Lahika Analizi 55: Kastamonu Lahikası 31. Mektubun Devamı

kenz-i mahfi

Sorumlu
Aziz ve kıymetli Üstadım,

Cenab-ı Hakkın lütuf ve keremiyle ve hadsiz ihsanıyla intisaben hizmet-i kudsiyesinde bulunduğum Risale-i Nur'un maddî ve manevi pek çok kerametlerini ve bereketlerini aynelyakîn görmüş ve lezzetini tatmış olan bu aciz hizmetkârınızın noksanlarını, hüsn-ü niyete ve hulûs-ü kalbine bağışlamanızı rica ederken, bu mübarek Risale-i Nur'un pek çok kerametlerinden birkaçını arz ediyorum. Şöyle ki:

Risale-i Nur tercümanı ve müellif ve sahibi bulunan zat, bin üç yüz yirmi dört (1324) ve yirmi beş (25) Rumî senelerinde, İstanbul'da iştiharla, "Bediüzzaman" namı ve lâkabı altında matbuatın sitayişle neşriyatından mütehassis olarak, o zaman on yedi yaşımda bulunduğum ve çok cahil ve çocukluk devresinde iken, bu mübarek isim kalbimde yer tutmuş. Ve bu kalbî muhabbet hürmet için olacak ki, bin üç yüz yirmi altı (1326) senesinde Hazret-i Üstadın, Bediüzzaman Said-i Kürdî lâkabı altında Karadeniz seyahatinde iki hizmetkârıyla İnebolu'yu ziyaret ederek, o zaman İnebolu'nun meşhur ulemasından Hacı Ziya ve diğer ulema arasında vapura teşyi edildiği sırada tesadüfen çarşıda karşılaştığım ve çok derin muhabbet hissiyle bu mübarek zâta selam durarak mütebessim ve nuranî simalarıyla ve keskin nazarlarıyla selamlarına ve manevi nazarlarıyla iltifatlarına mazhar olduğum günden beri artan muhabbet ve alâkamı, otuz senelik hatırımdan kat'iyen silinmediğini aynelyakîn görüyordum.

Tahminen ve takriben altı sene evvel bir gazete sütununda Isparta'da halkın fazla alâka göstermesinden, din ve İmân telkin etmesinden ürken ehl-i dünya tarafından tevkif edildiğini teessürle okumuştum. Otuz senelik uzun bir zaman içinde bir defa böyle acı haber aldığım halde, âkıbetinden kat'iyen başka bir malûmat edinememiştim. On seneden beri Cenab-ı Rabbü'l-Âlemîn Hazretlerinden niyazımda, dâima beş vakit dualarımda, "Yâ Rab, bana bir mürşid-i kâmil ihsan buyur" niyazında iken, bundan üç sene evvel, yani Hicrî bin üç yüz elli yedi (1357) ve milâdî bin dokuz yüz otuz sekiz (1938) senesinde, İnebolu'da bir kahvede, Kastamonulu bir zavallı sarhoşun sitayişle bahsettiği bir zâtın Kastamonu'da mevcudiyeti ve menfî olarak bulunduğunu işittim.

Dikkat ettim ve tahkik ve tamik ettim. Anladım ki, otuz senedir kalbimde saklı olarak taşıdığım o zamanki Said-i Kürdî olduğunu hissettiğimden, her tehlikeyi göze alarak ziyaret edip mübarek ellerini öpmek lazım ve şart olduğunu bildim. Ve ziyaretimde, eski Said'in ism-i mübarekleri Bediüzzaman Said Nursî ve Risale-i Nur'un müellifi ve sahibi olarak buldum. Kemâl-i aşk ve ihlasla sarıldım. Ve benim yegâne mürşidim ve rehberim ve büyük üstadım o Risale-i Nur'dur dedim. Ve bana bu hadsiz ihsanatı hidayet ve inayet buyuran Cenab-ı Hakka, Kur'an-ı Hakim'in harfleri adedince şükrederek, "Elhamdülillâh, hâzâ min fadli Rabbî" dedim. (Haşiye)


(Haşiye) Evet, bazı ehl-i velayetin ileride talebesi olacak zatlar, daha dünyaya gelmeden, hiss-i kablelvukuun inkişafiyle kerâmetkârâne keşfettikleri gibi, Risale-i Nur'un talebelerinin mühimlerinden birkaç zat dahi, çok zaman evvel, bir hiss-i kablelvuku ile, ileride Said ile alâkadar bir surette bir Nura hizmet edeceğini hissetmişler. İşte, onların birisi de Nazif'tir.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Risale-i Nur talebelerinin hemen ekserisinin ittifak ettiği ve üstadın da buna iştirak ettiği bir husus vardır. O da şudur: Risale-i Nur'un hizmetinde bulundukları zaman kalblerinde bir sürur ve sevinç, işlerinde muvaffakiyet, maişette genişlik zahiren görmeleridir. Bunun misalleri pek çoktur. Tam sadakat edenlerde, rızkındaki bereket bu davayı ispat eder mahiyettedir. Bu mektubun sahibi Ahmet Nazif Çelebi, Risalelere intisap etmezden evvel ticaretlerinde ve kazançlarında, Risalelere intisaptan sonra pek fevkalade ziyadeliği ve maişetçe rahat yaşamaya başlamaları ve manevi alemlerinin de aynı şekilde düzeldiğini beyan etmektedir. Bu davaya en bariz misallerden birisi Kastamonu Kahramanlarından Çaycı Emin'dir. Bu zat, Doğu'da mühim bir aşiretin reisi iken sürgün hadisesine maruz kalması dolayısıyla o zamanda umumi sürgün yeri olan Kastamonu'ya nefyedilmiş ve bu durum dolayısıyla fakr-ı hale düşmüş bir zattır. üstadın Kastamonu'ya sürgün edilmesi de, Kastamonu'nun umumi sürgün yeri olmasından dolayıdır. Risaleleri tanımazdan evvel bütün sene çalıştığı ve geçimini zorla temin ettiği halde, Risaleleri tanıdıktan sonra 3-4 aydan fazla çalışmadığı halde eskisinden daha rahat yaşamaya başlaması tamamen Risale-i Nur hizmetinin bereketi neticesidir. Bunu insan vicdanen hissediyor ve değerli kardeşlerimizden de bu davaya şehadet edecek çok kişi mevcuttur.

Ahmet Nazif Çelebi'nin Bediüzzaman ismini ilk duyması Rumi 1324 (Miladi 1908) senesinde gazetelerin sitayişle Bediüzzaman'dan bahsetmesi sebebiyledir. Daha sonra Rumi 1326 (Miladi 1910) senesinde muhtemelen Bediüzzaman'ın Tiflis seyahati sırasında İnebolu'ya uğraması esnasındadır. Mektupta bahsedildiği gibi o zaman henüz 19 yaşındadır. Üstadın tebessümüne karşılık vermiş ve o zamandan beri kalbinde yer tutmuştur. Üstadla daha sonra 1938 senesinde karşılaşmalarından 10 sene evvel daima dualarında "Ya Rab, bana bir mürşid-i kamil ihsan buyur" duasının kabule neticesinde üstadının aynı vilayete sürgün gitmesi gerçekten medar-ı ibrettir. Duası öyle bir kabule mazhar olmuş ki, Cenab-ı Hakk, istedii mürşid-i kamili onun ayağına göndermiştir. Evet burası medar-ı nazardır, onun duasındaki halisiyetin neticesidir diyebiliriz. Demek ki duanın tesiri azimdir.

Küçük ve lüzumsuz bir bilgi vermek gerekirse, mektubun başında Rumi tarih verilirken daha sonra Hicri tarihin verilmesi, Rumi takvimin 1925 senesinde yürürlükten kaldırılması dolayısıyladır diyebiliriz.

Hicri takvimi Miladi Takvime çevirmek için şöyle bir formül vardır:

(Hicri Takvim / 1.0307) - 621,536 = Miladi Takvim
Rakamla ifade edersek burada bahsedilen Hicri 1357 senesi;

(1357 / 1,0307) - 621,536 = 1938,1169
 
Üst