HZ. FATlMA-TÜZ ZEHRA (Radıyallahü Anhâ)

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Resûlullah’ın (s.a.v.) Hz. Hadîce-tül Kübrâ’dan olan dört kızından en çok sevdiği. Hicretten 13 yıl evvel Mekke’de doğdu. Hicretin ikinci yılında Hz. Ali ile evlendirildi.

O zaman Hz. Ali yirmibeş, Hz. Fâtıma da onbeş yaşına gelmiş idi. Resûlullah’ın (s.a.v.), soyu yalnız Hz. Fâtıma’dan olan Hz. Hasan ve Hüseyin’le devam etti. Hz. Fâtıma’nın Hasan, Hüseyin, Muhsin isminde üç oğlu ile iki kızı oldu. Muhsin küçük yaşta vefât etti.

Hz. Alî, Hz. Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’e (r.a.) (Ehl-i Beyt, veya (Âl-i Aba) denir. Hz. Meryem’den sonra, bütün kadınların en üstünüdür. Aklı, zekâsı, hüsnü cemâli (güzelliği) zühdü (dünyâya düşkün olmaması), takvası (haramlardan kaçınması) ve güzel ahlâkı ile bütün insanlara çok güzel bir örnektir. Yüzü pek beyaz ve parlak olduğundan (Zehra) denildi.

Zühd ve dünyâdan kesilmekte en ileri olduğu içindir ki; (Betül), Çok temiz demişlerdir. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifler ile medh olundu. Resûlullah’ın (s.a.v.) vefâtından sonra güldüğü hiç görülmemiştir. Peygamberimizden sonra altı ay daha yaşayıp onbirinci yılda Ramazan-ı Şerif’in 3. günü vefât etti.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Fâtıma, Resûl-i ekreme (s.a.v.) Peygamberliği bildirildiği sene dünyâya teşrif etmişlerdir. En küçük kızları idi. Annesi Hz. Hadîce Resûlullah’ın (s.a.v.) ilk zevcesidir (hanımıdır).

Hz. Hadîce çok zengin ve âlim, akıllı idi. Bütün malını Resûlullah’a bağışladı. Yirmidört sene çok iyi hizmet etti. Hicretten üç yıl önce, altmışbeş yaşında Mekke’de vefât eti. İlk imâna gelen hür kadındır.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Fâtıma annesi vefât ettiği zaman 10 yaşlarında idi. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de, Ehl-i Beyt’e buyuruyor ki “Allahü teâlâ sizlerden ricsi ya’ni her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irâde ediyor.” Eshâb-ı kirâm sordular. Yâ Resûlallah! Ehl-i Beyt kimlerdir?

O esnada, İmâm-ı Ali geldi. Mübârek paltosu altına aldılar. Fâtıma-tüz-Zehra da geldi. Onu da yanına aldılar, İmâm-ı Hasan geldi Onu da bir yanına, İmâm-ı Hüseyin geldi. Onu da öbür tarafına alarak “İşte bunlar, benim Ehl-i Beyt’imdir.” buyurdular. Bu mübârek insanlara Âl-i Âba ve Âl-i Resûl denir.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İmâm-ı Hasen ve İmâm-ı Hüseyin (r.a.) küçük iken hastalanmışlardır. Pederleri ve valideleri Fâtıma-tüz-Zehra ve hizmetçileri Fıdda, çocuklar iyi olunca üçü de hasta iken adadıkları orucu tuttular.

Birinci gün, iftar için hazırladıkları yemeği, o esnada kapılarına gelen yetimlere vererek yemek yemeden ikinci günün orucuna başladılar. O akşam iftarlığını da, yine o saatde kapıya gelip (Allah için bir şey verin!) diyen fakir ve miskinlere verdiler.

O gece de yemek yemeden, üçüncü günün orucuna başladılar. O akşam dahi, kapılarına gelen fakiri boş çevirmemek için, iftarlıklarını ona verdiler.

Bunun üzerine Âyet-i kerîme geldi ve Allahü teâlâ buyurdu ki;“Bunlar, adaklarını yerine getirdiler. Uzun ve sürekli olan kıyâmet gününden korktukları için, çok sevdikleri ve canlarının istediği yemekleri miskin, yetim ve esirlere verdiler. Biz bunları, Allahü teâlânın rızâsı için yedirdik.

Sizden karşılık olarak bir teşekkür, birşey beklemedik, bir şey istemeyiz dediler. Bunun için Cenâb-ı Hak, onlara şerâb-ı tahûr içirdi.”
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Ehl-i beyti nebeviyi sevmek, âhirete imân ile gitmeğe, son nefeste selâmete kavuşmağa sebep olur. Server-i âlem (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfde buyurdu ki:

“Ehl-i beytim, Nuh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Onlara tâbi olan, selâmet bulur. Geri kalan helâk olur.”

Bir hadîs-i şerîfte de buyuruldu ki: “Kızım Fâtımayı, Ali’ye vermeği Rabbim bana emr eyledi. Allahü teâlâ, her Peygamberin sülâlesini kendinden, benim sülâlemi ise, Ali (r.a.) den halk buyurmuştur.”
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Abdullah İbni Mes’ûd (r.a.) der ki: Resûlullahın (s.a.v.) Kureyşe beddua ettiğini asla işitmedim. Yalnız bir gün Kâ’be-i şerîf yanında namaz kılıyordu. Ebû Cehil, kendi adamlarıyla bir yerde oturuyorlardı.

O sırada bir kimse gelip ölmüş bir deve işkembesini oraya bıraktı. Ebû Cehil, (Bu kan ile bulaşmış işkembeyi, kim götürüp, Muhammed (s.a.v.) secdeye inince arkasına koyar) dedi. Onların içinde en ziyâde bedbaht Ukbe bin Ebî Muit, bu çirkin işe girişip, onu Hâce-i âlem secdede iken üstüne koydu. Resûlullah (s.a.v.) secdeden kalkmadı.

O bedbahtlar gülüştüler.

O kadar ki, gülmekten birbirlerinin üzerine düştüler. İbni Mes’ûd (r.a.) der ki; Ben uzaktan bakardım. Müşriklerin korkusundan yanına varamadım. Nihayet bir kimse Hz. Fâtıma’ya haber verdi. Fâtıma (r.anhâ) gelip onu Resûl-i ekremin üzerinden kaldırdı.

Peygamberimiz (s.a.v.) namazdan kalkınca üç kare “Yâ Rabbi! Kureyşi sana havale ediyorum” buyurdu. Bir rivâyette isimlerini söyleyip “Yâ Rabbi! Sana bırakıyorum” buyurdu.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İbni Mes’ûd (r.a.) der ki:

Allah hakkı için onları Bedir günü gördüm, hepsini katl edip, ayaklarından sürüyerek Bedir kuyusuna bıraktılar. Umeyye ve Amr’ı ise parça parça ettiler. Ammar ve Velid’i çok feci şekilde öldürüp Cehenneme gönderdiler.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hicretleri: Resûlullah (s.a.v.), Medine-i Münevvere’ye, Allahü teâlânın emriyle hicret ettikten sonra, hanımı Sevde, kızları Ünmmü Gülsüm ve Hz. Fâtımayı getirmeleri için, Zeyd bir Hârise ile Ebû Râfî’i Mekke’ye gönderdi.

Onlara 500 dirhem gümüş ile iki deve verdi. Zeyd ile Ebû Râfi Mekke’ye gittiler. Hazret-i Resûlullahın kızları Ümmü Gülsüm, Fâtıma-tüz-Zehra, Sevde (r.anha) Zeyd’in (r.a.) zevcesi Ünmmü Eymen’i ve oğlu Üsâme’yi (r.a.) alıp beraber Medine’ye geldiler.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Nikâhlanmaları: Fâtıma-üz-Zehra’nın (r.anhâ) küçük yasta iken, annesi Hadîce-tül-Kübra (r.anha) vefât ettiği için, Resûlullah (s.a.v.) bulûğ yaşına kadar yanından ayırmadı.

Onu en iyi şekilde yetiştirip terbiye etti. Birgün Hz. Fâtıma bir hizmet için Resûl-i ekremin (s.a.v.) huzuruna girmişti. Resûlullahın (s.a.v.) mübârek nazarları kerîmelerine ilişti.

Evlenme çağına eriştiğini müşahede ettiler. Nikahları hicretin ikinci senesinde vâki oldu. Ümmü Seleme ve Selmân (r.a.) dan rivâyet olunmuştur ki: Hz. Fâtıma bulûğ çağına erdikte Kureyşten çok kimseler istedi. Resûl aleyhisselâm kimsenin sözüne iltifat etmeyip “Onun işi, Hak teâlânın buyruğuna bağlıdır” buyurdu.
Birgün Ebû Bekir, Ömer ve Sa’d İbni Muaz (r.a.) mescidde oturup dediler ki:

(Hazret-i Fâtımayı, Hz. Ali’den gayri herkes istediler. Kimseye iltifat olunmadı) Hazret-i Sıddîk dedi. ki (Zannederim ki; İmâm-ı Ali’ye nasip olunur. Talep etmediği küçük olduğundandır.

Gelin varalım, İmâm-ı Ali’yi ziyâret edelim. Bu meseleyi açalım. Eğer fakirliği Özür ederse, ona yardım edelim.) Sa’d (r.a.) (Yâ Ebû Bekir, sen hep hayır yaparsın. Sen kalk, biz sana arkadaş olalım) dedi. Üçü mescidden çıkıp, İmâm-ı Ali’nin evine gittiler. İmâm-ı Ali (r.a.) devesini alıp hurmalığa gitmiş, ensârdan bir kimsenin hurmalığına su verir idi. Onları gördü. Karşılayıp hallerini suâl etti.

Ebû Bekir (r.a.) Yâ Ali! her hayırlı işte sen öndersin ve Resûl-i ekrem (s.a.v.) katında bir mertebedesin ki, hiç kimseye nasib olmamıştır. Fâtımayı (r.anha) herkes talep etti. Hiç kimseye iltifat olunmadı, öyle zannediyoruz ki, sana nasib olur. Niçin talep etmezsin?
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ali (r.a.) bunu işitince mübârek gözleri yaşla doldu. (Yâ Ebâ Bekir ateşimi ziyâde ettin. Lâkin elimin darlığı buna mânidir) dedi. Ebû Bekir (r.a.) (Böyle söyleme. Allahü teâlâ ve Resûlünün yanında dünyâ bir şey değildir. Buna fakirlik mâni olamaz.

Var talep eyle dedi. İmâm-ı Ali (r.a.) devesini çözdü, hanesine geldi Peygamberimiz (s.a.v.) Ümmü Seleme’nin (r.anha) evinde idi. Nalınını giyip, gelip kapıyı çaldı. Ümmü Seleme’ye (r.anha) Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kapıyı aç, gelen o kimsedir ki, Allahı ve Resûlünü (s.a.v.) sever. Onlar da onu severler.” Ümmü Seleme (r.anha) Yâ Resûlallah (s.a.v.) kimdir ki hakkında böyle şehâdet edersin?

Resûlullah (s.a.v.) “Kardeşim ve amcamoğlu Ali’dir” buyurdu. (Süratle kapıya gittim. Az kaldı, yüzüm üzere düşecektim. Kapıyı açtım. Ben hareme girmeyince içeri girmedi. Sonra girip:

“Esselamû aleyke yâ Resûlallah ve berekâtüh” dedi. Resûlullah (s.a.v.) “Ve aleykesselâm ve rahmetullahi ve berekâtüh” diye cevap buyurdu, yanında yer gösterdi. İmâm-ı Ali mahcup vaziyette başını aşağı eğip oturdu. Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:

“Yâ Ali! Öyle zannederim, kibir muradın var. Lâkin söylemeğe hicab edersin. Hicâb etme. Her ne dilersen söyle. Maksûdun hasıl olur” İmâm-ı Ali (r.a.) “Yâ Resûlallah! anam ve babam sana fedâ olsun. Hazretine mâlumdur ki, babam Ebû Tâlib ve anam Fâtıma binti Esed beni senin hizmetine verip, sana teslim eyledi Senin hizmetinle, şeref bulduk.

Beni zahiren ve bâtınen terbiye ettin. Hazretinden gördüğüm ihsanı, babamdan ve anamdan görmedim. Senin bereketinle, âba ve ecdadımın tuttukları bâtıl yoldan halasla sırat-ı müstakim üzere olmama sebep oldun. Benim hayatımın sermayesi sensin. Şimdi ricam odur ki, hiç bir munisim ve dert ortağım yoktur. Bir müddetten beri hatırımdadır ki, küstahlığa: cüret edip, Fâtıma’yı (r.anha) talep edeyim.”
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Ümmü Seleme (r.anha) der ki: “Resûlullah’a (s.a.v.) baktım. Îmâm-ı Ali (r.a.) böyle deyince tebessüm etti ve buyurdu ki: “Hiç evlenmeğe lâzım olan nesnen var mıdır?”İnâm-ı Ali (r.â): “Yâ Resûllah! Benim halimi senden gayri kimse bilmez. Bir kılıcım, bir de devem vardır. Gayri nesnem yoktur. Resûllah (s.a.v.) buyurdu ki: “Kılıcım gazaya lâzımdır. Deven bineğindir. Seninle cübbeye anlaşalım ve sana müjdeler olsun.

Hak teâlâ semâvâtta, senin ile Fâtıma arasında akd-i nikâh etti. Senden önce melek gelip, bana bu hâli haber verdi.” Peygamberimizin mübârek kalblerine “Eğer “Fâtıma’nın annesi hayatta olsa idi, şimdi çeyizini hazırlamış idi. Kızı Fâtıma hazretlerine muhabbeti fazla idi. Çünkü zahide idi. (Ya’ni dünyâya düşkün değildi.) Ayrıca, annesi Hadîce-tül-Kübrâ’ya çok benzerdi. hazniamış düşüncesi geldi. Derhal Cebrâil aleyhisselâm gelerek Hak teâlânın:

“Habîbime selâmımı söyle, hiç merak etmesin. Kerîmesi Fâtıma’nın bütün ihtiyaçlarını, elbiselerini Cennetten temin edip, yakında mü’min ve sâdık bir kuluma vereceğim” buyurduğunu haber verdi. Resûlullah (s.a.v.) bu sözleri duyunca şükür secden etti. Cebrâil aleyhisselâm Hak teâlânın huzuruna varıp, tekrar geri döndü. Elinde bohça ile örtülmüş bir altın sini ve yanında bin Kerûbiyûn meleği vardı. Arkasında Mikâil aleyhisselâm elinde üzeri bohça ile örtülü bir altın tepsi ve ta’zîm için bin Kerûbiyûn meleği ile geldi.

Hemen akabinde ta’zîm için bin Kerûbiyûn meleği ile bohça ile örtülü altın tepsi ile İsrâfil aleyhisselâm geldi. Onun da arkasından aynı şekilde Azrâil aleyhisselâm geldi. Sinileri Server-i âlemin (s.a.v.) huzuruna koydular. Resûl-i ekrem (s.a.v.) bunları gördü.

“Ey kardeşim Cebrâil! Hak teâlânın emri nedir, bu siniler nedir?” diye sordu. Cebrâil aleyhisselâm: “Yâ Resûlallah (s.a.v.) Hak teâlâ sana selâm etti. “Ben Habîbimin kızı Fâtımayı, Ali’ye verdim. Arş-ı A’zamda nikâh ettim. Habîbim de Eshâbı arasında nikâh etsin. Sinilerin birinde, Cennet elbiseleri vardır. Fâtımaya giydirsin. Diğer sinilerde, Cennet yemekleri vardır. Onlar ile de Eshâbına ziyafet versin.” buyurduğunu haber verdi”
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Resûlullah (s.a.v.) bu müjdeyi işitince yine şükür secdesi etti. “Ey kardeşim Cebrâil! Nikâhın nasıl yapıldığını merak ediyorum. Bana aynen anlat” buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm anlatmaya başladı:

“Hak teâlâ emir buyurdu. Cennet kapıları açıldı, çeşitli zinetlerle süslendi. Cehennem kapıları kapandı. Yedi kat yerde ve gökte olan bütün melekler, Arş-ı A’zamın gölgesinde, Tuba ağacının gölgesinde toplandılar. Bunlar olduktan sonra, Hak teâlâ yine emir buyurdu. Anlatılamıyan güzellikte esen tatlı bir rüzgârın, Cennet ağaçlarının yapraklarını bir birine dokundurarak çıkardığı ses, dinliyenlerin aklını durdurdu.

Cennet kuşları da nağmeye başladılar. Bunlardan sonra Hâk teâlâ cemâlini arz buyurdu. Bana: “Yâ Cebrâil! Sen Arslanım Ali’nin vekili, ol. Ben de Fâtıma’nın vekili olayım. Ey melekler! Siz de şâhid olun. Fâtıma’yı, Ali’ye zevceliğe verdim. Yâ Cebrâil sen de vekâletin hasebiyle kabul et” buyurdu.

Orada nikâh oldu. Yâ Resûlallah! (s.a.v.) Sana da Eshâbını toplayıp nikâh yapman emir buyuruldu.” dedi. Resûlullah (s.a.v.) bunu duyunca bir daha şükür secdesi etti. Eshâb-ı kirâmın toplanmasını emir buyurdu. Cebrâil aleyhisselâma:
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
“Kızım benim hatırımı kırmaz. Bu Cennet elbiselerini dünyâda giymeğe değmez. Bunları tekrar Cennete geri götür.” buyurdu. Eshâb-ı kirâm toplanmış kimlerin vekil olacağını merak ediyorlardı.

Bir duraklama olmuştu. Derhal Cebrâil aleyhisselâm geldi “Yâ Resûlallah (s.a.v.) Hak teâlâ sana selâm ediyor. Hazret-i Ali’nin (r.a.) yerine hiç kimsenin vekil olmamasını, nikâhda bizzat kendisinin bulunmasını emir buyurdu.” dedi. Dört yüz akça mehr ile nikâh yapıldı.

Müjdeciler, Hazret-i Fâtıma’ya (r.anha) müjde götürdüler. Fâtıma-tüz-Zehra (r.anhâ) râzı olmadı. Hemen Cebrâil aleyhisselâm geldi. “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâ buyuruyor ki, Fâtıma dörtyüz akçeye râzı olmuyorsa, dörtbin akçe olsun.” Hazret-i Fâtıma bunu kabul etmedi. Yine râzı olmadı. Cebrâil aleyhisselâm tekrar geldi. “Dörtbin altun” emir olunduğunu haber verdi.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Fâtıma-tüz-Zehra (r.anhâ) dörtbin altına da râzı olmadı. Cebrâil aleyhisselâm bir daha nâzil oldu. Yâ Resûlallah! Hak teâlâ bu sefer senin bizzat gidip Fâtıma’nın maksadının ne olduğunu öğrenmeni emir buyurdu.” dedi.

Resûl-i ekrem (s.a.v.) temiz kerîmesinin yanına vardı, maksadını sordu. Hazret-i Fâtıma “Babacığım, kıyâmet günü sen, mû’minlerin günahkârlarından ne kadar kimseye şefaat edersen, ben de onların hanımlarına şefaat etmek istiyorum.

Muradım budur.” dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) kızının isteğini Cebrâil aleyhisselâma söyledi. Cebrâil aleyhisselâm Hak teâlânın huzuruna çıkıp geldi. Hak teâlânın, Hz. Fâtıma’nın arzusunu kabul ettiğini, onun da hesap günü şefaat edeceğini bildirdiğini söyledi. Resûl-i ekrem, (s.a.v.) Hz. Fâtıma’ya arzusunun kabul edilliğini, ahırette şefaat edeceğini müjdeledi. Fâtıma-tüz-Zehra (r.anhâ):

“Yâ Resûlallah! Senin âhirette şefaat edeceğine Kur’ân-ı kerîmin âyet-i kerîmeleri delildir. Benim şefaat edeceğimin delili nerede?” diye sordu. Resûlullah (s.a.v.) “Ey Ciğerparem! Cenâb-ı Hakka murâdını arz edeyim. Ne ferman buyurursa, sana söylerim” buyurdu.

Dışarı çıkıp Cebrâil aleyhisselâma Fâtıma (r.anhâ)’nın âhirette günahkâr kadınlara şefaat edeceğine senet istediğini bildirdi” Cebrâil aleyhisselâm Hak teâlânın huzuruna varıp, hemen geri döndü. Elinde bir beyaz ipek vardı.

“Kıyâmet günü günahkar mü’min kadınlara Fâtıma kulumu şefaatçi, tayin ettim. Bu hüccet elinde bâki kalsın” yazılı idi. Resûlullah (s.a.v.) o kâğıdı yine ipeğe sarıp, Fâtıma’ya (r.anhâ) getirdi. Fâtıma (r.anhâ) bu senedi görünce, nikâha râzı oldu.

O senedi çok iyi sakladı. Nikahtan sonra, Resûlullah (s.a.v.) beliğ bir hutbe okudu. Hz. Fâtıma bu senedi vefâtına kadar sakladı. Vasiyet etti ki; onu benden ayırmayıp, kabrime koyun. Kıyâmette bu yazıyı hüccet edip şefaat edeyim.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ali, Resûl aleyhisselâmın huzurundan gayet sürür ile çıkıp mescide vardı. Ebû Bekir ve Ömer (r.anhüm) Ne haber getirdin? diye suâl ettiler. Buyurdu ki, Peygamber aleyhisselâm ricamı kabul etti.

Onlar da meclise gittiler. Buyuruyorlar ki, Allah hakkı için, biz henüz mescide varamadan, Resûlullah (s.a.v.) arkamızdan yetişti Mübârek cemâli güneş gibi parlıyordu. Ayın ondördüne benzer idi. Bilâl’e (r.a.) hitab edip, Muhâcirîn ve Ensârı cem etmesini toplamasını emretti. Cümlesi mescidi şerîfte toplandılar.

Peygamberimiz (s.a.v.) minbere çıktı. Hamd ve sena eyledikten sonra, Muhâcirîn ve Ensâra hitaben buyurdu kt “Ey müslümanlar, biliniz ki, kardeşim Cebrâil (aleyhisselâm) gelip haber verdi, Hak teâlâ, melâikeyi Beyt-i mamura cem’ edip buyurdu ki:

“Fâtıma binti Muhammed’i Kulum Ali İbni Ebî Talib’e verdim ve akd ettim.” Bana da emretmiş ki, Eshâbın arasında bu akd-i tecdîd edip şahitler huzurunda akd-i nikâh edeyim. “Sonra İmâm-ı Ali’ye dönüp:

“Yâ Ali! Kalk, Kaide-i hutbeyi yerine getir.” buyurdu. Ali (r.a.) kalkıp, Peygamber (s.a.v.)’in önüne geldi. Hak teâlâya hamd ve sena eyledi Habîb-i Rabb-il-âlemine salevât getirdi. Sonra Habîbullaha işaretle dedi ki: “Resûlullah (s.a.v.) kızı Fâtıma’yı bana tezvîc etti. Onun mehri benim cübbemdir. Ben buna râzı oldum. Sizler de bu akde şâhid olun.”
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Eshâb-ı kirâm buyurdular ki: “Yâ Resûlallah! Bu şekilde tezvic buyurdunuz mu? Biz şâhid olalım mı?Peygamberimiz (s.a.v.) “Evet şahit olun” buyurdu.Etraftan Allahü teâlâ mübârek etsin dediler. Sonra Resûlullah (s.a.v.) odasına geldi Ali’ye (r.a.) “Şimdi var, cübbeni sat, parasını bana getir” buyurdu.

Dediler ki, Hz. Ali (r.a.) o cübbeyi dörtyüzseksen dirheme sattı. Osman (r.a.) cübbeyi aldı ve dedi ki, “Yâ Ali! Bu cübbe benim oldu mu?” Hz. Ali “Evet” dedi.

Hz. Osman, “Bu cübbeye sen benden daha lâyıksın. Sana bunu hediye ettim. Lütfen kabul eyle” dedi. Hz. Ali kabul edip, cübbeyi ve parasını alıp, Hazret-i Peygamebere getirdi. Durumu anlattı. Peygamberimiz (s.a.v.) sevinip Hz. Osman’a hayır duâ eyledi.

Paradan bir miktar alıp, Ebû Bekir’e verdi. “Fâtıma’nın cehizi için sarf edersin.” buyurdu. Selmân ile Bilâl’i (r.anhüm) beraber gönderdi “Taşınacak şey olursa siz taşıyın” buyurdu.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Ebû Bekir (r.a.) der ki: Dışarı çıktım. Parayı saydım. Üçyüzaltmış dirhem geldi Fâtıma’nın (r.anhâ) cehizini o para ile gördüm. İçi yün dolu bir döşek aldım. İçi hurma lifiyle dolu bir yastık, topraktan birkaç kap kacak aldım.

Resûl aleyhisselâma getirdim. Görünce mübârek gözlerinden yaşlar aktı ve “Yâ Rabbi! En iyi kabları toprak çanak olan bu kullarına bereket ver” diye duâ eylediler.

Geri kalan dirhemleri Ümmü Seleme (r.anhâ)’ya teslim etti. Ümmü Seleme de hoş koku aldı. Hazret-i İmâm-ı Ali buyurdu ki, “Bunun üzerinden bir ay geçti. Bu hususta mecliste hiç konuşulmadı. Ben de hicabımdan (utandığımdan) ağzımı açamadım. Amma bazen beni tenhâda görüp buyururlardı ki; “Senin hâtûnun ne iyi hatundur. Sana müjdeler olsun ki, O, âlemdeki hâtunların seyyidesidir.” Bir aydan sonra İmâm-ı Ali (r.a.)’ın kardeşi Ukayl (r.a.) dedi. ki “Yâ Ali! Bu akd-i izdivâc ile mesrûr olduk.

Lâkin muradım odur ki, bu iki mes’ûd birbirine, yakın olalar.” İmâm-ı Ali (r.a.) “Benim de muradım odur, lâkin hicâb ederim.” Ukayl (r.a.) İmâm-ı Ali’nin (r.a.) elini tutup, Peygamberimizin (s.a.v.) hanesine geldiler. Hücre kapısında Resûlullahın (s.a.v.) cariyesi Ümmü Eymen (r.anhâ) rast geldiler. Ahvâli ona söylediler. Ümmü Eymen dedi ki: “Bu husus için sizin gelmeniz lâzım değildir.

Biz ezvac-ı tahirat ile ittifak edip, size haber veririz. Zira bu hususta hâtûnların kelâmı (sözü) dinlenir. Ümmü Eymen (r.anhâ) bu hâli Ümmü Seleme’ye (r.anhâ) söyledi. Diğer ezvâa tahirat Hazret-i Aişe’nin hanesine geldiler. Ümmü Seleme (r.anhâ) söze başlayıp, Hadîce’yi (r.anhâ) zikr etti. “Eğer o hayatta olsaydı, bize bir endişe olmaz idi” dedi. Resûlullah (s.a.v.) ağladı ve buyurdu ki:

“Hadîce gibi hâtûn hani? Halk beni tekzip ettikte, tasdîk etti ve bütün malını benim yoluma sarf etti. Dîn-i İslâma çok yardım etti. Hayatında Hak teâlâ bana emretti ki, Hadîce’ye müjde ver ki: Cennette Onun için zümrütten bir köşk yapılmıştır.”
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Ümmü Seleme (r.anhâ) “Yâ Resûlallah! Hadîce’den zikr buyurdun. Hak teâlâ yerini Cennet eyledi Şimdi amcan oğlu Ali (r.a.) murâd eder ki, onu zevcesi ile bir araya getiresin. O iki cevheri birbirine kavuşturasın.” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki: “Ey Ümmü Seleme! Ali bana bu sözü izhâr etmedi.” Ümmü Seleme (r.anhâ) “Yâ Resûlallah (s.a.v.) O gayet mahcubdur, O cihetten izhâr etmez.” dedi.

Resûlullah (s.a.v.) Ümmü Eymen’e Hz. Ali’yi da’vet etmesini emretti, İmâm-ı Ali (r.a.) geldi mecliste olan hâtûnlar kalkıp gittiler. Hz. Ali başını önüne eğip oturdu. Resûlullah (s.a.v.): “Zevceni ister misin ya Ali?” buyurdu.
Ali (r.a.): “Evet yâ Resûlallah! Anam ve babam sana fedâ olsun” dedi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) emir buyurdu. Fâtıma (r.anhâ)’nın cehizini tamam ettiler. Hz. Ali’ye bir miktar para verip hurma ve yağ almasını söyledi. Hz. Ali “beş dirhemle hurma dört dirhemle yağ aldım.

Resûlullahın huzuruna getirdim. Mübârek elini yeninden çıkardı. Deriden bir sofra istedi Hurma, yağ ve yoğurdu karıştırıp bir çeşit yemek yaptı ve “Yâ Ali var, kimi bulursan getir” dedi. İmâm-ı Ali dışarı çıktı, çok insanlar gördü. Hepsini davet etti ve içeri girip, “Yâ Resûlallah! Halk çoktur” dedi.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Resûlullah (s.a.v.): “Onları onar onar içeri getir, taam (yemek) yesinler” dedi. Öyle yaptı. Hesab ettiler, erkek ve kadından yediyüz kimse yemek yemişler ve doymuşlar idi. Fâtıma (r.anha)’nın velimesi tamam olup, Resûlullah (s.a.v.) bir eliyle İmâm-ı Ali’yi ve bir eliyle Fâtıma’yı (r.anhâ) alıp evlerine götürdü. Fâtıma’yı (r.anhâ) bağrına bastı. Ahundan öptü.

Hazret-i Ali’ye teslim etti ve “Zevcen iyi zevcedir” buyurdu. Hazret-i Fâtıma’ya da “Erin iyi erdir” dedi. Her ikisini Hak teâlâya ısmarladı. Sonra mübârek eliyle kapının iki kanadını tutup, bereket ile duâ eyledi ve çıkıp gitti.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hazret-i Ali buyurdu ki: “Resûlullahın (s.a.v.) hanemize teşrif buyurduğu gün, gerdekten dört gün geçmiş idi. Bizimle sohbet eyledi.” Sonra bana dedi ki: “Yâ Ali! Su getir.” “Kalktım su getirdim.” Bir âyet-i kerîme okudu ve “Bu sudan biraz iç. Bir miktar kalsın” dedi. “Öyle yaptım. Kalan suyu başıma ve göğsüme serpti.” Tekrar“Su getir” buyurdu.

Yine su getirdim. Bana yaptığı gibi, Fâtıma’ya (r.anhâ) da yaptı. Sonra beni dışarı gönderdi Fâtıma’ya benden suâl eyledi. Fâtıma (r.anhâ) dedi ki, Babacağım, bütün kemal sıfatlar kendisinde mevcuttur. Lâkin, bazı Kureyş hâtûnları bana “Senin erin fakirdir” diyorlar.

Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Ey kızım! Senin baban ve helâlin fakir değildir. Bütün yer ve gök hazine ve definelerini bana arz ettiler. Kabul etmedim. Allahü teâlânın katında makbul olanı kabul ettim. Ey kızcağızım. Eğer benim bildiğimi, sen bilseydin, dünyâ senin nazarında hor ve aşağı olurdu. Allahü teâlânın hakkı için erin sahabenin evvelidir.

İslâm’da büyüğüdür. İlmde en derinidir. Ey kızım! Allahü teâlâ Ehl-i beytten iki kimse ihtiyar etti. Biri baban ve biri helâlindir. Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme.”
 
Üst