Risale-i Nur Soru Cevap 23 : Dördüncü Lem'a (Üçüncü Bölüm)

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Bismillahirrahmanirrahim;


  • Derslerimize herkes katılabilir.
  • Soru sorabilir veya sorulan sorulara cevap verebilir.
  • Ders anlayışımız; "biz biliyoruz, öğretiyoruz" değil, "anladığımızı paylaşıyoruz." şeklindedir.
  • Açıklamalı dersler, birkaç yöneticinin kendi tekelinde gibi algılanmamalı.
  • Yöneticiler derslerin sadece takibini ve seri olarak açma vazifelerini üstlenmekteler.
  • Bunun dışında dersin gidişatı herkese açıktır.
  • Bundan dolayı bütün kardeşlerimizin derslere iştirak etmelerini arzu ediyoruz.



[BILGI]
ÜÇÜNCÜ NÜKTE​

اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبىٰ âyetinin bir kavle göre mânâsı: “Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, vazife-i risaletin icrasına mukabil ücret istemez; yalnız Âl-i Beytine meveddeti istiyor.”

Eğer denilse: “Bu mânâya göre, karâbet-i nesliye cihetinden gelen bir fayda gözetilmiş görünüyor. Halbuki, 1 اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللهِ اَتْقٰيكُمْsırrına binaen, karâbet‑i nesliye değil, belki kurbiyet-i İlâhiye noktasında vazife-i risalet cereyan ediyor.”

Elcevap: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, gayb-âşinâ nazarıyla görmüş ki, Âl-i Beyti, âlem-i İslâm içinde bir şecere-i nuraniye hükmüne geçecek. Âlem-i İslâmın bütün tabakatında, kemâlât-ı insaniye dersinde rehberlik ve mürşidlik vazifesini görecek zatlar, ekseriyet-i mutlaka ile, Âl-i Beytten çıkacak. Teşehhüddeki, ümmetinâl hakkındaki duası ki,

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰۤى اٰلِ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰۤى اِبْرَاهِيمَ وَعَلٰۤى اٰلِ اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ 2


dir, makbul olacağını keşfetmiş.

Yani, nasıl ki millet-i İbrahimiyede ekseriyet-i mutlaka ile nuranî rehberler Hazret-i İbrahim’in (a.s.) âlinden, neslinden olan enbiya olduğu gibi; 3 ümmet-i Muhammediyede de (a.s.m.), vezâif-i azîme-i İslâmiyette ve ekser turuk ve mesâlikinde, enbiya-yı Benî İsrail gibi,4 aktâb-ı Âl-i Beyt-i Muhammediyeyi (a.s.m.) görmüş. Onun için, قُلْ لاَۤ اَسْئَلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلاَّ الْمَوَدَّةَ فِى الْقُرْبىٰ 5 demesiyle emrolunarak, Âl-i Beyte karşı ümmetin meveddetini istemiş.Bu hakikati teyid eden mükerrer rivayetlerde ferman etmiş:

“Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.”6 Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir.

İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyeye ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.7

Hem ümmetini Âl-i Beytin etrafında toplamak arzusunun 8 sırrı şudur ki: Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i İlâhî ile bilmiş ve İslâmiyet zaafa düşeceğini anlamış. O halde, gayet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-i mütesânide lâzım ki, âlem-i İslâmın terakkiyât-ı mâneviyesinde medar ve merkez olabilsin. İzn‑i İlâhî ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyti etrafına toplamasını arzu etmiş.

Evet, Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünkü İslâmiyete fıtraten, neslen ve cibilliyeten taraftardırlar. Cibillî taraftarlık zayıf ve şansız, hattâ haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatli, gayet şanlı bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikate taraftarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedâhe hisseden bir zat, hiç taraftarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî İslâmiyet cihetiyle,din-i İslâm lehinde ednâ bir emâreyi kuvvetli bir burhan gibi kabul eder. Çünkü fıtrî taraftardır. Başkası ise, kuvvetli bir burhan ile sonra iltizam eder.



Dipnot-1 “Allah katında en şerefliniz, en ziyade takvâ sahibi olanınızdır.” Hucurat Sûresi, 49:13.

Dipnot-2 Allahım! Tıpkı İbrahim’e ve İbrahim’in âline salât ettiğin gibi, Efendimiz Muhammed’e ve Efendimiz Muhammed’in âline de salât et. Muhakkak ki Sen her türlü hamd ve övgüye nihayetsiz derecede lâyıksın ve şan ve şerefin herşeyden nihayetsiz derecede yüksektir. bk. Buhârî, Enbiya 10; Müslim, Salât: 65-66.

Dipnot-3 bk. İbni Hacer, Fethü’l-Bârî: 11:162.

Dipnot-4 bk. el-Münâvî, Feyzü’l-Kâdîr: 4:384; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ: 2:83.

Dipnot-5 “De ki: Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Sizden istediğim, ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbettir.” Şûrâ Sûresi, 42:23.

Dipnot-6 Tirmizî, Menâkıb: 31; Müsned, 3:14, 17, 26.

Dipnot-7 bk. et-Taberânî, Mu’cemü’l-Evsâd: 3:338; Ebû Dâvud, Fiten: 2; Müsned: 2:133.

Dipnot-8 bk. el-Bezzâr, el-Müsned: 9:343; el-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr: 3:45-46, 12:34.


[/BILGI]


[DIKKAT]
Soru 1: Peygamber Efendimiz a.s.v ın Ehli Beytinin sevilmesini istemesi akrabalık cihetinden midir? Bu sevgiyi nasıl düşünmeliyiz?

Soru 2: Gayb-âşinâ nazarı ile görmek nasıl olmaktadır?

Soru 3: Şecere-i nuraniye ne demektir? Ehli Beyt neden şecere-i nuraniyeye benzetilmiş?

Soru 4: Veda hutbesinde “Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.” peygamber efendimiz a.s.v. burada Ali Beytine temessük etmeyi emretmesindeki hikmeti açıklar mısınız?

Soru 5: Ehli Beyt ile Sünneti Seniyye arasında nasıl bir ilişki vardır?

Soru 6: Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın ümmetini Ali Beyti etrafında toplamasındaki sırrı nasıl anlayabiliriz?

Soru 7: "Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler" sözünü açıklar mısınız?



[/DIKKAT]
 

Livza

Well-known member
Ehl-i Beyt’i neden sevmeliyiz?

Peygamber Efendimiz (sas), Ehl-i Beyt’inin ümmeti tarafından sevilmesini istiyor. Allah (cc) da Resûl’ünün bu isteğini Şûra Sûresi’nde kullarına bildiriyor. Acaba neden Ehl-i Beyt’i sevmemiz gerekiyor?

Allah Resûlü’ne sevgimizi gösterebilmenin pek çok yolu var. Bunlardan en önemlisi O’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) dünya ve ukba saadeti için müminlere çizdiği yoldan gidebilmek. Salat ve selam getirmek de Peygamber’e sevgi ve tazimde bulunmanın bir yolu kabul ediliyor. Nitekim Mevlid-i şerifin yazılması, Nat-ı şeriflerin dile gelmesi, sakal ve hırka-i şeriflere gösterilen saygı ve ilgi hep bunun bir neticesi. Fakat, Hazreti Peygamber’e muhabbetimizi gösterebilmek adına ihmal etmememiz gereken bir yol daha var: Ehl-i Beyt sevgisi.

Allah Resûlü akrabalarına meveddet (sevgi) ile yaklaşmayı, Kendisine duyulan sevgiyi göstermek isteyenlere bir aracı olarak sunuyor. Kur’an-ı Kerim’de Şûra Sûresi’nin 23. ayetinde durum şöyle ifade ediliyor: “Bu, Allah’ın, inanan ve iyi işlerde bulunan kullarını müjdelemesidir işte. De ki: Sizden, tebliğime karşılık bir ücret istemiyorum, istediğim, ancak yakınlarıma sevgidir ve kim güzel ve iyi bir iş yaparsa onun mükâfâtını arttırırız; şüphe yok ki Allah, suçları örter, iyiliğe, mükâfatla karşılık verir...” Meveddet ayeti olarak isimlendirilen bu ilahî kelam, İslam âlimlerine göre açık ve net olarak müminlere Allah Resûlü’nün Ehl-i Beyt’ini sevmeyi, onlara hürmet etmeyi emrediyor. Hz. Peygamber’in ailesini ve soyundan gelenleri sevmek İmam-ı Şafiî’ye göre farz, İmam-ı Azam’a (İmam Ebu Hanife) göre ise vacip. Yani, mezhep imamlarına göre hükmü değişse de her halükarda ibadet kabul ediliyor.

Ancak, bu ibadet pek çoğumuz tarafından, namazlarda okunan salli barik dualarıyla sınırlı kalıyor sadece. Tahiyyatta okuduğumuz bu dualar aracılığıyla Efendimiz ve ailesine salât ve selamda bulunuyoruz. Sonrasında ise Ehl-i Beyt’e sevgimizi gösterme gayreti içine girmiyoruz. İsimlerini anmıyor, onlardan himmet almıyoruz mesela. Oysa genel olarak ihmal edilen bu ibadet, günümüzde sadece Alevî ve Şia geleneğindekilere aitmiş gibi algılansa da, âlimlerin yaptığı tefsirler Efendimiz’in akrabalarını ve soyundan gelenleri sevmenin tüm müminlerin üzerine borç olduğunu nazara veriyor. Nitekim Peygamber Efendimiz’in akrabalarının ve soyundan gelenlerin sevilmesini istediğini, Kur’an’ın yanı sıra hadis-i şeriflerde de okuyoruz. Örneğin bir hadisinde Resûlullah, “Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Bunlar Kitabullah ve Ehl-i Beyt’im’dir.” buyuruyor. Başka bir hadis-i şerifte ise “Bana karabeti (yakınlığı) olanları, yani yakınlarımı sevmenizi isterim.” diyor. Aslına bakarsanız Efendimiz, bunu ümmetine emretmiyor, ümmetinden sadece bir ricada bulunuyor. Meselenin gönlündeki karşılığını anlatabilmek adına bazen Sahabe Efendilerimizi de bu yönde telkinlerle yakınlarını sevmeyi teşvik ediyor. Onlara kızı Fatıma, damadı Hz. Ali, torunları Hasan ve Hüseyin hakkındaki düşüncelerini sık sık dile getiriyor.

Ama zihinlerimiz, bugün Ehl-i Beyt’ten kastedilenin tam olarak ne olduğu ve neden Ehl-i Beyt’e de Resûlullah’a yönelik hislerimizle bağlanmamız gerektiği konusundaki bazı sorulara cevap vermekte aciz kalıyor. “Kimler Ehl-i Beyt’in içine giriyor? Efendimiz, ailesine karşı neden hürmet etmemizi istemiş olabilir?” Iğdır Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Osman Bilgen, meseleyi müminlere yol haritası olabilecek şekilde açıklıyor.

‘Ehl’ kelimesi, kişinin yakın akrabaları anlamına geliyor. Ehl-i Beyt-i Rasul ise Hz. Peygamber’in eşleri, kızları ve damatlarını kapsayan bir tabir olarak kullanılıyor. Osman Bilgen, Ehl-i Beyt’i kastetmek için kullanılan ‘Âl-i Beyt’ tabirine de değiniyor. Bu tabir, Efendimiz’in neseb (soy) bakımından yakınları için tercih ediliyor. Yani, Hz. Fatıma, Hz. Ali, torunları Hasan ile Hüseyin ve onların soyundan gelenler Âl-i Beyt olarak görülüyor. Bildiğimiz üzere Peygamberimiz, soyunun Hz. Ali ve Hz. Fatıma’dan devam edeceğini, “Her Peygamber’in nesli kendinden benimkisi ise Ali’den olacaktır. Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur. Sen dünyada da ahirette de benim kardeşimsin. Sen Hazreti Harun’un, Hazreti Musa yanında aldığı yeri benim yanımda almaktan razı değil misin? Şu farkla ki, benden sonra Peygamber yoktur!” şeklinde ümmetine bildirir. Bu zaviyeden bakıldığında Ehl-i Beyt Efendimiz’in yakınlarını anlatmak için kullanılan, Âl-i Beyt’i de kapsayan geniş bir ifade. Ehl-i Beyt’in içine Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) soyundan gelenlerin yanı sıra eşleri, amcaları ve diğer yakınları da giriyor. Yalnız Osman Bilgen, Efendimiz’in yakınlarından kastedilenin bazı alimlerce arkadaşları ve onu sevenler olarak görüldüğüne de şerh düşüyor. Hatta bu yüzden şirkten takvaya yönelmiş her muttaki kişi, Hz. Peygamberin ehli ve âlidir.” diye bir açıklama dahi yapılmış. Âlimlerin bu kanaatte olmasında Ehl-i Beyt’ten Ca’fer-i Sadık’ın (Hazreti Ali’nin 6. kuşaktan torunu) yorumu da etkili olmuştur kuşkusuz. Hazreti Ali’nin 6. kuşaktan torunu olan Cafer-i Sadık, “Ehl-i Beyt kimlere denir?” sorusunu şöyle cevaplıyor: “Hz. Peygamber’in dininin gereklerini yerine getiren tüm Müslümanlar, onun âlidir.”

Osman Bilgen’e göre, Ca’fer-i Sadık’ın bu ifadeleri aslında “Müminler Ehl-i Beyt’i neden sevmeli?” sorusunun da cevabı. Peygamber Efendimiz’in, müminlere örnek olabilecek dünyaya ve ukbaya bakan tüm davranışlarını onlardan öğreniyoruz çünkü. Nasıl bir koca, nasıl bir dede, nasıl bir dost, nasıl bir kayınpeder olduğu hep Ehl-i Beyt’i vasıtasıyla aktarıldı ümmete. Nitekim Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri de, Efendimiz’in torunlarını çok sevmesini ve bizden onlara karşı sevgi beslememizi istemesini soyundan gelecek mübarek zatlara ve o zatların yapacakları kudsî hizmetlerine bağlıyor. Zira Gavs-ı Âzam olan Şah-ı Geylânî ve nübüvvet vazifesini şahs-ı manevilerinde yaşatan pek çok âlim hatta her yüzyılda bir gelen müceddîdler hep bu soydan geliyor. Osman Bilgen de Ehl-i Beyt’i bu sebeple, Hz. Peygamber’in getirmiş olduğu dinî hükümlere sahip çıkanlar olarak tanımlıyor. Yani burada Ehl-i Beyt’i sevmenin sırrı, Hz. Peygamber’in öğretilerine uyulup uyulmaması olarak görülüyor. Bilgen, bu doğrultuda Efendimiz’in Âli’nin sevilme ölçüsünü aktarıyor. Ona göre, Ehl-i Beyt, Peygamber Efendimiz’in söz, fiil ve takrirlerinden meydana gelen sünnetine ve Kutsal Kitab’a sahip çıkmaları ölçüsünde sevilmeli, bunlara muhalefet ettikleri durumda ise sevgiye layık olmadıkları bilinmeli.

s.senturk
 
Son düzenleme:

faris

Well-known member
Soru 1: Peygamber Efendimiz a.s.v ın Ehli Beytinin sevilmesini istemesi akrabalık cihetinden midir? Bu sevgiyi nasıl düşünmeliyiz?

Resulu zişan a.s.v. efendimiz eğer ehli beytinin sevilmesini akrabalık cihetinden isteseydi Akrabalarını ehli beyt olarak sınırlandırmaz geniş olarak bütün akrabaları olarak ele alınmasını isterdi.

Birinci ayeti kerimede bu mesele : “Allah katında en şerefliniz, en ziyade takvâ sahibi olanınızdır.” Hucurat Sûresi, 49:13. bu ayeti kerime ile daha net anlaşılmaktadır.

Ustad Bediüzzaman r.a. Peygamber Efendimiz s.a.v. in akrabalık ciheti ile bir fayda istemediğini Ehlibeytinin Allaha Yakın olduklarından takvalarından dolayı sevilmesini istemesinin bir peygamberlik vazifesi olduğunu göstermektedir.

Soru 2: Gayb-âşinâ nazarı ile görmek nasıl olmaktadır?

[BILGI]Şu kâinatın sahib ve mutasarrıfı elbette bilerek yapıyor ve hikmetle tasarruf ediyor ve her tarafı görerek tedvir ediyor ve her şey'i bilerek, görerek terbiye ediyor ve herşeyde görünen hikmetleri, gayeleri, faideleri irade ederek tedvir ediyor. Madem yapan bilir; elbette bilen konuşur. Madem konuşacak, elbette zîşuur ve zîfikir ve konuşmasını bilenlerle konuşacak. Madem zîfikirle konuşacak, elbette zîşuurun içinde en cem'iyetli ve şuuru küllî olan insan nev'i ile konuşacaktır. Madem insan nev'i ile konuşacak, elbette insanlar içinde kabil-i hitab ve mükemmel insan olanlarla konuşacak. Madem en mükemmel ve istidadı en yüksek ve ahlâkı ulvî ve nev'-i beşere mukteda olacak olanlarla konuşacaktır; elbette dost ve düşmanın ittifakıyla, en yüksek istidadda ve en âlî ahlâkta ve nev'-i beşerin humsu ona iktida etmiş ve nısf-ı Arz onun hükm-ü manevîsi altına girmiş ve istikbal onun getirdiği nurun ziyasıyla bin üçyüz sene ışıklanmış ve beşerin nuranî kısmı ve ehl-i imanı, mütemadiyen günde beş defa onunla tecdid-i biat edip, ona dua-yı rahmet ve saadet edip, ona medh ve muhabbet etmiş olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm ile konuşacak ve konuşmuş ve Resul yapacak ve yapmış ve sair nev'-i beşere rehber yapacak ve yapmıştır.
Mektubat ( 89 - 90 )[/BILGI]

Demek ki Allahu Teala; Habibi zişanı a.s.v.'a ehlibeytinin islamiyetteki mukeddaratını bildirmiş ve bu bildirmeye ise gayb-aşina nazarı ile görmek olmaktadır.
 

faris

Well-known member
Soru 3: Şecere-i nuraniye ne demektir? Ehli Beyt neden şecere-i nuraniyeye benzetilmiş?

Peygamber Efendimiz a.s.v. Ehli Beytini islam alemi içinde şecere-i nuraniye benzetmiş. Nitekim ehli beyt isla alemi içinde peygambervari hizmetlerde bulunmuştur. Nasıl ki Hz. İbrahim a.s.'ın nesli peygamberler neslidir. Ve bu kutlu nesil hayır ağacı gibi bütün güzellikler bu ağacın meyvesi olmuştur. Ve en son meyvesi ise Resulu Zişan a.s.v. dır. Hem peygamber efendimiz s.a.v. den sonra nebi gelmeyecektir. Öyle ise bu hayır ağacının devamı için Allahın hikmeti gereği bir kutlu nesil bu hayır ağacını devam etmesi gerekmektedir. Elbetteki bu hayır ağacı ehlibeytten başkası olamaz. Nitekim 14 asırdır bu hayırlı nesile baktığımızda Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin r.a. gibi şehitler ve Muhammmed el-Bakir, Musa el-Kazım, Cafer es-Sadık, Şahı Geylani, Şahı Nakşibendi vs. gibi mubarekler bu hayır ağacının meyveleridir.
 
Z

Ziyaretçi

Misafir
**Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir.**

bu cümleden, sünnet-i seniyyeye riayet gösteren, al-i beyttendir gibi bir anlammı çıkıyor?
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
**Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir.**

bu cümleden, sünnet-i seniyyeye riayet gösteren, al-i beyttendir gibi bir anlammı çıkıyor?

[BILGI]İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyeye ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.7[/BILGI]

Meselenin başında Ali Beytin şecerei nuraniye olduğunu bunun ise vazife-i risalet boyutu ile vazifelendirilmesinden olduğunu anlıyoruz. Meselenin devamında ise Ali Beyti ikiye ayırmış ve Sünneti Seniyyeye ittiba eden ve etmeyen Ehli Beyt olarak sınıflandırılmış ve ittiba edenlerin Hakiki Ehli Beyti olduğu, Sünneti Seniyyeye ittiba eden diğer müminlerin (Peygamberin a.s.v. neslinden olmayanların) ise Ehli Beyte Hakiki dosttur, denilmek istenmiştir.

Bu meselede Ehli Beytin kimler olduğunu anlayabilmemiz için bir yol gösterilmiş. Peygamberimiz a.s.v neslinden olup Onun o mubarek sünnetine uyanların Ehli Beyt olduğunu uymayanların ise ehli beytinden olmadığını anlıyorum.
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
4461 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman (mealen): "... Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzab 33), "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sabah namazına giderken, altı aya yakın bir müddette, Hz. Fatıma radıyallahu anha'nın kapısına uğrayıp:


"Namaz(a kalkın) ey Ehl-i Beyt "Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor!" buyurdu."


Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3204).



4462 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, üzerinde siyah (yünden) nakışlı bir kumaş olduğu halde sabahleyin (evden) çıktı. O sırada Hasan geldi, onu örtünün altına soktu. Sonra Hüseyin geldi onu da soktu. Sonra Fatıma geldi, onu da soktu. Sonra Ali geldi onu da örtünün altına soktu. Sonra da:


"Ey Ehl-i Beyt Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak isttiyor" (Ahzab 33) buyurdu."


Müslim, Fezailu's-Sahabe 61, (2424).
 

faris

Well-known member
Soru 4: Veda hutbesinde “Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.” peygamber efendimiz a.s.v. burada Ali Beytine temessük etmeyi emretmesindeki hikmeti açıklar mısınız?

[NOT]“Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.”6 Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir.

İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyeye ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.7[/NOT]

Ustad Bediüzzaman r.a. Ali Beytten maksadın Sünneti Seniyye olduğunu nitekim, peygamber efendimiz a.s.v. ın sünnetini en iyi bilenler aile efradı olduğundan ve onu en iyi tatbik ederek sünnetinin mana ve maksadını en iyi bilenlerde onlar olduğundandır. Nitekim öylede olmuştur ve şecerei nuraniye oldukları 14 asırdır hiçbir şüpheye bırakmayacak şekilde ortadır.
 

faris

Well-known member
Soru 5: Ehli Beyt ile Sünneti Seniyye arasında nasıl bir ilişki vardır?

[BILGI]İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyeye ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.7[/BILGI]

Meselenin başında Ali Beytin şecerei nuraniye olduğunu bunun ise vazife-i risalet boyutu ile vazifelendirilmesinden olduğunu anlıyoruz. Meselenin devamında ise Ali Beyti ikiye ayırmış ve Sünneti Seniyyeye ittiba eden ve etmeyen Ehli Beyt olarak sınıflandırılmış ve ittiba edenlerin Hakiki Ehli Beyti olduğu, Sünneti Seniyyeye ittiba eden diğer müminlerin (Peygamberin a.s.v. neslinden olmayanların) ise Ehli Beyte Hakiki dosttur, denilmek istenmiştir.

Bu meselede Ehli Beytin kimler olduğunu anlayabilmemiz için bir yol gösterilmiş. Peygamberimiz a.s.v neslinden olup Onun o mubarek sünnetine uyanların Ehli Beyt olduğunu uymayanların ise ehli beytinden olmadığını anlıyorum.

4461 - Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor: "Şu ayet indiği zaman (mealen): "... Ey peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor" (Ahzab 33), "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm sabah namazına giderken, altı aya yakın bir müddette, Hz. Fatıma radıyallahu anha'nın kapısına uğrayıp:


"Namaz(a kalkın) ey Ehl-i Beyt "Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor!" buyurdu."


Tirmizi, Tefsir, Ahzab, (3204).



4462 - Hz. Aişe radıyallahu anha anlatıyor: ""Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, üzerinde siyah (yünden) nakışlı bir kumaş olduğu halde sabahleyin (evden) çıktı. O sırada Hasan geldi, onu örtünün altına soktu. Sonra Hüseyin geldi onu da soktu. Sonra Fatıma geldi, onu da soktu. Sonra Ali geldi onu da örtünün altına soktu. Sonra da:


"Ey Ehl-i Beyt Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak isttiyor" (Ahzab 33) buyurdu."


Müslim, Fezailu's-Sahabe 61, (2424).

Soru 4: Veda hutbesinde “Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.” peygamber efendimiz a.s.v. burada Ali Beytine temessük etmeyi emretmesindeki hikmeti açıklar mısınız?

[NOT]“Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.”6 Çünkü, Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan, Âl-i Beyttir.

İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyeye ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz.7[/NOT]

Ustad Bediüzzaman r.a. Ali Beytten maksadın Sünneti Seniyye olduğunu nitekim, peygamber efendimiz a.s.v. ın sünnetini en iyi bilenler aile efradı olduğundan ve onu en iyi tatbik ederek sünnetinin mana ve maksadını en iyi bilenlerde onlar olduğundandır. Nitekim öylede olmuştur ve şecerei nuraniye oldukları 14 asırdır hiçbir şüpheye bırakmayacak şekilde ortadır.
 

faris

Well-known member
Soru 6: Peygamber Efendimiz a.s.v.'ın ümmetini Ali Beyti etrafında toplamasındaki sırrı nasıl anlayabiliriz?

[BILGI]Hem ümmetini Âl-i Beytin etrafında toplamak arzusunun 8 sırrı şudur ki: Zaman geçtikçe Âl-i Beyt çok tekessür edeceğini izn-i İlâhî ile bilmiş ve İslâmiyet zaafa düşeceğini anlamış. O halde, gayet kuvvetli ve kesretli bir cemaat-i mütesânide lâzım ki, âlem-i İslâmın terakkiyât-ı mâneviyesinde medar ve merkez olabilsin. İzn‑i İlâhî ile düşünmüş ve ümmetini Âl-i Beyti etrafına toplamasını arzu etmiş.[/BILGI]

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemine baktığımızda düşman güçler İslam Alemindeki bu birlik ve beraberliği bozguna uğratmak için belirledikleri stratejilerin en başında Hilafet gelmektedir. Halifelik islamiyet için önemli bir roldür. Nitekim son dönemdeki hadiselere baktığımızda bir çok islam milletinin osmanlı imparatorluğuna maddi ve manevi yardımcı olmasındaki hikmet Padişahın Halife olmasından ileri gelmektedir. Bununla beraber halifelik kaldırıldıktan sonra islam alemine ciddi sıkıntılar yaşatılmış bir çok farklı meseleler ortaya çıkmıştır.

Bu ahval içinde iken Elhamdülillah nur risalelere imdada koşmuş ve islam alemindeki şuuru yeniden canlandırarak Ehli Beyti merkez kabul etmiştir.

Bugün günümüzde ise dikkatli baktığımızda islam alemi ehli sünnet velcemaat olarak birlik ve bütünlüğünü yeniden kazanmıştır..
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Soru 7: "Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler" sözünü açıklar mısınız?


[BILGI]Evet, Âl-i Beytin efradı ise, itikad ve iman hususunda sairlerden çok ileri olmasa da, yine teslim, iltizam ve tarafgirlikte çok ileridedirler. Çünkü İslâmiyete fıtraten, neslen ve cibilliyeten taraftardırlar. Cibillî taraftarlık zayıf ve şansız, hattâ haksız da olsa bırakılmaz. Nerede kaldı ki, gayet kuvvetli, gayet hakikatli, gayet şanlı bütün silsile-i ecdadı bağlandığı ve şeref kazandığı ve canlarını feda ettikleri bir hakikate taraftarlık, ne kadar esaslı ve fıtrî olduğunu bilbedâhe hisseden bir zat, hiç taraftarlığı bırakır mı? Ehl-i Beyt, işte bu şiddet-i iltizam ve fıtrî İslâmiyet cihetiyle,din-i İslâm lehinde ednâ bir emâreyi kuvvetli bir burhan gibi kabul eder. Çünkü fıtrî taraftardır. Başkası ise, kuvvetli bir burhan ile sonra iltizam eder.[/BILGI]

Nasıl ki bu dünyada insanlar içinde en önde gelen topluluk kişinin kendi efradıdır öyle de islam aleminde de en önde gelen topluluk Ehli Beyttir. Mesela kişi aileler arasında önce kendi ailesinin taraftarıdır. Özellikle örnek verecek olursak anne, baba veya kardeşimize dair bir mesele söz konusu olduğunda en öncelikli söz ve müdafa ve yardım hakkı bize düşer. Çünkü akraba olmaktan kaynaklanan kişinin fıtratında olan bir husus değilmidir. Bu husus islam olsun veya olmasın insaniyeti ölmemiş fıtratı bozulmamış her toplum için geçerlidir. Ailesinin bir şöhreti dahi olmayan toplumda da şöhreti olan toplumlardada her husus akraba bağlarından kaynaklanan bir silsile içinde devam etmektedir.

Hem her çocuğun islam dini üzere doğması ilerleyen zamanda ailesine tabi olması bu meselemize en kuvvetli bir burhan değilmidir. Çocuk inanç hususunda sadece fıtratı islamdır. Ancak islam dışındaki diğer dinlere inanması neslinden gelen bir bağlılıktır.

Hatta peygamber a.s.v efendimizin islamiyeti kavmine ve diğer kavimlere tebliğ ettiğinden Ona (s.a.v.) inanmayanların dayanak noktası atalarının inançları değilmidir.

Hatta ve hatta sırf atalarının inançları için onca savaşlar verilmemiş midir? Tarihe bakıb gördüğümüz bu savaşlarda Atalarının inançları için yapılan bu savaşlarda tek bürhan ve dayanakları Atalarının İnançlarıdı bunun dışında bir teslimiyet bulmak mümkün değil.

Hatta Yahudilerde ve Hristiyanlarda öyle aileler vardır ki kutsal kabul edilirler.

Hal böyle iken Al-i Beytin efradıda İslâmiyete fıtraten, neslen ve cibilliyeten taraftar olmasınlar..
 
Üst