Sikke-i Tasdik-i Gaybi 5. Ders - İmanla Kabre Girmek İçin..

Eddaî2

Well-known member


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

Esselamün aleyküm ve rahmetullah.

Açıklamalı derslerimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Anladıklarımızı paylaşmaya, anlamadıklarımızı da birlikte anlamaya çalışalım inşaallah. Selam ve dua ile.


[BILGI]BİRİNCİ MESELE: Birinci Şuada bir-iki âyetin işaretinde, Risale-i Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gireceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir. Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işârata tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim, çoktan beri muntazırdım. Lillâhilhamd, iki emâre birden kalbime geldi:

Birinci emare: İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: “Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir.” Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.”

Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir.

İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur’ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.

Bu ikinci yol, Risale-i Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkaları dahi insafla baksalar, Risale-i Nur’un hakaik i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler.

İkinci emare: Risale-i Nur’un sadık şakirtlerinin, hüsn-ü âkıbetlerine ve iman ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor.

Ezcümle: Risale-i Nur’un bir hâdimi ve birtek şakirdi, yirmi dört saatte, lâakal Risale-i Nur talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına yüz defa Risale-i Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususî hüsn-ü âkıbetlerine ve imanla kabre girmelerine, aynı duayı, en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyor.

Hem Risale-i Nur talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma mâruz olan iman hususunda, birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimî, mâsum lisanlarıyla dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmez. Faraza, mecmuu itibarıyla reddedilse de, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine her biri selâmet-i imanla kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünkü herbir dua umuma bakar.

Said Nursî


Sikke-i Tasdik-i Gaybi[/BILGI]


[TAVSIYE]Benzer ders: Risale-i Nur Açıklamalı 5 : İman Ve Tevekkül

Diğer derslerimiz: Risale Açıklamalı
[/TAVSIYE]
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

Risale-i Nurdan bir şekilde istifade eden yani yazan, okuyan, mütalaa eden iman noktasında bir gelişme kaydeder.Çünki hazret, Kuran-ı Hakimden Allah cc kelamından feyz almıştır. Hem dost, kardeş ve talebe daireleri de imanı kuvvetlenmesi cihetiyle istifade eder. Hususan kardeş ve talebe daireleri bütün kardeşlerin duasına ortak olur. Talebe ise üstadın ve diğer talebelerin hem duasına hem de manevi kazançlarına ortak olur. Bu şekilde imanı kuvvetlenen ve hüsn-ü hatime dualarına hissedar olan kişilerin,inşaallah selâmet-i imanla kabre gireceğine kâfi geliyor.
 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

Ben namaz tesbihatının âhirinde, otuzüç defa kelime-i tevhid zikrederken, birden kalbime geldi ki: Hadîs-i şerifte "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne geçer" Risalet-ün Nur'da o saat var; çalış, o saati bul, ihtar edildi. Âdeta ihtiyarsız bir surette, Kur'anın âyet-ül kübrasının iki tefsiri olan iki Âyet-ül Kübra Risalelerinden mülahhas tefekkürî bir tekellüm, tam bir saat devam etti. Baktım; size gönderdiğim Âyet-ül Kübra Risalesi'nin Birinci Makamı'nın hülâsasından müntehab güzel bir sırrını hülâsa ile, Yirmidokuzuncu Lem'a-i Arabiye'den müstahrec nurlu, tatlı fıkralardan terekküb ediyor. Ben, kemal-i lezzetle, her gün tefekkürle okumağa başladım. Birkaç gün sonra hatırıma geldi ki: Madem Risale-i Nur bu zamanın bir mürşididir, talebelerine bir vird-i ekber olabilir diye kaleme aldım. Ve bütün risalelerin hususî menba'ları, madenleri olan binden ziyade âyât-ı Kur'aniyeyi, kendi Kur'anımda evvelce işaretler koyup bir Hizb-i A'zam-ı Kur'anî yapmak niyet ettim. Şimdi bu hizb-i a'zam ve bu vird-i ekber, Risale-i Nur mensublarına bazı eyyam-ı mübarekede okunması için bir zaman size de göndermek hakkınız var. İnşâallah bir zaman sonra size gönderilecek. Bazı kelimelerini tercüme ve bir kısım kayıdlarını tefhim için, vakit bulsam gayet kısa haşiye gibi bir şey yazacağım.

Umum kardeşlerime ve hizmet-i Kur'aniyede bütün arkadaşlarıma hasret ve iştiyakla binler selâm.

Said Nursî
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

[NOT]Birinci Şuada bir-iki âyetin işaretinde, Risale-i Nur’un sadık talebeleri imanla kabre gireceklerine ve ehl-i Cennet olacaklarına dair kudsî bir müjde ve kuvvetli bir beşaret bulunduğu gösterilmiştir.[/NOT]

Bahsedilen iki ayetin meali.

"O gün insanlardan şakîler ve saidler vardır." (Hûd, 11/105).
"Saidlere gelince, onlar da Cennette kalacaklardır." (Hûd, 11/108).

 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

[NOT]Fakat bu pek büyük meseleye ve çok kıymettar işârata tam kuvvet verecek bir delil ister diye beklerdim, çoktan beri muntazırdım. Lillâhilhamd, iki emâre birden kalbime geldi:

Birinci emare: İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: “Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir.” Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.”

Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile keşf ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir.

İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur’ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.

Bu ikinci yol, Risale-i Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkaları dahi insafla baksalar, Risale-i Nur’un hakaik i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler.[/NOT]


[TAVSIYE]İman, yalnız icmâlî ve taklîdî bir tasdike münhasır değil; bir çekirdekten, tâ büyük hurma ağacına kadar ve eldeki ayinede görünen misalî güneşten tâ deniz yüzündeki aksine, tâ güneşe kadar mertebeleri ve inkişafları olduğu gibi; imanın o derece kesretli hakikatleri var ki, bin bir esmâ-i İlâhiye ve sair erkân-ı imaniyenin kâinat hakikatleriyle alâkadar çok hakikatleri var ki, “Bütün ilimlerin ve mârifetlerin ve kemalât-ı insaniyenin en büyüğü imandır ve iman-ı tahkikîden gelen tafsilli ve burhanlı mârifet-i kudsiyedir” diye ehl-i hakikat ittifak etmişler.

Evet, iman-ı taklidî, çabuk şüphelere mağlûp olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratip var. O meratiplerden ilmelyakîn mertebesi, çok burhanlarının kuvvetleriyle binler şüphelere karşı dayanır. Halbuki taklidî iman bir şüpheye karşı bazan mağlûp olur.

Hem iman-ı tahkikînin bir mertebesi de aynelyakîn derecesidir ki, pek çok mertebeleri var. Belki esmâ-i İlâhiye adedince tezahür dereceleri var. Bütün kâinatı bir Kur’ân gibi okuyabilecek derecesine gelir.

Hem bir mertebesi de hakkalyakîndir. Onun da çok mertebeleri var. Böyle imanlı zatlara şübehat orduları hücum da etse bir halt edemez. Ve ulemâ-i ilm-i kelâmın binler cild kitapları, akla ve mantığa istinaden telif edilip, yalnız o mârifet-i imaniyenin burhanlı ve aklî bir yolunu göstermişler. Ve ehl-i hakikatin yüzer kitapları keşfe, zevke istinaden o mârifet-i imaniyeyi daha başka bir cihette izhar etmişler. Fakat, Kur’ân’ın mu’cizekâr cadde-i kübrâsı, gösterdiği hakaik i imaniye ve mârifet-i kudsiye, o ulemâ ve evliyanın pek çok fevkinde bir kuvvet ve yüksekliktedir.

İşte, Risale-i Nur bu cami ve küllî ve yüksek mârifet caddesini tefsir edip, bin seneden beri Kur’ân aleyhine ve İslâmiyet ve insaniyet zararına ve adem âlemleri hesabına tahribatçı küllî cereyanlara karşı Kur’ân ve iman namına mukabele ediyor, müdafaa ediyor.


Emirdağ Lahikası[/TAVSIYE]
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

[NOT]İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur’ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.[/NOT]


[TAVSIYE]Tevhid iki kısımdır. Meselâ, nasıl ki bir çarşıya ve bir şehre büyük bir zâtın mütenevvi malları gelse, iki çeşitle onun malı olduğu bilinir:

biri, icmâlî, âmiyânedir ki, “Bu kadar azîm mal, ondan başka kimsenin haddi değil ki sahip olabilsin.” Fakat böyle âmî bir adamın nezaretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahip çıkabilir.

İkinci çeşit odur ki, her denk üzerinde yazıyı okur, herbir top üstünde turrayı tanır, herbir ilân üstünde mührünü bilir bir surette “Herşey o zâtındır” der. İşte, şu halde herbir şey o zâtı mânen gösterir.
Aynen öyle de, tevhid dahi iki çeşittir.

biri tevhid-i âmî ve zahirîdir ki, “Cenâb-ı Hak birdir; şeriki, naziri yoktur. Bu kâinat onundur.”

İkincisi tevhid-i hakikîdir ki, herşey üstünde sikke-i kudretini ve hâtem-i rububiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle, doğrudan doğruya herşeyden Onun nuruna karşı bir pencere açıp, Onun birliğine ve herşey Onun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve rububiyetinde ve mülkünde hiçbir vechile hiçbir şeriki ve muini olmadığına, şuhuda yakın bir yakinle tasdik edip iman getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde etmektir.


Yirmi İkinci Söz[/TAVSIYE]
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

[NOT]Evet, iman-ı taklidî, çabuk şüphelere mağlûp olur. Ondan çok kuvvetli ve çok geniş olan iman-ı tahkikîde pek çok meratip var. O meratiplerden ilmelyakîn mertebesi, çok burhanlarının kuvvetleriyle binler şüphelere karşı dayanır. Halbuki taklidî iman bir şüpheye karşı bazan mağlûp olur.[/NOT]

[TAVSIYE]
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Zâhir ile bâtın arasında müşabehet varsa da, hakikate bakılırsa aralarında büyük uzaklık vardır.

Meselâ, âmiyâne olan tevhid-i zâhirî, hiçbirşeyi Allah’ın gayrısına isnad etmemekten ibarettir. Böyle bir nefiy sehil ve basittir. Ehl-i hakikatin hakikî tevhidleri ise, herşeyi Cenâb-ı Hakka isnad etmekle beraber, herşeyin üstünde bulunan mührünü, sikkesini görüp okumaktan ibarettir. Bu huzuru ispat, gafleti nefyeder.


Mesnevi-i Nuriye[/TAVSIYE]
 

Eddaî2

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

[TAVSIYE]Elhasıl, nasıl ki, iman, ölüm vaktinde insanı idam-ı ebedîden kurtarıyor; öyle de, herkesin hususî dünyasını dahi idamdan ve hiçlik karanlıklarından kurtarıyor. Ve küfür ise, hususan küfr-ü mutlak olsa, hem o insanı, hem hususî dünyasını ölümle idam edip mânevî cehennem zulmetlerine atar, hayatının lezzetlerini acı zehirlere çevirir. Hayat-ı dünyeviyeyi âhiretine tercih edenlerin kulakları çınlasın! Gelsinler, buna ya bir çare bulsunlar veya imana girsinler, bu dehşetli hasârattan kurtulsunlar.


Şualar[/TAVSIYE]
 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

Ahirzaman da imanla kabre gitme ile ilgili Bediüzzaman'ın tespitleri

.....Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinin bunca genişliğine rağmen, kul yine de endişe etmeli; kabre imansız ‎girmekten tir tir titremelidir. Zira Allah Resûlü’nün ifadeleri içerisinde, akşam mü’min olanın sabah kâfir; ‎sabah mü’min olanın da akşam kâfir olabileceği şu dönemde, kimse akıbetinden emin olmamalıdır.‎

Evet, Üstad’ın 1940-45’li yılları arasında ifade ettiği bu hakikatin, üç yönden incelenmesi gerekir. Bir; ehl-‎i keşif ve tahkik kimdir? İki; Üstad, bu sözü hangi şartlarda söylemiştir? Üç; aynı mesele, günümüzde de ‎geçerli midir? ‎

Bir: Yaygın bir kanaate göre o “ehl-i keşif ve tahkik” Bediüzzaman’ın kendisidir. Evet, kendinin şuurunda ‎ve farkında olan, fakat bunu etrafına açmayan Hak dostu onun kendisidir. Aslında daha 20-25 yaşlarında iken, ‎kabirde olup-biteni sezecek kadar keşfe-keramete açık bir insanın, bir yerde ölen insanlardan ancak kırkta bir ‎ya da ikisinin imanla, gerisinin imansız kabre girdiğini haber vermesi normal sayılabilir. Hayatı boyunca, ‎gözlerini harama kapayan bir insanın, Cenâb-ı Hak kalb gözünü açmış ve onunla berzah âleminde olup biteni ‎seyrettirmişse bu Allah’ın ona bir lütfudur. ‎

İki: Üstad bu sözü hangi şartlarda söylemiştir? Herkesin bildiği gibi, onun yaşadığı devir, her yönüyle ‎farklıdır. Tefsir yazacak seviyedeki din âlimleri bile, birtakım İslâm düşüncesiyle telifi imkânsız olan fikrî ‎cereyanlara maruz kalmış; hilkat mevzuunda evolüsyona inanacak kadar tereddüde düşmüşlerdir. Böyle bir ‎dönemde elbette avam halkın, kamil bir imânâ sahip olması düşünülemez. Kâmil imânâ sahip olmaları bir yana, ‎insanlar küfür seylapları önünde yuvarlanan birer kütük haline gelmişlerdir. Dönemin bu özelliği, elbette o ‎dönemde yaşayan insanlar üzerinde etkili olmuştur. İman ve Kur’ân adına en küçük bir kıvılcımın bile ‎tutuşturulmasına müsaade edilmeyen bir dönemde Üstad, o döneme mahsus ölen insanların kırkta bir ya da ‎ikisinin ancak imanlı olarak kabre girdiğini haber vermiştir.‎

Üç: Aynı mesele günümüzde de geçerli midir? Üstad’ın bundan 40-50 yıl önceki bir müşahedesini, bunca ‎Allah’a iman etmiş ve gönül vermiş insanın olduğu şu döneme teşmil ve tamim etmek doğru olmasa gerek diye ‎düşünüyorum. Zira o, aynı mesele ile ilgili başka bir yerde, iman ve Kur’ân’a hizmet dairesi içine girenlerin ‎imanla kabre gireceklerini müjdeler. Dolayısıyla bugün, aynı daire içinde bulunup dünyanın dört bir yanına ‎dağılmış, kalbleri aynı duygu ve aynı düşünce etrafında atan binlerce insan vardır. Bu insanlar her akşam-sabah ‎ellerini kaldırıp: “Allahümme ecirna minennar; Allah’ım! İslâm’a gönül vermiş bütün Müslümanları cehennem ‎ateşinden koru..” diyerek birbirlerine dua etmektedirler. Bu dua, ferdan ferda herkes için söz konusudur. Bir ‎insanın duasını bile geri çevirmeyen Allah’ın (c.c) bunca insanın duasına hayır demesini düşünmek, O’nun ‎hakkında yapılacak en büyük sû-i zan olur. Cenâb-ı Hak’tan ümidimiz, şimdilerde İslâm’ı tanıyıp kabullenen, ‎O’na gönül veren ve hatta iman ve Kur’ân hizmetinde bulunanlara düşmanlık duyguları içeresinde olmayan ‎insanlara bile, -bir kısım ibadetleri eksik ve kusurları olsa bile- imanla kabre girmeyi nasip edeceği ‎istikametindedir. ‎

Burada üzerinde durulacak başka bir husus ise, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri hayatı boyunca yazdığı ‎eserlerle, insanların zihnindeki şüpheleri izale edip, imanı tahkime çalışan bir İslâm âlimidir. Belki de Cenâb-ı ‎Hak, bu görevi daha çevik-çavak yapsın diye, ona bu imansızlık fezaat ve fecaatini göstermiş, aşk ve şevkle ‎iman hizmetinde bulunmasını sağlamıştır.‎M.Fethullah Gülen
 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

Nur Talebesi’nin evi bir Nur Medresesi gibi çalışır. Çoluk çocuğuyla Risale-i Nur okuyup yazarak çalıştığı gibi, alakadar komşularını da arasıra davet ederek Risale-i Nur’dan istifade etmelerine çalışır. Okulunda, işyerinde hep bu şuurla yaşar, bu şuurla hareket eder. Bunun için Hazret-i Üstad, “Her şakirdin (talebenin) vazifesi, yalnız kendi imanını kurtarmak değil; belki başkasının imanlarını da muhafaza etmeye mükelleftir. O da hizmete ciddî devam ile olur.”Ve herbir dua umuma bakar.

“Risalet-ün-Nur, kendi sâdık ve sebatkâr şâkirdlerine kazandırdığı çok büyük kâr ve kazanç ve pek çok kıymettar neticeye mukabil, fiat olarak o şâkirdlerden tam ve hâlis bir sadâkat ve dâimî sarsılmaz bir sebat ister. Yani Nur Talebesi olmak ve onun getireceği büyük sevablardan hissedar olmak ancak ömür boyu süren bir sadakatle mümkün olur.


Hazretin önemsediği hususlardan birkaçı;

-Nurları neşretme ve bunun öneminin farkındalığı;
-
Kur’an harflerinin muhafazası
-Sadakat ve sebat gösterme. gibi vasıfları barındırmaya çalışan ;
Risale-i Nur’a talebelerine çok büyük manevî kazançlar elde edeceğini müjdelemiş ve bunlardan birinin de imanla kabre girmek olduğunu beyan etmiştir.

Bu açıklamanın yanında şunu da eklemek gerekir ki;
imanla kabre girmek ve ehli cennet olmak azaptan emin olmayı gerektirmez. Belki ebedi azaptan kurtulur; ama günah ve hatalarından dolayı da azaba maruz kalabilir, bunun garantisi yoktur. Bu sebeple çok büyük evliya ve müçtehitler de, kabir ve cehennem azabından korkmuşlar.

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

[NOT]İkinci emare: Risale-i Nur’un sadık şakirtlerinin, hüsn-ü âkıbetlerine ve iman ı kâmil kazanmalarına o derece kesretli ve makbul ve samimî dualar oluyor ki, o duaların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor.

Ezcümle: Risale-i Nur’un bir hâdimi ve birtek şakirdi, yirmi dört saatte, lâakal Risale-i Nur talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına yüz defa Risale-i Nur talebelerine ettiği duaları içinde hiç olmazsa yirmi otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususî hüsn-ü âkıbetlerine ve imanla kabre girmelerine, aynı duayı, en ziyade kabule medar olan şerait içinde ediyor.

Hem Risale-i Nur talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma mâruz olan iman hususunda, birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimî, mâsum lisanlarıyla dualarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmez. Faraza, mecmuu itibarıyla reddedilse de, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine her biri selâmet-i imanla kabre gireceğine kâfi geliyor. Çünkü herbir dua umuma bakar.[/NOT]

Burdaki "Risale-i Nur'un sadık şakirtlerinin" ifadesinin altını çizmek gerekiyor. Risale-i Nura üç tarzda hizmet etmek mümkün. Bunlar Yirmi Altıncı Mektupta Üstadımızın belirttiği gibi dost, kardeş ve talebe gruplarıdır.

[TAVSIYE]Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat'iyyen, Sözler'e ve envâr-ı Kur'aniyeye dair olan hizmetimize ciddî tarafdar olsun; ve haksızlığa ve bid'alara ve dalalete kalben tarafdar olmasın, kendine de istifadeye çalışsın.

Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakikî olarak Sözler'in neşrine ciddî çalışmakla beraber, beş farz namazını eda etmek, yedi kebairi işlememektir.

Talebeliğin hâssası ve şartı şudur ki: Sözler'i kendi malı ve te'lifi gibi hissedip sahib çıksın ve en mühim vazife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.



İşte şu üç tabaka benim üç şahsiyetimle alâkadardır. Dost, benim şahsî ve zâtî şahsiyetimle münasebetdar olur. Kardeş, abdiyetim ve ubudiyet noktasındaki şahsiyetimle alâkadar olur. Talebe ise, Kur'an-ı Hakîm'in dellâlı cihetinde ve hocalık vazifesindeki şahsiyetimle münasebetdardır.

Şu görüşmenin de üç meyvesi var:

Birincisi: Dellâllık itibariyle mücevherat-ı Kur'aniyeyi benden veya Sözler'den ders almak. Velev bir ders de olsa.

İkincisi: İbadet itibariyle uhrevî kazancıma hissedar olur.

Üçüncüsü: Beraber dergâh-ı İlahiyeye müteveccih olup rabt-ı kalb ederek, Kur'an-ı Hakîm'in hizmetinde el-ele verip, tevfik ve hidayet istemek.

Eğer talebe ise; her sabah mütemadiyen ismiyle, bazan hayaliyle dahi yanımda hazır olur, hissedar olur.

Eğer kardeş ise, birkaç defa hususî ismiyle ve suretiyle dua ve kazancımda hazır olup hissedar olur. Sonra umum ihvanlar içinde dâhil olup, rahmet-i İlahiyeye teslim ediyorum ki, dua vaktinde "ihvetî ve ihvanî" dediğim vakit onlar içinde bulunur. Ben bilmezsem, rahmet-i İlahiye onları biliyor ve görüyor.

Eğer dost ise ve feraizi kılar ve kebairi terkederse, umumiyet-i ihvan itibariyle duamda dâhildir. Bu üç tabaka dahi, beni manevî dua ve kazançlarında dâhil etmek şarttır.
[/TAVSIYE]

Risale-i Nur'un sadık şakirtleri yani talebeleri, onu neşretmeyi ve ona hizmet etmeyi hayatının en büyük gayesi bilir. Diğer dünyevi herşeyi bu gayeye bir araç olarak kullanır. Ömrünü Kur'ana hizmetle geçiren talebe, elbette bu vasıflarını ihlasla devam ettirdiği takdirde, imanla kabre girecek ve Üstad Hazretlerinin bu müjdesine mazhar olacaktır inşaallah. Zaten Kur'an-ı Kerim de çoğu ayetinde mealen diyor ki; güzel işler yapanlar ve salih ameller işleyenler için cennetler vardır. Efendimiz aleyhissalatü vesselamın "“Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” (bk. Aliyyülkârî, Mirkâtü’l-mefâtîh 1/332, 7/375, 8/431) hadisi de bu müjdeye başka bir delildir.

Duanın Allah katında en önemli ibadetlerden olduğu da ayetlerle sabittir. Bir nur talebesi günde en az 5 defa namazlarının ardından tesbihat yapıyor. Bilhassa her günün sabah ve akşam namazının tesbihatında, kabir azabı, cehennem azabı ve daha birçok dünyevi ve uhrevi musibet ve felaketlerden Allaha cc. sığınıyor. Ve bu dualar bütün cemaat mensupları gıyabında yapılıyor. Yüzbinlerce dil ile yapılan samimi dualardan, bir teki kabul olsa, imanla kabre girilmesine vesile olacaktır inşaallah. Allah Risale-i Nur'a talebe olmayı ve imanla kabre girmeyi cümlemize nasib eylesin, amin.
 

Sergerdan

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

Sarf ve nahiv ilmini okuyan bir medrese talebesinin vefat edip, kabirde Münker ve Nekir'in: "Men Rabbüke" (Senin Rabbin kimdir?) diye suallerine karşı, kendini medresede zannedip nahiv ilmiyle cevap vererek, "Men mübtedâdır, Rabbüke onun haberidir. Müşkül bir meseleyi benden sorunuz, bu kolaydır" diyerek, hem o melâikeleri, hem hazır ruhları, hem o vâkıayı müşahede eden orada bulunan bir keşfü'l-kubur velîsini güldürdü ve rahmet-i İlâhiyeyi tebessüme getirdi.

Azaptan kurtulduğu gibi, Risale-i Nur'un bir şehid kahramanı olan merhum Hâfız Ali, hapiste Meyve Risalesini kemâl-i aşkla yazarken ve okurken vefat edip kabirde melâike-i suale mahkemedeki gibi Meyve hakikatleriyle cevap verdiği misilli, ben de ve Risale-i Nur şakirtleri de, o suallere karşı Risale-i Nur'un parlak ve kuvvetli hüccetleriyle istikbalde hakikaten ve şimdi mânen cevap verip onları tasdike ve tahsine ve tebrike sevk edecekler inşaallah. (11 nci şua)
 

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

Risale-i Nur talebelerinin inşallah kabre imanla girmesi mevzusunda; dost ve kardeş olanlar bu müjdeye mazhar değiller mi?
 

pendüender

Well-known member
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

"“Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz” Demek ki, bizim yaşama tarzımız istikbalimizi belirleyen en önemli bir etkendir.
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..


Üç: Aynı mesele günümüzde de geçerli midir? Üstad’ın bundan 40-50 yıl önceki bir müşahedesini, bunca ‎Allah’a iman etmiş ve gönül vermiş insanın olduğu şu döneme teşmil ve tamim etmek doğru olmasa gerek diye ‎düşünüyorum.

Bediüzzaman, aynı bahsin devamında nur talebelerinin ekseriyetinin bu davayı kazandığını ve avukat tutmak isteyenin Onu elde etmesinin kafi olacağını beyan ediyor. Dolayısıyla burada bahsedilen 40 kişi, nur talabeleri değil , bir rivayette cami cemaati yani namaza devam eden sıradan insanlardır. Yani burada nur talebeleri zaten bahsedilen rakamlar hariç tutulmuştur. Nur talebeleri bu zamanda ne kadar fazla olsa da yine umum müslümanların sayısına kıyas edildiği zaman yine çok az kalmaktadırlar. Yani Bediüzzaman'ın verdiği rakam gayetle doğru ve mutabıktır. Bu zamana da aynen bakmaktadır. Zaten o bahisde kırk kişiden birkaç tanesinin kurtarabildiğini, buradaki birkaç kişi kaydının ise azlığı ifade ettiğini anlamamız gerekir. Nur talebeleri için verilen rakam ise yüzde doksandır.

Üstadın sözleri, bir zamana mahsus değildir. Bir hadiseye de münhasır değildir. Öyle ise bu durum halen devam etmektedir.

"üstadın sözleri şu zamana, bu zamana teşmil edilmez" gibi ifadelerde nasıl bir mana var ifade edemiyorum....
Gerçekten teessüf ediyorum...
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Cevap: Açıklamalı Risale Dersleri 57 - İmanla Kabre Girmek İçin..

Dikkat edilirse, "Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkîk, bir yerde kırk vefiyatdan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvanın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?" ifadesinden bir önceki cümlede "ve bu asırda" kaydı düşerek, bu hadisenin ne zaman içinde olduğunu beyan etmiştir. "Asr" kelimesi "yüzyıl" için kullanılabileceği gibi, ahir zaman için de kullanılabilir. Demek ki üstadın bu ifadesi kıyamete kadardır.
Teemmel...
 
Üst