insanlara yutturmuştur. İnsan fıtraten mükerrem olduğu için hakkı arıyor, işte bu arama zamanında şeytan eline safsatalı fikirleri verince insan da araştırma yapma gereği duymadan o safsatayı kabul ediyor. Cehalet, kibir ve gurur da birleştiği zaman elindeki safsataya sanki kati bir delil gibi yapışmaya sevkediyor. Zaten inkarın pek mühim bir kısmı safsataların neticesidir.

Kainata mana-yı ismi ile yani kendileri hesabına bakmak büyük bir safsatadır. Sanatı kabul edip, sanatkarı kabul etmemek gibi bir şeydir. Ne aciptir ki akıl insanın en kıymetli cihazı ve hakikatleri kabulde en büyük yardımcısı olduğu halde, pek çok insanın hakikati kaybetmesine sebep olmuştur. Safsatanın bu işteki rolü bir hayli fazladır.

Bir hükmün illeti, o şeyin fayda ve zararına bakmaz. Fakat Mutezile mezhebi gibi aklı hakim ittihaz eden sapık mezhebe göre bir şeydeki zarar izale edilirse, o şeydeki haramiyet de kalkar demişlerdir. Buna göre domuz etinin mesela tıbben bilinen zararının kaldırılması ile domuz etinin helal olabileceğini iddia etmişlerdir. Halbuki bir şeyin haram olması ancak emir iledir. Sair sebepler ise asıl illet değildir. Asıl illet ancak emirdir. Onun için Mutezile Mezhebinin “Yasak edilen şeydeki zarar kalkarsa, yasak da kalkar. Emirdeki fayda giderse, o emir de düşer” demesi bir safsatadır.

İnsanın ibadeti sadece kalbi ile yapabileceğinin yani amelsiz ibadetin de olabileceğinin kabul edilmesi bir safsatadır.

Canlı türlerinin birbirinden türediğini iddia eden evrimcilerin fikirleri safsatadır.

Bir şeyin zatında mümkün olması halini zihnen de mümkün saymak zihni bir hastalık olduğu gibi böyle bir fikri savunmak safsatadır. Mesela Karadeniz’in pekmez olması zatında mümkündür ama bu mümkünlük onu pekmez yapmaz. Zatında mümkün olan bir şeyi mümkün olmuş gibi kabul etmek safsatadır. Bunun için mantıkta herhangi bir meselede delil var ise o zaman kabul edilebilir. Eğer delil yok ise o söz safsata olarak kabul edilir. Onun için imani meselelerde bu tür safsatalar imanı götürebilir. Mesela: Cennetin Allah (CC) tarafından yok edilmesi zatında mümkündür. Yani Allah isterse cenneti yarattığı gibi yok da edebilir. Bu ihtimalden yola çıkarak “cennet yoktur” dersek, Allah muhafaza imanımız gider. Çünkü cennetin varlığı Kur’an’da sabittir.

Yaratmak sıfatından aciz olan mahlukatın, kainatta bir şeye maliklik dava etmesi bir safsatadır. Bilhassa şuurlu mahluk olan insanın, en aciz bir durumda iken kainatta herhangi bir şeye maliklik dava etmesi gerçekten bir safsatadır.

Vacip ve ezeliyet kavramları iki ilahı aynı zamanda kabul etmezler. Çünkü vacip ve ezeli olan bir ilah, ikinci bir ilaha meydan bırakmaz. Uluhiyet sonsuz olduğu için zaten onu aklen sonlandırabilecek bir ilahın kabulü mümkün değildir. Başka bir ilahın müdahalesini kabul etmek, uluhiyetin sonsuzluğunu kabul edip, onun sonlandırabilecek başka bir ilahı kabul etmek gibi bir tenakuzdur. İşte böyle bir düşünce ve vesvese ise bir safsatadır.

Kainatta insanın idrak ve ihata edemeyeceği kadar sınırsız hikmet ve gayeler olduğu halde, kainatı abes ve boş olarak kabul etmek bir safsatadır. Yaratılıştaki hikmetleri kavrayamayan felsefenin böyle safsataları da eksik değildir.

Cahiliye insanlarının kendi elleriyle yaptıkları putlara tapmaları, Mısırlıların ineğe tapmaları, yıldıza ve aya tapanlar, uluhiyet dava eden firavunların fikirleri, kısacası bütün batıl itikatların temelinde safsata yatmaktadır.

Felsefecilerin savunduğu “devir” meselesidir ki, mümkün olan bir şeyin, yine mümkün olan başka bir şeyi varlık sahasına çıkarması demektir ki bu bir safsatadır. Olmayan bir tavuktan yumurta çıkabilmesi ihtimali gibi bir şeydir. Varlık ile yokluk arasında vücudu eşit olan mahlukatın, birbirlerine illet ve ilah kabul edilmeleri de safsatadır. Bu meselede başlangıcı olmayan bir sebebin olması gerekmektedir. Aksi halde mümkün, mümküne sebep olup yaratıcılık yapamaz. Önce kendisi vücud sahasına çıkmalıdır ki başkasına sebep olabilsin. Böyle bir şey olmayacağına göre mümkün, mümkünü yaratamaz.

Güneş ile gezegenler arasındaki çekim kuvvetini “itme” ve “çekme” kuvvetlerine verip onları fail kabul etmek safsatadır. İtibari vücutları olan şeylere ilahlık vermek safsatadır.

Yemek, içmek, konuşmak gibi en basit fiilinden ancak yüzde birine malik olan insanın, uluhiyet dava etmesi bir safsatadır. Mutezile Mezhebinin fikri olan “kendi fiillerimin halıkıyım” iddiası ise yine bu misal gibidir. İnsanın vücudunda meydana gelen binlerle fiilerden hiç haberi yok iken, onlara sahip çıkıp, halıklık dava etmesi gerçekten acınacak bir safsatadır.

Tabiat denilen şey, kainattaki külli unsurların birleşmesinden hasıl olan zihni ve hayali bir kurgudur. İnsan zihninin ürettiği, hakikati olmayan muhayyel bir şeydir. Bu muhayyel şey zamanla müşahhaslaşarak, soyut iken somut kabul edilerek ilahlaştırılmıştır. Maddeci felsefenin savunduğu en son ve en geniş fikir, tabiattır. Bütün kainat birleşse benzerini yapamayacağı üzüm, incir, elma gibi harika nimetleri kendi akıllarıyla ürettikleri ve vücudu olmayan bir tabiata vermek son derece bir safsatadır. Kainattaki intizam, nihayetsiz bir idare ve kudret ve ilmi gerekli kıldığı halde, bunları vücudu olmayan şuursuz, ilimsiz, kudretsiz, düşüncesiz tabiata havale etmek safsatadır. Bu çeşit safsatalar Risalelerde pek çok misallerle çürütülmüştür. Dinsizliğin en muhkem kalesi olan “tabiat”ı Risale-i Nur tar-u mar etmiştir.

İnsanın kainatta hiçbir şeyi yaratma kudreti olmadığı halde başta firavunlar, nemrutlar, şeddatlar olarak ilahlık dava etmeleri enedeki sahiplenmeyi, şişirip besleyerek ilahlığa çevirmekten gelen safsatadır.

Kainatta bir ilahı kabul etmeyip, her bir zerreye ilahlık vermek bir safsatadır. Bu mesele risalelerde pek çok yerde işlenmiştir.

Zerrelerin nihayet derecede şuurlu hareketlerini tesadüfe havale edip, şuursuz zannetmek safsatadır.

İnsanın bütün davranışlarının kökeninde şehvetin yattığını iddia eden Felsefenin ifrat görüşü bir safsatadır. Kainatta var olan ulvi şefkati inkar etmek demektir.

Peygamberlerin melekler gibi olması gerektiği, beşeri ahvalden münezzeh ve mukaddes olarak insan üstü bir varlık olması gerektiği düşüncesi bir safsatadır. Dinsiz dessaslar, bu safsatayı işlettirerek Peygamber Efendimizin (ASM) beşeri hallerini nazara verip, imanları şüpheye düşürmek istiyorlar. Maddi ve manevi yönlerinin böyle tezat olmasının bir mahsuru olmadığı hususu delilleriyle Risalelerde izah edilmiştir.

İnsanın, cenneti amelinin neticesi olarak görmesi de bir safsatadır. Cennet ancak fazl-ı İlahi iledir.

Hümanist felsefenin şefkat ile cezayı bir arada düşünememesi de bir safsatadır.

Mekandan münezzeh olan Allah için “nerededir?” sorusunu sormak bir safsatadır.

Risaleler anlaşılmıyor öyle ise sadeleştirilmelidir demek de müthiş bir safsatadır.

"Safsata" kelimesi Külliyatta;
Sözler: 8
İşarat-ül İ'caz: 7
Mektubat, Lem'alar, Mesnevi-i Nuriye; Tarihçe-i Hayatı ve Asa-yı Musa:1'er defa olmak üzere toplam 20 defa zikredilmiştir.
Lahikalar ile Şualar'da bu kelime hiç zikredilmemiştir.
 
Son düzenleme:
Üst