Vecize Analizi 31: İnsan, ebede meb'ustur

kenz-i mahfi

Sorumlu
[BILGI]İnsan, ebede meb'ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzeddir. Küçük-büyük, az-çok her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek. [/BILGI]

(Mesnevi-i Nuriye)
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
“Hatıra gelmesin ki: Bu küçücük insanın ne ehemmiyeti var ki bu azim dünya onun muhasebe-i a'mali için kapansın başka bir dâire açılsın?
Çünkü bu küçücük insan camiiyet-i fıtrat itibariyle şu mevcudat içinde bir ustabaşı ve bir dellal-ı saltanat-ı ilahiyyeye ve bir ubudiyet-i külliyeye mazhar olduğundan büyük ehemmiyeti vardır..."
İnsan, kainatta küçücük bir mahluk, fakat yaptığı fiiller ile hem kainatın yaratılmasına sebep yani arzın ihyasına asıl sebep olduğu ve arzda bir ruh gibi olduğu halde, yine cürmü ile arzın imatesine yani ölümüne yani arzın kalbine kadar nüfuz eden fena amelleriyle kainatın sekeratına sebep yine insandır. Bu küçücük insanın fesadı İşarat-ül İ'caz'da bahsedildiği gibi Azrail gibi arzın kalbine pençesini sokup arzın imatesine sebep olacaktır. Demek beşer, bir taraftan arzın şifası için bir ilaç iken, diğer taraftan ölümünü intac eden bir zehirdir.
Haşir Risalesi'nin 3. Hakikatinde şu cümle vardır: "Şu küçücük insan, şu küçüklüğü nisbetinde değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nisbetinde mükafat ve mücazat görsün."
İşarat-ül İ'caz'da 'Seb'a Semavat' bahsinde şu cümle vardır: İnsanın pek yüksek bir kıymeti olmasaydı, semavat ve arz onun istifadesine muti' ve musahhar olmazdı."
Cenab-ı Hakk'ın kainatta "Hafîz" isminin tecellisiyle en küçük bir amelin, en basit bir fiilin, en adi bir hareketin dahi muhafaza edilmesi işaretiyle bunların hepsinden muhasebeye çekileceğine işaret vardır. Mesela toprağa karışık olarak atılan tohumlar, birbirlerine sureten çok benzedikleri halde, bir bakıyoruz ki birisi menekşe oldu, bir diğeri elma ağacını netice verdi, bir diğeri incir ağacını, bir başkası, latif kavunu netice vardır. Toprakta birbiriyle karışık olan bu tohumlardaki kaderin yazdığı programların karıştırılmadan ve şaşırmadan sümbül vermesi gösteriyor ki kainatta çok kuvvetli bir Hafiziyet tecellisi vardır. Hafiziyet tecellisine mazhar olanlardan en mühimmi ise şüphesiz ki insandır. Öyle ise insan, her amelinden ama ne kadar küçük olsa da muhakkak muhasebe görecektir. Zaten insanın ömür dakikaları insana ahirette avdet edecektir, ya karanlıklı ve zulmetli olarak ya da nurani olarak gözükecektir. Her bir bahar mevsiminde mevcudatın diğer bahar gibi aynen ihyası, çok kuvvetli bir muhasebenin delilidir.
Bir mizan tecessüm edecek, hayır-şer bütün amellerimiz tartıya konulacaktır. Kainatta bir ustabaşı, bir dellal-ı saltanat, bir halife-i arz olan insanın bu muhasebeden uzak tutulması veya başıboş bırakılması elbette ki düşünülemez.
Dünyanın kıyamette harap olması ve yine ahiretin icadı hep bu muhasebe günü içindir. Haşirde amellerimiz arz ve takdim edilecektir. Alemlerimizin bir bir dökümü, sayımı ve değerlendirilmesi yapılacak ve karar verilecek bir gündür.
Ehl-i iman, büluğ yaşından itibaren kusur ve hatiatlarının cezasını görmeye başlar. Dünyadaki musibetler, hastalıklar, sıkıntılar ile sekeratta, kabirde ve haşirde göreceği azaplar günahlarının cezasına mahsup edilir. Netice olarak Cennet'e girecek olan bir ehl-i iman, günahları sebebiyle Cennetteki derecesinden bir azalma görecektir. Fakat öyle bir cennet ki herkes bulunduğu mertebeden memnun olacak ve bir rahatsızlık duymayacaktır. Bu da Rabbimizin bir lütfudur. Ehl-i iman ahiretteki nimet ve iltifatları gördüğü zaman "Bu kadarını da beklemiyorduk" diye şaşkınlıklarını itiraz edeceklerdir.
Kafirlere gelince, onlar için ahirette ancak azabın hafifletilmesi vardır. Cennet ise asla yoktur. Onlar için ebedi bir Cehennem hazırlanmıştır. Onlar, ancak dünyada yaptıkları iyi amellere karşı ahirette sadece cezanın hafifletilmesi ile mükafat göreceklerdir ve dünyada yaptıkları iyi amellerinin çoğunun mükafatını dünyada göreceklerdir.

“(Artık her kim) dünyada iken (bir zerre ağırlığında) olsun (bir hayır işlemiş ise hem de onun sevâb ve mükâfâtını görecektir.) (Ve her kim de zerre miktar bir şer işlemiş ise hem de onun cezâsını âhirette veya daha dünyada iken görecektir.) Dünyada çektiği o belâ ve musîbet vasıtasıyla o günün geleceğinden haberdar edilmiş bulunacaktır.”

Hesâbın görülmesi iki şekilde olur:

Allah’a ait olan hesabımızdır. Çok sur’atli olup bir anda tamamlanır. Tüm mevcûdâtın hesâbı bir anda ve çabukça görülür.

Diğeri ise; âlem huzurunda birer görevli olarak Allah’ın izni ve sevkiyle insanların hesâba çekilmelerini gerçekleştirirler. Bu hesabın süresi ise ameline göre az-çok Haşir meydanında bekletilir. O günün hesâbının çok çetin olacağı da Kur’ân ve Hadîsin ifadeleriyle sabittir. Hesap gününün şiddetinden dolayı bütün insanlar "nefsî nefsî" diyecekleri o günde hatta peygamberler dahi aynen bu vaziyette olacaklardır. Onlar da endişe içinde olacaklardır. Yalnız Peygamber Efendimiz (ASM) müstesnadır. Bu hesap gününde Hazret-i İsa (AS) "Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara Alla'ı bırakıp da beni ve annemi iki ilah edinin dedin? şeklindeki bir suale şaşıracaktır. Peygamberler arasında mal ve mülk hususunda en zengini olan Hazret-i Süleyman'ın da hesabı uzun sürecektir. Yine sahabelerden olan ve Cennetle müjdelenen Hazret-i Abdurrahman bin Avf (RA)'ın hesabının uzun ve müşkilatlı olacağı rivayet edilmiştir.
O günde zalimlerin azabı öyle müthiş olacaktır ki dehşet içinde kalacaklardır.
Dünyada iken şan, şöhret, mal, mülk, gibi nimetlere mazhar olanların sorgusu ise hiç öyle kolay olmayacaktır. Her fert, içinde bulunduğu nimetlerden ve üzerine tevdi edilen vazifelerden dolayı sorguya çekilecektir. İrşat ile vazifelendirilen ilim erbabının da hesabı mesuliyetinden dolayı hesabı uzayacaktır.
Gel gelelim bizim hesabımıza... Onu yazmaya ne cesaret ister, ne de yürek... Ahirzamanın dehşetli fitnesinde ne gibi hallere maruz kaldığımız malumdur. Ne gibi günahlara ister istemez düştüğümüz yine malumdur. Ne gibi hatiatlara bulaştığımız yine malumdur. Öyle ise bu imtihandan yüz akımız ile çıkmak öyle zannedildiği gibi "inandım" demekle olmayacaktır. İman hakikatlerini tahkiki bir surette talim etmekle ancak bu tehlikeden kurtulunabilecektir.
İnsan mazhar olduğu vücut nimetlerinin yanı sıra, manevi nimetlerden dolayı da sorguya çekilecektir. Yalnız ehl-i şekavet için bu sorgu çok dehşetli olduğu halde, ehl-i iman için sürurlu ve kolay bir süreç olacaktır.
Bir nur talebesine rüyasında Sırat Köprüsünü gösteriyorlar, görüyor ki çok kısa bir köprüdür. O talebe soruyor ki: "Bize dünyada Sırat Köprüsünü çok uzun tarif ettiler. Bu ise kısadır?" Ona melekler diyorlar ki: "Nur talebeleri için Sırat Köprüsü böyledir" diyorlar.
Şehitler için hesap yoktur. Onlar için ne büyük mükafatlar hazırlanmıştır. Talebe-i ulum için de nice büyük mükafatlar hazırlanmıştır. Dualarımızda bu ikisi olarak ölmeyi dilemek lazımdır.
Bu insan başıboş kalabileceğini zannetmesin. Az çok her aleminden muhasebe görecektir.
 
Z

Ziyaretçi

Misafir
Çünkü nâzenin ve nazdar beslediği ve akıl ve kalb gibi cihazatla saadet-i ebediyeye ve âhirette bekà-i daimîye iştiyak hissini verdiği halde onu ebedî idam etmek, ne kadar gadirli bir merhametsizlik; ve onun yalnız dimağına yüzer hikmetler ve faideler taktığı halde onu dirilmemek üzere bütün cihazatını ve binler faideleri bulunan istidadâtını âkıbetsiz bir ölümle faidesiz, neticesiz, hikmetsiz bütün bütün israf etmek, ne derece hilâf-ı hikmet ve binler vaid ve ahidlerini yerine getirmemekle—hâşâ—aczini ve cehlini göstermek, ne kadar o haşmet-i saltanata ve o kemâl-i rububiyete zıttır, her zîşuur anlar.

On Birinci Şua
 
Z

Ziyaretçi

Misafir
Ey Rahmânürrahîm, ey Sâdıku’l-Va’di’l-Emîn, ey Mâlik-i Yevmiddîn,

Senin Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmının tâlimiyle ve Kur’ân-ı Hakîminin irşadıyla anladım ki:

Madem kâinatın en müntehap neticesi hayattır. Ve hayatın en müntehap hülâsası ruhtur. Ve zîruhun en müntehap kısmı zîşuurdur. Ve zîşuurun en camii insandır. Ve bütün kâinat ise hayata musahhardır ve onun için çalışıyor. Ve zîhayatlar zîruhlara musahhardır; onlar için dünyaya gönderiliyorlar. Ve zîruhlar insanlara musahhardır; onlara yardım ediyorlar. Ve insanlar fıtraten Hâlıkını pek ciddî severler ve Hâlıkları onları hem sever, hem kendini onlara her vesile ile sevdirir. Ve insanın istidadı ve cihazat-ı mâneviyesi, başka bir bâki âleme ve ebedî bir hayata bakıyor. Ve insanın kalbi ve şuuru, bütün kuvvetiyle bekà istiyor ve lisanı, hadsiz dualarıyla bekà için Hâlıkına yalvarıyor. Elbette ve herhalde, o çok seven ve sevilen ve mahbub ve muhib olan insanları dirilmemek üzere öldürmekle, ebedî bir muhabbet için yaratılmış iken, ebedî bir adâvetle gücendirmek olamaz ve kàbil değildir.

Belki, başka bir ebedî âlemde mes’udâne yaşaması hikmetiyle, bu dünyada çalışmak ve onu kazanmak için gönderilmiştir. Ve insana tecellî eden isimlerin, bu fâni ve kısa hayattaki cilveleriyle âlem-i bekàda onların âyinesi olan insanların, ebedî cilvelerine mazhar olacaklarına işaret ederler.

Evet, ebedînin sâdık dostu ebedî olacak. Ve bâkinin âyine-i zîşuuru bâki olmak lâzım gelir.


Üçüncü Şua
 
Z

Ziyaretçi

Misafir
Hem, bu kısa hayat-ı dünyeviyede ve bu kısacık ömr-ü beşerde ve bu muvakkat ve fâni zeminde o Hâkim-i Ezelînin haşmet-i saltanatı ve sermediyet-i hâkimiyeti yerleşemiyor. Ve nev-i insanda vuku bulan ve kâinatın intizamına ve adalet ve muvazenelerine ve hüsn-ü cemâline münâfi ve muhalif çok büyük zulümleri ve isyanları ve velinimetine ve onu şefkatle besleyene karşı ihanetleri, inkârları, küfürleri bu dünyada cezasız kalıp, gaddar, zâlim rahatla hayatını ve biçare mazlum meşakkatler içinde ömürlerini geçirirler. Ve umum kâinatta eserleri görünen şu adalet-i mutlakanın mâhiyeti ise, dirilmemek suretiyle o gaddar zâlimlerin ve meyus mazlumların vefat içindeki müsâvatlarına bütün bütün zıttır, kaldırmaz, müsaade etmez.


Onuncu Söz
 
Z

Ziyaretçi

Misafir
BEŞİNCİ ESAS: Hem anlarsın ki, şu fâni masnuat fena için değil; bir parça görünüp mahvolmak için yaratılmamışlar belki, vücutta kısa bir zaman toplanıp, matlup bir vaziyet alıp, ta suretleri alınsın, timsalleri tutulsun, mânâları bilinsin, neticeleri zaptedilsin. Meselâ, ehl-i ebed için daimî manzaralar nesc edilsin. Hem âlem-i bekàda başka gayelere medar olsun.

Eşya bekà için yaratıldığını, fena için olmadığını, belki sureten fena ise de tamam-ı vazife ve terhis olduğu bununla anlaşılıyor ki, fâni birşey, bir cihetle fenaya gider, çok cihetlerle bâki kalır. Meselâ, kudret kelimelerinden olan şu çiçeğe bak ki, kısa bir zamanda o çiçek tebessüm edip bize bakar; derakab, fena perdesinde saklanır. Fakat, senin ağzından çıkan kelime gibi o gider; fakat binler misallerini kulaklara tevdi eder, dinleyen akıllar adedince mânâlarını akıllarda ibkà eder. Çünkü, vazifesi olan ifade-i mânâ bittikten sonra kendisi gider; fakat, onu gören herşeyin hafızasında zahirî suretini ve herbir tohumunda mânevî mahiyetini bırakıp öyle gidiyor. Güya her hafıza ile her tohum, hıfz-ı ziyneti için birer fotoğraf ve devam-ı bekàsı için birer menzildirler.

En basit mertebe-i hayatta olan masnu böyle ise, en yüksek tabaka-i hayatta ve ervâh-ı bâkıye sahibi olan insan ne kadar bekà ile alâkadar olduğu anlaşılır. Çiçekli ve meyveli koca nebatatın bir parça ruha benzeyen herbirinin kanun-u teşekkülâtı, timsal-i sureti, zerrecikler gibi tohumlarda kemâl-i intizamla, dağdağalı inkılâplar içinde ibkà ve muhafaza edilmesiyle; gayet cem’iyetli ve yüksek bir mahiyete mâlik, haricî bir vücut giydirilmiş, zîşuur, nuranî bir kanun-u emrî olan ruh-u beşer ne derece bekà ile merbut ve alâkadar olduğu anlaşılır.

ALTINCI ESAS: Hem anlarsın ki, insan, ipi boğazına sarılıp istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır. Belki, bütün amellerinin suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zaptedilir.


Onuncu Söz
 
Z

Ziyaretçi

Misafir
Bu âlemin Mutasarrıfının madem nihayetsiz böyle bir keremi, nihayetsiz böyle bir rahmeti, nihayetsiz öyle bir celâl ve izzeti vardır. Nihayetsiz celâl ve izzet, edepsizlerin te’dibini ister. Nihayetsiz kerem, nihayetsiz ikram ister. Nihayetsiz rahmet, kendine lâyık ihsan ister. Halbuki, bu fâni dünyada ve kısa ömürde, denizden bir damla gibi, milyonlar cüzden ancak bir cüz’ü yerleşir ve tecellî eder.

Demek, o kereme lâyık ve o rahmete şayeste bir dar-ı saadet olacaktır. Yoksa, gündüzü ışığıyla dolduran güneşin vücudunu inkâr etmek gibi, bu görünen rahmetin vücudunu inkâr etmek lâzım gelir. Çünkü, bir daha dönmemek üzere zevâl ise, şefkati musibete, muhabbeti hırkate ve nimeti nıkmete ve aklı meş’um bir alete ve lezzeti eleme kalb ettirmekle, hakikat-i rahmetin intifâsı lâzım gelir.

Hem o celâl ve izzete uygun bir dar-ı mücazat olacaktır. Çünkü, ekseriya zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp, buradan göçüp gidiyorlar. Demek bir Mahkeme-i Kübrâya bırakılıyor, tehir ediliyor. Yoksa bakılmıyor değil. Bazan dünyada dahi ceza verir. Kurûn-u sâlifede cereyan eden âsi ve mütemerrid kavimlere gelen azaplar gösteriyor ki, insan başıboş değil; bir celâl ve gayret sillesine her vakit maruzdur.

Evet, hiç mümkün müdür ki, insan, umum mevcudat içinde ehemmiyetli bir vazifesi, ehemmiyetli bir istidadı olsun da, insanın Rabbi de insana bu kadar muntazam masnuatıyla kendini tanıttırsa, mukabilinde insan iman ile Onu tanımazsa; hem bu kadar rahmetin süslü meyveleriyle kendini sevdirse, mukabilinde insan ibadetle kendini Ona sevdirmese; hem bu kadar bu türlü nimetleriyle muhabbet ve rahmetini ona gösterse, mukabilinde insan şükür ve hamdle Ona hürmet etmese, cezasız kalsın, başıboş bırakılsın, o izzet, gayret sahibi Zât-ı Zülcelâl bir dar-ı mücazat hazırlamasın?

Hem hiç mümkün müdür ki, o Rahmân-ı Rahîmin kendini tanıttırmasına mukabil, iman ile tanımakla; ve sevdirmesine mukabil, ibadetle sevmek ve sevdirmekle; ve rahmetine mukabil, şükür ile hürmet etmekle mukabele eden mü’minlere bir dar-ı mükâfatı, bir saadet-i ebediyeyi vermesin?


Onuncu Söz
 
Z

Ziyaretçi

Misafir
BİRİNCİ SURET

Hiç mümkün müdür ki, bir saltanat, bahusus böyle muhteşem bir saltanat, hüsn-ü hizmet eden muti’lere mükâfatı ve isyan edenlere mücazatı bulunmasın? Burada yok hükmündedir. Demek, başka yerde bir mahkeme-i kübrâ vardır.


Onuncu Söz
 
Üst