Risale Açıklamalı 68 - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

Huseyni

Müdavim
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Eser:
Asa-yı Musa/Birinci Kısım/Yedinci Mesele
Konu: Allah'ın cc. İsimlerinin Ahirete Delil Olması
Açıklamalı risale derslerimiz devam ediyor.


  • Derslerimize herkes katılabilir.
  • Soru sorabilir veya sorulan sorulara cevap verebilir.
  • Ders anlayışımız; "biz biliyoruz, öğretiyoruz" değil, "anladığımızı paylaşıyoruz." şeklindedir.
  • Açıklamalı dersler, birkaç yöneticinin kendi tekelinde gibi algılanmamalı.
  • Yöneticiler derslerin sadece takibini ve seri olarak açma vazifelerini üstlenmekteler.
  • Bunun dışında dersin gidişatı herkese açıktır.
  • Bundan dolayı bütün kardeşlerimizin derslere iştirak etmelerini arzu ediyoruz.

Selam ve dua ile.


[BILGI]Yedinci Mesele

Denizli hapsinde bir Cuma gününün meyvesidir.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ

[SUP][SUP]1[/SUP] [/SUP]

مَا خَلْقُكُمْ وَلاَ بَعْثُكُمْ إِلاَّ كَنَفْسٍ وَاحِدَةٍ
[SUP][SUP]2[/SUP] [/SUP]

فَانْظُرْ إِلٰۤى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
[SUP][SUP]3[/SUP] [/SUP]

Bir zaman Kastamonu’da “Hâlıkımızı bize tanıttır” diyen lise talebelerine sâbık Altıncı Meselede mektep fünununun dilleriyle verdiğim dersi, Denizli Hapishanesinde benimle temas edebilen mahpuslar okudular. Tam bir kanaat-i imaniye aldıklarından, âhirete bir iştiyak hissedip, “Bize âhiretimizi de tam bildir. Tâ ki, nefsimiz ve zamanın şeytanları bizi yoldan çıkarmasın, daha böyle hapislere sokmasın” dediler. Ve Denizli hapsindeki Risale-i Nur şakirtlerinin ve sabıkan Altıncı Meseleyi okuyanların arzularıyla, âhiret rüknünün dahi bir hülâsasının beyanı lâzım geldi. Ben de Risale-i Nur’dan bir kısacık hülâsa ile derim:

Nasıl ki, Altıncı Meselede biz Hâlıkımızı arzdan, semâvâttan sorduk; onlar fenlerin dilleriyle, güneş gibi Hâlıkımızı bize tanıttırdılar. Aynen biz de âhiretimizi başta o bildiğimiz Rabbimizden, sonra Peygamberimizden, sonra Kur’ân’ımızdan, sonra sair peygamberler ve mukaddes kitaplardan, sonra melâikelerden, sonra kâinattan soracağız.

İşte, birinci mertebede âhireti Allah’tan soruyoruz. O da bütün gönderdiği elçileriyle ve fermanlarıyla ve bütün isimleriyle ve sıfatlarıyla, “Evet, âhiret vardır ve sizi oraya sevk ediyorum” ferman ediyor. Onuncu Söz, on iki parlak ve kat’î hakikatlerle, bir kısım isimlerin âhirete dair cevaplarını ispat ve izah eylemiş. Burada, o izaha iktifaen gayet kısa bir işaret ederiz.

Evet, madem hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaat edenlere mükâfatı ve isyan edenlere mücâzâtı bulunmasın. Elbette rububiyet-i mutlaka mertebesinde bir saltanat-ı sermediyenin, o saltanata iman ile intisap ve tâat ile fermanlarına teslim olanlara mükâfatı ve o izzetli saltanatı küfür ve isyanla inkâr edenlere de mücâzâtı; o rahmet ve cemâle, o izzet ve celâle lâyık bir tarzda olacak diye Rabbü’l-Âlemin ve Sultanü’d-Deyyân isimleri cevap veriyorlar.

Hem madem güneş gibi, gündüz gibi, zemin yüzünde bir umumî rahmet ve ihatalı bir şefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Meselâ, o rahmet, her baharda umum ağaçları ve meyveli nebatları cennet hûrileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri verip bizlere uzatıp “Haydi alınız, yiyiniz” dediği gibi; bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi, bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamları bizim için saklayan ve ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet, bir şefkat, elbette hiç şüphe olamaz ki, bu derece nâzeninâne beslediği bu sevimli ve minnettarları ve perestişkârları olan mü’min insanları idam etmez. Belki, onları daha parlak rahmetlere mazhar etmek için, hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis eder diye, Rahîm ve Kerîm isimleri sualimize cevap veriyorlar, “El-Cennetü hakkun” diyorlar.

Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde düşünemiyor. Meselâ, insanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hafızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisâtı o kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için neşir olacak olan defter-i a’mâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrıyla her insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet; ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlarla âzâlarını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüp, bir muvazene, bir intizam ve bir cemâl içinde masnuatı bir hüsn-ü san’at yapan ve her zîhayatın hukuk-u hayatını kemâl-i mizanla veren, iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren ve Âdem zamanından beri tâği ve zâlim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şüphe getirmez ki, güneş gündüzsüz olmadığı gibi, o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve ölümde en zâlimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindeki âkıbetsiz bir dehşetli haksızlığa, adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir vechile müsaade etmezler diye, Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimize kat’î cevap veriyorlar.

Hem madem bütün zîhayat mahlûkların, elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde olmayan bütün hâcâtlarını, bütün fıtrî matlaplarını bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtrî ve ihtiyac-ı zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet rahîm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybî tarafından verildiğinden ve ihtiyarî olan daavât-ı insaniyenin, hususan havasların ve nebîlerin dualarının on adetten altı yedisi hilâf ı âdet makbul olmasından kat’î anlaşılıyor ki, her dertlinin âhını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen bir Semî’ ve Mücîb perde arkasında var, bakar ki, en küçük bir zîhayatın en küçük bir ihtiyacını görür ve en gizli bir âhını işitir, şefkat eder, fiilen cevap verir, memnun eder. Elbette ve herhalde hiçbir şüphe ihtimali kalmaz ki, mahlûkların en ehemmiyetlisi olan nev-i insanın en ehemmiyetli ve umumî ve umum kâinatı ve umum esmâ ve sıfât-ı İlâhiyeyi alâkadar eden bekà-i uhreviyeye ait dualarını içine alan ve nev-i insanın güneşleri ve yıldızları ve kumandanları olan bütün peygamberleri arkasına alıp onlara duasına âmin, âmin dedirten ve ümmetinden hergün her ferd-i mütedeyyin, hiç olmazsa kaç defa ona salâvat getirmekle onun duasına âmin, âmin diyen ve belki bütün mahlûkat o duasına iştirak ederek “Evet ya Rabbenâ! İstediğini ver; biz de onun istediğini istiyoruz” diyorlar. Bütün bu reddedilmez şerait altında bekà-i uhrevî ve saadet-i ebediye için Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın, haşrin hadsiz esbâb-ı mûcibesinden yalnız tek duası, Cennetin vücuduna ve baharın icadı kadar kudretine kolay olan âhiretin icadına kâfi bir sebeptir diye, Mücîb ve Semî’ ve Rahîm isimleri bizim sualimize cevap veriyorlar.

Hem madem, gündüz bedahetle güneşi gösterdiği gibi, zemin yüzünde, mevsimlerin tebeddülünde küllî ölmek ve dirilmekte, perde arkasında bir Mutasarrıf, gayet intizamla koca küre-i arzı bir bahçe, belki bir ağaç kolaylığında ve intizamında ve azametli baharı bir çiçek suhuletinde ve mîzanlı ziynetinde ve zemin sahifesinde üç yüz bin haşir ve neşrin nümune ve misallerini gösteren üç yüz bin kitap hükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini onda yazar, beraber ve birbiri içinde şaşırmayarak, karışık iken karıştırmayarak, birbirine benzemekle beraber iltibassız, sehivsiz, hatasız, mükemmel, muntazam, mânidar yazan bir kalem-i kudret, bu azameti içinde hadsiz bir rahmet, nihayetsiz bir hikmetle işlediği gibi; koca kâinatı bir hanesi misillü insana musahhar ve müzeyyen ve tefriş etmek ve o insanı halife-i zemin ederek ve dağ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emanet-i kübrâyı ona vermesi ve sair zîhayatlara bir derece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi ve hitâbât-ı Sübhâniyesine ve sohbetine müşerref eylemesiyle fevkalâde bir makam verdiği ve bütün semâvî fermanlarda ona saadet-i ebediyeyi ve bekà-i uhreviyeyi kat’î vaad ve ahdettiği halde, elbette ve hiçbir şüphe olmaz ki, bahar kadar kudretine kolay gelen dâr-ı saadeti o mükerrem ve müşerref insanlar için açacak ve yapacak ve haşir ve kıyameti getirecek diye, Muhyî ve Mümît ve Hayy ve Kayyûm ve Kadîr ve Alîm isimleri, Hâlıkımızdan sormamıza cevap veriyorlar.

Evet, her baharda bütün ağaçları ve otların köklerini aynen ihya ve nebatî ve hayvanî üç yüz bin nevi haşrin ve neşrin nümunelerini icad eden bir kudret, Muhammed ve Mûsâ Aleyhimesselâtü Vesselâmların herbirinin ümmetinin geçirdiği bin senelik zaman, karşı karşıya hayalen getirilip bakılsa, haşrin ve neşrin bin misalini ve bin delilini iki bin baharda (HAŞİYE) gösterdiği görülecek. Ve, böyle bir kudretten haşr-i cismânîyi uzak görmek, bin derece körlük ve akılsızlıktır.


[SUP]1[/SUP] : “Kıyâmetin gerçekleşmesi ise göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.
[SUP]2[/SUP] : “Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de, tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir.” Lokman Sûresi, 31:28.
[SUP]3[/SUP] : “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kàdirdir.” Rum sûresi, 30:50.

HAŞİYE Sabık herbir bahar, kıyameti kopmuş, ölmüş ve karşısındaki bahar onun haşri hükmündedir.[/BILGI]


[TAVSIYE]Diğer Asa-yı Musa dersleri: Asa-yı Musa
Diğer açıklamalı dersler: Risale Açıklamalı[/TAVSIYE]
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

[NOT]Bir zaman Kastamonu’da “Hâlıkımızı bize tanıttır” diyen lise talebelerine sâbık Altıncı Meselede mektep fünununun dilleriyle verdiğim dersi, Denizli Hapishanesinde benimle temas edebilen mahpuslar okudular. Tam bir kanaat-i imaniye aldıklarından, âhirete bir iştiyak hissedip, “Bize âhiretimizi de tam bildir. Tâ ki, nefsimiz ve zamanın şeytanları bizi yoldan çıkarmasın, daha böyle hapislere sokmasın” dediler. Ve Denizli hapsindeki Risale-i Nur şakirtlerinin ve sabıkan Altıncı Meseleyi okuyanların arzularıyla, âhiret rüknünün dahi bir hülâsasının beyanı lâzım geldi. Ben de Risale-i Nur’dan bir kısacık hülâsa ile derim:[/NOT]


Bir önceki dersimiz fenlerin her birinin kendine mahsus diliyle, Allahın varlığına ve birliğine delil olması hakkındaydı. Bu dersimiz ise, imanın bir başka rüknü olan ahirete imanla ilgilidir. Bu derste de Allah'ın isimlerinin, ahiretin varlığını iktiza etmesi üzerinde duracağız inşaallah.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

[NOT]Nasıl ki, Altıncı Meselede biz Hâlıkımızı arzdan, semâvâttan sorduk; onlar fenlerin dilleriyle, güneş gibi Hâlıkımızı bize tanıttırdılar. Aynen biz de âhiretimizi başta o bildiğimiz Rabbimizden, sonra Peygamberimizden, sonra Kur’ân’ımızdan, sonra sair peygamberler ve mukaddes kitaplardan, sonra melâikelerden, sonra kâinattan soracağız.[/NOT]

Altıncı mesele Allah'a imanla ilgili idi. İmanın altı rüknü, her biri bir diğerine de inanmayı gerektiriri. Birbirinden ayrılmaları mümkün değildir. Birisini inkar eden kafir olur. Mesela Allah cc. varlığı ispatlandıktan sonra, peygamberlerin varlığını kabul etmek zarureti çıkar. Çünkü uluhiyet risaletsiz mümkün değildir. Allah cc. elbette ibadından istediği şeyleri, onların içinden en makbul bir tanesini seçip onlara bildirecektir. Marziyatı nedir, emirleri nedir, yasakları nedir Onun aracılığıyla bildirecektir. Yani Resuller (asm..as) aracılığıyla..Peygamberleri kabul ettikten sonra, ahirete de, kadere de, Allaha da, kitaplara da, meleklere de iman da beraberinde gelecektir. Çünkü Onların risaletleri boyunca dava edindikleri şey imanın rükünleridir. Bunun gibii imanın her rüknü bir diğerine inanmayı iktiza eder..

[TAVSIYE]Başta Kur’ân, bütün semâvî kitaplar ve suhuflar ve başta Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olarak, bütün peygamberler (aleyhimüsselâm), bütün dâvâları beş altı esas üzerine dönüyorlar, mütemadiyen o esasları ders vermeye ve ispat etmeye çalışıyorlar. Onların peygamberliklerine ve doğruluklarına şehadet eden bütün hüccetler ve deliller, o esaslara bakıyorlar. Onların hakkaniyetlerine kuvvet veriyorlar. O esaslar ise, iman-ı billâh ve iman-ı bil’âhiret ve sâir rükünlere imandır.

Demek imanın altı rüknü birbirlerinden ayrılmaları mümkün değildir. Herbirisi umumunu ispat eder, ister, iktiza eder. O altı, öyle bir küll ve küllîdir ki, tecezzî kabul etmez ve inkısamı imkân hâricindedir. Nasıl ki, kökü göklerde tûbâ ağacı gibi, herbir dalı, herbir meyvesi, herbir yaprağı, o koca ağacın küllî, tükenmez hayatına dayanıyor. O kuvvetli ve güneş gibi zâhir o hayatı inkâr edemeyen, birtek muttasıl yaprağın hayatını inkâr edemez. Eğer etse, o ağaç, dalları ve meyveleri ve yaprakları sayısınca o münkiri tekzip edecek, susturacak. Öyle de, iman, altı rükünleriyle aynı vaziyettedir.


Şualar[/TAVSIYE]
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

[NOT]İşte, birinci mertebede âhireti Allah’tan soruyoruz. O da bütün gönderdiği elçileriyle ve fermanlarıyla ve bütün isimleriyle ve sıfatlarıyla, “Evet, âhiret vardır ve sizi oraya sevk ediyorum” ferman ediyor. Onuncu Söz, on iki parlak ve kat’î hakikatlerle, bir kısım isimlerin âhirete dair cevaplarını ispat ve izah eylemiş. Burada, o izaha iktifaen gayet kısa bir işaret ederiz.[/NOT]

Alllah cc. peygamberler (asm, as.) göndermiş. Peygamberlerin hepsi de öldükten sonra dirilmekten, hesaptan, cennet ve cehennemden bahsetmişler. "Ulûhiyet risaletsiz olamaz." (Sözler) kaidesince, madem Allah'a inanıyoruz, bu inanç elçilerine de inanmamızı gerektiriyor. Bu elçiler Risale-i Nurlarda "yüz yirmi dört bin muhbir-i sadık, ellerinde nişane-i tasdik olan mu’cizeler bulunan enbiyalar" şeklinde tavsif ediliyor. Elbette sadık olan, doğru olan yalana tenezzül etmez. O halde onların ahiret hakkında söyledikleri de doğrudur, hakikattir.

Hem Allah'ın isim ve sıfatları da ahiretin varlığını iktiza ediyor. Onuncu Sözde bu isim ve sıfatlardan, ahiretin varlığına dair, çokça misaller zikredilmiş.

Bu derste de Alalh'ın isim ve sıfatlarının tecellilerinin ahireti iktiza ettiğine dair birkaç misal veriliyor.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

[NOT]Evet, madem hiçbir saltanat yoktur ki, o saltanata itaat edenlere mükâfatı ve isyan edenlere mücâzâtı bulunmasın. Elbette rububiyet-i mutlaka mertebesinde bir saltanat-ı sermediyenin, o saltanata iman ile intisap ve tâat ile fermanlarına teslim olanlara mükâfatı ve o izzetli saltanatı küfür ve isyanla inkâr edenlere de mücâzâtı; o rahmet ve cemâle, o izzet ve celâle lâyık bir tarzda olacak diye Rabbü’l-Âlemin ve Sultanü’d-Deyyân isimleri cevap veriyorlar.[/NOT]

Bu kısmı izah niteliğinde bir kaç risale paylaşayım..

[TAVSIYE]Hem o celâl ve izzete uygun bir dar-ı mücazat olacaktır. Çünkü, ekseriya zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir Mahkeme-i Kübrâya bırakılıyor, tehir ediliyor. Yoksa bakılmıyor değil. Bazan dünyada dahi ceza verir. Kurûn-u sâlifede cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azaplar gösteriyor ki, insan başıboş değil; bir celâl ve gayret sillesine her vakit maruzdur.

Evet, hiç mümkün müdür ki, insan, umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini tanıttırsa, mukabilinde insan iman ile Onu tanımazsa; hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukabilinde insan ibadetle kendini Ona sevdirmese; hem bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, mukabilinde insan şükür ve hamdle Ona hürmet etmese, cezasız kalsın, başıboş bırakılsın, o izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelâl bir dar-ı mücazat hazırlamasın?

Hem hiç mümkün müdür ki, o Rahmân-ı Rahîmin kendini tanıttırmasına mukabil, iman ile tanımakla; ve sevdirmesine mukabil, ibadetle sevmek ve sevdirmekle; ve rahmetine mukabil, şükür ile hürmet etmekle mukabele eden mü’minlere bir dar-ı mükâfatı, bir saadet-i ebediyeyi vermesin?


Onuncu Söz[/TAVSIYE]


[TAVSIYE]Hiç mümkün müdür ki, bir saltanat, bahusus böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet eden muti’lere mükâfatı ve isyan edenlere mücazatı bulunmasın? Burada yok hükmündedir. Demek, başka yerde bir mahkeme-i kübrâ vardır.


Onuncu Söz[/TAVSIYE]


[TAVSIYE]Hiç mümkün müdür ki, zerrelerden güneşlere kadar cereyan eden hikmet ve intizam, adalet ve mizanla Rububiyetin saltanatını gösteren Zât-ı Zülcelâl, Rububiyetin cenah-ı himayesine iltica eden ve o hikmet ve adalete iman ve ubûdiyetle tevfik-i hareket eden mü’minleri taltif etmesin? Ve o hikmet ve adalete küfür ve tuğyan ile isyan eden edepsizleri te’dip etmesin? Halbuki bu muvakkat dünyada o hikmet, o adalete lâyık binden biri, insanda icra edilmiyor, tehir ediliyor. Ehl-i dalâletin çoğu ceza almadan, ehl-i hidayetin de çoğu mükâfat görmeden buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir Mahkeme-i Kübrâya, bir saadet-i uzmâya bırakılıyor.


Onuncu Söz[/TAVSIYE]
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

Demek, Rabbimizin bütün kainatı saltanatı altında bulundurması ve Sultanüddeyyan olması, yani bütün hesapları en iyi bilmesi, kim ne güzellik, kim ne çirkinlik yapmış istisnasız bilmesi ve rahmeti, cemali, adaleti, izzeti ve celali ahiretin varlığını iktiza ediyor.
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

[NOT]Hem madem güneş gibi, gündüz gibi, zemin yüzünde bir umumî rahmet ve ihatalı bir şefkat ve kerem gözümüzle görüyoruz. Meselâ, o rahmet, her baharda umum ağaçları ve meyveli nebatları cennet hûrileri gibi giydirip, süslendirip, ellerine her çeşit meyveleri verip bizlere uzatıp “Haydi alınız, yiyiniz” dediği gibi; bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi, bir avuç kadar küçücük çekirdeklerde, tohumcuklarda binler batman taamları bizim için saklayan ve ihtiyat zahîresi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet, bir şefkat, elbette hiç şüphe olamaz ki, bu derece nâzeninâne beslediği bu sevimli ve minnettarları ve perestişkârları olan mü’min insanları idam etmez. Belki, onları daha parlak rahmetlere mazhar etmek için, hayat-ı dünyeviye vazifesinden terhis eder diye, Rahîm ve Kerîm isimleri sualimize cevap veriyorlar, “El-Cennetü hakkun” diyorlar.[/NOT]


Allah'ın Rahim ve Kerim isimlerinin tecellilerinden birkaç misal verilmiş bu kısımda. Allah'ın bizi sevdiğini gösteriyor bu tecelliler şüphesiz. Peki seven sevdiğini idam eder mi ? Hem Onu sevip, hem de insanın Kendi Zatını sevmesini seven bir Zat, dirilmemek üzere onu toprağın altında çürümeye terkeder mi ? Bu isimlerin tecellilerinden, başka misaller de verelim ki, Rabbimizin bizi ne kadar sevdiğini ve bu sevginin toprakta son bulmasının mümkün olmadığını daha iyi anlayalım..


[TAVSIYE]Şimdi gel, gidelim; şu adada büyük bir içtima var. Bütün memleket eşrafı orada toplanmışlar. Bak, pek büyük bir nişanı taşıyan bir yâver-i ekrem bir nutuk okuyor. O şefkatli padişahından birşeyler istiyor. Bütün ahali, “Evet, evet, biz de istiyoruz” diyorlar, onu tasdik ve teyid ediyorlar. Şimdi dinle; bu padişahın sevgilisi diyor ki:

“Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız! Bize gösterdiğin nümunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster. Ve bizi makarr-ı saltanatına celb et. Bizi bu çöllerde mahvettirme. Bizi huzuruna al. Bize merhamet et. Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir. Bizi zevâl ve teb’îd ile tazib etme. Sana müştak ve müteşekkir şu muti’ raiyetini başıboş bırakıp idam etme” diyor ve pek çok yalvarıyor. Sen de işitiyorsun.

Acaba bu kadar şefkatli ve kudretli bir padişah, hiç mümkün müdür ki, en ednâ bir adamın en ednâ bir meramını ehemmiyetle yerine getirsin; en sevgili bir yâver-i ekreminin en güzel bir maksudunu yerine getirmesin? Halbuki, o sevgilinin maksudu, umumun da maksududur. Hem padişahın marzîsi, hem merhamet ve adaletinin muktezasıdır. Hem ona rahattır, ağır değil. Bu misafirhanelerdeki muvakkat nüzhetgâhlar kadar ağır gelmez. Madem nümunelerini göstermek için, beş altı gün seyrangâhlara bu kadar masraf ediyor, bu memleketi kurdu. Elbette, hakikî hazinelerini, kemâlâtını, hünerlerini makarr-ı saltanatında öyle bir tarzda gösterecek, öyle seyrangâhlar açacak ki, akılları hayrette bırakacak. Demek bu meydan-ı imtihanda olanlar başıboş değiller. Saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyorlar.


Onuncu Söz[/TAVSIYE]
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

[TAVSIYE]Bâb-ı Kerem ve Rahmettir ki, Kerîm ve Rahîm isminin cilvesidir.

Hiç mümkün müdür ki, gösterdiği âsâr ile nihayetsiz bir kerem ve nihayetsiz bir rahmet ve nihayetsiz bir izzet ve nihayetsiz bir gayret sahibi olan şu âlemin Rabbi, kerem ve rahmetine lâyık mükâfat, izzet ve gayretine şayeste mücazatta bulunmasın?

Evet, şu dünya gidişatına bakılsa görülüyor ki, en âciz, en zayıftan tut, [SUP][SUP]HAŞİYE[/SUP] [/SUP] ta en kavîye kadar her canlıya lâyık bir rızık veriliyor. En zayıf, en âcize en iyi rızık veriliyor. Her dertliye ummadığı yerden derman yetiştiriliyor. Öyle ulvî bir keremle ziyafetler, ikramlar olunuyor ki, nihayetsiz bir kerem eli, içinde işlediğini bedaheten gösteriyor.

Meselâ, bahar mevsiminde, cennet hurileri tarzında bütün ağaçları sündüs-misal libaslarla giydirip, çiçek ve meyvelerin murassaatıyla süslendirip hizmetkâr ederek onların lâtif elleri olan dallarıyla, çeşit çeşit, en tatlı, en musannâ meyveleri bize takdim etmek; hem zehirli bir sineğin eliyle şifalı, en tatlı balı bize yedirmek; hem en güzel ve yumuşak bir libası elsiz bir böceğin eliyle bize giydirmek; hem rahmetin büyük bir hazinesini küçük bir çekirdek içinde bizim için saklamak ne kadar cemil bir kerem, ne kadar lâtif bir rahmet eseri olduğu bedaheten anlaşılır.

Hem, insan ve bazı canavarlardan başka, güneş ve ay ve arzdan tut, ta en küçük mahlûka kadar herşey kemâl-i dikkatle vazifesine çalışması, zerrece haddinden tecavüz etmemesi, bir azîm heybet tahtında umumî bir itaat bulunması, büyük bir celâl ve izzet sahibinin emriyle hareket ettiklerini gösteriyor.

Hem, gerek nebatî ve gerek hayvanî ve gerek insanî bütün validelerin o rahîm şefkatleriyle [SUP][SUP]HAŞİYE 2[/SUP] [/SUP] ve süt gibi o lâtif gıda ile o âciz ve zayıf yavruların terbiyesi, ne kadar geniş bir rahmetin cilvesi işlediği bedaheten anlaşılır.

Bu âlemin Mutasarrıfının madem nihayetsiz böyle bir keremi, nihayetsiz böyle bir rahmeti, nihayetsiz öyle bir celâl ve izzeti vardır. Nihayetsiz celâl ve izzet, edepsizlerin te’dibini ister. Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister. Nihayetsiz rahmet, kendine lâyık ihsan ister. Halbuki, bu fâni dünyada ve kısa ömürde, denizden bir damla gibi, milyonlar cüzden ancak bir cüz’ü yerleşir ve tecellî eder.

Demek, o kereme lâyık ve o rahmete şayeste bir dar-ı saadet olacaktır. Yoksa, gündüzü ışığıyla dolduran güneşin vücudunu inkâr etmek gibi, bu görünen rahmetin vücudunu inkâr etmek lâzım gelir. Çünkü, bir daha dönmemek üzere zevâl ise, şefkati musibete, muhabbeti hırkate ve nimeti nıkmete ve aklı meş’um bir alete ve lezzeti eleme kalb ettirmekle, hakikat-i rahmetin intifâsı lâzım gelir.


[SUP]HAŞİYE[/SUP] : Rızk-ı helâl iktidar ile alınmadığına, belki iftikara binaen verildiğine delil-i kat’î, iktidarsız yavruların hüsn-ü maişeti ve muktedir canavarların dıyk-ı maişeti, hem zekâvetsiz balıkların semizliği ve zekâvetli, hileli tilki ve maymunun derd-i maişetle vücutça zayıflığıdır. Demek rızık, iktidar ve ihtiyar ile mâkûsen mütenasiptir. Ne derece iktidar ve ihtiyarına güvense, o derece derd-i maişete müptelâ olur.

[SUP]HAŞİYE 2[/SUP] : Evet, aç bir arslan, zayıf bir yavrusunu kendi nefsine tercih ederek, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna vermesi; hem korkak tavuk, yavrusunu himaye için ite, arslana saldırması; hem incir ağacı, kendi çamur yiyerek, yavrusu olan meyvelerine halis süt vermesi, bilbedâhe, nihayetsiz Rahîm, Kerîm, Şefîk bir Zâtın hesabıyla hareket ettiklerini, kör olmayana gösteriyorlar. Evet, nebatat ve behimiyat gibi şuursuzların gayet derecede şuurkârâne ve hakîmâne işler görmesi bizzarure gösterir ki, gayet derecede Alîm ve Hakîm birisi vardır ki, onları işlettiriyor. Onlar, Onun namıyla işliyorlar.


Onuncu Söz[/TAVSIYE]
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

[NOT]Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde düşünemiyor. Meselâ, insanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hafızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisâtı o kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için neşir olacak olan defter-i a’mâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrıyla her insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet; ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlarla âzâlarını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüp, bir muvazene, bir intizam ve bir cemâl içinde masnuatı bir hüsn-ü san’at yapan ve her zîhayatın hukuk-u hayatını kemâl-i mizanla veren, iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren ve Âdem zamanından beri tâği ve zâlim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şüphe getirmez ki, güneş gündüzsüz olmadığı gibi, o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve ölümde en zâlimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindeki âkıbetsiz bir dehşetli haksızlığa, adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir vechile müsaade etmezler diye, Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimize kat’î cevap veriyorlar.[/NOT]


Allah'ın isimlerinden Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri, ahiretin varlığını iktiza ediyor.

Hakîm: H
ikmet sahibi; herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah

Hakem: Her şeyi gayelerine adaletle sevk eden Allah

Âdil: Sonsuz adalet sahibi, herşeye hakkını veren Allah

Adl: Her hak sahibine hakkını veren, sonsuz adalet sahibi olan Allah


Hakem ve Hakîm isminin yeryüzündeki tecellilerinden sadece biri: "Meselâ, insanın bin cihazatına takılan hikmetlerinden yalnız bir küçük çekirdek kadar kuvve-i hafızasında bütün tarihçe-i hayatını ve ona temas eden hadsiz hâdisâtı o kuvvecikte yazıp, onu bir kütüphane hükmüne getirip ve insanın haşirde muhakemesi için neşir olacak olan defter-i a’mâlinin bir küçük senedi olarak her vakit hatırlatmak sırrıyla her insanın eline vererek dimağının cebine koyan bir ezelî hikmet;"

Cenab-ı Hak her işi hikmetle, manalı, faydalı ve manalı bir şekilde yapıyor. Yaptığı icraatlarda en ufak bir israfa yer vermiyor. Mesela burdaki misal gibi. Hafızamız kütüphaneler kadar bilgiyi, her ihtiyaç duyduğumuzda, sanki kütüphaneden o konuyla ilgili kitap alıyormuşuz gibi alıyoruz, ondan okuyoruz. Mesela güneşten bahsederken, hemen daha önceden güneşle ilgili topladığımız bütün malumatlar zihnimize geliyor. Birden konu değişip çiçeklerden bahsetsek, aynı şekilde çiçeklerle iligi malumatlarımız zihnimize geliyor. İşimizle ilgili birşey düşündüğümüzde, onunla ilgili malumatlar zihnimize geliyor ve hakeza. Bütün bu bilgileri kitaplara yazmaya kalksak herhalde bir insanın beyninin şu anki halinden çok daha büyük olması gerekirdi. Vücudumuzla orantısı da bozulurdu. Hikmetli bir varlık olmaktan çıkıp, abes bir varlığa inkılab ederdik. Allah cc. ise abes iş yapmaktan münezzehtir. Madem hafıza gibi bir nimeti verirken dahi abes iş yapmıyor, en ideal ölçülerde o nimeti bize veriyor. Elbette bütün azalarıyla hikmetli yarattığı insanı, toprakta çürüyüp gitmek üzere bırakmayacak, ahireti getirecektir. Ve onun kuvve-i hafızasını, tarihçe-i hayatını ve o hafızanın temas ettiği bütün hadiseleri, haşirde insanın kütüphanesinden hard disk gibi çıkarıp önüne koyacaktır..Yani bu küçücük beynimiz nasıl herşeyi kaydediyor, Allahta herşeyi hikmeti gereği kaydediyor. Hafızamızı vermesindeki bir hikmet, amel defterimizin de olacağını ihtar etmektir..

Âdil ve Adl isimlerinin tecellilerinden birkaçı: "ve bütün masnuatta gayet hassas mizanlarla âzâlarını yerleştiren, mikroptan gergedana, sinekten simurga kuşuna, bir çiçekli nebattan milyarlar, trilyonlarla çiçekler açan bahar çiçeğine kadar, israfsız ölçülerle bir tenasüp, bir muvazene, bir intizam ve bir cemâl içinde masnuatı bir hüsn-ü san’at yapan ve her zîhayatın hukuk-u hayatını kemâl-i mizanla veren, iyiliklere güzel neticeler ve fenalıklara fena neticeler verdiren ve Âdem zamanından beri tâği ve zâlim kavimlere vurduğu tokatlarla kendini pek kuvvetli ihsas ettiren bir adalet-i sermediye, elbette ve hiç şüphe getirmez ki, güneş gündüzsüz olmadığı gibi, o hikmet-i ezeliye, o adalet-i sermediye âhiretsiz olmazlar ve ölümde en zâlimlerin ve en mazlumların bir tarzda gitmelerindeki âkıbetsiz bir dehşetli haksızlığa, adaletsizliğe ve hikmetsizliğe hiçbir vechile müsaade etmezler diye, Hakîm ve Hakem ve Adl ve Âdil isimleri bizim sualimize kat’î cevap veriyorlar."

"Hem madem biz gözümüzle görüyoruz ki, umum mahlûklarda ve zemin yüzünde öyle bir hikmet eli işliyor ve öyle bir adalet ölçüleriyle işler dönüyor ki, akl-ı beşer onun fevkinde düşünemiyor. "

Evet gerçekten Allah'ın yaratmış olduğundan daha faydalısını, daha mizanlısını ne düşünebiliyor, ne de yapabiliyoruz ? İnsanlar inek sütünü ellerindeki en ileri teknolojiyi kullanarak çeşitli işlemlere tabi tutup, pastörize ediyorlar. Sonra bunu bir marifet biliyorlar. Halbuki süte ekstradan katabildikleri hiçbirşey yok. Çok defa da onun içindeki gıdaları yok ediyorlar. Yani Allahın yarattığı sütten daha kaliteli bir süt yok, bir yumurta yok, bir elma yok, bir kavun yok. Hatta insanın kirli eli bulaştıkça onlar bozuluyor, letafeti kayboluyor. Bütün bu ölçüler Allahın hikmetini gösterdiği gibi adaletini dahi gösteriyor. Herşeyi en hikmetli mizanlarla yaratan Allah, insanı dirilmemek üzere öldürmekle hikmetini ve adaletini boşa çıkarır mı ?

Sonra Hazret-i Adem aleyhisselamdan bu yana birçok zalim kavmi adaletini hissettirir derecede, semavi tokatlarla cezalandırmış. Mesela Nuh (a.s.) ın kavmi
, Lut (a.s.) ın kavmi, Ebrehe nin ordusu gibi. Ve bu zalimlerin karşılarındaki kullarını nimetlere mazhar etmesiyle adaletini bariz bir şekilde hissettiriyor Rabbimiz..Bu numune-misal adalet tecellileri, aynı tarzda bu dünyadan göçüp giden zalim ve mazlum taifesinin de bir mükafat ve mücazat yerinin olacağını ispat ediyor. Bu dünyada olmadığına göre elbette o hesablar ahirete bırakılıyor..
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

Üçüncü âyet olan [SUP][SUP]1[/SUP] [/SUP] وَمَا رَبُّكَ بِظَلاَّمٍ لِلْعَبِيدِ gibi âyetlerin işaret ettikleri kıyas-ı Adlînin hülâsası şudur ki:

Âlemde çok görüyoruz ki, zalim, fâcir, gaddar insanlar gayet refah ve rahatla; ve mazlum ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zilletle ömür geçiriyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini müsavi kılar. Eğer şu müsavat nihayetsiz ise, bir nihayeti yoksa, zulüm görünür.

Halbuki, zulümden tenezzühü, kâinatın şehadetiyle sabit olan adalet ve hikmet-i İlâhiye, bu zulmü hiçbir cihetle kabul etmediğinden, bilbedâhe, bir mecma-i âhari iktiza ederler ki, birinci cezasını, ikinci mükâfâtını görsün. Tâ, şu intizamsız, perişan beşer, istidadına münasip tecziye ve mükâfat görüp, adalet-i mahzâya medar ve hikmet-i Rabbâniyeye mazhar ve hikmetli mevcudat-ı âlemin bir büyük kardeşi olabilsin.

Evet, şu dâr-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidatların sünbüllenmesine müsait değildir. Demek başka âleme gönderilecektir. Evet, insanın cevheri büyüktür, öyle ise ebede namzettir. Mahiyeti âliyedir. Öyle ise cinayeti dahi azîmdir, sair mevcudata benzemez. İntizamı da mühimdir.

İntizamsız olamaz, mühmel kalamaz, abes edilmez, fenâ-yı mutlakla mahkûm olamaz, adem-i sırfa kaçamaz. Ona, Cehennem ağzını açmış, bekliyor. Cennet ise, âguş-u nazdârânesini açmış, gözlüyor.


[SUP]1[/SUP] : “Rabbin, kullarına haksızlık edecek değildir.” Fussilet Sûresi, 41:46.


Yirmi Dokuzuncu Söz
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

Halbuki, o sarayda, o şehirde, o memlekette, o âlemde
o derece hayret-engiz bir muvazene,
bir mizan,
bir tevzin hükmediyor;
bilbedâhe ispat eder ki,

bu hadsiz mevcudatta olan hadsiz tahavvülât ve vâridat ve masarif,
herbir anda umum kâinatı görür,
nazar-ı teftişinden geçirir birtek Zâtın mizanıyla ölçülür, tartılır.

Yoksa, balıklardan bir balık, bin yumurtacıkla
ve nebâtattan haşhaş gibi bir çiçek, yirmi bin tohumla
ve sel gibi akan unsurların, inkılâpların hücumuyla,
şiddetle muvazeneyi bozmaya çalışan ve istilâ etmek isteyen esbab başıboş olsalardı

veyahut maksatsız, serseri tesadüf
ve mizansız, kör kuvvete
ve şuursuz, zulmetli tabiata havale edilseydi,

o muvazene-i eşya
ve muvazene-i kâinat öyle bozulacaktı ki,
bir senede,
belki bir günde herc ü merc olurdu.

Yani, deniz karma karışık şeylerle dolacaktı, taaffün edecekti.
Hava gazât-ı muzırra ile zehirlenecekti.
Zemin ise bir mezbele, bir mezbaha, bir bataklığa dönecekti.
Dünya boğulacaktı.


Otuzuncu Lem'a

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

Şu risaledeki letafete bakar mısınız ?
Hangi sadeleştirme bu letafeti muhafaza edebilir ve burdaki zevki insana tattırabilir ?


İşte, cesed-i hayvânînin hüceyrâtından
ve kandaki küreyvât-ı hamrâ ve beyzâdan
ve zerrâtın tahavvülâtından
ve cihazat-ı bedeniyenin tenasübünden tut,

tâ denizlerin vâridat ve masarifine,
tâ zemin altındaki çeşmelerin gelir ve sarfiyatlarına,
tâ hayvânat ve nebâtâtın tevellüdat ve vefiyatlarına,
tâ güz ve baharın tahribat ve tamiratlarına,
tâ unsurların ve yıldızların hidemat ve harekâtlarına,
tâ mevt ve hayatın,
ziya ve zulmetin
ve hararet ve burudetin değişmelerine
ve döğüşmelerine
ve çarpışmalarına kadar,

o derece hassas bir mizanla
ve o kadar ince bir ölçüyle tanzim edilir ve tartılır ki,
akl-ı beşer hiçbir yerde hakikî olarak hiçbir israf,
hiçbir abes görmediği gibi,
hikmet-i insaniye dahi herşeyde en mükemmel bir intizam,
en güzel bir mevzuniyet görüyor ve gösteriyor.

Belki, hikmet-i insaniye,
o intizam ve mevzuniyetin bir tezahürüdür,
bir tercümanıdır.


Otuzuncu Lem'a
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

İşte, gel, Güneş ile muhtelif on iki seyyarenin muvazenelerine bak.
Acaba bu muvazene, güneş gibi, Adl ve Kadîr olan Zât-ı Zülcelâli göstermiyor mu?

Ve bilhassa, seyyarattan olan gemimiz,
yani küre-i arz,
bir senede yirmi dört bin senelik bir dairede gezer, seyahat eder.
Ve o harika sür’atiyle beraber,
zeminin yüzünde dizilmiş, istif edilmiş eşyayı dağıtmıyor,
sarsmıyor, fezaya fırlatmıyor.

Eğer sür’ati bir parça tezyid veya tenkis edilseydi,
sekenesini havaya fırlatıp fezada dağıtacaktı.
Ve bir dakika, belki bir saniye muvazenesini bozsa,
dünyamızı bozacak, belki başkasıyla çarpışacak, bir kıyameti koparacak.

Ve bilhassa zeminin yüzünde,
nebâtî ve hayvânî dört yüz bin taifenin
tevellüdat ve vefiyatça
ve iaşe ve yaşayışça rahîmâne muvazeneleri,
ziya güneşi gösterdiği gibi,
birtek Zât-ı Adl ve Rahîmi gösteriyor.


Otuzuncu Lem'a

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

Ve bilhassa o hadsiz milletlerin
hadsiz efradından birtek ferdin âzâsı,
cihazatı,
duyguları
o derece hassas bir mizanla birbiriyle münasebettar
ve muvazenettedir ki,
o tenasüp,
o muvazene,
bedâhet derecesinde bir Sâni-i Adl ve Hakîmi gösteriyor.

Ve bilhassa her ferd-i hayvânînin bedenindeki hüceyrâtın
ve kan mecrâlarının
ve kandaki küreyvâtın
ve o küreyvattaki zerrelerin
o derece ince ve hassas ve harika muvazeneleri var;
bilbedâhe ispat eder ki,
herşeyin dizgini elinde
ve herşeyin anahtarı yanında
ve birşey birşeye mâni olmuyor,
umum eşyayı birtek şey gibi
kolayca idare eden birtek Hâlık-ı Adl
ve Hakîmin mizanıyla,
kanunuyla,
nizamıyla
terbiye ve idare oluyor.

Haşrin Mahkeme-i Kübrâsında,
mizan-ı âzam-ı adaletinde
cin ve insin muvazene-i a’mâllerini istib’âd edip inanmayan,
bu dünyada gözüyle gördüğü bu muvazene-i ekbere dikkat etse,
elbette istib’âdı kalmaz.


Otuzuncu Lem'a


 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

[NOT]Hem madem bütün zîhayat mahlûkların, elleri yetişmediği ve iktidarları dairesinde olmayan bütün hâcâtlarını, bütün fıtrî matlaplarını bir nevi dua bulunan istidad-ı fıtrî ve ihtiyac-ı zarurî dilleriyle istedikleri vakitte, gayet rahîm ve işitici ve şefkatli bir dest-i gaybî tarafından verildiğinden ve ihtiyarî olan daavât-ı insaniyenin, hususan havasların ve nebîlerin dualarının on adetten altı yedisi hilâf ı âdet makbul olmasından kat’î anlaşılıyor ki, her dertlinin âhını, her muhtacın duasını işiten ve dinleyen bir Semî’ ve Mücîb perde arkasında var, bakar ki, en küçük bir zîhayatın en küçük bir ihtiyacını görür ve en gizli bir âhını işitir, şefkat eder, fiilen cevap verir, memnun eder. Elbette ve herhalde hiçbir şüphe ihtimali kalmaz ki, mahlûkların en ehemmiyetlisi olan nev-i insanın en ehemmiyetli ve umumî ve umum kâinatı ve umum esmâ ve sıfât-ı İlâhiyeyi alâkadar eden bekà-i uhreviyeye ait dualarını içine alan ve nev-i insanın güneşleri ve yıldızları ve kumandanları olan bütün peygamberleri arkasına alıp onlara duasına âmin, âmin dedirten ve ümmetinden hergün her ferd-i mütedeyyin, hiç olmazsa kaç defa ona salâvat getirmekle onun duasına âmin, âmin diyen ve belki bütün mahlûkat o duasına iştirak ederek “Evet ya Rabbenâ! İstediğini ver; biz de onun istediğini istiyoruz” diyorlar. Bütün bu reddedilmez şerait altında bekà-i uhrevî ve saadet-i ebediye için Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın, haşrin hadsiz esbâb-ı mûcibesinden yalnız tek duası, Cennetin vücuduna ve baharın icadı kadar kudretine kolay olan âhiretin icadına kâfi bir sebeptir diye, Mücîb ve Semî’ ve Rahîm isimleri bizim sualimize cevap veriyorlar.[/NOT]

Rabbimizin Mücîb ve Semî’ ve Rahîm isimleri de ahiretin varlığını iktiza ediyor.

Mücîb: İcabet eden. Cevap veren. Sebeb kabul eden. İstenileni kabul eden, duâya cevap veren (Allah C.C.)

Semî’: İnsanlar gibi zamana, âlete muhtaç olmayarak her şeyi işiten ve duyan Allah (C.C.)

Rahîm: Rahmet edici, merhamet eyleyen. Rahmet ve merhamet sahibi, şefkat eden, gufran sahibi.

Bu isimlerin kısa manalarına baktıktan sonra yeryüzündeki bazı tecellilerine bakalım.

Yeryüzündeki bütün canlılar rızka muhtaç yaratılmış, görüyoruz. Bu canlılar bütün her yeri istila etmiş. Şarktan garba, şimalden cenuba kadar her yer zihayat mahluklarla dolu. Yerin altı, üstü, gökler vs..Ve yine görüyoruz ki insan haricindeki bu canlıların insan gibi "ver Allahım" diyen dilleri yok. Onlar lisan-ı halleriyle ihtiyaçlarını arzediyorlar. Ve ihtiyaçları tam o anda ummadıkları yerden onlara veriliyor. Demek bir karıncanın da, pirenin de, devekuşunun da, filin de midesindeki ihtiyaçlar biliniyor ve onlara gönderiliyor. Bu da Rabbimizin bütün lisan-ı halle ve kalle yapılan fiili ve kavli duaları işittiği onlara icabet ettiğini gösteriyor. Ve bu rızıklandırma faaliyeti Rabbimizin şefkatini dahi gösteriyor. Sadece ihtiyacı bilse ve işitse ve fakat Rahmeti olmasa, yeryüzünde tek bir canlı yaşamazdı.

İradesi olmayan, aklı olmayan zihayatlarda bile bu İsimler bu şekilde tecelli ederken, onlara şefkat gösterilirken, dualarına icabet edilirken, insan gibi iradesi olan ve kainat onun için yaratılan bir hayat sahibinin duası elbette o canlılardan daha ehemmiyetlidir.

Burada Peygamberimizin (a.s.m.) duasıyla bu isimler arasındaki irtibat nazara veriliyor. Zira Onun duası Allah'ın bütün esma ve sıfatlarını içine alıyor. Ve Onun duası bütün nebilerin (a.s.) de dualarını içine alıyor. Ve Onun duası insanların en meşhurları olan başta sahabeler (r.a.ecmain) ve kutuplar (r.a.) alimler, evliyalar, şühedaların da dualarını içine alıyor. Ve bugün Efendimiz aleyhissalatü vesselamın dualarına, getirdikleri salavatlarla günde en az 5 defa, yüzmilyonlarca dil ile amin, amin diyorlar. Elbette bu kadar kabul şartlarının bir arada olduğu dua kabul edilecektir. Sadece bir karıncanın tek dille yaptığı duayı işiten, ona şefkat eden ve duasına icabet eden Allah'ın c.c; böyle milyarlarca makbul insanların duasını içine alan bir duayı işitmemesi, o duayı edene ve ona amin diyenlere şefkat etmemesi ve o duaya icabet etmemesi mümkün müdür ? Başla hiçbir sebeb dahi olmasa kainat, hürmetine yaratılan Efendimiz aleyhissalatü vesselamın tek duası ahiretin yaratılması için kafi bir sebebtir. Çünkü o beka istiyor. Ve ahrieti getirmek Allah için ahireti getirmekte zorluk yoktur. Zira her yılda haşir ve neşrin en az bri misalinin gözlere gösteriyor. Bütün zamanları düşündüğümüzde sayısız haşir ve neşirleri yapmış Allah cc. için, bir defaya mahsuz bunu yapamaz denir mi ?
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

Acaba, bütün benî Âdemi arkasına alıp, şu arz üstünde durup, Arş-ı Âzama müteveccihen el kaldırıp, nev-i beşerin hülâsa-ı ubûdiyetini cami’ hakikat-i ubûdiyet-i Ahmediye (a.s.m.) içinde dua eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman olan Fahr-i Kâinat ne istiyor, dinleyelim.

Bak: Kendine ve ümmetine saadet-i ebediye istiyor. Bekà istiyor. Cennet istiyor. Hem, mevcudat âyinelerinde cemâllerini gösteren bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiye ile beraber istiyor. O esmâdan şefaat talep ediyor, görüyorsun. Eğer âhiretin hesapsız esbab-ı mucibesi, delâil-i vücudu olmasaydı, yalnız şu zâtın tek duası, baharımızın icadı kadar Hâlık-ı Rahîmin kudretine hafif gelen şu Cennetin binasına sebebiyet verecekti. [SUP][SUP]HAŞİYE[/SUP] [/SUP]

Evet, baharımızda yeryüzünü bir mahşer eden, yüz bin haşir nümunelerini icad eden Kadîr-i Mutlaka, Cennetin icadı nasıl ağır olabilir? Demek, nasıl ki onun risaleti şu dar-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi, لَوْلاٰكَ لَوْلاٰكَ لَمٰا خَلَقْتُ اْلاَفْلاٰكَ [SUP][SUP]1[/SUP] [/SUP] sırrına mazhar oldu. Onun gibi, ubûdiyeti dahi, öteki dar-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi. Acaba hiç mümkün müdür ki, bütün akılları hayrette bırakan şu intizam-ı âlem ve geniş rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at, misilsiz cemâl-i rububiyet, o duaya icabet etmemekle böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul etsin?


[SUP]HAŞİYE[/SUP] : Evet, âhirete nisbeten gayet dar bir sahife hükmünde olan rû-yi zeminde had ve hesaba gelmeyen harika san’at nümunelerini ve haşir ve kıyametin misallerini göstermek ve üç yüz bin kitap hükmünde olan muntazam envâ-ı masnuatı o tek sahifede kemâl-i intizamla yazıp derc etmek; elbette geniş olan âlem-i âhirette lâtif ve muntazam Cennetin binasından ve icadından daha müşküldür. Evet, Cennet bahardan ne kadar yüksek ise, o derece bahar bahçelerinin hilkati, o Cennetten daha müşküldür ve hayretfezâdır denilebilir.

[SUP]1[/SUP] : “Sen olmasaydın ben âlemleri yaratmazdım.” Ali el-Kâri, Şerhü’ş-Şifâ: 1:6; Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 2:164. Ayrıca el-Hâkim’in el-Müstedrek’inde bu mânâyı teyit eden şu sahih hadis naklediliyor: “Peygamber Efendimiz buyurdu: Allah İsâ’ya (a.s.) şöyle vahyetti, ‘Ey İsâ, Muhammed’e iman et. Ümmetine de emret ki onlardan ona ulaşanlar da iman etsinler. Muhammed olmasaydı Âdem’i yaratmazdım. Muhammed olmasaydı Cennet ve Cehennemi yaratmazdım. Su üzerinde Arşı yarattığımda arş çırpındı. Üzerine Lâ ilâhe İllallah Muhammedun Resûlullah yazdım, sakinleşti.” (el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:615) Ayrıca bk. et-Taberâni, El-Mu’cemü’l-Evsât, 6:314; et-Taberânî, El-Mu’cemü’s-Sağîr, 2:182; El-Hallâl, es-Sünne, 1:237; el-Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, 5:489.



Onuncu Söz
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

Bak, bu işler içinde görünüyor ki, o misilsiz zâtın pek büyük bir şefkati vardır.
Çünkü her musibetzedenin imdadına koşturuyor.
Her suale ve matluba cevap veriyor.
Hattâ, bak, en ednâ bir hacet, en ednâ bir raiyetten görse, şefkatle kaza ediyor.
Bir çobanın bir koyunu bir ayağı incinse, ya merhem, ya baytar gönderiyor.

Şimdi gel, gidelim; şu adada büyük bir içtima var.
Bütün memleket eşrafı orada toplanmışlar.
Bak, pek büyük bir nişanı taşıyan bir yâver-i ekrem bir nutuk okuyor.
O şefkatli padişahından birşeyler istiyor.
Bütün ahali, “Evet, evet, biz de istiyoruz” diyorlar, onu tasdik ve teyid ediyorlar.
Şimdi dinle; bu padişahın sevgilisi diyor ki:

“Ey bizi nimetleriyle perverde eden sultanımız!
Bize gösterdiğin nümunelerin ve gölgelerin asıllarını, menbalarını göster.
Ve bizi makarr-ı saltanatına celb et.
Bizi bu çöllerde mahvettirme.
Bizi huzuruna al.
Bize merhamet et.
Burada bize tattırdığın leziz nimetlerini orada yedir.
Bizi zevâl ve teb’îd ile tazib etme.
Sana müştak ve müteşekkir şu muti’ raiyetini başıboş bırakıp idam etme”
diyor ve pek çok yalvarıyor.
Sen de işitiyorsun.

Acaba bu kadar şefkatli ve kudretli bir padişah, hiç mümkün müdür ki,
en ednâ bir adamın en ednâ bir meramını ehemmiyetle yerine getirsin;
en sevgili bir yâver-i ekreminin en güzel bir maksudunu yerine getirmesin?

Halbuki, o sevgilinin maksudu, umumun da maksududur.
Hem padişahın marzîsi, hem merhamet ve adaletinin muktezasıdır.
Hem ona rahattır, ağır değil.
Bu misafirhanelerdeki muvakkat nüzhetgâhlar kadar ağır gelmez.

Madem nümunelerini göstermek için,
beş altı gün seyrangâhlara bu kadar masraf ediyor,
bu memleketi kurdu.

Elbette, hakikî hazinelerini, kemâlâtını,
hünerlerini makarr-ı saltanatında öyle bir tarzda gösterecek,
öyle seyrangâhlar açacak ki, akılları hayrette bırakacak.

Demek bu meydan-ı imtihanda olanlar başıboş değiller.
Saadet sarayları ve zindanlar onları bekliyorlar.



Onuncu Söz
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

Acaba bütün efâzıl-ı benî Âdemi arkasına alıp,
arz üstünde durup,
Arş-ı Âzama müteveccihen el kaldırıp dua eden
şu şeref-i nev-i insan
ve ferîd-i kevn ü zaman
ve bihakkın fahr-i kâinat
ne istiyor?

Bak, dinle:
Saadet-i ebediye istiyor.
Bekà istiyor.
Lika istiyor.
Cennet istiyor.

Hem, merâyâ-yı mevcudatta ahkâmını
ve cemâllerini gösteren bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiye ile beraber istiyor.
Hattâ, eğer rahmet, inâyet, hikmet, adalet gibi
hesapsız o matlubun esbab-ı mucibesi olmasaydı,
şu zâtın tek duası, baharımızın icadı kadar kudretine hafif gelen
şu Cennetin binasına sebebiyet verecekti.

Evet, nasıl ki onun risaleti şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi.
Öyle de, onun ubûdiyeti dahi öteki dârın açılmasına sebeptir.
Acaba ehl-i akıl ve tahkike لَيْسَ فِى اْلاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ [SUP][SUP]1[/SUP] [/SUP] dedirten
şu meşhud intizam-ı fâik,
şu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at ve misilsiz cemâl-i Rububiyet,
hiç böyle bir çirkinliği,
böyle bir merhametsizliği,
böyle bir intizamsızlığı kabul eder mi ki,
en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip ifa etsin;
en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın?

Hâşâ ve kellâ!.
Yüz bin defa hâşâ!
Böyle bir cemâl, böyle bir çirkinliği kabul etmez, çirkin olmaz.


[SUP]1[/SUP] : “İmkân dairesinde, şu varlık âleminden daha mükemmeli, daha üstünü yoktur.” İmam-ı Gazâlî, İhyâu Ulûmi’d-Dîn 4:258; İbni Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, 1:53, 4:154.


On Dokuzuncu Söz
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

[NOT]Hem madem, gündüz bedahetle güneşi gösterdiği gibi,
zemin yüzünde, mevsimlerin tebeddülünde küllî ölmek ve dirilmekte,
perde arkasında bir Mutasarrıf,
gayet intizamla koca küre-i arzı bir bahçe,
belki bir ağaç kolaylığında ve intizamında
ve azametli baharı bir çiçek suhuletinde ve mîzanlı ziynetinde
ve zemin sahifesinde üç yüz bin haşir ve neşrin nümune ve misallerini gösteren
üç yüz bin kitap hükmündeki nebatat ve hayvanat taifelerini onda yazar,
beraber ve birbiri içinde şaşırmayarak,
karışık iken karıştırmayarak,
birbirine benzemekle beraber iltibassız, sehivsiz, hatasız,
mükemmel, muntazam, mânidar yazan bir kalem-i kudret,
bu azameti içinde hadsiz bir rahmet, nihayetsiz bir hikmetle işlediği gibi;
koca kâinatı bir hanesi misillü insana musahhar ve müzeyyen ve tefriş etmek
ve o insanı halife-i zemin ederek
ve dağ ve gök ve yer tahammülünden çekindikleri emanet-i kübrâyı ona vermesi
ve sair zîhayatlara bir derece zabitlik mertebesiyle mükerrem etmesi
ve hitâbât-ı Sübhâniyesine ve sohbetine müşerref eylemesiyle fevkalâde bir makam verdiği
ve bütün semâvî fermanlarda ona saadet-i ebediyeyi
ve bekà-i uhreviyeyi kat’î vaad ve ahdettiği halde,
elbette ve hiçbir şüphe olmaz ki,
bahar kadar kudretine kolay gelen dâr-ı saadeti
o mükerrem ve müşerref insanlar için açacak ve yapacak
ve haşir ve kıyameti getirecek diye,
Muhyî ve Mümît ve Hayy ve Kayyûm ve Kadîr ve Alîm isimleri, Hâlıkımızdan sormamıza cevap veriyorlar.

Evet, her baharda bütün ağaçları ve otların köklerini aynen ihya
ve nebatî ve hayvanî üç yüz bin nevi haşrin ve neşrin nümunelerini icad eden bir kudret,
Muhammed ve Mûsâ Aleyhimesselâtü Vesselâmların herbirinin
ümmetinin geçirdiği bin senelik zaman, karşı karşıya hayalen getirilip bakılsa,
haşrin ve neşrin bin misalini ve bin delilini iki bin baharda (HAŞİYE) gösterdiği görülecek.
Ve, böyle bir kudretten haşr-i cismânîyi uzak görmek, bin derece körlük ve akılsızlıktır.


HAŞİYE Sabık herbir bahar, kıyameti kopmuş, ölmüş ve karşısındaki bahar onun haşri hükmündedir.[/NOT]


Cenab-ı Hakkın Muhyî ve Mümît ve Hayy ve Kayyûm ve Kadîr ve Alîm isimleri, de ahiretin varlığından haber veriyor.

Muhyî: Bütün canlılara hayat veren Allah

Mümît: Ölümü yaratan, ölümü veren, imâte eden, helâk eden Allah

Hayy: Diri ve devamlı hayat sâhibi. Zâtî hayat ile münferid, her şeyi bilen ve her şeye gücü yeten Allah (C.C.)

Kayyûm: Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.)

Kadîr: Bir işi yapmaya gücü yeten. Kudret sâhibi ve herşeye kudreti yeten. (Allah C.C.)

Alîm: Bilen. İlmi, ebedi ve ezeli olan Cenab-ı Hak.


Allahın bütün isimleri haşri iktiza ediyor. O zaman "Yeniden dirilmek mümkün mü ?" sorusunun cevabını bulmak kalıyor. Yukarıdaki satırlarda haşrin, gözümüz önünde cereyan eden binlerce numunesinden bahsedilmiş. Sadece bir bahar başlangıcında çok kısa bir sürede, belki birkaç günde bütün bahar mevsiminin olduğu yerleri, binlerce tür bitkilerle, çiçeklerle, sayısız hayvan türleriyle yeniden inşa ediyor Cenab-ı Hak. Sadece bir kaç metrelik alanda bile kaç tane bitki türü, börtü böceğiyle kaç tane hayvan türü ve ferdi olduğunu bir düşünelim ve bir de bunun bahar mevsimi olan bütün zemin yüzündeki sayılarını düşünelim. Hiç birbiri ile karıştırılmıyor, şaşırılmıyor, bütün zihayat ihtiyaç duyduğu rızkı etrafında haşrediliyor, bütün bitkiler iç içe iken bir diğerinden çok kolay bir şekilde ayırdedilebiliyor, yani hatasız, kusursuz bir mükemmellik ve yeniden diriltme manzarası, birkaç gün kadar kısa bir zaman içerisinde gözümüz önünde cereyan ediyor..

Onuncu Söz de bu kısmı izah eden oldukça ikna edici temsiller var..Onları da yeri gelmişken paylaşalım inşaallah..
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Asa-yı Musa 8. Ders - Âhireti Allah'tan Soruyoruz.

Bâb-ı İhyâ ve İmâtedir. İsm-i Hayy-ı Kayyûmun, Muhyî ve Mümîtin cilvesidir.

Hiç mümkün müdür ki, ölmüş, kurumuş koca arzı ihyâ eden;
ve o ihyâ içinde, herbiri beşer haşri gibi acip,
üç yüz binden ziyade envâ-ı mahlûkatı haşir ve neşredip kudretini gösteren;
ve o haşir ve neşir içinde, nihayet derecede karışık
ve ihtilât içinde nihayet derecede imtiyaz ve tefrik ile ihata-i ilmiyesini gösteren;
ve bütün semavî fermanlarıyla beşerin haşrini vaad etmekle
bütün ibâdının enzârını saadet-i ebediyeye çeviren;
ve bütün mevcudatı baş başa, omuz omuza, el ele verdirip,
emir ve iradesi dairesinde döndürüp birbirine yardımcı ve musahhar kılmakla
azamet-i Rububiyetini gösteren;
ve beşeri, şecere-i kâinatın en cami’
ve en nazik ve en nazenin, en nazdar, en niyazdar
bir meyvesi yaratıp kendine muhatap ittihaz ederek herşeyi ona musahhar kılmakla,
insana bu kadar ehemmiyet verdiğini gösteren bir Kadîr-i Rahîm, bir Alîm-i Hakîm,
kıyameti getirmesin, haşri yapmasın ve yapamasın,
beşeri ihyâ etmesin veya edemesin,
Mahkeme-i Kübrâyı açamasın, Cennet ve Cehennemi yaratamasın?

Hâşâ ve kellâ!


Onuncu Söz
 
Üst