Sünnet İnkârcılarına Cevap; SÜNNET'İN İSLÂM'DAKİ YERİ VE ÖNEMİ (1)

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Sünnet İnkârcılarına Cevap; SÜNNET'İN İSLÂM'DAKİ YERİ VE ÖNEMİ (1)



“Kur’ân’daki İslâm”, “Kur’ân Müslümanlığı” ve “Kur’ân’a dönüş” gibi benzer sloganlarla, sünnet ve hadis kabul etmeyip inkar eden; Müslümanların kafasında da bu konuda bir takım şüphe ve istifhamlar oluşturmaya çalışan sünnet inkârcılarına karşı, seneler evvel reddiye mahiyetinde birkaç makale yazmıştım.

Şimdilerde yine siz kardeşlerimizden bu konuda pek çok sorular alıyor ve sünnetin önemi hakkında bir yazı kaleme almamız husûsunda taleplerinizle karşılaşıyoruz.
Bizlerin de âcizâne gayret ve arzusu; Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat i’tikadı doğrultusunda hareket edip, elimizden geldiğince bu sapık fikirlere karşı gerekli ilmî müdafaanın yapılması ve bu yanlış görüş sahiplerine aldanılmamasıdır.

Dolayısıyla, ehemmiyetine binâen sizlerin bu yöndeki taleplerinize hassâsiyetle yaklaşarak, sünnet ve hadis münkirlerine reddiye mahiyetindeki yazımı inşallah tekrar kaleme alıyorum.


Muhterem Okurlarım!

Bazı ilimler vardır ilaç gibidir, insanın sıhhat ve âfiyeti için zarûrîdir. Bazı fikirler de vardır ki maalesef zehir gibidir; insanın mânevî hayatına kasteder, öldürür, dünya ve âhiretini berbat eder. Onun için bu gibi fikirlere son derece dikkat etmek, bu tür görüş sahiplerinden de son derece sakınmak lazımdır.
İnsanın mânevî hayatını berbat edecek bu zehirli fikirlerden biride, Hadis ve Sünnet kabul etmeme hastalığıdır.

Bu tehlikeli hastalığa yakalanmış olan güruh; “Kur’ân Müslümanlığı” ve “Kur’ân’daki İslâm” türünden bir takım sloganik ifadeleri ağızlarına pelesenk edip adeta vird haline getirmişlerdir. Sadece Kur’an’ın yeterli olabileceği fikrini hararetle savunup sünnetsiz İslâm arayışı içine giren bu zevat; her konuda bir âyet ararlar ve âyet dışında kendilerini bağlayan başka bir "La raybe fîh" delilin bulunmadığını ileri sürerler.

Tabi her lafın başında bunların “Kuran” dediklerini duyan da, onları Kur’an gönüllüsü, Kur’an sevdalısı zanneder. İyi de, hem Kur’an’da bulunan: “Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan da sakının.” (Haşr: 7) gibi, sünnete delâlet eden bazı âyetlere rağmen sünneti inkar edeceksin, hem de Kuran sevdalısı olacaksın bu mümkün olabilir mi?..

Sıradan bir kitabı size hediye eden birine bile teşekkür edip minnet ve şükranlarınızı iletiyorsunuz. Çünkü böyle yapmak bir insanlık icabıdır.

Hal böyleyken, Hz. Kur’an gibi dünya ve âhiret saadetinin reçetesini sunan o yüce kitabı bizlere getiren Resülüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)e bırakın teşekkür etmeyi, O’nun sünnetini dahi inkar edip devreden çıkarmaya çalışmak, acaba nasıl bir insanlık icabıdır?!

Hadis ve Sünnet kabul etmeyip sadece “Kuran Müslümanlığı”ndan söz etmek, aslında yeni ortaya çıkan bir görüş değildir, bu görüş asırlardan beri vardır ve eksik olmamıştır. Ama bu tür fikirler şimdi olduğu gibi her zaman azınlıkta kalmış, marjinal guruplar tarafından kabul görüp sahiplenilmiş ve ortaya sürülmüştür. Ve tarih yine tekerrür etmektedir.

Öncelikle şunu ifade etmek istiyorum ki; Sünnetin delil olduğunu inkar edip, sadece Kur’anla yetinmek gerektiğini iddia eden bu fâsid görüş sahiplerinin maksadları farklı farklıdır. Dolayısıyla evvela bu fâsid görüşün nereye dayandığı, nereden çıktığı ve bunların kimler olduğu husûsunda bir tasnif yaptıktan sonra, asıl konuya girmek gerektiğini düşünüyorum.

Bu tâifeyi pek çok guruplara ayırmak mümkün, fakat biz bunları genel olarak iki guruba ayıralım.
Birinci gurup; Müslüman oldukları veya müslüman olduklarını iddia ettikleri halde, sünneti kabul etmeyip aleyhinde olanlardır ki bunlar, İslâm’ın ilk dönemlerinde Hz. Ali (Radıyallahü Anh)ın hilafeti döneminde ortaya çıkan “Hâriciler” tâifesidir.

Bu tâife “Hüküm yalnızca Allah’ındır” (Yusuf: 40) âyetini ele alarak, böylesine doğru bir hükümden, yaptıkları tevillerle yanlış anlamlar çıkardılar ve bu âyeti kerimeyi istismar ederek Hz. Ali (Radıyallâhü Anh) ve Hz. Muâviye (Radıyallâhü Anh) arasında vukû bulan Sıffin savaşında, her iki taraftan da harbe katılan sahâbenin adaletini, dolayısıyla onlardan gelen rivâyetleri bütünüyle reddettiler. Hatta daha da ileri giden bu sapık tâife, Ashâb-ı Kirâm’ı (Hâşa) küfürle itham etme ahmaklığını gösterdiler.

Bunun sonucu olarak onların bu bâtıl iddialarına göre, hadîsi şerifler (Haşa) kafir olan bir topluluğun rivâyetleri olduğu için, hiçbirini kabul etmediler.
İkinci gurup ise; Batılı müsteşriklerin bâtıl görüşleri ve İslâm dışı cereyanlardır. Bu gurup aslında sadece sünnete değil, temelde her şeyiyle İslâm’ın bizâtihi kendisine karşıdır.

Bunların esas amacı; Müslümanların zihnine şüphe tohumları atmak, İslâm toplumlarının arasına fitne sokup onların birlik ve berberliğini yok etmektir. Evet ellerinden gelse bunu hemen yapacaklar, fakat karşılarında en büyük engel olarak bu Dîn’in Bânisi Muhammed Mustafa (Sallallah Aleyhi ve Sellem)i buluyorlar. Öyleyse yapılacak şey, ilk adım olarak bu engeli ortadan kaldırmak yada en azından O’nun ümmet nezdindeki sarsılmaz otoritesine gölge düşürmek…

Fakat, bunu yapmak için direk olarak o yüce şahsiyetin kendisini hedef alsalar foyaları meydana çıkacağından, saldırılarını O’nun şahsı üzerinden değil de, Sünnet ve Hadis üzerinden yapma yolunu seçmişler. Bu arada, az önce bahsettiğimiz birinci gurubun tavrından da faydalanıp, bir takım sûnî tartışmalarla müslümanları sünnet hakkında şüpheye düşürme gayreti içine girmişlerdir.

Böylece Sünneti Nebeviyyeyi sıfırlayarak, akıllarınca böyle bir yöntemle Resülüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)i devreden çıkaracaklar.
İslâm âlimlerinin Kur’ânın tefsîri olarak kabûl ettiği “Sünnet sorununu” güya bu şekilde hallettikten ve bu engeli ortadan kaldırdıktan sonra sıra ikinci adıma, yani Kur’ân’a gelecek!..

Tabi Kur’an’ın gerçek yorumu olan sünnet devre dışı bırakılınca da, bu gürûhun işleri artık kolaylaşmış olacak. Bundan sonra yapılacak iş; Kur’an’ın kendi arzularına göre yeniden yorumlanması ve tevil edilmesi…

Bu dinsizleştirme operasyonunu yaparken de hem foyalarının meydana çıkmaması, hem de gayet samimiymiş havası vermek için gayet şirin bir de isim bulmuşlar; “Kur’ân’a dönüş”, “Kur’an İslamı” İşte bu maksatlarla işe başlayan bu güruh; Kur’ân’ı rahatça nefislerine uydurabilecekleri zehâbına kapılarak, İslâm beldelerinde ehl-i îmânın akîdesini bulandırma gayreti içine girmişlerdir. Peki Müslümanlar içinden de bu oyuna alet olanlar yok mu?

Elbette var! Bazıları cehâleti, bazıları da bir takım menfaat ve çıkarları sebebiyle, her ne kadar bu zehirli fikrin rüzgarına kapılmış olsalar da, bu Hadis inkarcıları inşallah umduklarını bulamayacak ve avuçlarını yalayacaklardır.
Bu Din, Kuran ve Sünnet çerçevesinde asırları aşıp bu güne dek nasıl sapasağlam geldiyse, kıyâmete kadar da öylece devam edecektir…

Hadîs-i Şerifleri, güya sıhhatinden şüphe ettikleri için kabul etmeyen ve “Bize Kuran yeter” diyerek sadece Kur’an’ın delil olduğunu iddia eden bir takım kimseler, her ne kadar hadis kabul etmiyorlarsa da, işlerine gelince zayıf hadisleri bile kabul ederler. Mesele; ağızlarından düşürmeyip bu fikirlerine delil olarak ileri sürdükleri bir Hadîs-i Şerif vardır.

Şimdi bu Hadîsin değişik tariklerle gelen bir iki rivâyetini ve Hadis âlimlerinin, bunların senetleri hakkındaki görüşlerini sizlere arz edeyim.
“Size Benden bir hadis geldiğinde bunu Kur’an’a arzedin. Eğer bu hadisle ilgili Kur’an’da bir asıl buluyorsanız hadîsi alın, bulamıyorsanız onu reddedin.”
Hadis inkarcılarının cankurtaran simidi gibi sarılıp kendilerine delil olarak aldıkları bu hadisi şerif hakkında Ukayl (Rahimehullah); “Bu hadîsin sahih isnadı yoktur” der.

Sağanî (Rahimehullah) ise “mevzûdur” der. (Şevkani, el-Fevaidu’l-Mecmua 278, 291, el-Mekasidu’l-Hasene 36, Keşfu’l-Hafa No: 220, Mecmeu’z-Zevaid I/170)
Yine bu manada zikredilen bir başka hadîsi şerifte: “Bazı insanlar olacak, benden Hadis rivâyet edecekler.

Size bir kimse hadis rivâyet ettiğinde bu Kur’an’a muvafıksa onu Ben dedim. Kur’an’a muvafık değilse onu Ben demedim.” buyrulmuştur.
İmam-ı Beyhaki bu hadisle ilgili olarak: “Bu zayıf bir isnaddır, böyle hadislerle delil getirilmez.” der.
İbnu Main, bu hadîsi rivâyet eden Hüseyin b. Abdillah b. Dumeyre için “Sika ve güvenilir birisi değildir” demiştir.

İmâm-ı Buhârî de bu kişi için: “Hadisi münkerdir, kendisi zayıf biridir” der.
Ebu Zura ise “Hadisi kıymet takdir edeceğim hiçbir ölçüde değil” demiştir. (Mizanu’l-İ’tidal: II/302, Buhari, er-Tarihu’l-Kebir:IV/291) Bu hadisin diğer râvisi olan Bişr b.Numeyr içinde “sika değildir.” denilmiştir.

Bu Hadis başka tariklerle de rivayet edilmiştir, lakin İmâm-ı Beyhaki bu rivayetler için: “Bunların hepsi zayıf rivayetlerdir.” demiştir.
İşte muhterem okurlarım; bu hadis inkarcıları işlerine gelince, Hadis âlimlerinin kesinlikle delil kabul etmedikleri zayıf isnadlara bile sıkı sıkıya yapışırlar.

Ama işlerine gelemedi mi Hadis sahih de olsa, en muteber Hadis kaynaklarında da yer alsa inkar ederler. Bundan anlayacağımız üzere, bunların derdi kesinlikle üzüm yemek değil maalesef bağcıyı dövmektir.
Şimdi de sizlere Hadis âlimlerince sahih kabul edilen ve muteber Hadis kaynaklarında geçen bir başka rivâyeti nakledeyim.

Bakın Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) “Kur'an bize yeter” diyenler hakkında asırlar öncesinden ne buyuruyor:
“Şunu kat-i olarak biliniz ki; Bana Kur'an ile birlikte, onun bir benzeri (sünnet) de verilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bazı kimselerin ‘Bize Kur'an yeter!

Onda helâl olarak ne görmüşseniz onu helâl, neyi de haram görmüşseniz onu da haram kabul ediniz.’ diyeceği zamanlar yakındır. Bilin ki, Allah Resûlü’nün haram kıldığı da Allah’ın haram kıldığı gibidir." (Ebu Davud, Sünnet: 6, Tirmizî, İlim: 10, İbni Mâce, Mukaddime: 2, Dârimî, I, 117)

Muhterem okuyucularım;

Peygamber Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) hadîs-i şerifinde, bu gibi kimseleri haber verirken özellikle; “Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bazı kimselerin ‘Bize Kur'an yeter!” diyeceklerini, tasvir ederek beyan etmesi, ne kadar taaccübe şâyan değil mi?

Günümüzde müctehid geçinen ilâhiyat patentli bir takım zevâtın, televizyon kanallarında arzı endam ederek koltuklarına kurulmuş vaziyette “Bize Kuran yeter” dediklerini görünce, inanın aklıma hemen bu Hadîs-i Şerif geliyor.

Fazla söze ne hâcet. Efendimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) asırlar öncesinden, nübüvvet dürbünüyle bakarak bu günleri müşahede edip bizlere haber vermiş ve bu tâifeyi gayet net bir şekilde tasvir ederek gözlerimizin önüne bir tablo gibi sermiştir.

Tâ ki bunlar bilinsin ve Ümmeti Muhammed bu fitnelerden sakınsın...
Mevlâ Teâlâ bu tür fitnelerden bizleri muhâfaza buyurup Ehli Sünnet i’tikâdından ayırmasın.

Amin!

Fî Emanillah!

Mustafa ÖZŞİMŞEKLER
 
Üst