Kelime Analizi 61: Deniz

kenz-i mahfi

Sorumlu
DENİZ (Türkçe)
1- Yer kabuğunun çukur bölümlerini kaplayan, birbiriyle bağlantılı, tuzlu su kütlesi
2- Bu su kütlesinin belirli bir parçası (Karadeniz, Akdeniz gibi)
3- Geniş alan
4- Çokluk, yoğunluk manalarında kullanılmaktadır.
5- Mecazen alim ve bilgili insanlar.

Moğolca’da “tenis” kelimesi Türkçe’den geçmiştir. Türk Lehçelerinin pek çoğunda benzer kelimeler kullanılmaktadır. Mesela: Özbekçe’de “dengiz”, Kazakça’da “teniz”, Azerice “daniz” gibi.

“Deniz” kelimesinin Arapça’sı “bahr”, Farsçası “derya”dır. Arapça’da büyük denizler için “Umman” kelimesi kullanılmaktadır. Arapça’da “Muhîd” kelimesi okyanusu ifade etmek için kullanılır. “Bahr-i Muhit-i Kebir (Büyük Okyanus)” gibi.

Karadeniz için “Bahr-i Esved”
Akdeniz için “Bahr-i Ebyaz” veya “Bahr-ı Mutavassıt” denilmiştir. Osmanlı’da Karadeniz ve Akdeniz için ortak olarak “Bahreyn” kelimesi kullanılmıştır. Ayrıca Bahreyn, Basra Körfezi’nde adalar üstünde kurulan tek ve aynı zamanda en küçük Arap Devleti’dir. Her ne kadar bağımsız bir devlet gibi gözükse de Amerikan ve İngilizlerin sömürgesi gibidir.


Denizler Dünya yüzölçümünün yaklaşık olarak % 70’ini kaplamaktadır. Canlıların ihtiyacı olan oksijenin % 70’i de denizlerden sağlanmaktadır.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Karadeniz, antik çağlarda Akdeniz’den sonra ikinci önemli merkez olmuştur. Milattan önce 10. yüzyılda Ege insanı hiç tanımadığı ve alışık olmadığı bir denize açılmıştır. Adalar fakiri ve hırçın dalgaları ve hiç tanımadıkları kavimleri olan bir denizle karşılaşmışlardır. Hiç alışamadıkları bu deniz için “dost sevmeyen deniz” manasına gelen “Pontos Aexeinos” demişlerdir. “Aexeinos” kelimesinin Farsça “karanlık, muzlim” gibi manalara gelen bir kelimeden geldiği tahmin edilmektedir. Zamanla Karadeniz’e dayanıklı gemiler inşa etmekle bu sahillerde kurulan koloniler vasıtasıyla bu bölgenin zenginlikleri Ege ve Akdeniz’e taşınmış ve bu denize “konuksever deniz” manasına gelen “Pontos Euxinos” denilmiştir. “Pontus” veya “pontis” kelimesi “deniz” demektir.

Karadeniz’in etrafındaki ülkelerin dilleri farklı olsa da bu denizin adının çevirisi hemen hemen “Kara Deniz” olmuştur. Ne aciptir ki kara talihinden bir türlü kurtulamamıştır. Mesela:

İngilizce: Black Sea
Osmanlı’da: Bahr-i Siyah
Arapça: Bahr-i Esved
Rusça ve Bulgarca’da: Chernove More
Ukraynaca: Çorne More
Gürcüce: Saviz Jgva
Romence: Marea Neagra
Yunanca: Mavro Thalassa
Adıgece: Hi Fitse,
Abhazca: Amsin Eykua,
Lazcada: Uça Zuğa

Karadeniz’in adındaki “kara” kelimesi pek çok insanın zannı gibi değildir. Her ne kadar çoğu zaman gökyüzünün kapalı olmasından dolayı deniz “siyah” gözükse de ismini bu yüzden almamıştır. Aslında “kara” kelimesi bu denizin kuzeyde olduğunu belirtmektedir. Çünkü Eski Türkçe’de “kara” kelimesi “kuzey”i ifade eden bir yön sıfatıdır. Onun için Eski Türk şehirlerinde kuzey yönündeki şehir kapılarının isimleri “kara”dır. Bundan dolayı Türkler, kuzeydeki denize “Karadeniz”, güneydeki denize de “Akdeniz” demişlerdir. Türklerde “kara” kelimesi “azamet, soyluluk” gibi manalarda kullanılmakla yaşadıkları coğrafyada gür akan coşkun su ve nehirlere de “kara” demişlerdir. Bir rivayette Kimmerlerin siyah rengi sevdiği ve sevinçlerini siyah renk ile ifade ettiği belirtilmiştir. Kimmerler, kendileri için çok önemli olan bu denize de kendi dillerinde kara sıfatı ile adlandırmışlar ve daha sonra da bu sıfatı her halk kendi dillerinde kullanmıştır. Adıgelerin erkek giysisinin rengi siyahtır ve en sevilen renktir.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Osmanlıca’da okyanuslara “Bahr-i Muhit” denilmekteydi. Osmanlıca’da bazı denizlerin isimleri şöyledir:

Akdeniz = Bahr-i Rum, Bahr-i Sefid veya Bahr-i Mutavassıt
Karadeniz = Bahr-i Siyah
Kızıldeniz: Bahr-i Ahmer
Atlas Okyanusu = Bahr-i Muhit-i Garbi veya Bahr-i Muhit-i Atlasi
Hint Okyanusu = Bahr-i Ahdar
Büyük Okyanus = Bahr-i Muhit-i Kebir
Güney Buz Denizi = Bahr-i Müncemid-i Cenubi
Kuzey Buz Denizi = Bahr-i Müncemid-i Şimali
Hazar Gölü = Bahr-i Hazer (Göller için de “bahr” kelimesi kullanılmıştır)
Lut Gölü =: Bahr-i Lut veya Bahr-i Sükun (sularının kesif ve dalgasızlığından dolayı bu isim verilmiştir)
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Akdeniz için Selçuklular Bahr-i Rum, Osmanlılar Bahr-i Mutavassıt, Farslar Bahr-i Sefid, Araplar Bahr-i ey-Ebyaz demişlerdir. Akdeniz, dünyada iç denizler arasında yüzölçümü en büyük olan denizdir. Etrafında tarihin eski çağlarından beri pek çok milletler yaşamıştır. Onun için dünyadaki pek çok uygarlık için önem arz etmektedir. Anglo Saksonlar ve pek çok Batı dillerinde Akdeniz “Mediterranean” kelimesiyle ifade edilmiştir. Aslında bu kelimenin kökeni Latince “dünyanın ortası” manasına gelen “mediterraneus” kelimesinden türetilmiştir. Yunanca’da “Mesogeios” denilmektedir. Romalılar bu denize “Bizim Deniz” manasına gelen “Mare Nostrum” demişlerdir.

Evet gerçekten de Akdeniz bir zamanlar medeniyetlerin ortasında yer almaktaydı. Eski zamanlarda neredeyse bütün büyük uygarlıklar bu denizin etrafında kurulmuştur. Bu denizin ismine Selçuklular tarafından Bahr-i Rum denilmiştir. Eski Türkler “Rum” kelimesini “Romalı” manasında kullanmışlardır. Osmanlılar döneminde bu denize Farsça “Bahr-i Sefid” yani “Beyaz Deniz” denilmiştir. Kürtçe’de “Behra Spi”, Arapça’da Bahr-i el-Ebyaz” denilmiştir. Çok aciptir ki bu masmavi ve turkuaz renkli denize beyaz denilmesinin bir sebebi ise Eski Türklerin renkleri aynı zamanda yön sıfatı olarak kullanmalarından dolayıdır. Aynı Karadeniz misalinde olduğu gibi… Buna göre kuzey için siyah, doğu için yeşil ve mavi, güney için al ve kızıl, batı için beyaz rengi kullanmışlardır.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Marmara Denizi Yunanca “marmaros” (mermer) kelimesinden gelmektedir. Bilindiği gibi içindeki adada meşhur mermer yatakları vardır. Antik Yunan’da bu denizin adı “Propontis” idi. “Pro” kelimesi “önce” manasına gelip, yukarıda da değinildiği gibi “pontus” kelimesi “deniz” demektir ki burada kastedilen Karadeniz’dir. Zavallı Marmara’ya demek o günlerde de ehemmiyet verilmiyormuş.

Akdeniz’in bir parçası olan Ege Denizi’yle Türkler ilk olarak 1081 yılında tanışmış ve içinde 3000 civarında büyük ve küçük adalar bulunan bu denize ismine layık olarak “Adalar Denizi” demişler ve Osmanlı kaynaklarında yüzyıllar boyunca böyle kalmıştır. Ayrıca Ege Denizi için “Adalar Arası” denildiğini Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde yazmıştır. Daha 1930’lu yıllara kadar coğrafya atlaslarında ismi “Adalar Denizi” olarak geçmektedir. Aciptir ki Lozan Antlaşması’nda dahi bu deniz için “Ege Denizi” denilmemiştir. Faik Sabri Duran tarafından 1938 yılında yayınlanan coğrafya kitabında bu denizin adına Ege Denizi demiştir. 1941 yılında standartlaşmayı sağlamak amacıyla Ege Denizi terimi kabul edilmiş ve kullanılmaya başlanmıştır. Yani anlaşılacağı üzere Ege kelimesi son yüzyılda uydurulan bir kelimedir. Yunanlıların efsaneleri çok olduğundan bu denizi kendilerine mal etme çabalarından olacak ki çeşitli mitolojiler kullanmışlardır. Herhalde bu durum Yunanlılar’ın bir entrikası olup bu adalar üzerinde hak iddia edemez duruma düşürüldüğümüzden ve ilginçtir ki bilinçsiz olarak Adalar Denizi’ne kendi kendimize Ege Denizi dediğimizden dolayıdır. İsmi Yunanlılara kaptırılan bu deniz hakkındaki yanlışın mevcut kitaplardan düzeltilmesi daha uygun olacaktır. Yoksa eskiden beri Adalar Denizi olarak bilinen bu denize birden bire Ege Denizi denilmesini yeni nesiller idrak edemezler. Yabancı kaynaklarda bu deniz için “Archipelago” denilmektedir ki bunun anlamı “Üzerinde pek çok ada bulunan deniz, adalar grubu, takımadalar” demektir.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Osmanlı Devleti’nde “Cezayir-i Bahr-i Sefid Eyaleti” bulunmaktaydı. Ege Adaları ile sahil sancaklarından meydana gelen bu eyalete “Kaptan Paşa Eyaleti” denilmiştir. Merkezi Gelibolu idi. Barbaros Hayreddin Paşa’nın Osmanlı hizmetine girmesiyle 16. yüzyılda Cezayir-i Bahr-i Sefid eyaleti kurulmuştur. Anadolu Beylerbeyliği’nden Kocaeli, Sıgla, Biga ve Rumeli Beylerbeyliği’nden Eğriboz, İnebahtı, Mezistre, Karlıeli ve Midilli sancakları alınmak suretiyle yeni bir eyalet teşkil edilmiş ve bu eyaletin ismine de “Kaptan Paşa (Cezayir-i Bahr-i Sefit) Eyaleti denilmiştir. Kaptan Paşa Eyaleti’nin sınırları zaman zaman genişlemiş ve hudutlarında değişiklik olmuştur. Osmanlı İmrapatorluğu’nun en azametli dönemlerinde bu eyaletin sınırları Doğu Akdeniz’de İskenderun Körfezi’nden Cezayir-i Garb’a kadar bütün Akdeniz kıyılarını kapsamakta idi. Fakat bir müddet sonra devletin idari yapısındaki zayıflıklar nedeniyle hudutları daralmıştır. Barbaros Hayreddin Paşa’nın Osmanlı hakimiyetini tanıyıp Kanuni Sultan Süleyman’ın hizmetine girmesiyle Kaptan-ı Deryalığa tayin olunduktan sonra imparatorluğun geniş arazisi üzerinde, o tarihlerde kurulmaya başlayan eyaletlerden biri olarak da adalar ve gerek görülen bazı kıyı sancakları birleştirilerek bu eyalet meydana getirilmiş ve Afrika’daki Cezayir’i de kastederek “Cezayir Eyaleti” denilmiştir.

Cezayir-i Bahr-i Sefid Eyaletinin merkezi Gelibolu olmakla birlikte teşkilatın içine giren sancaklar sabit kalmamıştır. Zaman zaman eyalet genişleyip daralmıştır. 1865 yılında Biga, Midilli, Sakız, İstanköy, Rodos, Kıbrıs sancaklarından meydana gelen ve merkezi Çanakkale olan bir vilayete dönüştürülmüştür. Kıbrıs Sancağı 1878 yılında İngilizlerce işgal edilmiştir. Trablusgarp Savaşı sırasında Oniki Adaların İtalyanlar tarafından işgali ile geri kalan adalar da Balkan Savaşı sırasında Yunanlılar’ın eline geçmiştir. Türkiye’nin tabir-i caiz ise ağzının içinde olan Meis Adası 1. Dünya Savaşı’nda Fransızlar tarafından işgal edildi. Birinci Dünya Savaşı sırasında bu durumlarını muhafaza eden Cezayir-i Bahr-i Sefid adalarının başlıcaları 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması ile İtalya ve Yunanistan’a terk edildi. Türkiye’de kalmaları sağlanan Bozcaada ve Gökçaada ise birer ilçe olarak Çanakkale’ye bağlanmıştır. İtalya’ya bırakılan adalar II. Dünya Savaşı sonrasında Yunanistan’a geçmiştir. (1946)
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Büyük Okyanus yani diğer adıyla Bahr-i Muhit-i Kebir’dir. Dünyanın en büyük okyanusudur. Dünya yüzölçümünün yaklaşık olarak % 28’ini kaplamaktadır. Ortalama derinliği 4.637 metredir. Dünyanın en derin yeri olan Mariana Çukuru (11.033 metre) bu okyanustadır. Okyanus’ta 25 bine yakın ada bulunmaktadır. Dünya üzerindeki volkanların % 90’ı burada bulunmaktadır. Dolayısıyla da tsunamilerin büyük çoğunluğu burada gerçekleşmektedir. Büyük Okyanus’ta tesirli volkanlardan dolayı “Büyük Okyanus Ateş Kuşağı” bulunmaktadır.

Osmanlıların Bahr-i Ahmer diye adlandırdıkları Kızıldeniz, Afrika ile Arap Yarımadası arasındadır. Avrupa ile Asya arasındaki önemli su yolu olan Süveyş Kanalı bu denizdedir. Osmanlılar bu denizin korunmasına büyük ehemmiyet vermişlerdir. Değerli madenler ve petrol yataklarından dolayı Avrupalı sömürücülerin ilgisini çekmiştir. Avrupa ile Asya arasındaki tek su yolu olması dolayısıyla stratejik önemi haizdir. Deniz, ismini içindeki kırmızı renkteki alglerden almakla beraber etrafındaki kızıl dağlardan da aldığı söylenmektedir. Tuzluluk oranı çok yüksek ve ısısı yüksek olan bu deniz, içinde pek çok canlıya ev sahipliği etmektedir. Deniz ürünleri açısından oldukça zengin bir denizdir. Tevrat’ta bu denize “Sazlıklar Denizi” denilmektedir. İngilizce’de “Sea of Reeds” veya “Reed Sea” olarak okunmaktadır. Zamanla “Red Sea” yani “Kırmızı/Kızıl Deniz” ismini aldığı da rivayet edilmiştir. Bu denizin ismi hemen bütün dillerde “kırmızı” manasına gelen kelimelerle ifade edilmektedir. Etrafındaki çöllere bakılıp da içinin de öyle olduğu sanılmasın. Aksine su sıcaklığının 20 derecenin altına düşmemesinden dolayı ve mineral zenginliğinden bu denizin içi tam bir zenginlik yatağıdır.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Osmanlılar tarafından Bahr-i Hazer olarak adlandırılan Hazar Denizi aslında bir göl olmakla beraber hem göl, hem de deniz özelliği göstermektedir. En büyük kapalı denizdir. Ayrıca Dünyanın en büyük tuzlu su gölüdür. Tuzluluk oranı % 1,2’dir. Deniz adını Hazar Kağanlığı’ndan almıştır. Üç büyük ırmak olan Volga, Terek ve Ural bu denize dökülmektedir. Hazar ismi İslamiyetten sonra Müslümanlar tarafından kullanılmıştır. 8.yüzyıldan 13.yüzyıla kadar Hazar Denizi, Müslüman devletlerin kuzey sınırının bir bölümünü oluşturmaktaydı. Hazar Denizi, dünyanın en önemli petrol ve doğalgaz rezervlerine sahiptir. Dünyada Ortadoğu ve Rusya’dan sonra üçüncü büyük rezerv bu bölgededir. Onun için sömürgeci ülkelerin iştahını kabartmaktadır.

Bahr-i Muhit-i Atlasi olarak adlandırılan Atlas Okyanusu Avrupa ile Asya kıtalarına Amerika kıtasından ayıran ve Dünyanın beşte birini kaplayan okyanustur. İsmini Yunan mitolojisindeki Atlas’tan almıştır. Kur’an-ı Kerim’de Kehf Suresi’nin 86.ayetinde zikredilen güneşin “çamurlu bir çeşme suyunda batması” geçmiş zamanlarda daha ziyade zahiri olarak yorumlanmıştır. Burada bahsedilen güneşin battığı çamurlu çeşme suyunun aslında Atlas Okyanus’u olduğunu üstad Bediüzzaman Said Nursi tefsir etmiş ve Zülkarneyn (AS)’e bu denizin ona bir çeşme havzası gibi göründüğünü belirtmiştir. Dış görünüşü itibariyle, yazın şiddetli sıcaklığıyla, çok yoğun olarak meydana gelen buharlaşmanın etkisiyle Atlas Okyanus’u büyük bir çeşme havzası şeklinde görünmektedir.

İsrail ile Ürdün arasında bulunan ve bugün Ölüdeniz olarak adlandırılan Bahr-i Lut yani Lut Gölü bulunmaktadır. Burası dünyanın en derin yeri olduğu gibi tuzluluk oranı en yüksek 3.gölüdür. Tuzluluk oranı %30 civarında olup, yüzme bilmeyen bir insanın burada batması neredeyse imkansızdır. Helak olan Lut Kavmi’nin burada yaşadığı bilinmektedir. Etrafında canlının yaşamadığı bu gölün bir zamanlar mamur bir kavme ev sahipliği yaptığını düşünmek gerçekten çok zordur. Cenab-ı Hakk, alemlere ibret olsun diye bu isyankar olan tarihte hiçbir kavmin yapmadığı bir sapıklığı yapan bu kavmi helak etmiştir. Tevrat’da bu bölgenin ismi “Sodom Vadisi” olarak geçmektedir. Sodom ve Gomorre şehirleri Lut Kavminin yaşadığı yerlerdir. Büyük bir zelzele ve göktaşı yağmuru ile bu isyankar kavim helak edilmiş ve yerin en derin bölgesi olarak alemlere ibret olmuştur. Yüzeyindeki asfalttan dolayı Asfalt Gölü olarak da bilinmektedir. Lut Gölü’nün doğu kısmında bir yarımada oluşturan “dil” gibi bir kısım, gölün içine uzanmıştır. Bu kısma Araplar “el-Lisan” yani “dil” adını vermişlerdir. Burada suyun tabanında, adeta gölü ikiye bölen fakat görülmeyen keskin bir dirsek uzanmaktadır. Bu yarımadanın sağında taban 400 metre olduğu halde sol tarafı şaşılacak derecede sığdır. Kayıkla Lut gölünün bu sığ tarafına gelindiği zaman, güneş ışınları da suya uygun bir biçimde yansıyorsa, insan şaşılacak bir manzara ile karşılaşmaktadır. Kıyıdan biraz ötede suyun içinde orman ağaçlarının belirdiği görülür. Bunlar gölün son derece yoğun olan tuzlarının konserve ettiği ağaçlardır. Lut (AS)’un bir zamanlar sürülerini otlattığı ve yeşillikler, ağaçlar, çiçekler ile mamur bu yerin Siddim Vadisi olduğu tahmin edilmektedir. Anlaşılan o ki şiddetli azap, bir bahar mevsiminde idi.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Havz-ı Sultan ismiyle meşhur ve Mecusilerce mukaddes sayılan Sava Gölü İran’ın başkenti Tahran’ın güneybatısında Saveh kasabasının 50 km doğusunda yer almaktadır. Küçük bir denizi andıran Sava Gölü, tarihte Mecusiler açısından mukaddes sayılmaktadır. Bu göl, Resul-i Ekrem (ASM)’in doğduğu gece, onun peygamberliğini haber veren bir çok hadiseden biri olarak, suları çekilmiş ve tamamen kurumuş ve ateşperestlerin bin senedir yanan ateşleri sönmüştür. İran Kralı Nuşirevan bu durum karşısında korkuya kapılmış ve ünlü Mecusi alimi Mubezan’a bu durumun araştırılmasını emretmiştir. Bütün bu hadiselerden sonra Nuşirevan’ın dehşete kapıldığı sırada, Mubezan (Farsçada Ateşperestlerin alimi demektir) gördüğü bir rüyayı anlattı. Rüyasında bir sürü serkeş develerin bir bölük Arap atlarını yedeğine alarak Dicle’yi geçip memleketlerine dağıldığını görmüştür. Bunun üzerine dehşeti iyice artan Kisra, rivayetlere göre bir kahin istemesi üzerine Hire meliki Nu’man bin Munzir’in tavsiyesiyle, Mubezan’ı kahinliği ile tanınan Abdulmesih’e gönderdi. O da o sırada ölüm döşeğinde bulunan dayısı Şam kahini Satih’e götürdü. Satih ise muhatapları henüz bir şey söylemeden şu sözleri söyledikten sonra vefat etti: “Ey Abdülmesih! Ne zaman okuma artar, Herave’nin (kılıç ve asa) sahibi ortaya çıkar, İran ateşi söner, Semave Vadisi taşar ve Save gölü batarsa Şam şehri artık Satih için Şam değildir. Yıkılan kubbelerin sayısında Sâsan sülalesinden ondört melik ve melike gelir ve artık olacak ne ise olur.” Bu 14 melik ise birbiri ardına tahta çıkmış ve inmiştir. Yani Peygamberimiz (ASM)’in doğumundan sadece 67 yıl sonra tarihin karanlık bir devleti olan Kisra Devleti yıkılmıştır.

Tarihi kaynaklara göre göl, uzun bir müddet sonra tekrar dolmuştur. İran’ın Müslümanlarca fethinden sonra, Sava Gölü’nün civarı ile Saveh kasabası, ilim merkezlerinden birisi olmuştur. Kasabadaki ünlü kütüphane Moğol saldırısında yakılarak tahrip edilmiştir. Sasaniye Devleti, tarihlerde Kisra Devleti olarak da geçmektedir. Devleti kuran Erdeşir bin Babek’tir. Devletin başkenti Bağdat’ın biraz güneyinde, Dicle’nin doğusunda ve batısında kurulan ve büyük bir şehir olan Medain’dir. Devlet 224-651 tarihleri arasında hüküm sürmüştür. Hazret-i Muhammed (ASM)’in doğduğu zamanda Sasaniye Devleti’nin başında adaletiyle meşhur ve 49 yıl (531-579) hükümdarlık eden Nuşirevan-ı Adil bulunmaktaydı. Mecusi olan bu adil hükümdarın adaleti dillere destan olmuştur. Peygamber Efendimiz (ASM)’in nübüvvetine yetişemeden 579 yılında vefat etmiştir. Peygamber Efendimiz (ASM)’in “Keşke Nuşirevan da benim ümmetinden olsaydı” dediği rivayet edilmiştir. Nuşirevan’dan sonra başa Hürmüz, ondan sonra da Perviz geçmiştir. Peygamber Efendimiz (ASM)’in nübüvveti zamanında Perviz hükümdar idi. İslam daveti kendisine ulaştığında kibirlendi ve İslam’ı reddetti. “Kisra” İran hükümdarlarının lakabıdır. Resul-i Ekrem (ASM) Hudeybiye Antlaşmasından sonra diğer milletlerin hükümdarlarını İslam’a davet için mektuplar gönderiyordu. İran Kisrası Hüsrev Perviz’e de Abdullah ibni Huzeyfe (RA) ile bir mektup gönderdi. Kisra bu mektubu aldı ve okutmaya başladı. Mektup şöyle başlıyordu: “Allah’ın Resulü Muhammed’den İranlıların büyük reisi Kisra’ya…” Bu cümleleri duyan Kisra, kendi isminin ikinci olarak yazılmasına tahammül edemeyerek: “O benim kölem durumundayken böyle bir mektubu nasıl yazabilir?” diye bağırdı ve mektubu yırttı. Peygamber Efendimiz (ASM)’in elçisi Medine’ye gelerek durumu anlatınca Resulullah (ASM): “Ya Rabbi, o benim mektubumu nasıl parçaladı ise sen de onu ve devletini parçala” diye beddua etti. Bu hadiseden birkaç gün sonra Kisra Perviz’in oğlu Şirviye, babasını hançerle öldürdü. (628) Sad bin Ebi Vakkas (RA) da devletini param parça etti ve ateşperest Mecusilerin devletini yıktı. (651) İşte bahsedilen 14 melikten 12’si 23 sene gibi kısa bir sürede birbiri ardına tahta çıkmış ve inmiştir.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Risale-i Nur’da toplam 363 defa “deniz” kelimesi kullanılmıştır. Yaklaşık olarak 50 küsur yerde mecazen kullanılmıştır. Bilhassa semavat için mecazen deniz kelimesinin kullanılması bir hayli fazladır. En fazla mecaz kullanım ise 28 adet ile Sözler kitabındadır. İsminde “deniz” geçenlerden Karadeniz 5 defa, Akdeniz 2 defa, Barla Denizi 1 defa, Sava Denizi 1 defa kullanılmıştır. 134 yerde “bahr” kelimesi kullanılmıştır. “Denizli” şehrinin ismi 339 defa zikredilmiştir.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
"Bahr" kelimesi "genişlik ve açık yüzlülük" manasına gelmekle denize "bahr" denmesi, genişlik ve enginliğinden kinayedir. Çok bilgili kişiye de "bahr" denilmektedir. Türkçe'de bilgili kişileri ifade etmek için "derya gibi adam" deyimi kullanılmaktadır.
 
Üst