Hadis Sohbetleri 65:"Dünya, mü'mine hapishâne, kâfire cennettir."

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi

besmele-arapca1.jpg



Selamünaleyküm Degerli Kardeslerim;

avatar.jpg


Bu haftaki Hadis Sohbetleri dersimiz basladi.

avatar.jpg

Buyrun beraber mütaala edelim anladiklarimizi paylasalim insallah..

398798_413048465386848_945118368_n.jpg





[BILGI]"Dünya, mü'mine hapishâne, kâfire cennettir."

[Müslim, Zühd 1, (2956); Tirmizî, Zühd 16, (2325).]
[/BILGI]









 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Elhasıl: Her kim hayat-ı fâniyeyi esas maksad yapsa, zahiren bir Cennet içinde olsa da manen cehennemdedir ve her kim hayat-ı bâkiyeye ciddî müteveccih ise, saadet-i dâreyne mazhardır. Dünyası ne kadar fena ve sıkıntılı olsa da; Dünyasını, Cennet'in intizar salonu hükmünde gördüğü için hoş görür, tahammül eder, sabır içinde şükreder...
Sözler ( 39 )

Dünya için çalışan ve hayatını verenlerin yaşam tarzlarına baktığımızda, ölümden sonrası ve ahirete dair hiç bir inançları olmadığından yaşam şekilleri nefsin arzuladığı heva ve heveslerden müteşşekil olmuştur. Böyle bir yaşam şekli ancak cennete layıktır. Nitekim cennette insana hiçbir sıkıntı gam ve keder yoktur. Cennet nimetleride insanın his ve arzularını tatmin edicidir. Bu mukayese ile baktığımızda ehli dünyanın yaşam biçimi cennetteki yaşam biçimine kıssas olabilmektedir.

Yine Ahirete ve Allaha inananlar dünyayı ahiretin tarlası inancında olduklarından nefis ve hissiyatlarına air arzu, emel ve heveslerini dizginlemekte ve cennetin numunesi olan dünya nimetlerinden bazılarını tadabiliyor bazılarını tadamıyorlar. Ve yine dünyanın çeşitli sıkıntı ve zorlukları nefise ağır gelmektedir. Bu mukayese ile baktığımızda cehennemden bir şule gözükmekte. Çünkü cehennem yaşamında ayeti kerimede ferman edildiği gibi

Orada ne bir serinlik tadacaklar, ne de içecek bir şey.Ancak bir kaynar su ve irin (içecekler). (NEBE/24-25)

Bir irinden başka yiyecek de yok. (HAKKA/36)


Bir çok ayeti kerimede cehennem nimetleri sınırlı ve azabtan ibarettir. Mümin için dünya nimetleride sınırlıdır ve nefisin heva ve arzularını tatmin etmiyor.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Bismillahirrahmanirrahim


Ebu Hureyre (R.A.)dan rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

“Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.”[SUP]1[/SUP] buyurmuşlardır.

Katâde bin Nu'man (R.A.)dan rivayete göre Hz.Peygamber (S.A.V.) Efendimiz:

“Allah Cebrail'i, bana gönderdiği suretlerin en güzelinde indirdi. Cebrail şöyle dedi: "Ey Muhammed, yüce Allah sana selâm söylüyor ve şöyle buyuruyor:

“Ben dünyaya dostlarım için acı, bulanık, dar ve sıkıntılı olmasını vahyettim. Tâ ki, Bana kavuşmayı özlesinler. Ben dünyayı dostlarım için bir zindan, düşmanlarım için de bir Cennet olarak yarattım.”[SUP]2[/SUP]


Dünyanın mümine zindan olmasından kasıt; dünya şehvetlerinden bazılarının mümine haram ve mekruh kılınması ve meşakkatli ibadetlerin emir buyrulmasıdır. Mümin öldüğü vakit rahata erer ve Allah Tealâ\'nın ona hazırladığı ebedi nimetlere, kedersiz rahatlara kavuşur. Dünyanın kâfire cennet oluşu ise, dünyada bütün arzu ve şehvetlerinin gerçekleşmesi itibariyledir. Kâfir öldüğü zaman ebedi azaba ve ebedi mutsuzluğa uğrayacaktır.

Diğer bir bakış açısı da, dünya ve ahiret nispeti, karşılaştırması yönüyledir. Cenneti hak etmiş bir mümini düşünelim: Dünyada helal olan tüm lezzetleri tatmış. Aynı şekilde cehennemi hak etmiş bir kâfiri düşünelim: O da dünyada helal-haram ne kadar lezzet varsa tatmış olsun. Şimdi bu mümin ile kâfirin dünya ve ahiretini kıyaslayalım:

Mümin kimse, Cennet ve Cemalullah gibi o kadar büyük nimetlerle karşılaşır ki, dünya hayatı bunun yanında zindan gibi kalır. Kâfir de ahirette öyle azap çekecektir ki, dünya onun yanında bir Cennet gibi kalacaktır.

Demek ki hadis-i şerifi ahirete nispetle müminin dünyası Cehennem, kâfirin dünyası da Cennettir şeklinde anlamak gerekir.


Bu hadis-i şeriften ders çıkarmamız gereken birçok husus vardır:

Bunlardan biri dünyaya gerektiğinden fazla önem vermememiz gerektiğidir.

Bir hadis-i şerifte dünyanın Allah Teâlâ katında kusurlu bir oğlak ölüsü kadar kıymeti olmadığı ifade edilmektedir. Bundan dolayıdır ki, Rabbimiz dünya nimetlerini kâfir müslüman ayırmadan çalışan her kuluna vermektedir. Çok çalışan kâfirlere, az çalışan müslümanlardan daha fazla dünya nimeti vermesi de bundandır. Fakat ahiret nimetleri böyle değildir. Onların Allah katında kıymeti vardır. Binaenaleyh bu nimetleri özellikle müminlere ve rızasını kazananlara ihsan edecektir.

Dünyanın imtihan yeri olduğunu unutmayacağız. İmtihanın rahat olmasını beklemek doğru değildir. Mümin dünyada rahatı değil, hizmeti aramalıdır. Dünyanın şerefi zenginlik, ahiretin şerefi ise takvadır. ALLAH Teâlâ için olan şeyler dışında dünya ve dünyadakiler lanetlenmiştir. Cenab-ı Hakk katında dünyanın sineğin kanadı kadar kıymeti olsa idi, oradan kâfirlere bir bardak su bile vermezdi. ALLAH Teâlâ hazretlerine karşı, seni kulluktan alıkoyan her şey dünyadır.

Bu sebeple akıllı ve ferasetli mümin dünyayı kendisi için yalancı ve sahte bir cennet yapmak için çalışıp çabalamaz. O, böyle bir tuzağa düşmez. Dünya cennet değildir, cennet olmaz. Dünya imtihan yeridir. Dünyanın zenginlikleri geçicidir. Dünya aldatır, oyalar.

Elbette dünya için çalışmaya gerek yoktur denilemez. Dünyada ne kadar kalacaksan, onun için o kadar çalış; ahirette ne kadar kalacaksan onun için o kadar çalış.

Evet, dünyada rahatı aramayacağız. Ahiretimizi kazanmak için, ebedi rahatlık için, gerekirse rahatsız olacağız.

Dilimizde dolaşan “Dünyada rahatlık yoktur\" diye güzel bir söz vardır: Çünkü dünya hayatı acılarla, üzüntülerle, sıkıntılarla doludur. Bilhassa müminin başından belâlar eksik olmaz. Bunun sebebi müminin manen olgunlaşıp Cennete lâyık hale gelmesidir. Cenab-ı Hakk sevgili kullarına çeşitli musibetler verir; onları sabra, tahammüle davet ederek manen yükselmelerini sağlar.

Sabır ve tahammül gösterildiğinde mümin kullarının günahlarını silen, onlara manevî makam ve mertebeler ihsan eden Cenab-ı Hakk, işte böyle dünya hayatını belâ ve felaketlerle donatmıştır. Çile ve ıstırap eksik olmaz insanın hayatında. Bazen dünya yıkılacak olur. İnsan o kadar daralır, bunalır ki nerdeyse çıldıracak dereceye gelir. Ama mümin bütün bu hallerde huzurundan pek birşey kaybetmez. Çünkü o zahmette rahatı bulmuş insandır. Her şeyin Allah\'ın izni ve müsaadesiyle olduğuna inanır ve Ondan gelen her şeyi sabır ve tahammülle karşılar.

Bu işin görünen kısmıdır. Yoksa aslında kâfir dünyada da bir nevi Cehennem hayatı yaşamaktadır. Görünüşte şatafatlı, parlak bir hayat geçirmektedir, fakat içi ıstırap ve sıkıntılarla doludur. Çünkü inançsız insan, ölümü yokluk olarak görür. Her an darağacında asılacakmışçasına korku ve endişe içerisinde kalır. Lezzetleri bütün bütün kaçar. Hiçbir şeyden gerçek manada bir lezzet alamaz.

Mümin ise, dünyayı âhiretin bir bekleme salonu şeklinde görür. Dünyası ne kadar sıkıntılı ve ıstıraplı da olsa, gideceği yerde rahat edeceği düşüncesiyle sabreder, şükreder. Müminin dünyası âhiretine kıyasla zindan şeklindedir. Yoksa mümin dünyada da bir nevi Cennet hayatı yaşamaktadır. Bedenen zindanda bile olsa ruhen bahçelerde, saraylardadır. Çünkü mümin acı tatlı her şeyin Allah\'tan geldiğini bilir, Allah\'tan gelen her şeyi hoş karşılar, tahammül eder, sabreder.

Bu nedenle hadis-i şerifi bazı kimselerin anladığı gibi dünya hayatını mümin için gerçek bir zindan ve çile-sıkıntı yeri olarak anlamak doğru değildir. Dünyada neden kâfirler konfor ve rahat içinde yaşasınlar da Allah\'ın yeryüzündeki en sadık halifeleri olan Müslümanlar çile ve ıstırap çeksinler

Böyle bir anlayış doğru değildir. Çünkü Müminin âhireti de cennettir, dünyası da. Mümin, imanın verdiği nur ve mutlulukla gerek ferdî, gerek ailevî ve gerekse toplum içinde huzurlu bir hayat yaşar. Dünyanın meşru her türlü nimetinden gerektiğince faydalanır. Onu dünya nimetlerinden uzaklaştıracak hiçbir gerekçe ve sebep yoktur. Allah, âhiret nimetlerini olduğu gibi dünya nimetlerini de mümin kulları için hazırlamıştır.

Saadet kaynağı olan iman içte olduktan ve dünya nimetlerinden mümkün olduğunca faydalandıktan sonra dünya niçin zindana dönsün?


dipnot
(1) Müslim, Zühd: 1; Tirmizî, Zühd: 16; İbni Mâce, Zühd: 3; Müsned, 2:197,323
(2) Suyuti, Camiussagir, 3:53, No:2723, (1484)
Selam Ve Dua ile Mehmet Talu
 

pendüender

Well-known member
MÜFLİS ADAM İLE DEVECİ

Sana biraz sonra bir hikâye söyleyeceğim. Can kulağıyla dinle de tamah insanın kulağını nasıl tıkarmış anla. Hırsa kapılmış kişi yüz hikaye dinler; hırs kulağına bir nükte girmez.
Malsız mülksüz, evsiz barksız, müflis bir adam vardı. Zindana düşmüş, amansız zincirlerle bağlanmıştı. Bir bahane bulup zindandakilerin yiyeceklerini yerdi. Tamahı yüzünden halkın gönlüne Kafdağı gibi ağır gelmekteydi. Şerrinden kimsenin bir lokma ekmek yemeye gücü yoktu. Çünkü hemen ucundan tutup kapardı. Rahmân"ın davetinden uzak olan, sultan bile olsa, dilenci gibi açgözlüdür. Onun arsızlığı yüzünden zindan cehenneme dönmüştü.
Bir rahata kavuşurum ümidiyle nereye kaçarsan kaç; isterse tenhâ bir izbeye hatta zindan köşesine, orada önüne bir âfet çıkar. Dünyanın âfetsiz, felaketsiz hiçbir köşe yoktur. Allah"ın halvethanesinden başka hiçbir yerde dinlenmek, rahata kavuşmak mümkün değildir. Kurtulmaya hiçbir çare olmayan bu dünya zindanının ayakbastı parası alınmayan, hapishane dayağı atılmayan bir bucağı yoktur. Vallahi fare deliğine bile girsen, orada da bir kedi pençeliye çatarsın.
Zindandakiler, kadı"nın anlayışlı vekiline şikâyette bulunarak dediler ki: “Hemen bizim selâmımızı kadıya götür, bu aşağılık adamdan incindiğimizi söyle. O, boşboğaz, obur ve zararlı herif, bu zindanda yerleşti kaldı. Kötü ve çirkin huyu yüzünden, sinek gibi çağrılmadan, yüzsüzlükle her yemeğe konmakta. Altmış kişinin yemeği ona yetmiyor. Ne kadar söylesek söyleyelim, vurdumduymazlıktan geliyor. Yüzlerce hileli tedbirlerle sofraya oturdu mu, zindandakilere bir lokma bile kalmıyor. Sofra serildi mi, o cehennem boğazlı herif hemen gelip oturuyor, “Cenab-ı Hak, Kur"ân"da, "Yiyin, için"[1] buyurmuştur diyerek hemen yemeye başlıyor. Üç yıllık kıtlığa benzeyen bu adamdan aman aman! Kadı efendinin ömrü ebedî olsun! Ya bu sığırı zindandan def edip gitsin, yahut doyması için vakıftan ayrı bir maaş tayin edilsin. Ey kendisinden erkeklerin de kadınların da hoşnut oldukları kadı efendi, bizim imdadımıza yetiş, bizi kurtar!”
O söz anlar vekil, kadı"nın yanına gidip, zindandakilerin şikayetlerini bir bir anlattı. Kadı, o müflisi zindandan huzuruna çağırttı. Kendi adamlarından da işi sordu soruşturdu. Zindandakilerin şikayetlerinde haklı olduklarını anladı. Müflise dedi ki: “Kalk, bu zindandan çık git. Ölümünden sonra varislerine kalacak evine çekil otur” dedi.
Müflis adam dedi ki: “Benim evim barkım, senin ihsanından ibaret. Zindanım ise, dünyanın kâfirlere cennet olduğu gibi, benim cennetimdir.[2] Eğer beni zindandan sürer çıkarırsan, yoksulluktan, ihtiyaçtan ölür giderim.”
İblis gibi diyordu ki: “Ya Rabbi, beni kıyamete kadar yaşat.[3] Ben bu dünya zindanında rahatım. Beni yaşat da düşmanımın evlâdını tepeleyeyim. Kimin imandan nasibi varsa, kimin ahiret yolu için bir lokma ekmeği mevcutsa, ondan o azığı, o ekmeği gâh hile, gâh aldatma ile alayım da pişmanlıktan feryada başlasın. Onları bazen yoksullukla korkutayım[4], bazen güzelliğin saçlarıyla, benleriyle gözlerini bağlayayım.”
Bu (dünya) zindanında hakiki iman azığı azdır. Bu azığa sahip olanlar da köpeğin korkusundan ıstırap içindedir. Namazdan, oruçtan ve yüz türlü çaresizlikten meydana gelen zevk azığını da şeytan gelip birden alır, götürüverir. Allah"ın kulu olan şeytandan Allah"a sığınırım.[5] Ah, onun azgınlığından helâk olup gittik! Şeytan bir köpektir, ama binlerce kişiye saldırmakta. Kime saldırır, kimin kanına girerse, o adam da şeytan kesiliveriyor. Kim seni haktan, hakikatten soğutursa, bil ki şeytan o adamın içindedir, derisinin altında gizlenmiştir.[6] Böyle bir adamın içine girip, böyle bir adamın suretine bürünüp seni aldatamazsa, hayaline girer de seni o hayalle kötülüğe sevk eder. Seni gâh gezip eğlenmek, gâh dükkân açıp alışveriş yapmak, gâh ilim öğrenmek, gâh ev bark kurup çoluk çocuk sahibi olmak hayalleriyle günaha düşürmek ister. O zaman kendine gel hemen “Lâ-havle” de. Ama sadece dille değil, can u gönülden!
Kadı, o adama, “Müflisliğini ispat et” dedi.
Adam, “İşte burada bulunan zindandaki adamların hepsi tanık” deyince,
Kadı, “Onlar, senden şikayetçi. Senden kaçıp kurtulmak istiyorlar. Senin elinden kan ağlıyorlar. Senden kurtulmak istedikleri için yalan yere şahadette bulunabilirler” dedi.
Mahkemede bulunanların hepsi, “Biz onun hem müflisliğine, hem kötülüğüne şahidiz” dediler. Kadı, o adamı kime sorduysa, “Efendim, bu müflisten vazgeç, bundan hayır gelmez” cevabını aldı.
Kadı dedi ki: “ "Bu müflis ve kalleş (hileci, dönek) bir adamdır" diye şehirde dolaştırın.[7] Tellallar, yer yer bağırıp onun müflisliğini her tarafta ilân etsinler. Kimse ona veresiye bir şey satmasın, kimse ona bir kuruş borç vermesin. Birisi hilesine uğrar da o yüzden davaya kalkışırsa, artık onu hapse atmam. Çünkü iflası bence sabit olmuştur. Elinde ne parası var, ne pulu!”[8]
Ademoğlu da iflası sabit oluncaya kadar bu dünya hapishanesinde kalır.[9] Allah"ımız da, İblis"in müflisliğini Kur"ân"da bize bildirmiş, her tarafa yaymıştır. “O hilekâr, müflis ve kötü sözlüdür. Onunla hiçbir suretle ortak olma, dostluk yapma. Alışverişe girişirsen kâr edemezsin, çünkü o müflistir, ondan nasıl olur da bir şey elde edebilirsin?”[10] diye anlatmıştır.
Müflisin fitnesi alevlenince, odun satan bir Kürdün devesini getirdiler. Zavallı Kürt, "Devemi almayın!" diye hayli feryat etti, hatta memura para verdi, fakat kâr etmedi. Feryat ve figanına aldırış etmeden, devesini kuşluk vaktinden geceye kadar aldılar. Korkunç bir kıtlık gibi olan o müflisi deveye bindirdiler. Deve sahibi de devenin ardından gitmekteydi. Mahalle mahalle dolaştırıp bütün halka teşhir ettiler. Her hamamın, her çarşının önünde biriken halk o müflise bakıyordu. Türk, Kürt, Rum, Arap ve sair milletlerden sesi gür olan tellallar da kendi dillerince bağırıyorlar, diyorlardı ki: “Bu müflistir, hiçbir şeyi yoktur. Ona hiçbir kimse ödünç bir pul bile vermesin. Açıkta ve gizlide bir şeyi, bir tahıl tanesi bile yoktur. Müflisin, kalpazanın, kötü adamın biridir; aldatıcı ve kandırıcıdır. Kendinize gelin, aklınızı başınıza alın, sakın onunla arkadaşlık etmeyin. Size satmak için bir öküz bile getirse, mutlaka çalmıştır, öküzü hemen tutup bağlayın ki tekrar çalıp götürmesin. Eğer aldanır da bu herifi davaya kalkışırsanız, ben bu ölü herifi zindana atmam. Bu herif, tatlı sözlüdür, çok da oburdur. Üstündeki elbisesi yenidir, ama çamaşırları paramparçadır. Hile için o yeni bir elbiseyi giyerse, bilin ki kendisinin değildir, halkı aldatmak için giymiştir.”
Ey selim (temiz) kalpli kişi, hikmet ehli olmayan kişinin dilindeki hikmet sözünü de iğreti[11] elbise bil! Hırsız, güzel bir elbise giyse bile, o eli kesik, senin elini nasıl tutar, sana nasıl yardım edebilir?
Akşam olup da müflis deveden inince, Kürt ona dedi ki: “Menzilim uzak, vakit de hayli geç. Sabahtan beri deveme bindin. Arpadan vazgeçtim, hiç olmazsa bir avuçtan az bile olsa biraz saman parası ver!”
Müflis dedi ki: “Şimdiye kadar niçin gezip dolaştık? Aklın neredeydi? Hiç anlamadın mı? Müflis olduğuma dair davul çaldılar, sesi tâ yedinci kat göğe kadar yükseldi; sen duymadın mı? Kulağın galiba ham tamahla dolu. Tamah, insanı sağır ve kör eder. Tellalların, "Bu hilekar, yalancı bir müflistir" sözlerini kerpiçler, taşlar bile işitti” dedi.
Bu sözleri akşama kadar söylediler de devecinin kulağı tamahla dolu olduğundan duymadı. Kulakta ve gözde Allah"ın mührü var. Bu yüzden insan işitemiyor, duyamıyor.[12] Yoksa şu hicaplarda nice şekiller var, nice sesler var! Allah güzellikten, kemalden, cilveden hangisini isterse göze onu gösterir. Güzel sesten, müjdelerden, coşkun ve neşeli sözlerden hangisini dilerse kulağa onu duyurur. Kainat çareyle doludur, fakat Allah senin için çare tarafına bir pencere açmayınca bir çare bulamazsın. Sen şimdi, çareden gaflettesin ama, ihtiyaç vaktinde Cenab-ı Hak onu sana gösterir. (Cilt: II, beyit nu: 578-682)mesnevi
 

pendüender

Well-known member
Sâdıklar için Hakk'ın cefâsı, bu geçici hayâl ve serap âleminin sürûr ve bayramlarından bin kere evlâdır! Onlar, avâmın yöneldiği lutuf zannedilen şeylerden el çekmişlerdir.
Hazret-i Mevlânâ güzel tasvîrlerine devamla:

"Avâm için tamamiyle lutuf olan şeyler, nâzenînler, yâni ehlullâh için kahırdır."

"Şu halde halk, belâ ve elem çekmeli ki, bunlar arasındaki farkı anlasın!" buyurur.

Hastalığının en şiddetli günlerinde Eyyûb -aleyhisselâm-'a hanımı Rahîme hatun:

"-Sen bir peygambersin! Allâh Teâlâ'dan sıhhat ve âfiyet istesen de bu dertlerden halâs olsan!" deyince Eyyûb -aleyhisselâm-:

"-Sıhhat ve âfiyetle geçen günlerimiz ne kadardı?" diye sordu.

Rahîme hatun:

"-Seksen yıl idi." dedi.

Bunun üzerine Hazret-i Eyyûb:

"-Ey Rahîme! Şiddet ve belâ zamânı en az sıhhat ve safâ süresi kadar olmadan Cenâb-ı Mevlâ'ya şikâyet etmekten hayâ ederim.. Allâh Teâlâ, bizlere nîmetler verirken, biz O'ndan gelen belâlara niçin sabretmeyelim?! Ben Rabbimden râzıyım!" dedi.

Eyyûb -aleyhisselâm-'ın bu ifâde ve hâli, rızânın en güzel örneğini sergiler. Eyyûb -aleyhisselâm-, hastalandığı sırada, bütün musîbet ve sıkıntılarına rağmen, hâlinden şikâyet eder bir duruma düşmemek ve takdîre rızâda îcâb eden sabrı göstermek için, hastalığını Cenâb-ı Hakk'a arzetmekten, sıhhat ve âfiyet istemekten bile çekinmiştir. Nihâyet zevcesinin ısrârı ile sadece:

"Sen merhametlilerin en merhametlisisin!" diye niyâzda bulunmuştur.

Bu duâ üzerine Allâh Teâlâ, kullukta dâim olanlara bir rahmet hâtırâsı olmak üzere onun derdini gidermiş ve hastalığına şifâ vermiştir. Böylece sabır, şükür, teslîmiyyet ve aşkullâhın neticesinde eski zinde hayâtı Eyyûb -aleyhisselâm-'a iâde edilmiştir.

Allâh Teâlâ, Hazret-i Eyyûb'u, bütün bu olup bitenler sırasında rızâ hâlinde sabırlı bir kul olarak bulduğunu beyan buyurmuştur.
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Mehmet PAKSU'nun Yazisi

Hocam,"Dünya mü'minin zindani,kâfirin cennetidir" mealindeki hadisi nasil anlamaliyiz? Biz hep zindanda mi kalacagiz bu dünyada?

Bu hadisin açiklamasina geçmeden önce "mü'min" ve "kâfir"in anlamlarina bakalim."Mü'min" iman eden,inanan, güvenilir kimse demektir.Terim olarak da, Hz.Peygamber'in Allah'tan alip dini adina teblig ettigi konularda Peygamberi tasdik eden,Allah'in varlik ve birligini kabul eden kimse demektir."Kâfir"in de kelime anlami "örten, kapatan,gizleyen" kimsedir.

Dini terim olarak da,imanin üzerini örten,Peygamberin getirdiklerini reddeden, basta Allah'in varlik ve birligi olmak üzere iman esaslarini inkâr eden kimsedir."Kâfir" bir Kur'ân kavramidir,tekil olarak 5 yerde geçerken,çogul olarak da yüzlerce âyette yer alir.Hadisin anlamina gelince,dünya mü'minin hizmet yeridir.Cünkü sonsuz saadete ulasmak için sürekli bir imtihan içindedir.Imtihan ise, beraberinde sikintilari getirir.Mü'min, dünyada ibadetin zorluklarina dayanarak,imaninin üze≠rine yükledigi görevleri yaparak ancak bu imtihani kazanabilir.Bu bakimdan dünya,mü'min için bir tür sikinti ve imtihan yeridir.Dünyanin mü'mine zindan olmasi,bu noktadan bakilirsa dogru anlasilir.Gerçekten de dünya,ahiretteki sonsuz mutluluga göre mü'min için zindan gibi kalir.

Kâfire gelince; onun görüp görecegi nimet ve rahatlik yalniz bu âlemdedir. Yani onun bütün mutlulugu,kisa dünya hayatindaki rahat ve saadetine saklidir. Bu görünürdeki mutluluk, aslinda tam bir saadet sayilmaz. Hadiste geçer "zindan" ise gerçek bir zindan degildir.Cünkü mü'min dünyada da bir cennet hayati yasar.Kâfir de manen cehennem gibi ruhî sikintilar çeker.Gerçek mutlulukla görünürdeki mutluluk çok farklidir.Vicdanen ve kalben yasanan bir mutlulugu,hiçbir maddi servet ve saadet saglayamaz.

Ilk bakista ne kadar sikintili görülürse görülsün,mü'minin imani ruhunda manevi bir cennet hükmüne geçerken,kâfirin küfrü onun kalbinde manevi bir cehennemi saklar.Bir baska ifadeyle iman eger tecessüm etse,gözle görülür hale gelse ondan özel bir cennet çikar; küfür ayni sekilde mücessem bir hale gelse maddelesse ondan hususi bir cehennem çikar.

Bu meselenin günümüzdeki en büyük göstergesi,Avrupa'da giderek artan intihar olaylaridir.Mesela Isviçre,kisi basina düsen milli geliri o kadar yüksek olmasina ragmen intihar olayinda ilk sirada yer aliyor.Distan bakildiginda her tür konfor ve rahata sahip olan bu insanlar,aslinda çok huzursuzdurlar.Cünkü insanin ruh ve kalbinin gidasi bunlar degildir.Baska seylerdir.Cünkü madde, ruha bir sey veremiyor.Bunun içindir ki,akli mantigi yerinde olan bir insan, içinde bulundugu hayatin anlam ve içerigini kavrayamayinca bin türlü manevi iskence içinde kivranir.

Sonuçta çareyi,düsüncenin yolunu kapayacak olan sefahatte(dinen yasaklanan oyun ve eglencelerde) bulmaya çalisir.Oysa sefahatin ruhsal acilara yaptigi tedavi,sadece geçici bir uyusturmadan ibaret kalir.Etkisi geçince,ruhtaki aci bütün dehsetiyle açiga çikar.Bu aci,insani hayatina son vermeye kadar götürebilir Mü'min ise, ne kadar maddi sikinti içinde olursa olsun,önünde sonsuz bir mutluluk oldugunu düsünerek sabreder ve tevekkül eder.Ondaki bu inanç onu ruh sakinligine götürür,iki dünya saadetini bahseder.

1 Müslim, Zühd: 1; Ibn-i Mace, Zühd: 3.

Selam Sevgi ve Dua ile
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
"Dünya mü'minin zindanı, kâfirin Cennetidir."



Yâni, dünyada şu mü'min, kısmen kusurâtından cezâsını gördüğü için,



dünya onun hakkında bir dâr-ı cezâdır. Dünya, onların saâdetli âhiretlerine nisbeten bir zindan ve cehennemdir.


Ve kâfirler, mâdem Cehennemden çıkmayacaklar; hasenâtlarının mükâfatlarını kısmen dünyada gördükleri ve büyük seyyiatları tehir edildiği cihetle, onların âhiretine nisbeten dünya cennetleridir.


Yoksa, mü'min bu dünyada dahi kâfirden mânen ve hakikat nokta-i nazarında çok ziyâde mes'uttur.


Âdeta mü'minin imânı, mü'minin ruhunda bir cennet-i mâneviye hükmüne geçiyor; kâfirin küfrü, kâfirin mâhiyetinde mânevî bir cehennemi ateşlendiriyor.”


BEDİÜZZAMAN
Barla Lâhikası
 
Üst