Lem'alar 7. Ders - Asıl Musibet Dine Gelen Musibettir..

Huseyni

Müdavim
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ


Eser:
Lem'alar/İkinci Lem'a/Beşinci Nükte/Birinci ve İkinci Mesele
Konu: Dine Gelen Musibet ve Musibetin Ehemmiyet Verdikçe Artması

Açıklamalı risale derslerimiz devam ediyor.


  • Derslerimize herkes katılabilir.
  • Soru sorabilir veya sorulan sorulara cevap verebilir.
  • Ders anlayışımız; "biz biliyoruz, öğretiyoruz" değil, "anladığımızı paylaşıyoruz." şeklindedir.
  • Açıklamalı dersler, birkaç yöneticinin kendi tekelinde gibi algılanmamalı.
  • Yöneticiler derslerin sadece takibini ve seri olarak açma vazifelerini üstlenmekteler.
  • Bunun dışında dersin gidişatı herkese açıktır.
  • Bundan dolayı bütün kardeşlerimizin derslere iştirak etmelerini arzu ediyoruz.

Selam ve dua ile.


[BILGI]BEŞİNCİ NÜKTE

Üç Meseledir.

BİRİNCİ MESELE: Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.[SUP]1[/SUP] Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler.[SUP]2[/SUP]

Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur.[SUP]3[/SUP] Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.[SUP]4[/SUP] Rivayette vardır ki, “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.”[SUP]5

[/SUP]
Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm, münâcâtında, istirahat-i nefis için dua etmemiş. Belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni olduğu zaman, ubudiyet için şifa talep eylemiş. Biz, o münâcatla birinci maksadımız, günahlardan gelen mânevî, ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için, ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat muterizâne, müştekiyâne bir surette değil, belki mütezellilâne ve istimdatkârâne iltica edilmeli. Madem Onun rububiyetine razıyız; o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım. Kazâ ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda ah, of edip şekvâ etmek, bir nevi kaderi tenkittir, rahîmiyetini ittihamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış elle intikam almak için o eli istimal etmek nasıl kırılmasını tezyid ediyor; öyle de, musibete giriftar olan adam, itirazkârâne şekvâ ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor.

İKİNCİ MESELE: Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehacüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi, maddî musibetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesetten geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musibeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazâya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider. Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:

Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,
Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.
Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.

Nasıl ki mübarezede müthiş bir hasma karşı gülmekle, adâvet musalâhaya, husumet şakaya döner, adâvet küçülür, mahvolur, [SUP]6[/SUP] tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.


[SUP]1[/SUP] : bk. Tirmizî, Deavât: 79; Nesâi, es-Sünenü’l-Kübrâ: 6:106.
[SUP]2[/SUP] : bk. Buhâri, Îman: 39, Büyû’: 2; Müslim, Müsâkât: 107; Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ: 1:11.
[SUP]3[/SUP] : bk. Tirmizî, Tefsîr-u Sûre: 4:24; Müsned, 2:303, 335, 402.
[SUP]4[/SUP] : bk. Müslim, Birr: 52; Ebû Dâvud, Cenâiz: 1; ed-Deylemî, el-Müsned: 1:123; el-Hakîm et-Tirmizî, Nevâdiru’l-Usûl: 1:286.
[SUP]5[/SUP] : Buharî, Merdâ: 3, 13, 16; Müslim, Birr: 45; İbni Mâce, Edeb: 56; Dârimî, Rikâk: 57; Müsned, 1:381, 441, 455, 3:152.

[SUP]6[/SUP] : bk. Fussilet Sûresi, 41:34.
[/BILGI]


[TAVSIYE]Diğer Lem'alar dersleri: Lem'alar
Diğer açıklamalı dersler: Risale Açıklamalı[/TAVSIYE]
 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
kainattaki her şey ya bizzat güzeldir . veyahut, neticeleri itibari ile güzeldir.Dini olmayan musibete de bu cıhetten baktığımızda sabır gösterildiğinde terakki eder , karımıza bır tıcaret yapmış oluruz ..İlahi hikmet bela ve musibetler vasıtası ile kulları için azim bir terakki vasıtıası kılmış..zaten musibetler ve hastalıklar insanı olgunlaştırıp hakkın kapısına sevk etmek için gönderiliyor ..

"Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. "

"Asıl" musıbet demiş Üstad; öyleyse dığer musibetler asıl olanın yanında daha önemsiz olmuş oluyor değil mi ..?

Dini musibeti Hakkı batıldan ayıramama olarak düşenebilirmiyiz acaba .. ?
 

pendüender

Well-known member
dine gelen musibet olarak günümüzde;Müslümanların İslam'ı tam temsil edememesi , Efendimiz (a.s.m.)'in yeterince insanlık tarafından anlaşılmaması, insanları Allah, ahiret inancından alıkoyan her şey musibettir.diyebilmemiz de mümkün o zaman?
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
[NOT]BİRİNCİ MESELE: Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.[SUP]1[/SUP] Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler.[SUP]2[/SUP]

Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur.[SUP]3[/SUP] Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.[SUP]4[/SUP] Rivayette vardır ki, “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.”[SUP]5[/SUP]
[/NOT]
Musibetler müminlerin en büyük imtihanlarıdır.Öyle ki bu imtihanlarda zor sorular herdaim katsayısı yüksek sorular cihetinde mukafatı da büyük olur.Yalnız musibetler de perdelenmiştir.Şayet perde olmasa insanın en çok içine düştüğü şekva da olmazdı.Belki de en büyük ayrıntı da bu..Hak'tan gelen imtihanları kul ne yönde hangi yöne çevirmekte..Elbette en büyük musibet dine gelen musibettir.Peki dine gelen musibet nasıl gelir ? Hangi yollardan insana çıkar ? Türlü türlü sınavlarla elbette...

Mesela;kul der ki içki içmek haramdır ve ben içmiyorum.Sonra bakar ki arkadaşı onu bi şekilde sürüklüyor ve harama davet ediyor.Eşlik etmese de iştirak ediyor ortamlarına ve giderek gözü,kulağı,dili,Hak namına verilen bütün cihazatlarını sinsi sinsi köreltiyor ve duyulamaz yani gafletin içine bırakıyor.Şimdi burada kul kul ile sınanmış oldu.Ve en çok da insan sevdikleriyle sınanır.Musibet sevdiğinden,yakınından geldi ve Allah yolundaki itikadını bozacak dereceye kadar ilerledi.

Önce imanına sonra kalbine ve giderek ısrarla dinine zarar veren musibetin not ortalaması da belirlenmiş oldu.İlahi istenen neydi ? Bunu herdaim ilkinden sonuna kadar her anında yaşayabilmek hakiki bir cihattır.
[NOT]
Musibet-i diniyeden her vakit dergâh-ı İlâhiyeye iltica edip feryad etmek gerektir.[SUP]1[/SUP][/NOT]

Her vakit her saniye Allah'a iltica ederek sığınmak ise insanı bir çeper gibi sarar ve korur.

[NOT]Fakat dinî olmayan musibetler, hakikat noktasında musibet değildirler. Bir kısmı ihtar-ı Rahmânîdir. Nasıl ki çoban, gayrın tarlasına tecavüz eden koyunlarına taş atıp, onlar o taştan hissederler ki, zararlı işten kurtarmak için bir ihtardır, memnunâne dönerler.[SUP]2[/SUP][/NOT]

Bazı musibetler ise;imani noktada zarar vermeyebilir fakat insanın kamil seviyeye terakkiyetinde bu musibetler ona olgunluk kazanadıracaktır belki de..Şöyle ki;insan en çok kendi nefsini beğenir ve der ki;"asla ve kat'a ben yapmam!Ben günah işlemem!..Hata yapmam!.."
Bu nefsin çılgınca kendini beğenmesidir.Çünkü o şeytanın şakirdidir.Ona tabidir.İnsan ise;eğer ki hata eder ve hatasının zararlı yanlarını görüp Rabbine yönelerek o pişmanlıkla ve o en emin gözyaşlarıyla ondan mağfiret dilerse Allah'ın onu sınamasıyla nefsine asla güvenmemesi gerektiğini öğrenmiş olur.

Çünkü insan işlemediği günahın mücahedesini söz ile tesir ettirmez.Nefsine güvenemez.Bunun için de imtihan meydanı hazırlanır elbet..Ve soru cevap buyur der!..Şimdi o dediklerini uygulama zamanı..Bu sebeple bu tür musibetler de ihtardır alınması gereken dersler vardır.Ubudiyet cihetinde tecrübelerdir.

[NOT]Öyle de, çok zâhirî musibetler var ki, İlâhî birer ihtar, birer ikazdır. Ve bir kısmı keffâretü’z-zünubdur.[SUP]3[/SUP] Ve bir kısmı, gafleti dağıtıp, beşerî olan aczini ve zaafını bildirerek bir nevi huzur vermektir. Musibetin hastalık olan nev’i, sabıkan geçtiği gibi, o kısım, musibet değil, belki bir iltifat-ı Rabbânîdir, bir tathirdir.[SUP]4[/SUP] Rivayette vardır ki, “Ermiş bir ağacı silkmekle nasıl meyveleri düşüyor; sıtmanın titremesinden günahlar öyle dökülüyor.”[SUP]5[/SUP][/NOT]

Kaza,hastalık,dert,dünyevi sıkıntılar...Bunlar kimi zaman insan için birer ihtar birer haber elçileridir.Hak'tan gelen sessiz mektuplar gibi..Kimisi çok böbürlenir dünyada kibirlenerek yürür Malıyla,mülküyle,eşiyle,evladıyla..hepsini kendisi inşa etti sanır ki aldanır.Bu aldanmalara bazen bir ilahi ikaz cevap verir.Sen dahil tüm kainat Cenab-ı Hakk'ın dır ve verilenler de emanet ile imtihandır der adeta..

[DIKKAT]
Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka birşey değildir. Allah katında büyük ecir vardır.

8 / ENFÂL - 28


[/DIKKAT]

Bir kısımı musibet ise;müminlerin işlemiş oldukları günahlarına keffarettir.Ebedi alemindeki mekanına gitmeden evveli Cenab-ı Hak dünyada kulunu Ustad Hazretlerinin de dediği gibi silkelenen ağaç misali kurumuş yapraklarını dökmesine vesile olur.Bu da Cenab-ı Hakk'ın sonsuz merhametinin ve Rahmetinin en büyük işaretçisidir.Hepsi birer elçidir sonuç itibariyle..
 
Son düzenleme:

ASHAB-I BEDR

Well-known member
[NOT]Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm, münâcâtında, istirahat-i nefis için dua etmemiş. Belki zikr-i lisanî ve tefekkür-ü kalbîye mâni olduğu zaman, ubudiyet için şifa talep eylemiş. Biz, o münâcatla birinci maksadımız, günahlardan gelen mânevî, ruhî yaralarımızın şifasını niyet etmeliyiz. Maddî hastalıklar için, ubudiyete mâni olduğu zaman iltica edebiliriz. Fakat muterizâne, müştekiyâne bir surette değil, belki mütezellilâne ve istimdatkârâne iltica edilmeli. Madem Onun rububiyetine razıyız; o rububiyeti noktasında verdiği şeye rıza lâzım. Kazâ ve kaderine itirazı işmam eder bir tarzda ah, of edip şekvâ etmek, bir nevi kaderi tenkittir, rahîmiyetini ittihamdır. Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır. Kırılmış elle intikam almak için o eli istimal etmek nasıl kırılmasını tezyid ediyor; öyle de, musibete giriftar olan adam, itirazkârâne şekvâ ve merakla onu karşılamak, musibeti ikileştiriyor.[/NOT]
Hazret-i Eyyub Aleyhisselâm,Cenab-ı Hakka duasında nefsinin istirahati için niyazda bulunmamış.Lisan-i olarak zikrine,ibadetlerine,kalb-i tefekkürlerinde o deryadan çıkmamak için,zarar gelmemesi için şifa dilemiş.Burada çok hassas bir ayrıntı var ki;Onda içteki alem tertemiz berrak ve zahirde yaralar almış lisan-i zikrini engellemeye kadar giderken şükür ve dua var..Bizler ise zahiren dış alemimiz sıhhatli gibi gözükse de ruh alemimiz yaralar bereler içinde..Bu yüzdendir ki en çok da bu noktada iman hakikatlerine sarılmamız daha da elzem olmuştur.

Bizler manevi yaralarımız için Allah'a iltica edip dualar ile yakınlaşarak şifa dilemeliyiz.Maddi hastalıklar ise ancak ubudiyetimize yani kulluğumuza zarar verdiği zaman Hakkın huzurunda yine edeb ile durularak şifa talebinde bulunmamız icap eder.

Her ne olursa olsun.Allah'a karşı bir sorgulama içerisinde edebsizliğinde bulunmadan kadere iman eden kederden emin olur dusturunca O'nun rububiyetine teslim etmek en eminidir.Zira Allah en emindir.Ustad Hazretleri de demiş;

Kaderi tenkit eden, başını örse vurur, kırar.Kader örse benzetilmiş yani demirin şeklini aldığı zemin.Demir örsün üzerinde defalarca vurulmasına rağmen örse bir zarar gelmez.Aynen kaderi tenkid ederek musibetlerin ardındaki batıni,gaybi alemi de tefekkür edemeyen aynen o örse demir gibi başını vurur.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Dini musibetlerden örnekler verebilirmiyiz..? Zira bu bahis açılınca genelde maddi musibetlere yoğunlaşıyoruz.. Bizler hiç dini musibetlerle karşı karşıya kalmadık mı.. Günahlar dini musibetler değilmidir..
Naçizane kendimce cevaben;maddi veya manevi her türlü musibet bir müminin günaha girmesine sebebiyet verebilir.Maddi olarak örnek verecek olursak;toplumda çok yaşanılan ekonomik krizler..bu da bir musibettir bir cihette..Fakat kul bu musibeti hayra çevirebilir.Belki daha iktisatlı ve kanaat ederek yaşama bilincine sahip olmaya başlar.Bu da yine iman-i noktada dayanarak Allah'a tevekkül ile sağlamlaştırmasından geçer.Dua ile..Sabır ile..Zorluğun ardındaki nimeti farkeder.Tabi insan fıtraten aciz ve fakr halinden lisani secdesini seçerse..Ya da daha da ileri giderek ruhi dünyasını yani manevi alemini yok ederek kendi elemini aleminin daralmasına da sebebiyet verdirerek bu defa da ona tahsis edilen cihazatların hakkına tecavüz etmiş olur.Ki bu da asiliğe..Asiliği de ubudiyetine zarar verir.Yani dinine..

Günahlar da öğretici olabilir bazen..Hayra çıkartacak kazançlara dönüştürülebilir.Çünkü hiçbir günah bilerek ya da bilmeyerek de olsa direk ben bir günahım diye alelen çıkmaz.Çıkanlar zaten belli olanlardır ki onları da ayetler yaklaşmayınız diye kati olarak uyarır.Kul o yaklaşma sınırını ayırt edemez zira..

Günah oluncaya kadar musibet sürecindedir şahsımca..Çünkü mümin günahı mümin haliyle işlemez.O akli süreç o anda nefse hizmet eder.Nefsi putlaştırıp ona hizmet eder.Ardından yapılan tevbe ki o kapı hep açıktır.Allah'ın bileceği iştir.Ama Hz.Ebubekir (r.a) der ki; "yetmiş defa günah da işlesen yine tevbe et."Günahın günah olduğunu bilmek de bir sırdır.

Aksinde günaha helal diyen de mevcut.Ki bu en tehlikelisidir. O zaman gizli bir şirke girilir farkedilir ya da farkedilmez.O da aklın o günaha yakın anda körelmesinden,görüş alanının kapanmasından ileri gelir.Yanlışım varsa affola..Diğer kardeşlerin de cevaplarını bekleriz.
 

Huseyni

Müdavim
kainattaki her şey ya bizzat güzeldir . veyahut, neticeleri itibari ile güzeldir.Dini olmayan musibete de bu cıhetten baktığımızda sabır gösterildiğinde terakki eder , karımıza bır tıcaret yapmış oluruz ..İlahi hikmet bela ve musibetler vasıtası ile kulları için azim bir terakki vasıtıası kılmış..zaten musibetler ve hastalıklar insanı olgunlaştırıp hakkın kapısına sevk etmek için gönderiliyor ..

"Asıl musibet ve muzır musibet, dine gelen musibettir. "

"Asıl" musıbet demiş Üstad; öyleyse dığer musibetler asıl olanın yanında daha önemsiz olmuş oluyor değil mi ..?

Dini musibeti Hakkı batıldan ayıramama olarak düşenebilirmiyiz acaba .. ?

Asıl musibet dine gelen musibettir ve diğerleri zahirde musibet iken hakikatte musibet sayılmazlar. Çünkü meyveleri vardır. Bir ağaçtan meyve almak için, onu sulamak, dallarını budamak, toprağıyla ilgilenmek vesair bakımlarını yapmak gibi zahmetler vardır. Meyvesini verdiği zaman o zahmetler unutulur, meyvenin keyfi, sefası sürülür. Bunun gibi insanlar sırf kendileri, dünyada ulaşacakları rahatlıklar için bile bir çok sıkıntıya gönüllü katlanıyorlar. Mesela çocuğum okusun adam olsun hayırlı olsun diye anne karnından taa evlenene kadar başında pervane oluyor, ekmeğini, suyunu, parasını, evini vs. onunla paylaşıyor ve hatta kendi rahatından ziyade onun rahatına ehemmiyet veriyor. Oysa sonuçta risk vardır. Evlat nankör de olabilir. Buna rağmen gönüllü bir katlanış vardır.

Hal böyle iken, bizim ebedi hayatımızın baki güzellikleri için Rabbimizin cc. verdiği bir takım musibetlere esasında musibet diyemeyiz ve hakkımızda yoktur. Zahirde musibettir, hakikatte musibet değildir. Ve Rabbimizin cc. vaadinden dönmesi muhaldir. Yani çocuk için çekilen sıkıntı meyvesiz olma ihtimali varken, Cenab-ı Hakkın cc. belirlediği şartlarda musibete mukabele etmemiz halinde, meyvesiz olma ihtimali yoktur. Mutlak surette meyvesi olacaktır inşaallah.

Hakkı batıldan ayıramamakta dini musibettir. Çünkü dinine zarar veriyor.
 

Huseyni

Müdavim
Dini musibetlerden örnekler verebilirmiyiz..? Zira bu bahis açılınca genelde maddi musibetlere yoğunlaşıyoruz.. Bizler hiç dini musibetlerle karşı karşıya kalmadık mı.. Günahlar dini musibetler değilmidir..

Maddi musibetler de Ashab kardeşimizin izah ettiği gibi, dini musibete dönüşebilir. Çünkü musibetlerin meyvedar olması için bazı şartlar vardır. Sabır, şükür, dua, tevekkül etmek, şekva etmemek, bilhassa farzlarını ihmal etmemek, itikadına zarar veren şeylerden uzak durmak gibi şartlar yerine geldiği takdirde musibet meyvedar olur. Yoksa maddi de olsa bir insan bir musibete giriftar olduğunda, haramdan kendini çekmiyorsa, bahane ile farzlarını ihmal ediyorsa, itikadine zarar veren hallerde bulunuyorsa, elbette ki bu musibet dine gelen musibet kategorisinde değerlendirilebilir.

Bunun yanında bizzat günahlara dalmak, onlarla iştigal etmek, dininden gafil olmak gibi, azabı netice veren bütün haller, tevbe edilmediği takdirde, dini musibetler içinde zikredilebilir.

Yine dindar insanların, dini ile imtihanları vardır. Mesela dini yaşamamıza engel olan faktörler olabilir. İşyerinde namaz kılmamız durumunda, iş tehdidi altında kalmamız gibi. Yakın geçmişte bu musibetlerin çok misalleri görüldü. Musibetin böylesinden muhafaza olunmamız için, her daim Allah'a iltica etmeliyiz. Bu türden musibetlerde şekva olabilir, ancak şekva Allah'ı insanlara şikayet eder tarzda değil, musibeti Allah'a şikayet eder tarzda olmalı.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
[NOT]İKİNCİ MESELE: Maddî musibetleri büyük gördükçe büyür, küçük gördükçe küçülür. Meselâ, gecelerde insanın gözüne bir hayal ilişir. Ona ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet verilmezse kaybolur. Hücum eden arılara iliştikçe fazla tehacüm göstermeleri, lâkayt kaldıkça dağılmaları gibi, maddî musibetlere de büyük nazarıyla, ehemmiyetle baktıkça büyür. Merak vasıtasıyla o musibet cesetten geçerek kalbde de kökleşir, bir mânevî musibeti dahi netice verir, ona istinad eder, devam eder. Ne vakit o merakı, kazâya rıza ve tevekkül vasıtasıyla izale etse, bir ağacın kökü kesilmesi gibi, maddî musibet hafifleşe hafifleşe, kökü kesilmiş ağaç gibi kurur, gider. [/NOT]

Maddi musibetler;kazalar,kayıplar,mal mülk makam kaybı vs olabilir.Musibetin maddi ciheti manen bizlere zarar veriyorsa o tarafı ile ilgilenmek lazım.Ustad Hazretleri musibetleri büyük görürsen büyür,küçük görürsen küçülür diye ifade etmiş.Bakışımız nasıl onu yoklamalıyız öncelikle..Neden benim başıma geldi?Neden ben?demek yerine..

Bu halde iken yine "Bizi unutmayan bir Rabbimiz var.Elhamdülillah..Sınanıyoruz veya ihtar ediliyoruz.Ne mutlu ki bize Cenab-ı Hak bizi yalnız bırakmıyor.Bizi kamil insan seviyesine getirmek için çeşitli imtihanlara tabi tutuyor." diyerek Allah'a sabır ile dua ile tevekkül etmeliyiz.Çünkü biz imanın şartlarından biri olan kadere,kazaya,hayrın ve şerrin Allah tan geldiğine iman ettik.Madem iman ettik.İman da dil ile kalp ile tasdik yani ispat ister.Musibetler de en zor anlarda nasıl davranacağımızın işaretidir.Ve sonrasında...

Ustad Hazretleri ifadesinde diyor ki;arıların hücumuna karşı senin de onlara hücum etmen onların daha da kuvvetlenerek seni zayıf düşürmesine sebebiyet verir.Manen kalbinde böyle bir hücuma karşı kalp de sıkıntı yaşar ruh alemi daralır.Oysa Allah diyor ki;

[DIKKAT]Rahmân ve Rahîm (olan) Allah'ın adıyla.
1. Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?
2. Yükünü senden alıp atmadık mı?
3. O senin belini büken yükü .
4. Senin şânını ve ününü yüceltmedik mi?
5. Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır.
6. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.
7. Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul,
8. Yalnız Rabbine yönel.

İnşirah Süresi..
[/DIKKAT]



Risale-i Nurlarda çok geçen sağ yolun yolcusu ve sol yolun yolcusu..Her iki yolcu da bizim manevi alemimizdeki yolculardır.Biri oraya gitmeye yeltenir biri diğer yola..Bir çekişme haliyle doğruyu bulabilen selamete çıkanlar sağ yolun yolcusu gibi bu dünyada ve ahir alemde huzuru bulur.İslamiyeti yaşamak zaten huzurdur.

Ve Yine Risale-i Nur da geçen;


[DIKKAT]Evet, tevekkül etsen, dünyada istirahatin, âhirette istifaden kat’îdir. Mütevekkil ile, sözü anlamayan gayr-ı mütevekkilin misâlleri şu hikâyeye benzer ki:

İki adam, bellerine ve başlarına ağır yükler yükletip bir sefineye bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bıraktı, üstünde oturdu, nezaret etti. Diğeri, hem ahmak, hem mağrur, yükünü yere bırakmadı.

Ona denildi: “Şu ağır yükünü gemiye bırak, rahat et.”

O dedi: “Yok, ben kuvvetliyim. Yükümü, hem belimde, hem başımda muhafaza ederim.”


Ona denildi: “Bizi ve seni kaldıran şu gemi daha kuvvetlidir; daha güzel muhafaza eder. Hem gittikçe kuvvetten düşen belin ve akılsız başın, şu gittikçe ağırlaşan yüklere takat getiremeyecek. Hem dahi, gemi kaptanı seni böyle görse, ya ‘Divanedir’ der, seni tard eder; ya ‘Haindir’ der, ‘Gemimizi itham ediyor ve bizimle istihza ediyor, hapsediniz’ der, seni hapsettirir. Hem herkese de maskara olursun. Çünkü, zaafiyetini gösteren tekebbürünle, aczini gösteren gururunla, riyayı gösteren tasannuunla kendine mudhike yaparsın. Herkes sana gülecek.”

O bîçarenin aklı başına geldi. Yükünü yere koydu, üstünde oturdu. “Oh! Allah senden razı olsun. Zahmetten ve hapisten ve maskaralıktan kurtuldum” dedi.
[/DIKKAT]​
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
[NOT] Bu hakikati ifade için bir vakit böyle demiştim:

Bırak ey biçare feryadı belâdan kıl tevekkül,
Zira feryat belâ ender hatâ ender belâdır bil.
Eğer belâ vereni buldunsa, safâ ender atâ ender belâdır bil.
Eğer bulmazsan, bütün dünya cefâ ender fenâ ender belâdır bil.
Cihan dolu belâ başında varken, ne bağırırsın küçük bir belâdan? Gel, tevekkül kıl.
Tevekkülle belâ yüzünde gül, tâ o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül.

Nasıl ki mübarezede müthiş bir hasma karşı gülmekle, adâvet musalâhaya, husumet şakaya döner, adâvet küçülür, mahvolur, [SUP]6[/SUP]tevekkül ile musibete karşı çıkmak dahi öyledir.
[/NOT]

Ve son olarak Ustad Hazretleri kısa ve öz olarak en deruni şekilde açıklık getirmiş.Müthiş bir cihatın içindeyiz.Allah cümlemizin yardımcısı olsun.Amin..Allah Razı Olsun Hüseyin Abim güzel bir konu..Daim tekrar gerektiriyor.Çünkü gaflet mıknatıs gibi her an bildiklerimizi unutturabiliyor.
 
M

Murad

Misafir
S.a. Öncelikle hizmetleriniz için Allah hepinizden razi olsun. Ustadımız manevi musibeti yine 25. Lem'a olan Hastalar Risalesinde örneklendiriyor.
"Eğer günahları düşünmüyorsan, yahud Ahireti bilmiyorsan veya Allah'ı tanimiyorsan sende öyle dehşetli bir hastalık var ki, milyon defa sendeki bu küçük hastalıktan daha büyüktür"
(8.Deva) ...
 
Üst