Risale-i Nur Soru Cevap 24 : Dördüncü Lem'a (Dördüncü Bölüm)

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Bismillahirrahmanirrahim;



  • Derslerimize herkes katılabilir.
  • Soru sorabilir veya sorulan sorulara cevap verebilir.
  • Ders anlayışımız; "biz biliyoruz, öğretiyoruz" değil, "anladığımızı paylaşıyoruz." şeklindedir.
  • Açıklamalı dersler, birkaç yöneticinin kendi tekelinde gibi algılanmamalı.
  • Yöneticiler derslerin sadece takibini ve seri olarak açma vazifelerini üstlenmekteler.
  • Bunun dışında dersin gidişatı herkese açıktır.
  • Bundan dolayı bütün kardeşlerimizin derslere iştirak etmelerini arzu ediyoruz.




[BILGI]
DÖRDÜNCÜ NÜKTE​

Üçüncü Nükte münasebetiyle, Şîalarla Ehl-i Sünnet ve Cemaatin medar-ı nizâı, hattâ akaid-i imaniye kitaplarına ve esasat-ı imaniye sırasına girecek derecede [SUP]1[/SUP] büyütülmüş bir meseleye kısaca bir işaret edeceğiz. Mesele şudur:

Ehl-i Sünnet ve Cemaat der ki: “Hazret-i Ali Hulefâ-i Erbaanın dördüncüsüdür.Hazret-i Sıddık daha efdaldir ve hilâfete daha müstehak idi ki, en evvel o geçti.”[SUP]2[/SUP]

Şîalar derler ki: “Hak Hazret-i Ali’nin (r.a.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan enefdal Hazret-i Ali’dir (r.a.).” Dâvâlarına getirdikleri delillerin hülâsası: Derler ki,Hazret-i Ali (r.a.) hakkında vârid ehâdis-i Nebeviye[SUP]3[/SUP] ve Hazret-i Ali’nin (r.a.) “Şah-ı Velâyet” ünvanıyla, ekseriyet-i mutlaka ile evliyanın ve tariklerin mercii ve ilim veşecaat ve ibadette harikulâde sıfatları ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ona ve ondan teselsül eden Âl-i Beyte karşı şiddet-i alâkası gösteriyor ki, en efdalodur. Daima hilâfet onun hakkı idi, ondan gasp edildi.

Elcevap: Hazret-i Ali (r.a.) mükerreren, kendi ikrarı[SUP]4[/SUP] ve yirmi seneden ziyade o hulefâ-i selâseye ittibâ ederek onların şeyhülislâmlığı makamında bulunması, Şîaların bu dâvâlarını cerh ediyor. Hem hulefâ-i selâsenin zaman-ı hilâfetlerinde fütuhat-ı İslâmiye ve mücahede-i a’dâ hadiseleri ve Hazret-i Ali’nin zamanındaki vakıalar, yine hilâfet-i İslâmiye noktasında Şîaların dâvâlarını cerh ediyor. Demek Ehl-i Sünnet ve Cemaatin dâvâsı haktır.

Eğer denilse: Şîa ikidir. Biri Şîa-i Velâyettir, diğeri Şîa-i Hilâfettir. Haydi, bu ikinci kısım, garaz ve siyaset karıştırmasıyla haksız olsun. Fakat birinci kısımda garaz ve siyaset yok. Halbuki Şîa-i Velâyet, Şîa-i Hilâfete iltihak etmiş. Yani, ehl-i turuktaki evliyanın bir kısmı Hazret-i Ali’yi efdal görüyorlar, siyaset cihetinde olan Şîa-i Hilâfetin dâvâlarını tasdik ediyorlar.

Elcevap: Hazret-i Ali’ye (r.a.) iki cihetle bakılmak gerektir. Bir ciheti şahsî kemâlât ve mertebesi noktasından, ikinci cihet Âl-i Beytin şahs-ı mânevîsini temsil ettiği noktasındandır. Âl-i Beytin şahs-ı mânevîsi ise Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bir nevi mahiyetini gösteriyor.

İşte, birinci nokta itibarıyla, Hazret-i Ali (r.a.) başta olarak bütün ehl-i hakikat, Hazret-i Ebu Bekir ve Hazret-i Ömer’i (r.a.) takdim ediyorlar.[SUP]5[/SUP] Hizmet-i İslâmiyette ve kurbiyet-i İlâhiyede makamlarını daha yüksek görmüşler.

İkinci nokta cihetinde, Hazret-i Ali (r.a.) şahs-ı mânevî-i Âl-i Beytin mümessili ve şahs-ı mânevî-i Âl-i Beyt bir hakikat-i Muhammediyeyi (a.s.m.) temsil ettiği cihetle, muvazeneye gelmez. İşte, Hazret-i Ali hakkında fevkalâde senâkârâne ehâdis-i Nebeviye[SUP]6[/SUP] bu ikinci noktaya bakıyorlar. Bu hakikati teyid eden bir rivayet-i sahiha var ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: “Her nebînin nesli kendindendir. Benim neslim Ali’nin (r.a.) neslidir.”[SUP]7[/SUP]

Hazret-i Ali’nin (r.a.) şahsı hakkında sair hulefâdan ziyade senâkârâne ehâdisin kesretle intişarının sırrı şudur ki: Emevîler ve Haricîler ona haksız hücum ve tenkis ettiklerine mukabil, Ehl-i Sünnet ve Cemaat olan ehl-i hak, onun hakkında rivâyâtı çok neşrettiler. Sair Hulefâ-i Râşidîn ise öyle tenkit ve tenkise çok maruz kalmadıkları için, onlar hakkındaki ehâdisin intişarına ihtiyaç görülmedi.

Hem istikbalde Hazret-i Ali (r.a.) elîm hâdisâta ve dahilî fitnelere maruz kalacağını nazar-ı nübüvvetle görmüş, Hazret-i Ali’yi (r.a.) meyusiyetten ve ümmetini onun hakkında sû-i zandan kurtarmak için, 8 مَنْ كُنْتُ مَوْلاَهُ فَعَلِىٌّ مَوْلاَهُ gibi mühim hadislerle Ali’yi (r.a.) teselli ve ümmeti irşad etmiştir.

Hazret-i Ali’ye (r.a.) karşı Şîa-i Velâyetin ifratkârâne muhabbetleri ve tarikat cihetinden gelen tafdilleri, kendilerini Şîa-i Hilâfet derecesinde mes’ul etmez. Çünkü,ehl-i velâyet, meslek itibarıyla, muhabbetle mürşidlerine bakarlar. Muhabbetin şe’ni ifrattır.[SUP]9[/SUP] Mahbubunu makamından fazla görmek arzu ediyor. Ve öyle de görüyor. Muhabbetin taşkınlıklarında ehl-i hal mâzur olabilirler. Fakat onların muhabbetten gelen tafdili, Hulefâ-i Râşidînin zemmine ve adâvetine gitmemek şartıyla ve usul-ü İslâmiyenin haricine çıkmamak kaydıyla mâzur olabilirler.

Şîa-i Hilâfet ise, ağrâz-ı siyaset, içine girdiği için, garazdan, tecavüzden kurtulamıyorlar, itizar hakkını kaybediyorlar. Hattâ, [SUP]10[/SUP] لاَ لِحُبِّ عَلِىٍّ بَلْ لِبُغْضِ عُمَرَ cümlesine mâsadak olarak, Hazret-i Ömer’in (r.a.) eliyle İran milliyeti ceriha aldığı için,[SUP]11[/SUP] intikamlarını hubb-u Ali suretinde gösterdikleri gibi, Amr ibnü’l-Âs’ın Hazret-i Ali’ye (r.a.) karşı hurucu ve Ömer ibni Sa’d’ın Hazret-i Hüseyin’e (r.a.) karşı feci muharebesi,[SUP]12[/SUP] Ömer ismine karşı şiddetli bir gayz ve adâveti Şîalara vermiş.

Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı Şîa-i Velâyetin hakkı yoktur ki, Ehl-i Sünneti tenkit etsin. Çünkü Ehl-i Sünnet, Hazret-i Ali’yi (r.a.) tenkis etmedikleri gibi, ciddî severler. Fakat hadisçe tehlikeli sayılan ifrat-ı muhabbetten[SUP]13[/SUP] çekiniyorlar. Hadisçe Hazret-i Ali’nin (r.a.) şîası hakkındaki senâ-yı Nebevî,[SUP]14 [/SUP]Ehl-i Sünnete aittir. Çünkü istikametli muhabbetle Hazret-i Ali’nin (r.a.) şîaları, ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaattir.Hazret-i İsâ Aleyhisselâm hakkındaki ifrat-ı muhabbet Nesârâ için tehlikeli olduğu gibi, Hazret-i Ali (r.a.) hakkında da o tarzda ifrat-ı muhabbet, hadis-i sahihte, tehlikeli olduğu tasrih edilmiş.[SUP]15[/SUP]

Şîa-i Velâyet eğer dese ki: “Hazret-i Ali’nin (r.a.) kemâlât-ı fevkalâdesi kabul olunduktan sonra Hazret-i Sıddık’ı (r.a.) ona tercih etmek kabil olmuyor.”

Elcevap: Hazret-i Sıddık-ı Ekberin ve Fâruk-u Âzamın (r.a.) şahsî kemâlâtıyla ve veraset-i nübüvvet vazifesiyle zaman-ı hilâfetteki kemâlâtıyla beraber bir mizanın kefesine; Hazret-i Ali’nin (r.a.) şahsî kemâlât-ı harikasıyla, hilâfet zamanındaki dahilî, bilmecburiye girdiği elîm vakıalardan gelen ve sû-i zanlara mâruz olan hilâfet mücahedeleri beraber mizanın diğer kefesine bırakılsa, elbette Hazret-i Sıddık’ın (r.a.) veyahut Fâruk’un (r.a.) veyahut Zinnureyn’in (r.a.) kefesi ağır geldiğini Ehl-i Sünnet görmüş, tercih etmiş.

Hem, On İkinci ve Yirmi Dördüncü Sözlerde ispat edildiği gibi, nübüvvet, velâyete nisbeten derecesi o kadar yüksektir ki, nübüvvetin bir dirhem kadar cilvesi, bir batman kadar velâyetin cilvesine müreccahtır. Bu nokta-i nazardan, Hazret-i Sıddık-ı Ekberin (r.a.) ve Fâruk-u Âzamın (r.a.) veraset-i nübüvvet ve tesis‑i ahkâm-ı risalet noktasında[SUP]16[/SUP] hisseleri taraf-ı İlâhîden ziyade verildiğine, hilâfetleri zamanlarındaki muvaffakiyetleri Ehl-i Sünnet ve Cemaate delil olmuş. Hazret-i Ali’nin (r.a.) kemâlât-ı şahsiyesi, o veraset-i nübüvvetten gelen o ziyade hisseyi hükümde niskat edemediği için, Hazret-i Ali (r.a.), Şeyheyn-i Mükerremeynin zaman-ı hilâfetlerinde onlara şeyhülislâm olmuş ve onlara hürmet etmiş. Acaba Hazret-i Ali’yi (r.a.) seven ve hürmet eden ehl-i hak ve sünnet, Hazret-i Ali’nin (r.a.) sevdiği ve ciddî hürmet ettiği Şeyheyni nasıl sevmesin ve hürmet etmesin?

Bu hakikati bir misalle izah edelim: Meselâ, gayet zengin bir zâtın irsiyetinden, evlâtlarının birine yirmi batman gümüş ile dört batman altın veriliyor. Diğerine beş batman gümüş ile beş batman altın veriliyor. Öbürüne de üç batman gümüş ile beş batman altın verilse, elbette âhirdeki ikisi çendan kemiyeten az alıyorlar, fakat keyfiyeten ziyade alıyorlar. İşte, bu misal gibi, Şeyheynin veraset-i nübüvvet ve tesis-i ahkâm-ı risaletinde tecellî eden hakikat-i akrebiyet-i İlâhiye altınından hisselerinin az bir fazlalığı, kemâlât-ı şahsiye ve velâyet cevherinden neş’et eden kurbiyet-i İlâhiyenin ve kemâlât-ı velâyetin ve kurbiyetin çoğuna galip gelir. Muvazenede bu noktaları nazara almak gerektir.[SUP]17[/SUP] Yoksa, şahsî şecaati ve ilmi ve velâyeti noktasında birbiriyle muvazene edilse, hakikatin sureti değişir.

Hem Hazret-i Ali’nin (r.a.) zâtında temessül eden şahs-ı mânevî-i Âl-i Beyt ve o şahsiyet-i mâneviyede veraset-i mutlaka cihetiyle tecellî eden hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) noktasında muvazene edilmez. Çünkü orada Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın sırr-ı azîmi var.

Amma Şîa-i Hilâfet ise, Ehl-i Sünnet ve Cemaate karşı mahcubiyetinden başka hiçbir hakları yoktur. Çünkü bunlar Hazret-i Ali’yi (r.a.) fevkalâde sevmek dâvâsında oldukları halde tenkis ediyorlar ve sû-i ahlâkta bulunduğunu onların mezhepleri iktiza ediyor. Çünkü diyorlar ki, “Hazret-i Sıddık ile Hazret-i Ömer (r.a.) haksız oldukları halde, Hazret-i Ali (r.a.) onlara mümâşât etmiş, Şîa ıstılahınca takiyye etmiş, yani onlardan korkmuş, riyâkârlık etmiş.”[SUP]18[/SUP] Acaba böyle kahraman-ı İslâm ve “Esedullah” ünvanını kazanan[SUP]19[/SUP] ve sıddıkların kumandanı ve rehberi olan bir zâtı riyâkâr ve korkaklıkla ve sevmediği zatlara tasannukârâne muhabbet göstermekle ve yirmi seneden ziyade havf altında mümâşât etmekle, haksızlara tebaiyeti kabul etmekle muttasıf görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hazret-i Ali(r.a.) teberrî eder.

İşte, ehl-i hakkın mezhebi hiçbir cihetle Hazret-i Ali’yi (r.a.) tenkis etmez, sû‑i ahlâk ile itham etmez, öyle bir harika-i şecaate korkaklık isnad etmez ve derler ki: “Hazret-i Ali (r.a.) Hulefâ-i Râşidîni hak görmeseydi, bir dakika tanımaz ve itaat etmezdi. Demek ki, onları haklı ve râcih gördüğü için, gayret ve şecaatini hakperestlik yoluna teslim etmiş.”[SUP]20[/SUP]

Elhasıl: Herşeyin ifrat ve tefriti iyi değildir. İstikamet ise, hadd-i vasattır ki,[SUP]21[/SUP] Ehl-i Sünnet ve Cemaat onu ihtiyar etmiş. Fakat, maatteessüf, Ehl-i Sünnet ve Cemaat perdesi altına Vahhâbîlik ve Haricîlik fikri kısmen girdiği gibi, siyaset meftunları ve bir kısım mülhidler, Hazret-i Ali’yi (r.a.) tenkit ediyorlar. Hâşâ, siyaseti bilmediğinden hilâfete tam liyakat göstermemiş, idare edememiş diyorlar. İşte bunların bu haksız ithamlarından, Alevîler Ehl-i Sünnete karşı küsmek vaziyetini alıyorlar. Halbuki, Ehl-i Sünnetin düsturları ve esas-ı mezhepleri, bu fikirleri iktiza etmiyor, belki aksini ispat ediyorlar. Haricîlerin ve mülhidlerin tarafından gelen böyle fikirlerle Ehl-i Sünnet mahkûm olamaz. Belki Ehl-i Sünnet, Alevîlerden ziyade Hazret-i Ali’nin (r.a.) taraftarıdırlar. Bütün hutbelerinde, dualarında Hazret-i Ali’yi (r.a.) lâyık olduğu senâ ile zikrediyorlar. Hususan, ekseriyet-i mutlaka ile Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebinde olan evliya ve asfiya, onu mürşid ve Şah-ı Velâyet biliyorlar.[SUP]22[/SUP] Alevîler, hem Alevîlerin, hem Ehl-i Sünnetin adâvetine istihkak kesb eden Haricîleri ve mülhidleri bırakıp ehl-i hakka karşı cephe almamalıdırlar. Hattâ bir kısım Alevîler, Ehl-i Sünnetin inadına sünneti terk ediyorlar. Her ne ise, bu meselede fazla söyledik; çünkü ulemanın beyninde ziyade medar-ı bahs olmuştur.

Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âl-i Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler! Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizâı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı rabıta-i kudsiye mâbeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz’î meseleleri bırakmak elzemdir.


Dipnot-1
bk. et-Teftazânî, Şerhü’l-Akâid (Terc: Süleyman Uludağ) s.321.
Dipnot-2 bk. Ahmed İbni Hanbel, el-Âkîde: 1:123; İbni Ebi’l-İzz, Şerhu Akîdeti’t-Tahâviyye: 1:545, 548.
Dipnot-3 Tirmizî, Menâkıb: 19; İbni Mâce, Mukaddime: 11; Müsned: 1:84, 118, 4:281.
Dipnot-4 bk. Buhârî, Fezâilü Ashâb: 5; Ebû Dâvud, Sünne: 7; Müsned: 1:106.
Dipnot-5 bk. el-Gazâlî, Kavâidü’l-Akâid: 1:228; el-Kelâbâzî, et-Taarruf li Mezhebi Ehli’t-Tasavvuf: 1:57.
Dipnot-6 Tirmizî, Menâkıb: 19; İbni Mâce, Mukaddime: 11; Müsned: 1:84, 118, 4:281.
Dipnot-7 Taberânî, el-Mecmeu’l-Kebîr, no: 2630; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 10:333; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, c.2, s. 223, no: 1717.
Dipnot-8 “Ben kimin efendisiysem, Ali de onun efendisidir.” Tirmizî, Menâkıb: 19; İbni Mâce, Mukaddime: 11; Müsned, 1:84, 118, 119, 152, 331, 4:281, 368, 370, 382, 5:347, 366, 419; el-Kettânî, Nazmu’l-Mütenâsir fi’l-Ehâdîsi’l-Mütevâtir, s. 24; el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6:218; İbni Hibbân, Sahih, 9:42; Hâkim, el-Müstedrek, 2:130, 3:134.
Dipnot-9 Ebû Dâvud, Edeb: 113; Müsned: 5:194, 6:450.
Dipnot-10 Sebep, Hz. Ali’ye duyulan sevgi değil; Hz. Ömer’e duyulan kindir.
Dipnot-11 bk. İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ: 6:12, 21; et-Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülûk: 3:283, 289.
Dipnot-12 bk. et-Taberî, Tarihü’l-Ümem ve’l-Mülûk: 3:298; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye: 8:193.
Dipnot-13 Müsned: 1:160; Nesâi, es-Sünenü’l-Kübrâ: 5:137; el-Hâkim, el-Müstedrek: 3:132.
Dipnot-14 et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsad: 6:354, 355, 7:343.
Dipnot-15 Buharî, Tarihü’l-Kebîr, 2:1:257; Ahmed ibni Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe, no: 1087, 1221, 1222; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:133; İbnü’l-Cevzî, el-İleli’l-Mütenâhiye, 1:223.
Dipnot-16 bk. Buhârî, Fezâilü Ashâb: 6; Müslim, Fazâilü’s-Sahâbe: 15-16; Tirmizî, Rüya: 9.
Dipnot-17 bk. Tirmizî, Rüya: 10; Ebû Dâvud, Sünnet: 8; Müsned: 5:44, 50.
Dipnot-18 bk. er-Râzî, İ’tikâdâtü Firâki’l-Müslimîn ve’l-Müşrikîn: 1:60, 61: İbni Teymiyye, Minhâcü’s-Sünne: 6:320.
Dipnot-19 bk. Ahmed bin Abdullah et-Taberî, er-Riyadu’n-Nâdıra: 1:245, Zehâiru’l-Ukbâ: 1:92.
Dipnot-20 bk. İbni Ebi’l-Hadîd, Şerhu Nehci’l-Belâğa, 1:130-132.
Dipnot-21 bk. el-Beyhâkî, Şuabü’l-Îmân: 3:402, 5:261; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 1:470.
Dipnot-22 bk. İmam-ı Rabbânî, el-Mektûbât: 1:134 (251. Mektup).[/BILGI]


[DIKKAT]
Soru 1: Akaid-i imaniye ve esasat-ı imaniye ne demektir?

Soru 2: Ehli sünnet ve cemaat nedemektir? Şia nedemektir?

Soru 3: Akaid-i imaniye kitaplarına ve esasat-ı imaniye olmaması gereken ancak konu edilecek derecede ehemmiyet verilerek büyütülmüş olan mesele nedir? Bu meseleyi ehli sünnet ve cemaat nasıl izah ediyor? Şialar nasıl izah ediyor ve delilleri nelerdir?

Soru 4: Hz. Ali r.a. sözleri ve davranışları şiaların delillerini nasıl çürütüyor?

Soru 5: Şîa-i Velâyet ve Şîa-i Hilâfet ne demektir?

Soru 6: Siyaset ve Garaz islam akaidinde yeri nedir? Sakıncaları nelerdir?

Soru 7: Hz. Ali r.a.'a bakılması gereken iki cihet nedir? Ustad Bediüzzaman neden iki cihetle bakılması gerekir diyor?

Soru 8: Hz. Ali r.a.'ın diğer halifelerden daha çok öne çıkarılmasındaki asıl sebeb nedir?

Soru 9: "Muhabbetin şe’ni ifrattır" ve "ifrat-ı muhabbet" sözünü nasıl anlayabiliriz? Sakıncaları var mıdır?

Soru 10: Şia-i Hilafetin Ömer ismine karşı şiddetli garaz ve adavetinin sebebi nedir? Haklılar mı?

Soru 11: Şia-i Velayet neden Ehli Sünnet ve Cemaati tenkid edemez?

Soru 12: “Hazret-i Ali’nin (r.a.) kemâlât-ı fevkalâdesi kabul olunduktan sonra Hazret-i Sıddık’ı (r.a.) ona tercih etmek kabil olmuyor.” iddiası doğrumudur?

Soru 13: Hz. Ali r.a. ve hulefâ-i selâsenin muvazenesinde dikkat edilmesi gereken hususları açıklar mısınız?

Soru 14: Birbirine çok zıt olan muhabbet ve tenkis konusunda Şia-i Hilafet Hz. Ali r.a. ifratkarane muhabbetleri olmasına rağmen Hz. Ali r.a.'ın teberri olduğu hangi konuda Hz. Ali r.a.'ı tenkis ve riyakar ve su-i ahlak ile itham ediyorlar?

Soru 15: İfrat ve Tefrit nedir izah eder misiniz? İstikamet olan hadd-i vasat nedir?

Soru 16: Ehli Sünnet ile Alevileri anlaşmazlığa düşüren kimlerdir? Ehli Sünnete ait sanılan Hz. Ali r.a.'ı tenkid eden fikirler nelerdir?

Soru 17: Diğer inadi meselelere kıyas edecek olursak : Ehl-i Sünnetin inadına sünneti terk etmenin faydası var mıdır? Zararı nelerdir?[/DIKKAT]
 

Nebizade

Member
Soru 2: Ehli sünnet ve cemaat ne demektir? Şia ne demektir?

Cevap 2: Ehli sünnet ve cemaat peygamber efendimizin sünnetlerine tam ittiba eden ve halifelerin hepsine tabii olanlardır.

Şia ise Hazreti Aliy'e taraftar olan ve Hazreti Ebubekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman'dan önce Hazreti Ali'nin halife olması gerektiğini ve Hazreti Alinin bu konuda hakkının yendiğini savunanlardır.

Doğru mu? :)
 
Son düzenleme:

Nebizade

Member
Soru 3: Akaid-i imaniye kitaplarına ve esasat-ı imaniye olmaması gereken ancak konu edilecek derecede ehemmiyet verilerek büyütülmüş olan mesele nedir? Bu meseleyi ehli sünnet ve cemaat nasıl izah ediyor? Şialar nasıl izah ediyor ve delilleri nelerdir?

Cevap 3: Akaid-i imaniye kitaplarına ve esasat-ı imaniye olmaması gereken ancak konu edilecek derecede ehemmiyet verilerek büyütülmüş olan mesele; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman'ın hilafetlerinin Şialara göre haksız olması ve Hz. Ali'nin hepsinden önce Halife olması gerektiğidir.
Bu meseleyi şialar şu şekilde açıklıyor; “Hak Hazret-i Ali’nin (r.a.) idi. Ona haksızlık edildi. Umumundan enefdal Hazret-i Ali’dir (r.a.).” Dâvâlarına getirdikleri delillerin hülâsası: Derler ki,Hazret-i Ali (r.a.) hakkında vârid ehâdis-i Nebeviye3 ve Hazret-i Ali’nin (r.a.) “Şah-ı Velâyet” ünvanıyla, ekseriyet-i mutlaka ile evliyanın ve tariklerin mercii ve ilim veşecaat ve ibadette harikulâde sıfatları ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm ona ve ondan teselsül eden Âl-i Beyte karşı şiddet-i alâkası gösteriyor ki, en efdalodur. Daima hilâfet onun hakkı idi, ondan gasp edildi.

Bu meseleyi ehli sünnet şu şekilde açıklıyor; Hazret-i Ali’yi (r.a.) fevkalâde sevmek dâvâsında oldukları halde tenkis ediyorlar ve sû-i ahlâkta bulunduğunu onların mezhepleri iktiza ediyor. Çünkü diyorlar ki, “Hazret-i Sıddık ile Hazret-i Ömer (r.a.) haksız oldukları halde, Hazret-i Ali (r.a.) onlara mümâşât etmiş, Şîa ıstılahınca takiyye etmiş, yani onlardan korkmuş, riyâkârlık etmiş.” Acaba böyle kahraman-ı İslâm ve “Esedullah” ünvanını kazanan ve sıddıkların kumandanı ve rehberi olan bir zâtı riyâkâr ve korkaklıkla ve sevmediği zatlara tasannukârâne muhabbet göstermekle ve yirmi seneden ziyade havf altında mümâşât etmekle, haksızlara tebaiyeti kabul etmekle muttasıf görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hazret-i Ali(r.a.) teberrî eder.

Doğru mu? :)
 

Nebizade

Member
Soru 4: Hz. Ali r.a. sözleri ve davranışları şiaların delillerini nasıl çürütüyor?

Cevap 4: Hazret-i Ali’yi (r.a.) fevkalâde sevmek dâvâsında oldukları halde tenkis ediyorlar ve sû-i ahlâkta bulunduğunu onların mezhepleri iktiza ediyor. Çünkü diyorlar ki, “Hazret-i Sıddık ile Hazret-i Ömer (r.a.) haksız oldukları halde, Hazret-i Ali (r.a.) onlara mümâşât etmiş, Şîa ıstılahınca takiyye etmiş, yani onlardan korkmuş, riyâkârlık etmiş.” Acaba böyle kahraman-ı İslâm ve “Esedullah” ünvanını kazanan ve sıddıkların kumandanı ve rehberi olan bir zâtı riyâkâr ve korkaklıkla ve sevmediği zatlara tasannukârâne muhabbet göstermekle ve yirmi seneden ziyade havf altında mümâşât etmekle, haksızlara tebaiyeti kabul etmekle muttasıf görmek, ona muhabbet değildir. O çeşit muhabbetten Hazret-i Ali(r.a.) teberrî eder.
 

Nebizade

Member
Soru 5: Şîa-i Velâyet ve Şîa-i Hilâfet ne demektir?

Cevap 5: Şîa-i Velâyet; Hazreti Ali'nin şahsi kemalatlarına ve Ehl-i Beytin temsilcisi olması hasebiyle muhabbet edenlerdir.

Şîa-i Hilâfet; Hazreti Ali'den önceki Halifelere garaz beslemekten dolayı olan muhabbettir ve batıldır.
 

Nebizade

Member
Soru 6: Siyaset ve Garaz islam akaidinde yeri nedir? Sakıncaları nelerdir?

Cevap 6: Siyaset taraftarlık gerektirir; siyaset muhailifinin elinde bir hak görse muhalifinin elinde olduğu için siyaseten ve garazdan dolayı kabul etmez Üstadımızın demesiyle; Şîa-i Hilâfet ise, ağrâz-ı siyaset, içine girdiği için, garazdan, tecavüzden kurtulamıyorlar, itizar hakkını kaybediyorlar. Hattâ, لاَ لِحُبِّ عَلِىٍّ بَلْ لِبُغْضِ عُمَرَ cümlesine mâsadak olarak, Hazret-i Ömer’in (r.a.) eliyle İran milliyeti ceriha aldığı için, intikamlarını hubb-u Ali suretinde gösterdikleri gibi, Amr ibnü’l-Âs’ın Hazret-i Ali’ye (r.a.) karşı hurucu ve Ömer ibni Sa’d’ın Hazret-i Hüseyin’e (r.a.) karşı feci muharebesi, Ömer ismine karşı şiddetli bir gayz ve adâveti Şîalara vermiş.
 

faris

Well-known member
Soru 1: Akaid-i imaniye ve esasat-ı imaniye ne demektir?

Akaid-i imaniye ve esasat-ı imaniye aynı şeyler gibi görünebilir lakin esasat-ı imaniye imanın altı şartıdır ancak akaid-i imaniye daha geniştir. Akaid-i imaniye imana dair meseleleri konu alan bir ilimdir. Esasat-ı imaniye meselelerini açıkladığı gibi diğer imani meseleleri ve şubelerinide izah etmektedir.

Soru 2: Ehli sünnet ve cemaat nedemektir? Şia nedemektir?

Ehli sünnet vel cemaat; Peygamber efendimiz a.s.v hazretlerinin bütün hadis ve sünnetleri ışığı altında aydınlanan cemaati islamiyedir.

Şia: Halk arasında şii ve şiilik olarak bilinir. Asıl ilk ortaya çıkışında ehli sünnet vel cemaat olan şiilik zaman ile ifrat ve tefride girerek. Ehl Sünnet vel cemaatin kaidelerinden ayrılarak Hz. Ali r.a. ve ehlibeyt çatısı altında kendilerini muhafaza ve müdafaa etmektedirler.

Soru 3: Akaid-i imaniye kitaplarına ve esasat-ı imaniye olmaması gereken ancak konu edilecek derecede ehemmiyet verilerek büyütülmüş olan mesele nedir? Bu meseleyi ehli sünnet ve cemaat nasıl izah ediyor? Şialar nasıl izah ediyor ve delilleri nelerdir?

Ustad Bediüzzaman r.a. malayani ve fuzuli bilgilerden ziyade bu bilgileri süzerek asıllarını ve menbaılarına inerek o meselelerde bilinmesi gereken hususları ifade ederek manen bizim bu meselede bunu bilmemiz yeterlidir, bunun dışında daha fazla bilgi hammalığa girer demektedir. Ve ancak imani meseleleri Risale-i Nur eserlerinde konu aldığından bu meselenin de o kadar çok konuşulmasından ve hatta akaid kitaplarına yer verilmesinden dolayı bu meseleyi izah etmenin hali zaman ve istikbaldeki şia ve ehli sünnete cevap vermiş olmaktadır.

ehli sünnet ve cemaat diyor ki:

Bildiğiniz gibi Peygamber efendimizin a.s.v kısa bir süre hastalığının akabinde ahirete intikal ettiği zaman ki islam alemi büyük bir burhana girmiş tabiri caizse aklını kaybetmiş hadiseye tamamen hissiyatları ile yaklaşmakta idi. Hz. Ali r.a. derin bir üzüntü içinde peygamber efendimizin a.s.v defin işleri meşgul ve hz. ömer r.a. ise bu meseleyi kabul edemiyordu. Aralarında bir tek Hz. Ebu Bekir r.a.'ın aklı başında idi ve islam alemine ilk uyandırıcı iğneyide o yapmıştır. O günü bir hatırlayalım :

Hz. Ebubekir şöyle hitap etmişti: "Şehadet ederim ki, Allah birdir, O'ndan başka ilah yoktur, O'nun hiçbir ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve rasülüdür. Yine şehadet ederim ki, Kitap (Kur'an) nazil olduğu, din meşru kılındığı, Hadîs iradedildiği, söz söylendiği gibi mahfuzdur. Allah, apaçık bir hakikattır," sonra da şöyle dedi: Ey nâs! Muhammed'e kulluk eden var idiyse bilsin ki: Muhammed muhakkak ölmüştür; Allah'a tapanlara gelince, şüphesiz Allah diridir, ebediyyen bâkidir." Devamla şu manadaki ayetleri okudu:


"Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse siz ökçelerinizin üzerinde
geriye mi döneceksiniz? Kim ökçesi üzerinde geriye dönerse, Allah'a hiç bir ziyan veremez. Allah, şükredenleri mükafatlandıracaktır.” Ve devam etti: "Allahu Teâlâ işini, size vasiyet etmiştir, onda ümitsizlik ve sabırsızlığa düşmeyiniz. Şüphesiz Allah, sizin yanınızdaki ve kendi yanındaki şeyleri Nebisi için seçmiştir. Onu, yarlığamasına çekip almış, Kitabını ve nebisinin sünnetini sizde bırakmıştır. Bu ikisine sarılan doğruyu bulur, o ikisinin arasını ayıran sapıtır. Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan kimseler olunuz. Şeytan, Peygamberimizin ölümü sebebiyle sizi aldatmasın, dininizden saptırmasın. Şeytanı aciz bırakacağınız şeyde, ondan acele davranınız. Size ulaşmasına fırsat vermeyiniz."

Bu hadisenin akabinde Hz. Ebu Bekir r.a.'a ilk biatı Hz. Ömer r.a. yapmıştır. Ve akabinde Hz. Ali r.a. biat etmiştir ve Hz. Ebu Bekir r.a. ilk halife olmasına ümmeti muhammed içinde bir kişi dahi olsa ihtilafa düşmemiştir.

Buharide rivayet edilen bir hadis-i şerifde: Peygamber efendimiz a.s.v hasta iken Hz. Ali r.a. yanına gelir. O esnada Hz. Abbas r.a. hz ali r.a elinden tutarak, Ben Abdulmuttaliboğullarının ölürken aldığı hali biliyorum vallahi üç güne kalmaz Resulullah a.s.v hastalığından vefat edeceğini görüyorum. Gel resulullah'a s.a.v gidip kendisinden sonra hilafetin kimde kalacağını soralım. Bizde kalacaksa bilmiş oluruz. Başkasından kalacaksa kendisiyle konuşuruz bizi tavsiye eder. demekte. Hz Ali r.a. Eğer biz onu sorarsa bunun üzerine hilafeti bize yasaklasa, halk ondan sonra onu asla bize vermez. Vallahi ben böyle birşey soramam demektedir.

Şialar ise :

Halifelik Hz. Ali r.a. hakkı onun velayetinin hepsinden daha üstün olduğunu bildirmekle beraber Hz. Ebu Bekir r.a. ve Hz. Ömer r.a. ve Hz. Osman r.a.'ın halifeliği Hz. Ali r.a. vermediklerini ondan gasb ettiklerini ileri sürmektedirler. Davalarına getirdikleri burhanlar ise Hz. Ali r.a.'ın velayeti ve Hz. Resulullah'ın Onun hakkında beyan ettiği sözleridir..
 

Nebizade

Member
Soru 9: "Muhabbetin şe’ni ifrattır" ve "ifrat-ı muhabbet" sözünü nasıl anlayabiliriz? Sakıncaları var mıdır?

Cevap 9: Muhabbet ifratı yani aşırılığı ister. İnsan muhabbet ettiği insanı kendi gözünde büyütür ve kendi gözünde büyüttüğüne muhabbet duyar. Şeyh uçmaz mürit uçurur diye boşuna dememiş atalarımız dimi.

Sakıncaları olup olmadığına da gelince üstadımızdan da aldığımız derse binaen; ne ifrat etmeliyiz, nede tefrit, en iyisi vasattır yani sıratı müstakimdir. Olmayan özellikleri muhabbet ettiğimiz kişide varmış gibi düşünüp muhabbetimizi o olmayan hasiyet üzerine bina etmemiz temeli zayıf bir muhabbete sebep olur. O özelliğin muhabbet edilende yani mahbupta olmadığını gören muhabbet edenin muhabbeti gider belki de adavete dahi sebep olabilir...
 

faris

Well-known member
Soru 7: Hz. Ali r.a.'a bakılması gereken iki cihet nedir? Ustad Bediüzzaman neden iki cihetle bakılması gerekir diyor?

Nasıl ki bir ülkede bir padişah var. Bu padişaha iki pencereden bakılabilir; birincisi o ülkenin yöneticisi olma sıfatıyla, ikincisi ferd olarak. işte öylede Bediüzzaman r.a. Hz. Ali r.a.'ın ferd olarak ele alınamayacağını ancak iki sıfata haiz olduğundan Hz. Ali r.a.'ı ancak iki şekilde ele alabiliriz demekte. Birinci olarak Ehli Beytten olma hasebiyle ikincisi ise ferd olarak bakabiliriz.

Çünkü madem mesele bir mukayeseden ileri geliyor öyle ise mukayese edilirken ne ile mukayese etmek gerektiğinin sınırları da çizilmelidir ki yapılan mukayesede haksızlık yapılmasın..

Hz. Ali r.a. ferd olarak baktığımızda şahsı kemalatı dikkatimize gelir ancak şahsı manevi cihetiyle baktığımızda Ali Beyti temsil etmektedir. İşte böyle bir mukayesede Ali beytten olmayan zatlar ile Hz. Ali r.a.'ı mukayese edecek olursak öncelikle olarak bakılması gereken şahsı kemalatları olmalıdır.

Bugün günümüzde bir şirkette çalışmak üzere iş başvurusunda bulunulduğunda öncelikli olarak o işe alınacak personel o iş üzerinde almış olduğu eğitim ve kariyer bilgisi referanslarından daha ziyade değil midir?

Soru 8: Hz. Ali r.a.'ın diğer halifelerden daha çok öne çıkarılmasındaki asıl sebeb nedir?

Hz Osman r.a. şehit edilmesinden sonra halifeliğe geçen Hz. Ali r.a.'a emeviler hariciler gibi kimseler haksız hücumlarına , tenkid ve tahkirlerine karşılık ehli sünnet vel cemaat onun şahsı ve manevi kemalatı hakkındaki görüşleri ve düşüncelere çok sık başvurmuşlar ve ifade etmişler. Ancak diğer ilk üç islam halifeleri hakkında böyle tenkid ve tahkirler ve hücumlar bu kadar dehşetli olmadığından onlar hakkındaki rivayetler pek gündeme getirilmemiş..
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Soru 9: "Muhabbetin şe’ni ifrattır" ve "ifrat-ı muhabbet" sözünü nasıl anlayabiliriz? Sakıncaları var mıdır?

İslamiyet o kadar güzel bir dindir ki insanın bütün his ve duygularını tatmin edecek ihtiyacını karşılayarak lezzetlendirecek ölçüleri belirlemiş ve sınırlarını çizmiş. İnsandaki en şiddetli hissiyatlardan biri olan muhabbette ise elbette ona mukabil dusturlar olması gerekir.

Risale-i Nurda Lemalar eserinde Ustad Bediüzzaman muhabbet hissiyatını ikiye ayırıyor : birincisi esbaba verilen muhabbet ki kişi esbabı sever ve bu muhabbetini Allah'ı sevmeye vesile yapar. ikincisi ise en evvel muhabbetini Allah'a verirse onun sevdiği herşeyi sever. Bu meseleyi aklımızın bir tarafına yazdıktan sonra şu meseleye bakmamız gerekir ki o da ifrad ve tefrid.

Ustad Bediüzzaman r.a. ifrat ve tefridin hadisi sahih ile tehlikeli olduğunu ifade ederek "Her şeyin ifrat ve tefriti iyi değildir istikamet ise haddi vassattır." diyerek bu meseleyi özetlemektedir.

İşte bu iki meseleyi dikkat ettikden sonra islamiyetin yine herşeyde olduğu gibi muhabbet meselesinde dahi bazı hususlara cevaz vermiş veyahut mazur görmüş.

Ehli tarikatta çok veciz bir söz vardır "şeyh uçmaz murid uçurur" diye onun içindir ki ehli tarikatta bulunan kimselerin şeyhlerine gösterdikleri muhabbetteki ifratta başkalarına adavete ve islami kaideler dışına çıkmamak şartıyla müsaade edilmiş. Yani murid benim şeyhim çok büyük bir alim diyebilir ama sadece benim şeyhim büyük alimdir diğerleri alim bile değildir diyemez, o dahi içinde bulunduğu haleti ruhiyeden dolayı belki mazur olabilir yoksa tehlikeli olduğu bir kesindir.

Soru 10: Şia-i Hilafetin Ömer ismine karşı şiddetli garaz ve adavetinin sebebi nedir? Haklılar mı?

Hadis-i Şeriflerde peygamber efendimiz ileride olacak olaylardan haber verdiğini görüyoruz bunlardan biride o zamanın Bizansdan sonra ikinci büyük devleti olan ve azgınlıkları ve lüks hayatları ve insanları ezmeleri ve haksızlıkları ile olan İran devletidir. Zati tarihe baktığımızda Pers İmparatorluğu olarak gördüğümüz İran devletinin çok vahşi ve zorbalıklarını görüyoruz. Tabi bütün bunlar islamiyeti kabullerinden önceki tarihlerini içermekte. Hz. Ömer r.a. halife olmasından sonra islam devleti veya diğer dünyalık amaç ve gayeler için olmadığını İran Fethi için orduların başkomutanı tayin ettiği Sad Bin Ebi Vakkasa verdiği nasihatte görüyoruz.
"Ey Sa’d, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in dayisi ve onun sahabisi olman seni yaniltip Allah'tan uzaklastirmasin! Allah, kötülügü kötülükle degil, iyilikle yok eder. Allah ve insanlar arasinda, O’na itaatte baska hiç kimse yoktur. Allah katinda bütün insanlar esittir. Allah onlarin Rabbi, onlar da O'nun kullaridirlar. Onlara verilen hayat için, O'nu zikrederek, O'nun kanunlarina tabi olarak, O'na hamdederler. Resulullah (s.a.s.)’den gördügün gibi hareket et!.." ( Vakidî, Fütûhu's Sam, Misir, tarihsiz, I. 68.)

Ancak İranın fethinden sonra ortaya çıkacak olan şiayı siyaset Hz. Ömer r.a.'a garaz ve öfkelerini Hz. Ali r.a. üzerinden ifade edeceklerdi. Amr İbnu As'ın hz. Ali r.a. halife olmasından sonra Muaviye tarafında yer alması ve Ömer İbni Sad'ın Kerbelada Hz. Hüseyin r.a. yaptıklarından sonra bu garazlarına iyice bahane olmuştur.

Yukarıdaki açıklamalar ile beraber şunu da ifade etmek gerekir ki: Eğer Hz. Ömer r.a., Hz Ali r.a. kemalatını ve maneviyatını tasdik etmemiş olsaydı halifeliği boyunca onu devletin en mühim meselelerinde görevlendirmezdi. Demek ki her iki halifede birbirilerini tasdik ettikleri gibi birbirlerine her konuda ittifak ederek yardımlaşmışlardır.

Ustad Bediüzzaman muhabbetin şeni ifrattır garaz olmazsa mazur olabilir sözü bu meselede onların ne kadar haksız ve mesul olacaklarını ispat etmekte.. Hem kendilerinden sadece Hz. Ömer r.a. davacı olmayacağı gibi Hz. Ali r.a. dahi davacı olacak hatta bu iki mubarek islam kahramanlarını seven ve öven ve övünen ehli sünnet vel cemaat dahi davacı olacaklar. Sadece bir kişinin hukukunu değil hukukuna kasd ve katl var. Elbette bunun muhim bir cezası olacaktır.
 

faris

Well-known member
Soru 11: Şia-i Velayet neden Ehli Sünnet ve Cemaati tenkid edemez?

Ustad Bediüzzaman meselenin evveliyatında şiileri ikiye ayırmış hilafetin hakkı hz. Ali r.a.'ın diyen şiiler ve Hz. Ali r.a.'ın şahsı kemalatı ve manevi kemalatı ile alakadar olan şii velayet olarak. Şii hilafete ise siyaset ve garaz girdiğinden zati haksız olduklarını ifade etmekle beraber şii velayetin dahi bir kısmının şii hilafetin görüşlerini benimsediğini söylemekte.

Bu meselede ise şii velayetin ehli sünnet vel cemaati tenkid etmeye hakkı olamayacağını ifade ederken siyaset ve garazdan uzak olan Hz. Ali r.a.'ın şahsı ve manevi kemalatını benimseyen ve muhabbetlerinde ifrad edenler dahi ehli sünnet vel cemaati tenkid edemez.

Çünkü bir meselede bir cemaati tenkid ve tahkir edebilmek için o cemaatin O mübarek zata muhalefet etmeleri onu eleştirmeleri gerekir. Ama ehli sünnet vel cemaat Hz. Ali r.a.'a ne muhalefet etmiş ne eleştirmişlerdir, hatta çok ciddi sevmek ve muhabbet ile beraber diğer halifelere nazaran Hz. Ali r.a. hakkında çok rivayetlerle beraber onu taklid etmişler ve sahabe-i kiram içinde ve hatta evliyalar içinde şah benimsemişler. Böyle bir cemaat elbette tenkid edilemez belki ona mukabil bir muhabbet ile teşekkür edilebilinir. Ancak bunca kemalatı olduğu halde hiçbir mümin muhabbetinde ifrat edemeyeceğini hadisi şerifde kesin olduğu için ehli sünnet vel cemaat muhabbetini kayıd altına almıştır.

Soru 12: “Hazret-i Ali’nin (r.a.) kemâlât-ı fevkalâdesi kabul olunduktan sonra Hazret-i Sıddık’ı (r.a.) ona tercih etmek kabil olmuyor.” iddiası doğrumudur?

Ustad Bediüzzaman r.a. burada çok ince bir tesbit ile evveliyata değil hali hazır zamanlarındaki icraatlarını mukayese ile ehli sünnet vel cemaatin Hz. Ebu Bekir r.a.'ın ilk halife olarak kabul etmesindeki isabeti böylelikle izah etmiş oluyor. Şöyle ki:

Hz. Ebu Bekir r.a.'ın halife olduğu dönemindeki icraatlar ile Hz. Ali r.a. dönemindeki icraatlar tartılsa Hz. Ebu Bekir r.a. dönemindeki icraatların daha ağır geleceği kesin ve hiç şüphe yoktur. Şimdi hal böyle iken Hz. Ali r.a. ilk halife olsaydı islam devleti bu kadar inkişaf ederek İslamiyet bu kadar yayılır mıydı. İcraatlar ortada yer değiştirmiş olsaydı Hz. Ebu Bekir r.a. dördüncü halife olsaydı bu kadar karışık ve dağılmış ve taraf tutmuş Müslümanlar içinde birlik ve beraberlik sağlamakla uğraşmaktan o icraatları dahi yapamayacağı başka bir kesinliktir..
 

faris

Well-known member
Soru 13: Hz. Ali r.a. ve hulefâ-i selâsenin muvazenesinde dikkat edilmesi gereken hususları açıklar mısınız?

Bir mesele tartılırken meseleler aynı kulvarda olması gerekmektedir. Hz. Ali r.a. ile diğer ilk üç halifenin karşılaştırılmasında dikkat edilmesi gereken husus peygamberlik vazifesi ve velilik ise öncelikle bu iki hususu karşılaştırmak gerekir. Nasıl ki bir memlekette veya bir idari kurumda iki mevki varsa bu iki mevki elbette birbirinin aynı olamaz. İkisinden biri diğerinden daha ileri olması gerekir işte öylede Peygamber varisi olan bir mevki elbette velilik makamının daha üstünde ve daha geniş olacağı katidir.

Hem bunu ispat eden bazı şii kaynaklarında dahi Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer r.a.'ın halife olacakları sırasında kendisini halife olarak hiç düşünmüyor çünkü onların bu makama daha layık olacağını ifade ediyor. İşte bu sırdan dolayıdır ki Hz. Ebu bekir ve Hz. Ömer r.a.'ın halifelik dönemlerinde onların emirlerine riayet etmiş hüküm ver dediklerinde hüküm vermiş savaş dediklerinde savaşmıştır. Ancak ta ki Hz. Osman r.a. halife olacağı dönemde kendisinin artık halife olabileceğini ve kendini bu makama layık olarak görmüş ancak halifeliğe adaylar arasında Hz. Osman r.a.'ı görünce kendiside hemfikir olarak adaylar arasında karar vererek Hz. Osman r.a.'ı halife seçmişlerdir.Bu meseleyi ehli sünnet vel cemaat kaynaklarından ziyade şii kaynaklarında da görmek mümkündür.

İşte O halife-i azamların zamanlarındaki icraatların pek inkişaf etmesi bu meseleleri doğrulamaktadır.

Yani üç halifenin dönemindeki hizmetler ve dinin tesis vazifeleri, bütün ümmete şamil olmasından, ondan hasıl olan sevaplar Hazreti Ali (r.a)'in şahsi kemalatından daha ağır geliyor.

Hazreti Ali (r.a) döneminde, hizmet ve tesisten çok dahili mücadeleler olmuştur. Bu da hizmet noktasından, diğer üç halifenin gerisinde kalmasına sebebiyet vermiştir. Bu yüzden Hazreti Ali (r.a), külli sevap ve fazilet noktasından diğer üç halifeye yetişemiyor.

Bununla beraber yine Ustad Bediüzzaman r.a. şu ifadeyi belirterek meselenin tam anlaşılmasını sağlıyor : "Yoksa, şahsî şecaati ve ilmi ve velâyeti noktasında birbiriyle muvazene edilse, hakikatin sureti değişir." Çünkü hiçbir kimse Hz. Ali r.a. şahsi kemalatına erişemeyecektir.

Yine eksik kalmaması hususunda böyle bir karşılaştırmada : "Hem Hazret-i Ali’nin (r.a.) zâtında temessül eden şahs-ı mânevî-i Âl-i Beyt ve o şahsiyet-i mâneviyede veraset-i mutlaka cihetiyle tecellî eden hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) noktasında muvazene edilmez. Çünkü orada Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın sırr-ı azîmi var. "

Soru 14: Birbirine çok zıt olan muhabbet ve tenkis konusunda Şia-i Hilafet Hz. Ali r.a. ifratkarane muhabbetleri olmasına rağmen Hz. Ali r.a.'ın teberri olduğu hangi konuda Hz. Ali r.a.'ı tenkis ve riyakar ve su-i ahlak ile itham ediyorlar?

Şiiler, ehli sünnet vel cemaatin haklı olduklarını kabul etmemek için Hz. Ali r.a.'a o kadar muhabbet ve sevgi beslemelerine rağmen sırf ehli sünnet vel cemaatin haksız çıkması için o çok sevdikleri ve Onun için bir çok mücadelede bulundukları Hz. Ali r.a.'a kendi kaynaklarında asla korkak olamaz dedikleri ve çocuklarına onun bir adı olan Esadullah olmasından dolayı Esad isimini vermeleri ancak yine Hz. Ali r.a.'ın, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer r.a.'ı hoş gördüğünü takiyye yaptığını, ve korkaklıkla suçlamaktan bile çekinmiyorlar.

Hem yine şii kaynaklarında bile geçen Hz. Ali r.a.'ın eğer Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer r.a.'ı kendimden daha ileri görmesem ve o makama en layık onları bilmesem kesinlikle itaat etmezdim demekte. Hatta Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer r.a.'a ilk biat eden kendisi olması bu meseleyi tasdik ediyor..
 

faris

Well-known member
Soru 15: İfrat ve Tefrit nedir izah eder misiniz? İstikamet olan hadd-i vasat nedir?

İfrat aşırılık olduğu gibi tefrit ise tam zıttı olan normalin altıdır. İslamiyet ise Hadis-i Şerif ve Ayeti Kerime ile sabit olarak her daim ve her işte ölçü ve dengeyi, orta yolu esas tutmaktadır.

Kişi kendi nefsinin esiri olarak bu dustur ve ölçüler dışına çıkması her daim insana ve topluma zarar verdiği kazanç elde etmediği su götürmez bir gerçektir.

Mesela yine Risale-i Nurda izahı geçen bu meselede islamiyetin düsturlarından olan istikamet için yani hergün Fatiha Süresi ile her namazda ve her rekatta söylediğimiz sıratal müstakim sırrını Fatiha Süresinin tefsirinden bakarak öğrenelim :
[BILGI]
الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ: Sırat-ı müstakim; şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasından hasıl olan adl ü adalete işarettir. Şöyle ki:

Tegayyür, inkılab ve felâketlere maruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin birincisi: Menfaatleri celb ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye. İkincisi: Zararlı şeyleri def' için kuvve-i sebuiye-i gazabiye. Üçüncüsü: Nef' ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye-i melekiyedir.


Lâkin insandaki bu kuvvetlere şeriatça bir hadd ve bir nihayet tayin edilmiş ise de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan bu kuvvetlerin herbirisi tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar. Meselâ: Kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki; ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki; namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki; helâline şehveti var, harama yoktur.

İhtar: Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında da bu üç mertebe mevcuddur.


Ve keza kuvve-i gazabiyenin tefrit mertebesi cebanettir ki, korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddî ve ne manevî hiç bir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattır ki; hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru' olmayan şeylere karışmaz.

İhtar: Bu kuvve-i gazabiyenin füruatında da şu üç mertebenin yeri vardır.


Ve keza kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabavettir ki, hiç bir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki; hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya mâlik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki; hakkı hak bilir imtisal eder, bâtılı bâtıl bilir içtinab eder.

وَ مَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثِيرًا



İhtar: Bu kuvvetin şu üç mertebeye inkısamı gibi; füruatı da, o üç mertebeyi hâvidir. Meselâ: Halk-ı ef'al mes'elesinde Cebr Mezhebi ifrattır ki, bütün bütün insanı mahrum eder. İtizal Mezhebi de tefrittir ki, tesiri insana verir. Ehl-i Sünnet Mezhebi vasattır. Çünki bu mezheb beyne-beynedir ki; o fiillerin bidayetini irade-i cüz'iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor. Ve keza itikadda da ta'til ifrattır, teşbih tefrittir, tevhid vasattır.

İşarat-ül İ'caz ( 24 )

[/BILGI]


Yine şualar eserinde bu meselenin izahı şu şekilde geçmektedir :

[BILGI]Hem ahlâk-ı insaniyede en rahat, en faydalı, en kısa, en selâmetli yol ise sırat-ı müstakimde, istikamettedir. Meselâ: Kuvve-i akliye,
hadd-i vasat olan hikmeti ve kolay, faydalı istikameti kaybetse, ifrat veya tefritle muzır bir cerbezeye ve belalı bir belâhete düşer, uzun yollarında tehlikeleri çeker. Ve kuvve-i gazabiye, hadd-i istikamet olan şecaati takib etmezse; ifratla çok zararlı ve zulümlü tehevvüre ve tecebbüre ve tefritle çok zilletli ve elemli cebanet ve korkaklığa düşer.. istikameti kaybetmesinin, hatasının cezası olarak daimî, vicdanî bir azabı çeker. Ve insandaki kuvve-i şeheviye, selâmetli istikameti ve iffeti zayi' etse; ifratla musibetli, rezaletli fücura, fuhşa ve tefritle humuda, yani nimetlerdeki zevk ve lezzetten mahrum düşer ve o manevî hastalığın azabını çeker.

Şualar ( 616 )
[/BILGI]

Yani özetle diyebiliriz ki insanın ruhu için gereken ve temelinde üç özellik mevcuttur bunlar ise : Akıl, şeheviye ve gadabiyedir. İşte insandaki en önemli özelliklerinden bu üç tanesinde her daim sıratı müstakimde olması bir çok ayeti kerimede beyan edilmiştir. İnsanın bu hasletlerini ne aşırıda kullanabilir nede daha aşağısında kullanabilir ikiside zararlı sonuçlar doğurmaktadır. Hatta başka bir meselede bunları kullanmamazlık edilemeyeceğide ifade edilmekte..

İşte bu zararlı sonuçlarından bir tanesi ise günümüzde dahi bir çok kapanması zor sorunlara neden olmaktadır. O ise Alevilerin Hz. Ali r.a.'a olan muhabbetlerinde aşırıya kaçmaları ve bazı ehli sünneti tatbik etmeyenlere bakarak onların Hz. Ali r.a.'ı kabiliyetsiz diye insafsızca değerlendirmelerini kaale alarak, ehli sünnete öfke etmelerini bir yana bırakalım sünneti seniyyeyi dahi terk ediyorlar.

İşte akıl, şeheviye ve gadabiyenin nefsin elinde verilmesi neticesinde tarihde bakıyoruz bir çok savaşlar olmuş ehli iman olmalarına rağmen ve ayeti kerime ile kesin ve kesin olarak birbirlerini öldürmelerini yasaklanmasına rağmen o derece binler bağları terkedip bir kaç insafsızın ehli sünnet olmayanların ehli sünnet gibi görünmelerinin neticesi çok ağır olmuş. Bugün günümüzde Suriyede yaşananlar Şii ve Sunni çatışmasından başka bir şey değildir.

Şiiler Hz. Ali r.a.'a muhabbet ediyorlar peki sunniler dedikleri ehli sünnet vel cemaat etmiyor mu? Belki onlardan daha çok hatta hakkı ile hadd-i vasat ile ediyorlar. Dualarında hz. ali r.a. kaynaklarında yine O esadullah r.a. ve hiçbir ehli sünnet vel cemaat alimi yoktur ki Hz. Ali r.a.'ı tenkid ve tahkir etsin. Madem hal böyledir o zaman bu anlaşmazlık niye? Ehli zındıkanın bu islam aleminde bizleri kendileri değilde birbirimize kırdırdıklarını görmüyor muyuz?
 

Sade ve Sadece

Active member
Soru 16: Ehli Sünnet ile Alevileri anlaşmazlığa düşüren kimlerdir? Ehli Sünnete ait sanılan Hz. Ali r.a.'ı tenkid eden fikirler nelerdir?

Alevilerin tenkide maruz bırakan fikirlerin Ehli Sünnet Vel Cemaatten olmadığı anlaşıldığına göre elbette bu fikirler o kisveye girmiş ya hariciler gibi vehhabiler olabilir ya da dinsizlerin müslümanları ayrımcılığa atmak ve birbirileri arasında çatışmalar çıkartmak için olduğunu görmemek mümkün değildir. Mesela tenkide sebep olan fikirlerden biri olan "Hâşâ, siyaseti bilmediğinden hilâfete tam liyakat göstermemiş, idare edememiş diyorlar." bunun böyle olmadığı hiçbir ehli sünnete ait kaynaklarda bulunmadığı gibi hiçbir ehli sünnete tabi alim ve evliyalarda dahi böyle bir düşünce söz konusu değildir. Bilakis ehli sünnet alevilerden daha çok Hz. Ali r.a.'ı dualarında yer almakta ve islamiyette gereken yerini Şahı Velayet olarak ayırmaktadır.

Soru 17: Diğer inadi meselelere kıyas edecek olursak : Ehl-i Sünnetin inadına sünneti terk etmenin faydası var mıdır? Zararı nelerdir?

Bu meselede inatlaşmanın gereksiz olduğunu daha önceki sorularda cevaplandığı için tekrar ifade etmek yersiz olacaktır. Fayda ve zarar kısmına bakarsak :

Şu kısa tarîkın evradı: İttiba-ı sünnettir, feraizi işlemek, kebairi terketmektir. (Sözler)

Demek islamiyette sünneti seniyye farzlar ile o kadar iç içe girmiş ki sünnet terk eden adam daha islamiyetin gereğini yerine getiremez.

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalbetmeyi seversen, Sünnet-i Seniyeye ittiba et. Çünki bir muamele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor. Bir nevi ibadet oluyor. Uhrevî çok meyveler veriyor. Meselâ: Birşeyi satın aldın. Îcab ve kabul-i şer'iyeyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alış-verişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer'î bir tasavvur-u vahy verir. O dahi, Şârii düşünmekle bir teveccüh-ü İlahî verir. O dahi, bir huzur verir. Demek Sünnet-i Seniyeye tatbik-i amel etmekle bu fâni ömür, bâki meyveler verecek ve bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir. فَآمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ الَّذِى يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ fermanını dinle. Şeriat ve Sünnet-i Seniyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden esma-i hüsnanın herbir isminin feyz-i tecellisine bir mazhar-ı câmi' olmağa çalış... (Sözler)
 
Bundan kırk-elli sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (Rahmetullahi Aleyh) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum:

O merhum kardeşim, evliya-i azîmeden olan Hazret-i Ziyaeddin (Kuddise Sırruhu)nun has müridi idi. Ehl-i tarîkatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse de makbul gördükleri için o merhum kardeşim dedi ki: "Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u a'zam gibi her şeye ıttılaı var." Beni, onunla rabtetmek için çok hârika makamlarını beyan etti.

Ben de o kardeşime dedim ki: "Sen mübalağa ediyorsun. Ben onu görsem, çok mes'elelerde ilzam edebilirim. Hem sen, benim kadar onu hakikî sevmiyorsun. Çünki kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u a'zam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin'i seversin; yani o ünvan ile bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb açılsa ve hakikatı görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtte birisine iner. Fakat ben o zât-ı mübareki, senin gibi pek ciddî severim, takdir ederim. Çünki sünnet-i seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana hâlis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak; bilakis daha ziyade hürmet ve takdir ile bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin'i, sen de hayalî bir Ziyaeddin'i seversin." {(Haşiye): Çünki sen muhabbetini ona pek pahalı satıyorsun. Verdiğin fiatın yüz defa ziyade bir mukabil düşünüyorsun. Halbuki onun hakikî makamının fiatına, en büyük muhabbet de ucuzdur.}

Kastamonu Lahikası ( 88 - 89 )
 
Üst