İkinci Kısım - Hüccetullahi’l-Bâliğa - Üçüncü Hüccet-i İmâniye - Tabiat Risalesi

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
Üçüncü Hüccet-i İmâniye

(Yirmi Üçüncü Lem’a)

Tabiat Risalesi


Tabiattan gelen fikr-i küfrîyi dirilmeyecek bir surette öldürüyor, küfrün temel taşını zîrüzeber ediyor.


İHTAR: Şu Notada, tabiiyyunun münkir kısmının gittikleri yolun içyüzü ne kadar akıldan uzak ve ne kadar çirkin ve ne derece hurafe olduğu, lâakal doksan muhali tazammun eden Dokuz Muhal ile beyan edilmiş. Sair risalelerde o muhaller kısmen izah edildiğinden; burada gayet muhtasar olmak haysiyetiyle, bâzı basamaklar tayyedilmiştir. Onun için, birden bire, “Bu kadar zâhir ve âşikâre bir hurafeyi nasıl bu meşhur âkıl feylesoflar kabul etmişler, o yolda gidiyorlar?” hatıra geliyor.


Evet, onlar mesleklerinin iç yüzünü görememişler. Hem, hakikat-i meslekleri ve mesleklerinin lâzımı ve muktezası odur ki, yazılmış herbir muhalin ucunda beyan edilen o çirkin ve müstekreh ve gayr-ı mâkul HAŞİYE-1 hülâsa-i mezhepleri ve mesleklerinin lâzımı ve zarurî muktezası olduğunu gayet bedihîve kat’î burhanlarla, şüphesi olanlara tafsilen beyan ve ispat etmeye hazırım.



[NOT]Haşiye-1 Bu risalenin sebeb-i telifi, gayet mütecavizâne ve gayet çirkin bir tarzla, hakaik-i imaniyeyi tezyif edip, bozulmuş aklı yetişmediği şeye hurafe deyip, dinsizliği tabiata bağlayarak, Kur’ân’a hücum edilmesidir. O hücum ise şiddetli bir hiddeti kalbe (kaleme) verdi ki, şiddetli ve galiz tokatları o mülhidlere ve haktan yüz çeviren bâtıl mezheplilere yedirdi. Yoksa, Risale-i Nur’un mesleği, nezihâne ve nazikâne ve kavl-i leyyindir.
[/NOT]


bedihî: açık, aşikârbeyan etmek: açıklamak
binaen: dayanarakburhan: kuvvetli delil
bâtıl: gerçek dışı, yalanfeylesof: filozof, felsefeci
fikr-i küfrî: Allah’ın varlığını inkâr etme düşüncesigaliz: çirkin, kaba
gayr-ı mâkul: akla uymayanhak: doğru, gerçek
hakaik-i imaniye: iman hakikatleri, gerçeklerihakikat-i meslek: takip edilen bir yöntemin gerçek yönü
haysiyetiyle: özelliğiylehaşiye: dipnot, açıklayıcı not
hiddet: öfkehurafe: delile dayanmayan saçma inanış
hülâsa-i mezhep: takip edilen metodun özetiihtar: hatırlatma, uyarı
izah etmek: açıklamakkat’î: kesin
kavl-i leyyin: yumuşak sözküfür: Allah’ın varlığını inkâr etme
lem’a: parıltılâakal: en az
mezhep: tutulan yol, ekolmuhal: imkansızlık
muhtasar: özetmukteza: bir şeyin gereği
mülhid: dinsizmünkir: Allah’ın varlığını inkâr eden, kabul etmeyen
müstekreh: çirkinmütecavizâne: haddi aşarak, saldırgan bir şekilde
nazikâne: nazikçenezihâne: temiz ve kibar bir şekilde
nota: bildiririsale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
sair: başkasebeb-i telif: bir eserin yazılma sebebi
suret: biçim, şekiltabiat: doğa, maddî âlem; materyalist düşünce
tabiiyyun: tabiatçılar, herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenlertafsilen: ayrıntılı olarak
tayyedilmek: atlanmaktazammun etmek: içine almak
tezyif etmek: hakaret; küçük düşürme; çürütmezahir: açık, görünen
zarurî: zorunluzîrüzeber etmek: yerle bir etmek, yıkmak
âkıl: akıllıâşikâre: açık, belli
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 198

besmele.jpg


قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِى اللهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ
blank.gif
1


Şu âyet-i kerime, istifham-ı inkârî ile, “Cenâb-ı Hak hakkında şek olmaz ve olmamalı” demekle, vücud ve vahdâniyet-i İlâhiye bedâhet derecesinde olduğunu gösteriyor.

Şu sırrı izahtan evvel bir ihtar: 1338’de Ankara‘ya gittim. İslâm Ordusunun Yunan’a galebesinden neş’e alan ehl-i imanın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için dessâsâne çalıştığını gördüm. “Eyvah,” dedim. “Bu ejderha imanın erkânına ilişecek!” O vakit, şu âyet-i kerime bedâhet derecesinde vücud ve vahdâniyeti ifham ettiği cihetle, ondan istimdad edip, o zındıkanın başını dağıtacak derecede Kur’ân-ı Hakîmden alınan kuvvetli bir burhanı, Nur’un Arabî risalesinde yazdım. Ankara’da, Yeni Gün Matbaasında tab ettirmiştim. Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmiyetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet muhtasar ve mücmel bir surette o kuvvetli burhan tesirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem inkişaf etti, hem kuvvet buldu. Bilmecburiye, o burhanı Türkçe olarak bir derece beyane deceğim. O burhanın bazı parçaları bazı risalelerde tam izah edildiğinden, burada icmâlen yazılacaktır. Sair risalelerde inkısam etmiş olan müteaddit burhanlar, bu burhanda kısmen ittihad ediyor, herbiri bunun bir cüz’ü hükmüne geçiyor.


Mukaddime

Ey insan! Bil ki, insanların ağzından çıkan ve dinsizliği işmam eden dehşetli kelimeler var; ehl-i iman bilmeyerek istimal ediyorlar. Mühimlerinden üç tanesinibeyan edeceğiz.


[NOT]Dipnot-1 “Peygamberleri onlara dedi ki: Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah hakkında şüphe olur mu?” İbrahim Sûresi, 14:10.[/NOT]




Ankara: (bk. bilgiler)Arabî: Arapça
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahKur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Yunan: (bk. bilgiler – Yunanistan)bedahet: açıklık
beyan etmek: açıklamakbilmecburiye: mecburen, zorunlu olarak
burhan: kuvvetli delilcihet: yön
cüz’: parçadessâsâne: hileli ve aldatıcı bir şekilde
efkâr: fikirler, düşüncelerehl-i iman: Allah’a inananlar, mü’minler
erkân: rükünler, esaslargalebe: galip gelme
icmâlen: kısaca, özet olarakifham etmek: anlatmak, bildirmek
ihtar: hatırlatmainkişaf etmek: meydana çıkmak
inkısam etmek: bölünmek, kısımlara ayrılmakistifham-ı inkârî: bir şeyin öyle olmayacağını soru sorma şekliyle ifade etme; “Hiç böyle olur mu?”
istimal etmek: kullanmakistimdad etmek: yardım istemek
ittihad etmek: birleşmekizah: açıklama
işmam etmek: hissettirmekmaatteessüf: ne yazık ki
muhtasar: kısa, özetmukaddime: başlangıç, giriş
mücmel: özet halindemüteaddit: bir çok, çeşitli
neş’e almak: sevinmekrisale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
sair: başka, diğersuret: biçim, şekil
tab etmek: basmakvahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşu; ortağının olmayışı
vücud: varlıkvücud ve vahdâniyet-i İlâhiye: Allah’ın varlığı, bir ve benzersiz oluşu
zındıka: dinsizlik, inançsızlıkâyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi
şek: şüphe
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 199

Birincisi: Evcedethu’l-esbab, yani, “Esbab bu şeyi icad ediyor.”

İkincisi: Teşekkele binefsihî, yani, “Kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor.”

Üçüncüsü: İktezathu’t-tabiat, yani, “Tabiîdir, tabiat iktiza edip icad ediyor.”

Evet, madem mevcudat var ve inkâr edilmez. Hem, her mevcut san’atlı ve hikmetli vücuda geliyor. Hem madem kadîm değil, yeniden oluyor. Herhalde, ey mülhid, bu mevcudu, meselâ bu hayvanı, ya diyeceksin ki, esbab-ı âlem onu icad ediyor, yani esbabın içtimaında o mevcut vücut buluyor; veyahut o kendi kendine teşekkül ediyor; veyahut, tabiat muktezası olarak, tabiatın tesiriyle vücuda geliyor; veyahut bir Kadîr-i Zülcelâlin kudretiyle icad edilir.

Madem aklen bu dört yoldan başka yol yoktur. Evvelki üç yol muhal, battal,mümteni, gayr-ı kabil oldukları kat’î ispat edilse, bizzarure ve bilbedâhe, dördüncü yol olan tarik-i vahdâniyet şeksiz, şüphesiz sabit olur.

AMMA BİRİNCİ YOL ki, esbab-ı âlemin içtimaıyla teşkil-i eşya ve vücud-u mahlûkattır. Pek çok muhâlâtından yalnız üç tanesini zikrediyoruz.

BİRİNCİSİ

Bir eczahanede, gayet muhtelif maddelerle dolu, yüzer kavanoz şişeler bulunuyor. O edviyelerden, zîhayat bir macun istenildi. Hem hayattar, harika bir tiryak, onlardan yapılmak icap etti. Geldik, o eczahanede, o zîhayat macunun ve hayattar tiryakın çoklukla efradını gördük. O macunlardan her birisini tetkik ettik.

Görüyoruz ki, o kavanoz şişelerden her birisinden, bir mizan-ı mahsusla, bir iki dirhem bundan, üç dört dirhem ötekinden, altı yedi dirhem başkasından, ve hâkezâ,muhtelif miktarlarda eczalar alınmış. Eğer birinden, bir dirhem ya noksan veya fazla alınsa, o macun zîhayat olamaz, hâsiyetini gösteremez. Hem o hayattar tiryakı da tetkik ettik. Herbir kavanozdan bir mizan-ı mahsusla bir madde alınmış ki, zerre miktarı noksan veya ziyade olsa, tiryak hassasını kaybeder.


Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten Allahaklen: akıl bakımından
battal: bâtıl, boş, hükümsüzbilbedâhe: açık bir şekilde
bizzarure: zorunlu olarakdirhem: eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
ecza: parçalaredviye: devâlar, ilâçlar
efrad: fertler, bireyleresbab: sebepler
esbab-ı âlem: bu âlemdeki sebeplergayr-ı kabil: imkânsız
hassa: özellikhayattar: canlı
hikmetli: belli bir amaç ve hedefe yönelik olmahâkezâ: bunun gibi
hâsiyet: özellikicad etmek: yaratmak
icap etmek: gerekmekiktiza etmek: gerektirmek
içtima: toplanma, bir araya gelmekadîm: eski
kat’î: kesinkudret: güç, kuvvet
macun: karışım halinde ilaçmevcud: var olan
mevcudat: varlıklarmizan-ı mahsus: özel terazi
muhal: imkânsızmuhtelif: değişik, çeşitli
muhâlât: olması imkânsız şeylermukteza: bir şeyin gereği
mülhid: dinsizmümteni: imkânsız
sabit olmak: kesinleşmiş olmaktabiat: doğa, maddî âlem
tabiî: tabiat gereğitarik-i vahdâniyet: bütün varlıkların sadece Allah tarafından yaratıldığını kabul etme yolu
tesir: etkitetkik etmek: incelemek
teşekkül etmek: meydana gelmek, oluşmakteşkil-i eşya: varlıkların oluşması, meydana gelmesi
tiryak: kuvvetli ilâçvücud-u mahlûkat: varlıkların yaratılması
vücuda gelmek: meydana gelmek, var olmakzikretmek: anlatmak
ziyade: çokzîhayat: hayat sahibi, canlı
şeksiz: şüphesiz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 200

O kavanozlar elliden ziyade iken, her birisinden ayrı bir mizanla alınmış gibi, ayrı ayrı miktarda eczaları alınmış.

Acaba hiçbir cihette imkân ve ihtimal var mı ki, o şişelerden alınan muhtelif miktarlar, şişelerin garip bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpmasıyla devrilmesinden, her birisinden alınan miktar kadar, yalnız o miktar aksın, beraber gitsinler ve toplanıp o macunu teşkil etsinler? Acaba bundan daha hurafe, muhal,bâtıl birşey var mı? Eşek muzaaf bir eşekliğe girse, sonra insan olsa, “Bu fikri kabul etmem” diye kaçacaktır.

İşte bu misal gibi, herbir zîhayat, elbette zîhayat bir macundur. Ve herbir nebat, hayattar bir tiryak gibidir ki, çok müteaddit eczalardan, çok muhtelif maddelerden, gayet hassas bir ölçüyle alınan maddelerden terkip edilmiştir. Eğer esbaba, anâsıra isnad edilse ve “Esbab icad etti” denilse, aynen eczahanedeki macunun, şişelerin devrilmesinden vücut bulması gibi, yüz derece akıldan uzak, muhal ve bâtıldır.

Elhasıl, şu eczahane-i kübrâ-yı âlemde, Hakîm-i Ezelînin mizan-ı kazâ ve kaderiyle alınan mevâdd-ı hayatiye, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve herşeye şâmilbir irade ile vücut bulabilir. “Kör, sağır, hudutsuz, sel gibi akan küllî anasır ve tabâyive esbabın işidir” diyen bedbaht, “O tiryak-ı acip, kendi kendine, şişelerin devrilmesinden çıkıp olmuştur” diyen divane bir hezeyancı, sarhoş bulunan bir ahmaktan daha ziyade ahmaktır. Evet, o küfür ahmakane, sarhoşâne, divanece bir hezeyandır.

İKİNCİ MUHAL

Eğer herşey, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Zülcelâle verilmezse, belki esbaba isnad edilse, lâzım gelir ki, âlemin pek çok anâsır ve esbabı, herbir zîhayatın vücudunda müdahalesi bulunsun. Halbuki, sinek gibi bir küçük mahlûkun vücudunda,


Hakîm-i Ezelî: her işini hikmetle yapan ve varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan AllahKadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye gücü yeten, kudret sahibi Allah
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde tecellî eden Allahahmakane: aptalca
anâsır: unsurlar, elementlerbedbaht: talihsiz, kötü
bâtıl: hak olmayan, boşcihet: yön
divane: akılsız, delidivanece: akılsızca, delice
ecza: kısımlar, parçalareczahane-i kübrâ-yı âlem: büyük bir eczane olan âlem, kâinat
elhasıl: kısaca, özetleesbab: sebepler
hadsiz: sınırsız, sayısızhayattar: canlı
hezeyan: boş söz, saçmalamahezeyancı: boş söz söyleyen, saçmalayan
hikmet: her şeyin yerli yerinde ve anlamlı olması ve bir hedefe yönelik olarak yaratılmasıhudutsuz: sınırsız
hurafe: delile dayanmayan saçma inanışicad etmek: var etmek, yaratmak
irade: dileme, tercih etmeisnad: dayandırma
küfür: Allah’ın varlığını inkâr etmeküllî: geniş, kapsamlı
macun: karışım halinde ilaçmahlûk: varlık
mevâdd-ı hayatiye: hayat için gerekli maddelermizan: ölçü, tartı
mizan-ı kazâ ve kader: kazâ ve kader terazisimuhal: imkânsız
muhtelif: değişik, çeşitlimuzaaf: kat kat, katmerli
müteaddit: türlü türlü, çeşitlinebat: bitki
nihayetsiz: sınırsızsarhoşane: sarhoşça
tabâyi: tabiatlarterkip etmek: birleştirmek, sentez yapmak
teşkil etmek: meydana getirmek, oluşturmaktiryak: güçlü ilâç
tiryak-ı acip: hayret verici ilâçvücut bulmak: meydana gelmek; var olmak
ziyade: çokzîhayat: canlı; hayat sahibi
âlem: dünya, evrenşâmil: kapsamlı
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 201

kemâl-i intizamla, gayet hassas bir mizan ve tamam bir ittifakla, muhtelif ve birbirine zıt, mübâyin esbabın içtimaı o kadar zâhir bir muhaldir ki, sinek kanadı kadar şuuru bulunan, “Bu muhaldir, olamaz” diyecektir.

Evet, bir sineğin küçücük cismi, kâinatın ekser anâsır ve esbabıyla alâkadardır, belki bir hülâsasıdır. Eğer Kadîr-i Ezelîye verilmezse, o esbab-ı maddiye, onun vücudu yanında bizzat hazır bulunmak lâzım; belki onun küçücük cismine girmek gerektir. Belki, cisminin küçük bir nümunesi olan gözündeki bir hücresine girmeleri icapediyor. Çünkü, sebep maddî ise, müsebbebin yanında ve içinde bulunması lâzım geliyor. Şu halde, iki sineğin iğne ucu gibi parmakları yerleşmeyen o hücrecikte,erkân-ı âlem ve anâsır ve tabâyiin, maddeten içinde bulunup, usta gibi içinde çalıştıklarını kabul etmek lâzım geliyor. İşte, Sofestâînin en eblehleri dahi böyle bir meslekten utanıyor.

ÜÇÜNCÜ MUHAL

اَلْوَاحِدُ لاَ يَصْدُرُ اِلاَّ عَنِ الْوَاحِدِ kaide-i mukarreresiyle, “Bir mevcudun vahdeti varsa, elbette bir vâhidden, bir elden sudur edebilir.” Hususan o mevcut, gayet mükemmel bir intizam ve hassas bir mizan içinde ve câmi bir hayata mazhar ise, bilbedâhe,sebeb-i ihtilâf ve keşmekeş olan müteaddit ellerden çıkmadığını, belki gayet kadîr,hakîm olan birtek elden çıktığını gösterdiği halde; hadsiz ve câmid ve cahil,mütecaviz, şuursuz, karmakarışıklık içinde, kör, sağır esbab-ı tabiiyenin karmakarışık ellerine—hadsiz imkânat yolları içinde ve içtima ve ihtilâtla o esbabın körlüğü, sağırlığı ziyadeleştiği halde—o muntazam ve mevzun ve vâhid bir mevcudu onlaraisnad etmek, yüz muhali birden kabul etmek gibi akıldan uzaktır.

Haydi, bu muhalden kat-ı nazar, esbab-ı maddiyenin elbette tesirleri, mübaşeretle


Kadîr-i Ezelî: herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan AllahSofestâîler: kâinatın yaratıcısını kabul etmemek için herşeyi, hattâ kendilerini dahi inkâr edenler
alâkadar: ilgili, bağlantılıanâsır: unsurlar, elementler
bilbedâhe: açık bir şekildecâmi: kapsamlı, geniş
câmid: cansızebleh: ahmak; geri zekâlı
ekser: pek çokerkân-ı âlem: maddî âlemin temel unsurları
esbab: sebepleresbab-ı maddiye: maddî sebepler
esbab-ı tabiiye: tabiî, doğal sebeplerhadsiz: sınırsız, sayısız
hakîm: her işini hikmetle ve belli bir gaye ile yapanhususan: bilhassa, özellikle
hülâsa: esas, özicap etmek: gerekli olmak
ihtilât: karışıklıkimkânat: olabilirlikler; varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olanlar
intizam: tertip, düzenisnad etmek: dayandırmak
ittifak: birleşmeiçtima: toplanma, bir araya gelme
kadîr: güç ve kudret sahibikaide-i mukarrere: kesinleşmiş kural
kat-ı nazar: görmezden gelmekemâl-i intizam: mükemmel ve eksiksiz düzen
keşmekeş: karışıklıkkâinat: evren
mazhar: erişme, sahip olmameslek: gidilen yol, metod
mevcud: varlıkmevzun: ölçülü, dengeli
mizan: terazi, ölçümuhal: imkânsız
muhtelif: değişik, çeşitlimuntazam: düzenli, tertipli
mübaşeret: doğrudan temasmübâyin: farklı, birbirinin zıddı
müsebbeb: sebebin neticesimüteaddit: birden fazla, çok sayıda
mütecaviz: saldırgan, haddi aşannümune: örnek
sebeb-i ihtilâf: anlaşmazlık ve uyuşmazlık sebebisudur etmek: ortaya çıkmak
tabâyi: tabiatlartesir: etki
vahdet: birlikvâhid: bir olan ve birliği herşeyi kaplayan
vücud: varlıkziyadeleşmek: artmak, çoğalmak
zâhir: açıkça görünenşuur: anlayış, idrâk, bilme, farkına varma
şuursuz: bilinçsiz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 202

ve temasla olur. Halbuki, o esbab-ı tabiiyenin temasları, zîhayat mevcutların zâhirleriyledir. Halbuki görüyoruz ki, o esbab-ı maddiyenin elleri yetişmediği ve temas edemedikleri o zîhayatın bâtını, on defa zâhirinden daha muntazam, dahalâtif, san’atça daha mükemmeldir. Esbab-ı maddiyenin elleri ve âletleriyle hiçbir cihetle yerleşemedikleri, belki tam zâhirine de temas edemedikleri küçücük zîhayat, küçücük hayvancıklar, en büyük mahlûklardan daha ziyade san’atça acip, hilkat çebedî bir surette oldukları halde, o câmid, cahil, kaba, uzak, büyük ve birbirine zıt olan sağır, kör esbaba isnad etmek, yüz derece kör, bin derece sağır olmakla olur.

AMMA İKİNCİ MESELE teşekkele binefsihî‘dir. Yani, “Kendi kendine teşekkülediyor.” İşte bu cümlenin dahi çok muhâlâtı var; çok cihetle bâtıldır, muhaldir. Nümune için, muhâlâtından üç tanesini beyan ederiz.

BİRİNCİSİ

Ey muannid münkir! Senin enâniyetin seni o kadar ahmaklaştırmış ki, yüz muhali birden kabul etmeyi bir derece hükmediyorsun. Çünkü sen mevcutsun. Ve basit bir madde ve câmid ve tagayyürsüz değilsin. Belki, daima teceddüdde olarak, gayetmuntazam bir makine ve harika ve daima tahavvülde bir saray gibisin. Senin vücudunda her vakit zerreler çalışıyorlar. Senin vücudun kâinatla, hususan rızıkmünasebetiyle, hususan bekà-yı nev’î itibarıyla alâkadar ve alışverişi vardır. Senin vücudunda çalışan zerreler, o münasebâtı bozmamak ve o alâkadarlığı kırmamak için dikkat ediyorlar, öylece ihtiyatla ayaklarını atıyorlar. Güya bütün kâinata bakıyorlar, senin münasebâtını kâinatta görüp öyle vaziyet alıyorlar. Sen zâhirî ve bâtınîduygularınla, o zerrelerin o harika vaziyetine göre istifade edersin.

Eğer sen vücudundaki zerreleri, Kadîr-i Ezelînin kanunuyla hareket eden küçücük memurları veya bir ordusu veya kalem-i kaderin uçları (herbir zerre bir kalem ucu) veya kalem-i kudretin noktaları (herbir zerre bir nokta) olduğunu kabul etmezsen, o vakit senin gözünde çalışan herbir zerreye öyle bir göz lâzım ki,


Kadîr-i Ezelî: herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allahacip: hayret verici
ahmaklaştırmak: aptallaştırmakalâkadar: alâkalı, ilgili
bedî: güzel; benzersizbeka-yı nev’î: bir canlı türünün devamlılığı
beyan etmek: açıklamakbâtıl: doğru olmayan, yanlış
bâtın: görünmeyen, gizlibâtınî: gizli
cihet: yön, tarafcâmid: cansız, katı
enâniyet: benlik, gururesbab: sebepler
esbab-ı maddiye: maddî sebepleresbab-ı tabiiye: tabiî, doğal sebepler
hilkat: yaratılışhususan: bilhassa, özellikle
ihtiyat: önlem alma, tedbirli hareket etmeisnad etmek: dayandırmak
istifade etmek: faydalanmakitibarıyla: özelliğiyle
kalem-i kader: kader kalemikalem-i kudret: Allah’ın kudret kalemi
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarlâtif: güzel, hoş
mahlûk: varlıkmevcut: varlık
muannid: inatçımuhal: imkânsız
muhâlât: olması imkansız şeylermuntazam: düzenli, tertipli
münasebetiyle: ilişkisiyle, alâkasıylamünasebât: bağlantı, ilişki
münkir: inanmayan, inkar edennümune: örnek
rızık: yenip içilen şeylersuret: biçim, görünüş
tagayyürsüz: değişmeyen, sabittahavvül: değişim, başkalaşma
teceddüd: yenilenmeteşekkül etmek: oluşmak, meydana gelmek
vaziyet: durumvaziyet alma: belli bir konuma gelme
zahir: açık, görünenziyade: çok
zâhirî: açıkzîhayat: can
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 203

senin mecmu-u cesedinin her tarafını görmekle beraber, münasebettar olduğun bütün kâinatı dahi görecek bir gözü ve bütün senin mazi ve müstakbel ve nesil ve aslın ve anâsırının menbalarını ve rızkının madenlerini bilecek, tanıyacak, yüz dâhi kadar bir akıl vermek lâzım geliyor. Senin gibi bu meselelerde zerre kadar aklı olmayanın bir zerresine bin Eflâtun kadar bir ilim ve şuur vermek, bin derece divanece bir hurafeciliktir.

İKİNCİ MUHAL

Senin vücudun bin kubbeli harika bir saraya benzer ki, her kubbesinde taşlar, direksiz birbirine baş başa verip muallâkta durdurulmuş. Belki senin vücudun, bin defa bu saraydan daha aciptir. Çünkü, o saray-ı vücudun, daima, kemâl-i intizamla tazelenmektedir. Gayet harika olan ruh, kalb ve mânevî letâiften kat-ı nazar, yalnız cesedindeki herbir âzâ, bir kubbeli menzil hükmündedir. Zerreler, o kubbedeki taşlar gibi birbirleriyle kemâl-i muvazene ve intizamla başbaşa verip, harika bir bina,fevkalâde bir san’at, göz ve dil gibi acip birer mucize-i kudret gösteriyorlar.

Eğer bu zerreler, şu âlemin ustasının emrine tâbi birer memur olmasalar, o vakit herbir zerre, umum o cesetteki zerrelere hem hâkim-i mutlak, hem herbirisinemahkûm-u mutlak, hem herbirisine misil, hem hâkimiyet noktasında zıt, hem yalnızVâcibü’l-Vücuda mahsus olan ekser sıfâtın masdarı, menbaı, hem gayet mukayyet, hem gayet mutlak bir surette olmakla beraber, sırr-ı vahdetle yalnız bir Vâhid-i Ehadin eseri olabilen gayet muntazam bir masnu-u vâhidi o hadsiz zerrâta isnadetmek—zerre kadar şuuru olan, bunun pek zâhir bir muhal, belki yüz muhal olduğunuderk eder.

ÜÇÜNCÜ MUHAL

Eğer senin vücudun, Vâhid-i Ehad olan Kadîr-i Ezelînin kalemiyle mektub olmazsa


Eflâtun: (bk. bilgiler)Kadîr-i Ezelî: herşeye gücü yeten, varlığının başlangıcı olmayıp zamanla sınırlı olmayan Allah
Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan AllahVâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah
acip: hayret verici, şaşırtıcıanâsır: unsurlar, elementler
derk etmek: anlamakdivanece: akılsızca
dâhi: son derece zeki, akıllıekser: çoğunluk
fevkalâde: olağanüstühadsiz: sınırsız, sayısız
hurafecilik: gerçekle bağdaşmayan iddialarda bulunmahâkim-i mutlak: herşey üzerinde sınırsız egemenlik sahibi olan
hâkimiyet: egemenlik, hükümranlıkintizam: düzen
isnad etmek: dayandırmakkat-ı nazar: görmezden gelme
kemâl-i intizam: mükemmel bir düzenkemâl-i muvazene: tam bir denge, ölçü
kubbe: yarım küre şeklinde olan çatıkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
letâif: duygularmahkûm-u mutlak: mutlak sûretle hüküm altında bulunan, esir
mahsus: has, özelmasdar: kaynak
masnu-u vâhid: tek bir elden çıkmış sanat eserimazi: geçmiş
mecmu-u cesed: vücudun tamamı, bedenmenba: kaynak
menzil: yer, mekânmisil: benzer
muallâk: asılı, boştamuhal: olması imkansız şey
mukayyet: sınırlımuntazam: düzenli
mutlak: sınırsızmu’cize-i kudret: kudret mu’cizesi
münasebettar: ilgili, bağlantılımüstakbel: gelecek
nesil ve asıl: soyrızık: yenip içilen şeyler
saray-ı vücud: bin kubbeli harika bir saraya benzetilen insan vücudusuret: biçim
sıfât: nitelikler, özelliklersırr-ı vahdet: birlik sırrı
tâbi: bağlı, uyanumum: bütün, genel
zerrât: atomlarzâhir: açık, âşikar
âlem: dünya, evrenâza: âzalar, organlar
şuur: bilinç, idrak
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 204

ve tabiata, esbaba mensup matbû ise, o vakit senin vücudundaki bir hüceyre-i bedenden tut, birbiri içinde daireler misilli, binler mürekkepler adedince tabiat kalıplarının bulunması lâzım gelir. Çünkü, meselâ bu elimizdeki kitap eğer mektub olsa, birtek kalem, kâtibinin ilmine istinad edip bütün onları yazar. Eğer o mektub olmazsa ve onun kalemine verilmezse, “Kendi kendine olmuş” denilse veya tabiata verilse, o vakit matbû kitap gibi herbir harfi için ayrı bir demir kalem lâzımdır ki, tab edilsin.

Nasıl ki, matbaada hurufat adedince demir harfler bulunur, sonra o harfler vücut bulur. O vakit bir tek kaleme bedel, o hurufat adedince kalemler bulunması lâzım gelir. Belki o hurufat içinde—bazan olduğu gibi—küçük kalemle bir büyük harfte bir sayfa ince hatla yazılmış ise, binler kalem birtek harf için lâzım geliyor. Belki, birbirinin içine girip muntazam bir vaziyetle senin cesedin gibi bir şekil alıyorsa, o vakit herbir dairede, herbir cüz için, o mürekkebat adedince kalıplar lâzım geliyor. Haydi, yüz muhal içinde bulunan bu tarzı mümkün desen dahi, bu muntazam san’atlı demir harfleri ve mükemmel kalıpları ve kalemleri yapmak için, yine birtek kaleme verilmezse, o kalemler, o kalıplar, o demir harflerin yapılması için, onların adetlerince yine kalemler, kalıplar ve harfler lâzım. Çünkü onlar da yapılmışlar ve onlar da muntazam san’atlıdırlar. Ve hâkezâ, müteselsilen gittikçe gidecek.

İşte, sen de anla, bu öyle bir fikirdir ki, senin zerrâtın adedince muhâlât vehurafeler, içinde bulunuyor. Ey muannid muattıl! Sen de utan, bu dalâletten vazgeç.

ÜÇÜNCÜ KELİME: İktezathu’t-tabiat, yani, “Tabiat iktiza ediyor, tabiat yapıyor.” İşte bu hükmün çok muhâlâtı var. Nümune için üçünü zikrediyoruz.

BİRİNCİSİ

Eğer mevcudatta, hususan zîhayatta görünen, basîrâne, hakîmâne olan san’at veicad Şems-i Ezelînin kalem-i kader ve kudretine verilmezse, belki kör, sağır, düşüncesiz olan tabiata ve kuvvete isnad edilse, lâzım gelir ki, tabiat, icad için herşeyde hadsiz mânevî makine ve matbaaları bulundursun; veyahut herşeyde


basîrâne: görerekbedel: karşılık
cüz: bölüm, kısımdalâlet: hak yoldan sapma, inkârcılık
esbab: sebeplerhadsiz: sayısız
hakîmâne: hikmetli bir şekilde, herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhat: yazı
hurafe: delile dayanmayan saçma inanışhurufat: harfler
hususan: bilhassa, özelliklehâkezâ: bunun gibi
hüceyre-i beden: bedeni oluşturan hücrecikicad: var etme, yaratma
iktiza etme: gerektirmeisnad etmek: dayandırmak
istinad etmek: dayanmakkalem-i kader: kader kalemi
kudret: güç, kudret, iktidar; Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkâtib: yazan
matbû: tâbedilmiş, basılmışmensup: bağlı
mevcudat: varlıklarmisilli: benzeri
muannid: inatçımuattıl: Allah’ı inkâr eden
muhal: imkânsızmuhâlât: imkansızlıklar
muntazam: düzenlimürekkebat: bir bütünü oluşturan parçalar
mürekkep: yazı için kullanılan sıvımüteselsilen: zincirleme bir şekilde
nümune: örnektab edilmek: basılmak
tabiat: doğa, maddî âlemvaziyet: durum
vücut bulmak: ortaya çıkmak (bk v-c-d)zerrât: atomlar
zikretmek: dile getirmekzîhayat: canlı, hayat sahibi
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş, bu tabir ezelden beri bütün varlıkları aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 205

kâinatı halk ve idare edecek bir kudret ve hikmet derc etsin. Çünkü, nasıl şemsin cilveleri ve akisleri, zemin yüzündeki zerrecik cam parçalarında ve katrelerde görünüyor. Eğer o misalî ve aksî güneşçikler semâdaki tek güneşe isnad edilmese, lâzım gelir ki, bir kibrit başı yerleşmeyen bir zerrecik cam parçasında tabiî, fıtrî ve güneşin hâsiyetlerine mâlik, zâhiren küçük, mânen çok derin bir güneşin haricî vücudunu kabul ederek, zerrât-ı zücâciye adedince tabiî güneşleri kabul etmek lâzım geldiği gibi; aynen bu misal gibi, mevcudat ve zîhayat doğrudan doğruya Şems-i Ezelînin cilve-i esmâsına verilmezse, herbir mevcutta, hususan herbir zîhayatta,hadsiz bir kudret ve irade ve nihayetsiz bir ilim ve hikmet taşıyacak bir tabiatı, bir kuvveti, adeta bir ilâhı, içinde kabul etmek lâzım gelir. Bu tarz-ı fikir ise, kâinattaki muhâlâtın en bâtılı, en hurafesidir. Hâlık-ı Kâinatın san’atını mevhum,ehemmiyetsiz, şuursuz bir tabiata veren insan, elbette yüz defa hayvandan daha hayvan, daha şuursuz olduğunu gösterir.

İKİNCİ MUHAL

Eğer gayet intizamlı, mizanlı, san’atlı, hikmetli şu mevcudat, nihayetsiz kadîr, hakîmbir zâta verilmezse, belki tabiata isnad edilse, lâzım gelir ki, tabiat, herbir parça toprakta, Avrupa’nın umum matbaaları ve fabrikaları adedince makineleri, matbaaları bulundursun, tâ o parça toprak, menşe ve tezgâh olduğu hadsiz çiçekler ve meyvelerin yetişmelerine ve teşkillerine medar olabilsin. Çünkü, çiçekler için saksılık vazifesini gören bir kâse toprak, içine tohumları nöbetle atılan umum çiçeklerin birbirinden çok ayrı olan şekil ve heyetlerini teşkil ve tasvir edebilir bir kabiliyeti, bilfiil görülüyor. Eğer Kadîr-i Zülcelâle verilmezse, o vakit, o kâsedeki toprakta, herbir çiçek için mânevî, ayrı, tabiî bir makinesi bulunmazsa, bu hal vücuda gelemez. Çünkü tohumlar ise, nutfeler ve yumurtalar gibi, maddeleri birdir. Yani,müvellidülmâ, müvellidül humuza, karbon, azotun


Avrupa: (bk. bilgiler)Hâlık-ı Kâinat: evreni ve bütün varlıkları yoktan yaratan Allah
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan, haşmet ve yücelik sahibi olan Allahakis: yansıma
aksî: yansıyan, aksedenbilfiil: fiilen, uygulamalı olarak
bâtıl: gerçek dışı, boşcilve: görünme, yansıma
cilve-i esmâ: Allah’ın isimlerinin görüntüsü, yansımasıderc etmek: yerleştirmek
ehemmiyetsiz: önemsizfıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
hadsiz: sayısızhakîm: bilgili, hikmetli
halk ve idare: varlıkları yaratma ve idare etmeharicî: dışa ait
heyet: genel yapıhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hurafe: delile dayanmayan saçma inanışhususan: bilhassa, özellikle
hâsiyet: özellikintizamlı: düzenli
irade: dileme, tercihisnad etme: dayandırma
kabiliyet: yetenekkadîr: güç ve iktidar sahibi
katre: damlakudret: güç, kuvvet, iktidar
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmedar: dayanak noktası, eksen
menşe: kaynakmevcudat: varlıklar
mevcut: varlıkmevhum: gerçekte olmadığı halde var sayılan
misalî: yansıyanmizan: ölçü, denge
muhal: imkansız, olmayacak şeymuhâlât: imkansızlıklar, olmayacak şeyler
mâlik: sahipmânen: mânevî olarak
müvellidülhumuza: oksijenmüvellidülmâ: hidrojen
nihayetsiz: sınırsıznutfe: memelilerin yaratıldığı su
semâ: gökyüzütabiî: doğal
tarz-ı fikir: düşünce tarzıtezgâh: dokuma aleti
teşkil: oluşma, şekillenmeteşkil ve tasvir: şekillendirme ve belli bir görünüm verme
umum: bütün, genelvücuda gelmek: ortaya çıkmak (bk v-c-d)
zemin: yer, dünyazerrecik: atom
zerrât-ı zücâciye: camı oluşturan atomlarzâhiren: görünürde
zîhayat: canlı, hayat sahibiŞems-i Ezelî: Ezelî Güneş, bu tabir ezelden beri bütün varlıkları aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır
şems: Güneşşuursuz: bilinçsiz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 206

intizamsız, şekilsiz, hamur gibi halitasından ibaret olmakla beraber; hava, su,hararet, ziya dahi, herbiri basit ve şuursuz ve herşeye karşı sel gibi bir tarzda gittiğinden, o hadsiz çiçeklerin teşkilleri ayrı ayrı ve gayet muntazam ve san’atlı olarak o topraktan çıkması, bilbedâhe ve bizzarure iktiza ediyor ki, o kâsede bulunan toprakta, mânen Avrupa kadar, mânevî ve küçük mikyasta matbaaları ve fabrikaları bulunsun. Tâ ki, bu kadar hayattar kumaşları ve binler ayrı ayrı nakışlı mensucatları dokuyabilsin.

İşte, tabiiyyunların fikr-i küfrîleri ne derece daire-i akıldan hariç saptığını kıyas et. Ve tabiatı mûcid zanneden insan suretindeki ahmak sarhoşlar “Mütefennin ve akıllıyız” diye dâvâ ettikleri halde, akıl ve fenden ne kadar uzak düştüklerini ve mümteni ve hiçbir cihetle mümkün olmayan bir hurafeyi kendilerine meslek ittihaz ettiklerini gör, gül ve tükür!

Eğer desen: Mevcudat tabiata isnad edilse böyle acip muhaller olur, imtinâ derecesinde müşkilât olur. Acaba Zât-ı Ehad ve Samede verildiği vakit o müşkilât nasıl kalkıyor? Ve o suubetli imtinâ, o suhuletli vücuba nasıl inkılâp eder?

Elcevap: Birinci Muhalde, nasıl ki güneşin cilve-i in’ikâsı kemâl-i suhuletle, külfetsiz, en küçük zerrecik camdan tut, tâ en büyük bir denizin yüzüne kadar feyzini ve tesirini misalî güneşçiklerle gayet kolaylıkla gösterdikleri halde, eğer güneşten nisbeti kesilse, o vakit herbir zerrecikte tabiî ve bizzat bir güneşin haricî vücudu, imtinâ derecesinde bir suubetle olabilmesi kabul edilmek lâzım gelir. Öyle de, herbir mevcut, doğrudan doğruya Zât-ı Ehad ve Samede verilse, vücub derecesinde bir suhulet, bir kolaylıkla ve bir intisap ve cilve ile, herbir mevcuda lâzım herbir şey ona yetiştirilebilir.

Eğer o intisap kesilse ve o memuriyet başıbozukluğa dönse ve herbir mevcut kendi başına ve tabiata bırakılsa, o vakit imtinâ derecesinde yüz bin müşkilât ve suubetle, sinek gibi bir zîhayatın, kâinatın küçük bir fihristesi olan gayet harika


Avrupa: (bk. bilgiler)Zât-ı Ehad ve Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği herbir şeyde görünen Allah
acip: hayret vericiahmak: aptal
bilbedâhe: açık bir şekildebizzarure: ister istemez, zorunlu olarak
cihet: şekil, yöncilve: görünme, yansıma
cilve-i in’ikâs: görüntünün yansımasıdaire-i akıl: akıl alanı
dâvâ: iddiafeyiz: bereket, bolluk
fihriste: özetfikr-i küfrî: Allah’ı inkâr etme düşüncesi
hadsiz: sayısızhalita: karışık halde olan, karışık
hararet: sıcaklıkharicî: dışa ait
hariç: dışındahurafe: delile dayanmayan saçma inanış
iktiza etmek: gerektirmekimtinâ: imkânsızlık
inkılâp etmek: dönüşmekintisap: bağlantı
intizamsız: düzensizisnad etme: dayandırma
ittihaz etmek: edinmek, kabullenmekkemâl-i suhulet: tam bir kolaylık
kâinat: doğa, evrenkülfet: güçlük, zorluk
memuriyet: emir altında olmamensucat: dokumalar
meslek: usul, yolmevcudat: varlıklar
mevcut: varlıkmikyas: ölçek
misal: benzer, örnekmisalî: görüntü şeklinde olan
muhal: imkânsızmuntazam: düzenli
mûcid: icad eden; yoktan var edenmümteni: imkansız
mütefennin: bilgili, fen ilimlerine sahipmüşkilât: zorluklar
nisbet: bağsuhulet: kolaylık
suret: biçim, görünüşsuubet: zorluk
tabiat: doğa, maddî âlemtabiiyyun: herşeyi tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler
teşkil: şekillendirme, oluşturmavücub: kesinlik, zorunluluk, gereklilik
vücud: varlıkziya: ışık
zîhayat: canlı, hayat sahibişuursuz: bilinçsiz
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 207

makine-i vücudunu icad eden, içindeki kör tabiatın, kâinatı halk ve idare edecek birkudret ve hikmet sahibi olduğunu farz etmek lâzım gelir. Bu ise bir muhal değil, belki binler muhaldir.

Elhasıl, nasıl ki Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun şerik ve nazîri mümteni ve muhaldir; öyle der ububiyetinde ve icad-ı eşyada başkalarının müdahalesi, şerîk-i zâtî gibi mümteni vemuhaldir.

Amma İkinci Muhaldeki müşkilât ise: Müteaddit risalelerde ispat edildiği gibi, eğer bütün eşya Vâhid-i Ehade verilse, bütün eşya birtek şey gibi suhuletli ve kolay olur. Eğer esbaba ve tabiata verilse, birtek şey umum eşya kadar müşkilâtlı olduğu,müteaddit ve kat’î burhanlarla ispat edilmiş. Bir burhanın hülâsası şudur ki:

Nasıl ki bir adam, bir padişaha askerlik veya memuriyet cihetiyle intisap etse, o memur ve o asker, o intisap kuvvetiyle, yüz bin defa kuvvet-i şahsiyesinden fazla işlere medar olabilir. Ve padişahı namına, bazan bir şahı esir eder. Çünkü gördüğü işlerin ve yaptığı eserlerin cihazatını ve kuvvetini kendi taşımıyor ve taşımaya mecbur olmuyor. O intisap münasebetiyle, padişahın hazineleri ve arkasındakinokta-i istinadı olan ordu, o kuvveti, o cihazatı taşıyor. Demek gördüğü işler, şahane olarak bir padişahın işi gibi ve gösterdiği eserler bir ordu eseri misilli harika olabilir.

Nasıl ki karınca o memuriyet cihetiyle Firavun’un sarayını harap ediyor. Sinek o intisapla Nemrud‘u gebertiyor. Ve o intisapla, buğday tanesi gibi bir çam çekirdeği, koca çam ağacının bütün cihazatını yetiştiriyor.HAŞİYE-1 Eğer o intisap


[NOT]Haşiye-1 Evet, eğer intisap olsa, o çekirdek, kader-i İlâhîden bir emir alır, o harika işlere mazhar olur. Eğer o intisap kesilse, o çekirdeğin hilkati, koca çam ağacının hilkatinden daha ziyade cihazat ve iktidar ve san’atı iktiza eder. Çünkü, dağdaki,kudret eseri olan mücessem çam ağacının, bütün âzâları ve cihazatıyla, o çekirdekteki kader eseri olan mânevî ağaçta mevcut bulunması lâzım gelir. Çünkü o koca ağacın fabrikası o çekirdektir. İçindeki kaderî ağaç, kudretle hariçte tezahür eder, cismanî çam ağacı olur.[/NOT]




Firavun: (bk. bilgiler)Nemrud: (bk. bilgiler)
Vâhid-i Ehad: birliği herşeyi kapladığı gibi herbir şeyde de ayrı ayrı tecellîleri görülen AllahZât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Zât, Allah
burhan: kuvvetli delil, kanıtcihazat: cihazlar, âletler
cihet: şekil, yöncismanî: maddî yapısı olan
elhasıl: özet olarakesbab: sebepler
eşya: şeyler, varlıklarhalk etmek: yaratmak
haşiye: dipnothikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması; yüksek bilgi
hilkat: yaratılışhülâsa: öz, özet
icad etmek: var etmek, yapmakicad-ı eşya: varlıkların yoktan yaratılması
iktidar: güç, kudretiktiza etmek: gerektirmek
intisap: bağlanmakader-i İlâhi: İlâhi kader, Allah’ın kader kanunu
kaderî: kaderle bağlantılıkudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kuvvet-i şahsiye: şahsın kendi kuvvetimakine-i vücud: kâinatın küçük bir örneği olan vücut makinası
mazhar olmak: erişmek, edinmekmedar: dayanak noktası, sebep
memuriyet: memurlukmevcut: var olan
misilli: gibimuhal: imkânsızlık
mücessem: maddî yapısı olanmümteni: imkânsız
münasebetiyle: vesilesiyle, sebebiylemüteaddit: bir çok, çeşitli
müşkilât: zorluklarnamına: adına
nazîr: benzer, eşnokta-i istinad: dayanak noktası
risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisirububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
suhulet: kolaylıktabiat: doğa, maddî âlem
tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmakumum: bütün, genel
âzâ: uzuvlar, organlarşerik: Allah’a ortak koşulan şey
şerîk-i zâtî: doğrudan Allah’ın Zâtına ortak olma
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 208

kesilse, o memuriyetten terhis edilse, yapacağı işlerin cihazatını ve kuvvetini, belinde ve bileğinde taşımaya mecburdur. O vakit, o küçücük bileğindeki kuvvet miktarınca ve belindeki cephane adedince iş görebilir. Evvelki vaziyette gayet kolaylıkla gördüğü işleri bu vaziyette ondan istenilse, elbette bileğinde bir ordu kuvvetini ve belinde bir padişahın cihazat-ı harbiye fabrikasını yüklemek lâzım gelir ki, güldürmek için acip hurafeleri ve masalları hikâye eden maskaralar dahi bu hayalden utanıyorlar.

Elhasıl, Vâcibü’l-Vücuda her mevcudu vermek, vücub derecesinde bir suhuleti var. Ve tabiata icad cihetinde vermek, imtinâ derecesinde müşkül ve haric-i daire-i akliyedir.

ÜÇÜNCÜ MUHAL

Bu Muhali izah edecek, bazı risalelerde beyan edilen iki misal:

BİRİNCİ MİSAL: Bütün âsâr-ı medeniyetle tekmil ve tezyin edilmiş, hâli bir sahrâda kurulmuş, yapılmış bir saraya gayet vahşî bir adam girmiş, içine bakmış. Binlerle muntazam san’atlı eşyayı görmüş. Vahşetinden, ahmaklığından, “Hariçten kimse müdahale etmeyip, o saray içinde o eşyadan birisi o sarayı müştemilâtıyla beraber yapmıştır” diye taharrîye başlıyor. Hangi şeye bakıyor, o vahşetli aklı dahi kabilgörmüyor ki, o şey bunları yapsın. Sonra, o sarayın teşkilât programını ve mevcudat fihristesini ve idare kanunları içinde yazılı olan bir defteri görür. Çendan, elsiz ve gözsüz ve çekiçsiz olan o defter dahi, sair içindeki şeyler gibi, hiçbir kabiliyeti yoktur ki, o sarayı teşkil ve tezyin etsin. Fakat muztar kalarak, bilmecburiye, eşya-yı âhare nisbeten, kavânîn-i ilmiyenin bir ünvanı olmak cihetiyle, o sarayın mecmuuna bu defteri münasebettar gördüğünden, “İşte bu defterdir ki, o sarayı teşkil, tanzim vetezyin edip bu eşyayı yapmış, takmış, yerleştirmiş” diyerek, vahşetini ahmakların, sarhoşların hezeyanına çevirmiş.

İşte, aynen bu misal gibi, hadsiz derecede misaldeki saraydan daha muntazam,


Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Allahacip: hayret verici
ahmaklık: akılsızlıkbeyan edilmek: açıklanmak
bilmecburiye: zorunlu olarakcihazat: cihazlar, âletler
cihazat-ı harbiye: savaş aletlericihet: yön
elhasıl: özet olarakeşya: şeyler, varlıklar
eşya-yı âhar: diğer varlıklarhadsiz: sınırsız
haric-i daire-i akliye: akıl dairesinin dışındahariç: dış
hezeyan: boş söz, saçmalamahurafe: herhangi bir delile dayanmayan bâtıl inanış
hâli: boş, ıssızicad: yaratma
imtinâ: imkânsızlıkizah etmek: açıklamak
kabil: mümkünkabiliyet: yetenek
kavânîn-i ilmiye: bilimsel kanunlarmaskara: gülünç, rezil
mecmu: bir şeyin tamamımevcud: varlık
mevcudat fihristesi: varlıkların sıralandığı listemuhal: imkânsız
muntazam: düzenlimuztar: çaresiz
münasebettar: ilgili, bağlantılımüşkül: zorluk
müştemilât: içindekilernisbeten: kıyasla, oranla
risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisisahrâ: çöl
sair: diğer, başkasuhulet: kolaylık
tabiat: doğa, maddî âlemtaharrî: araştırma, inceleme
tanzim: düzenlemetekmil etmek: tamamlamak
terhis: göreve son vermetezyin etmek: süslemek
teşkil etmek: oluşturmakteşkilât: meydana gelme, oluşma
vahşet: ilkellikvahşî: medeniyetten uzak
vaziyet: durum, hâlvücub: kesinlik, gereklilik
âsâr-ı medeniyet: medeniyetin meydana getirdiği eserlerçendan: gerçi
ünvan: isim
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 209

daha mükemmel ve bütün etrafı mucizâne hikmetle dolu şu saray-ı âlemin içine, inkâr-ı ulûhiyete giden tabiiyyun fikrini taşıyan vahşî bir insan girer. Daire-i mümkinat haricinde olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun eser-i san’atı olduğunu düşünmeyerek ve Ondan i’râz ederek, daire-i mümkinat içinde, kader-i İlâhînin yazar bozar bir levhası hükmünde ve kudret-i İlâhiyenin kavânîn-i icraatına tebeddül ve tagayyür eden bir defteri olabilen ve pek yanlış ve hata olarak “tabiat” namı verilen bir mecmua-i kavânîn-i âdât-ı İlâhiye ve bir fihriste-i san’at-ı Rabbâniyeyi görür. Ve der ki: “Madem bu eşya bir sebep ister. Hiçbir şeyin bu defter gibi münasebeti görünmüyor. Çendan hiçbir cihetle akıl kabul etmez ki, gözsüz, şuursuz, kudretsiz bu defter, rububiyet-i mutlakanın işi olan ve hadsiz bir kudreti iktiza eden icadı yapamaz. Fakat madem Sâni-i Kadîmi kabul etmiyorum; öyleyse, en münasibi, ‘Bu defter bunu yapmış ve yapar’ diyeceğim” der. Biz de deriz:

Ey ahmaku’l-humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak! Başını tabiat bataklığından çıkar, arkana bak. Zerrattan seyyârâta kadar bütün mevcudat, ayrı ayrılisanlarla şehadet ettikleri ve parmaklarıyla işaret ettikleri bir Sâni-i Zülcelâli gör. Ve o sarayı yapan ve o defterde sarayın programını yazan Nakkâş-ı Ezelînin cilvesini gör, fermanına bak, Kur’ân’ını dinle, o hezeyanlardan kurtul.

İKİNCİ MİSAL: Gayet vahşî bir adam, muhteşem bir kışla dairesine girer. Gayet muntazam bir ordunun umumî, beraber talimlerini, muntazam hareketlerini görür. Bir neferin hareketiyle bir tabur, bir alay, bir fırka kalkar, oturur, gider, bir ateş emriyle ateş ettiklerini müşahede eder. Onun kaba, vahşî aklı, bir


Nakkaş-ı Ezelî: başlangıcı olmayan ve bütün varlıkları bir nakış halinde yaratan AllahSâni-i Kadîm: ezelden beri var olan ve varlıkları sa’natlı bir şekilde yaratan Cenâb-ı Allah
Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve her şeyi san’atlı olarak yaratan AllahZât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Zât, Allah
ahmaku’l-humaka: ahmakların en ahmakıalay: taburlardan meydana gelen askerî birlik
cihet: yöncilve: görünme, yansıma
daire-i mümkinat: yaratılanların tamamının oluşturduğu âlemeser-i san’at: sanat eseri
eşya: varlıklarferman: emir, buyruk
fihriste-i san’at-ı Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın sanatlı bir şekilde yarattığı varlıkların özeti ve listesifırka: tümen
hadsiz: sınırsızharicinde: dışında
hezeyan: boş söz, saçmalamahikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde yaratılması
icad: yaratmaiktiza etmek: gerektirmek
inkâr-ı ulûhiyet: Cenâb-ı Allah’ı inkâr fikrii’râz etmek: yüz çevirmek, başka tarafa dönmek
kader-i İlâhî: İlâhî kader, Allah’ın kader kanunukavânîn-i icraat: kâinattaki, tabiattaki İlâhî icraat ve faaliyet kanunları
kudret: güç ve iktidarkudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve kudreti
lisan: dilmecmua-i kavânîn-i âdât-ı İlâhiye: Allah’ın kainata koyduğu, devam eden kanunların tamamı; İlâhî âdetler ve kanunların toplamı
mevcudat: varlıklarmucizâne: mucizeli bir şekilde
muhteşem: ihtişamlı, görkemlimuntazam: düzenli
münasebet: ilgi, bağlantımünasib: uygun
müşahede etmek: gözlemlemeknefer: asker, er
rububiyet-i mutlaka: Allah’ın herşeyi kuşatan, kayıtsız ve sınırsız egemenliği, yaratıcılığı, terbiyesisaray-ı âlem: âlem sarayı; bir saray gibi inceliklerle yaratılmış olan âlem, kâinat
seyyârât: gezegenlertabiiyyun: her şeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler
tabur: bölüklerden meydana gelen askerî birliktagayyür: başkalaşma
tahammuk etmek: ahmaklık dersi almaktalim: eğitim
tebeddül: değişimumumî: genel
vahşî: ilkelzerrat: zerreler, atomlar
çendan: gerçişehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek
şuur: bilinç, anlayış
 
Son düzenleme:

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 210

kumandanın, devletin nizâmâtıyla ve kanun-u padişahî ile o kumandanın emrini, kumandasını anlamayıp inkâr ettiğinden, o askerlerin iplerle birbiriyle bağlı olduklarını tahayyül eder. O hayalî ip ne kadar harikalı bir ip olduğunu düşünür, hayrette kalır.

Sonra gider, Ayasofya gibi gayet muazzam bir camie, Cuma gününde dahil olur. O cemaat-i Müslimînin, bir adamın sesiyle kalkar, eğilir, secde ederek oturduklarını müşahede eder. Mânevî ve semâvî kanunların mecmuundan ibaret olan şeriatı ve Şeriat Sahibinin emirlerinden gelen mânevî düsturlarını anlamadığından, o cemaatin maddî iplerle bağlandığını ve o acip ipler onları esir edip oynattığını tahayyül ederek, en vahşî, insan suretindeki canavar hayvanları dahi güldürecek derecede maskaralı bir fikirle çıkar, gider.

İşte, aynı bu misal gibi, Sultan-ı Ezel ve Ebedin hadsiz cünudunun muhteşem bir kışlası olan şu âleme ve o Mâbûd-u Ezelînin muntazam bir mescidi olan şu kâinata,mahz-ı vahşet olan inkârlı fikr-i tabiatı taşıyan bir münkir giriyor. O Sultan-ı Ezelînin hikmetinden gelen nizâmât-ı kâinatın mânevî kanunlarını birer maddî madde tasavvur ederek ve saltanat-ı rububiyetin kavânîn-i itibariyesi ve o Mâbûd-u Ezelînin şeriat-ı fıtriye-i kübrâsının, mânevî ve yalnız vücud-u ilmîsi bulunan ahkâmlarını ve düsturlarını, birer mevcud-u haricî ve maddî birer madde tahayyül ederek, kudret-i İlâhiyenin yerine, o ilim ve kelâmdan gelen ve yalnız vücud-u ilmîsi bulunan o kanunları ikame etmek ve ellerine icad vermek, sonra da onlara “tabiat” namını takmak ve yalnız bir cilve-i kudret-i Rabbâniye olan kuvveti, bir zîkudret ve müstakil bir kadîr telâkki etmek, misaldeki vahşîden bin defa aşağı bir vahşettir.

Elhasıl, tabiiyyunların, mevhum ve hakikatsiz, tabiat dedikleri şey, olsa olsa


Ayasofya: (bk. bilgiler)Mâbûd-u Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve ibadete layık olan Allah
Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden SultanSultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatının başlangıcı olmayan Allah
acip: hayret vericiahkâm: hükümler
cemaat-i Müslimîn: Müslüman cemaatcilve-i kudret-i Rabbâniye: Rabbânî kudret ve iradenin yansıması
cünud: askerlerdüstur: kanun, kural, prensip
elhasıl: özet olarakfikr-i tabiat: her şeyi tabiatın yarattığını kabul eden düşünce
hadsiz: sayısızhakikatsiz: asılsız, bir gerçeğe dayanmayan
hikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak anlamlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması; yüksek bilgiicad vermek: yaratma özelliğini vermek
ikâme etmek: yerine koymakinkâr etmek: inanmamak, reddetmek
kadîr: güç ve iktidar sahibikanun-u padişahî: padişah kanunu
kavânîn-i itibariye: görünmeyen mânevî kanunlarkelâm: ifade, söz
kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve kudretikâinat: evren, bütün yaratılmışlar
mahz-ı vahşet: tam bir ilkellikmaskara: gülünç, rezil
mecmuu: bir şeyin tamamımevcud-u haricî: gözle görülür şekilde maddî bir yapıya sahip olan
mevhum: gerçekte olmadığı halde var sayılanmuazzam: azametli, çok büyük
muhteşem: görkemlimuntazam: düzenli
münkir: inkârcımüşahede etmek: gözlemlemek
nizâmât: kanunlarnizâmât-ı kâinat: kâinattaki düzenler
saltanat-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliğisemâvî: Allah tarafından olan, İlâhî
tabiiyyun: herşeyi tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenlertahayyül etmek: hayal etmek
tasavvur etmek: düşünmektelâkki etmek: kabul etmek, algılamak
vahşî: ilkelvücud-u ilmî: ilmî varlık, ilik olarak var olan
zîkudret: kudretli, güçlü, kuvvetliâlem: dünya, evren
şeriat: İlâhî kanunşeriat-ı fıtriye-i kübrâ: kâinattaki düzen ve intizamı sağlayan, bütün varlıkların tabi olduğu büyük kanun; tabiat kanunlarının bütünü
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 211

ve hakikat-i hariciye sahibi ise, ancak bir san’at olabilir, sâni olamaz. Bir nakıştır, nakkâş olamaz. Ahkâmdır, hâkim olamaz. Bir şeriat-ı fıtriyedir, şâri’ olamaz. Mahlûkbir perde-i izzettir, hâlık olamaz. Münfail bir fıtrattır, fâtır bir fâil olamaz. Kanundur,kudret değildir, kadîr olamaz. Mistardır, masdar olamaz.

Elhasıl: Madem mevcudat var. Madem On Altıncı Notanın başında denildiği gibi,mevcudun vücuduna, taksim-i aklî ile, dört yoldan başka yol tahayyül edilmez. O dört cihetten üçünün—herbirinin üç zâhir muhallerle—butlanı kat’î bir surette ispat edildi. Elbette, bizzarure ve bilbedâhe, dördüncü yol olan vahdet yolu, kat’î bir surette ispat olunuyor. O dördüncü yol ise, baştaki

blank.gif
1
اَفِى اللهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّموَاتِ وَاْلاَرْضِ âyeti, şeksiz ve şüphesiz, bedâhet derecesinde, Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun uluhiyetini ve herşey doğrudan doğruya dest-i kudretinden çıktığını ve semâvat ve arz kabza-i tasarrufunda bulunduğunu gösteriyor.

Ey esbabperest ve tabiata tapan biçare adam! Madem herşeyin tabiatı, herşey gibimahlûktur; çünkü san’atlıdır ve yeni oluyor. Hem her müsebbep gibi, zâhirî sebebi dahi masnudur. Ve madem herşeyin vücudu pek çok cihazat ve âletlere muhtaçtır. O halde, o tabiatı icad eden ve o sebebi halk eden bir Kadîr-i Mutlak var. Ve o Kadîr-i Mutlakın ne ihtiyacı var ki, âciz vesâiti rububiyetine ve icadına teşrik etsin? Hâşâ! Belki doğrudan doğruya, müsebbebi sebep ile beraber halk ederek, cilve-i esmâsını ve hikmetini göstermek için, bir tertip ve tanzim ile zâhirî bir sebebiyet, bir mukarenetvermekle, eşyadaki zâhirî kusurlara, merhametsizliklere


[NOT]Dipnot-1 “Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah hakkında şüphe olur mu?” İbrahim Sûresi, 14:10.
[/NOT]


Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi AllahZât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Zât, Allah
ahkâm: hükümlerarz: dünya
bedahet: açıklıkbilbedâhe: açık bir şekilde
bizzarure: zorunlu olarakbiçare: çaresiz
butlan: hükümsüzlük, bâtıl oluşcihazat: cihazlar, âletler
cihet: yöncilve-i esmâ: Allah’ın isimlerinin görüntüsü, yansıması
dest-i kudret: Allah’ın kudret elielhasıl: özet olarak
esbabperest: Allah’ı unutup sebeplere haddinden fazla değer vereneşya: varlıklar
fâil: işi yapanfâtır: varlıkları eşsiz ve benzersiz olarak yaratan
fıtrat: yaratılışhakikat-i hariciye: gözle görülebilen gerçek
halk eden: yaratanhikmet: herşeyin bir gaye ve faydaya yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması
hâkim: hükmeden, hüküm koyanhâlık: yaratıcı
hâşâ: asla öyle değilicad eden: yoktan yaratan
kabza-i tasarruf: emri altında bulundurmakadîr: güç ve iktidar sahibi
kudret: güç ve iktidarmahlûk: yaratılmış
masdar: kaynakmasnu: san’at eseri
mevcud: var olanmevcudat: varlıklar
mistar: cetvel, ölçü aletimuhal: imkansızlık
mukarenet: yakınlık, ilişkili olmamünfail: fiilden etkilenen
müsebbeb: sebebin ortaya çıkardığı sonuçnakkaş: nakış ustası
nota: bildiriperde-i izzet: izzet ve büyüklüğün önündeki perde
rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesisemâvât: gökler
suret: biçim, şekilsâni: sanatkâr
tahayyül etmek: hayal etmektaksim-i aklî: akıl ve fikir yoluyla bir konuyu bölümlere ayırmak
tanzim: düzenlemetertip: düzen
teşrik etmek: ortak etmekuluhiyet: İlâhlık
vahdet: birlikvesâit: vasıtalar, araçlar
vücud: varlıkzâhir: açık, âşikar
zâhirî: açık, gözle görülürâyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi
şeksiz: şüphesizşeriat-ı fıtriye: Allah’ın yaratılışa koyduğu, bütün varlıkların tabi olduğu kanunlar
şâri’: kanun koyucu
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 212

ve noksaniyetlere merci olmak için, esbab ve tabiatı dest-i kudretine perde etmiş,izzetini o suretle muhafaza etmiş.

Acaba bir saatçi, saatin çarklarını yapsın, sonra saati çarklarla tertip edip tanzimetsin, daha mı kolaydır? Yoksa harika bir makineyi o çarklar içinde yapsın, sonra saatin yapılmasını o makinenin câmid ellerine versin, tâ saati yapsın, daha mı kolaydır? Acaba imkân haricinde değil midir? Haydi, o insafsız aklınla sen söyle, senhâkim ol.

Veyahut bir kâtip mürekkep, kalem, kâğıdı getirdi. Onunla kendi bizzat o kitabı yazsa daha mı kolaydır? Yoksa o kâğıt, mürekkep, kalem içinde, o kitaptan daha san’atlı, daha zahmetli, yalnız o tek kitaba mahsus olarak bir yazı makinesi icadetsin, sonra o şuursuz makineye “Haydi, sen yaz” desin de kendi karışmasın, daha mı kolaydır? Acaba yüz defa yazıdan daha müşkül değil midir?

Eğer desen: Evet, bir kitabı yazan makinenin icadı o kitaptan yüz defa daha müşküldür. Fakat o makine, aynı kitabın birçok nüshalarını yazmasına vasıta olmak cihetiyle, belki bir kolaylık var.

Elcevap: Nakkâş-ı Ezelî, hadsiz kudretiyle, nihayetsiz cilve-i esmâsını her vakit tazelendirmekle ayrı ayrı şekilde göstermek için, eşyadaki teşahhusları ve hususî simaları öyle bir surette halk etmiştir ki, hiçbir mektub-u Samedânî ve hiçbir kitab-ı Rabbânî, diğer kitapların aynı aynına olamıyor. Alâküllihal, ayrı mânâları ifade etmek için, ayrı bir siması bulunacak.

Eğer gözün varsa, insanın simasına bak, gör ki: Zaman-ı Âdem‘den şimdiye kadar, belki ebede kadar, bu küçük simada, âzâ-yı esasîde ittifakla beraber, herbir sima,umum simalara nisbeten, herbirisine karşı birer alâmet-i farikası var olduğu kat’iyen sabittir. Bunun için, herbir sima ayrı bir kitaptır. Yalnız san’atın tanzimi için ayrı bir yazı takımı ve ayrı bir tertip ve telif ister. Ve maddelerini hem getirmek, hem yerleştirmek ve hem de vücuda lâzım olan herşeyi derc etmek için, bütün bütün başka bir tezgâh ister.

Nakkaş-ı Ezelî: herşeyi san’atlı bir şekilde işleyen, varlığının başlangıcı olmayıp sonradan var olmayan Allahalâküllihal: her durumda
alâmet-i farika: ayırt edici işaretbizzat: doğrudan
cihetiyle: yönüylecilve-i esmâ: Allah’ın isimlerinin varlıklardaki yansıması, görüntüsü
câmid: cansız, katıderc etmek: içine yerleştirmek
dest-i kudret: Allah’ın kudret eliebed: sonsuzluk
esbab: sebeplereşya: şeyler, varlıklar
hadsiz: sınırsızhalk etmek: yaratmak
haricinde: dışındahususî: özel
hâkim: hükmeden, idareciicad etmek: yaratmak
insafsız: vicdansızittifak: birlik
izzet: itibar, yücelik, şerefkat’iyen: kesin olarak
kitab-ı Rabbânî: Allah’ın bu âlemde hakimiyetini ve Rablığını bir kitap gibi anlatan eseri, kâinatkudret: güç, kudret, iktidar
kâtip: yazıcı, yazarmahsus: has, özel
mektub-u Samedânî: sadece Allah tarafından gönderilmiş birer mektup olan, şuur sahiplerine İlâhî san’atları anlatan esermerci: kaynak
muhafaza etmek: korumak, saklamakmüşkül: zor
nihayetsiz: sınırsıznisbeten: kıyasla
noksaniyet: eksikliknüsha: kopya
sima: yüz, görünüşsuret: biçim, şekil
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğatanzim: düzenleme
tanzim etmek: düzenlemektelif: yazma, kaleme alma
tertip etmek: düzenlemektezgâh: dokuma âleti
teşahhus: şahıslanma; belirli bir şekil ve kimlikle belirlenme, ortaya çıkmaumum: bütün
vasıta: aracıvücud: varlık
zahmet: zorlukzaman-ı Âdem: Hz. Âdem zamanı
âzâ-yı esasî: temel organlarşuursuz: bilinçsiz

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 213

Haydi, farz-ı muhal olarak, tabiata bir matbaa nazarıyla baktık. Fakat bir matbaaya ait olan tanzim ve basmak, yani, muayyen intizamını kalıba sokmaktan başka, o tanzimin icadından, icadları yüz derece daha müşkül bir zîhayatın cismindeki maddeleri aktâr-ı âlemden mizan-ı mahsusla ve has bir intizamla icad etmek ve getirmek ve matbaa eline vermek için, yine o matbaayı icad eden Kadîr-i Mutlakın kudret ve iradesine muhtaçtır. Demek bu matbaalık ihtimali ve farzı, bütün bütün mânâsız bir hurafedir.

İşte bu saat ve kitap misalleri gibi, Sâni-i Zülcelâl, Kadîr-i Külli Şey, esbabı halketmiş, müsebbebâtı da halk ediyor. Hikmetiyle, müsebbebâtı esbaba bağlıyor.Kâinatın harekâtının tanzimine dair kavânîn-i âdetullahtan ibaret olan şeriat-ı fıtriye-i kübrâ-yı İlâhiyenin bir cilvesini ve eşyadaki o cilvesine yalnız bir âyine ve bir mâkesolan tabiat-ı eşyayı, iradesiyle tayin etmiştir. Ve o tabiatın vücud-u haricîye mazhar olan veçhini, kudretiyle icad etmiş ve eşyayı o tabiat üzerinde halk etmiş, birbirine mezc etmiş. Acaba gayet derecede mâkul ve hadsiz burhanların neticesi olan bu hakikatin kabulü mü daha kolaydır? Acaba vücub derecesinde lâzım değil midir? Yoksa câmid, şuursuz, mahlûk, masnu, basit olan o sebep ve tabiat dediğiniz maddelere, herbir şeyin vücuduna lâzım hadsiz cihazat ve âlâtı verip hakîmâne,basîrâne olan işleri kendi kendilerine yaptırmak mı daha kolaydır? Acaba imtinâ derecesinde imkân haricinde değil midir? Senin o insafsız aklının insafına havale ediyoruz.

Münkir ve tabiatperest diyor ki: “Madem beni insafa davet ediyorsun. Ben de diyorum ki: Şimdiye kadar yanlış gittiğimiz yol hem yüz derece muhal, hem gayet zararlı ve nihayet derecede çirkin bir meslek olduğunu itiraf ediyorum. Sabık tahkikatınızdan, zerre miktar şuuru bulunan anlayacak ki, esbaba, tabiata icad


Kadîr-i Külli Şey: her şeye gücü yeten, sonsuz kudret sahibi olan AllahKadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kuvvet sahibi Allah
Sâni-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi olan ve her şeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allahaktâr-ı âlem: âlemin dört bir yanı
basîrâne: görerekburhan: kuvvetli delil
cihazat: cihazlar, organlarcilve: görünme, yansıma
cisim: bedencâmid: cansız
esbab: sebeplereşya: varlıklar
farz: var saymafarz-ı muhal: imkânsızı varsayma, varsayım
hadsiz: sayısızhakikat: gerçek, esas
hakîmâne: bir maksat ve gayeye yönelik bir şekildehalk etmek: yaratmak
harekât: hareketlerhikmet: ilim, yüksek bilgi
hurafe: delile dayanmayan saçma inanışibaret: meydana gelen, oluşan
icad: var etme, yaratmaimtinâ: imkânsızlık
insafsız: vicdansızintizam: düzen
irade: dileme, istemekavânîn-i âdetullah: Allah’ın kâinatta uyguladığı kanunlar
kudret: güç, kuvvet, iktidarkâinat: evren
mahlûk: yaratılmışmasnu: sanatla yapılmış
mazhar olan: sahip olanmezc etmek: karıştırmak
mizan-ı mahsus: özel ölçümuayyen: belirli
muhal: imkansızmâkes: yansıma yeri
mâkul: akla uygunmünkir: Allah’a inanmayan, inkar eden
müsebbebât: sebeplerle meydana gelen şeyler, sebeplerin sonuçlarımüşkül: zor
nazar: bakışnihayet: son
sabık: öncekitabiat: canlı cansız bütün varlıklar, doğa
tabiat-ı eşya: varlıkların özelliği, tabiatıtabiatperest: herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia eden
tahkikat: araştırmalartanzim: düzenleme
tayin etmek: belirlemekveçh: yön
vücub: kesinlikvücud: varlık
vücud-u haricî: maddî varlıkzerre miktar: çok az miktar
zîhayat: canlıâlât: âletler, organlar
şeriat-ı fıtriye-i kübrâ-yı İlâhiye: kainattaki düzen ve intizamı sağlayan, bütün varlıkların tabi olduğu büyük, İlâhi kanunlarşuur: bilinç, anlayış
şuursuz: bilinçsiz, akılsız
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 214

vermek mümtenidir, muhaldir. Ve herşeyi doğrudan doğruya Vâcibü’l-Vücuda vermek vâciptir, zarurîdir. Elhamdü lillâhi ale’l-îmân
blank.gif
1 deyip iman ediyorum.

“Yalnız bir şüphem var: Cenâb-ı Hakkın Hâlık olduğunu kabul ediyorum. Fakat bazı cüz’î esbabın ehemmiyetsiz şeylerde icada müdahaleleri ve bir parça medh ü senâ kazanmaları, saltanat-ı rububiyetine ne zarar verir? Saltanatına noksaniyet gelir mi?”

Elcevap: Bazı risalelerde gayet kat’î ispat ettiğimiz gibi, hâkimiyetin şe’ni, müdahaleyi reddetmektir. Hattâ, en ednâ bir hâkim, bir memur, daire-i hâkimiyetinde oğlunun müdahalesini kabul etmiyor. Hattâ, hâkimiyetine müdahale tevehhümüyle, bazı dindar padişahlar, halife oldukları halde mâsum evlâtlarını katletmeleri, bu redd-i müdahale kanununun hâkimiyette ne kadar esaslı hükmettiğini gösteriyor. Birnahiyede iki müdürden tut, tâ bir memlekette iki padişaha kadar, hâkimiyetteki istiklâliyetin iktiza ettiği men-i iştirak kanunu, tarih-i beşerde çok acip hercümerc ile kuvvetini göstermiş.

Acaba âciz ve muavenete muhtaç insanlardaki âmiriyet ve hâkimiyetin bir gölgesi bu derece müdahaleyi reddetmeyi ve başkasının müdahalesini men etmeyi vehâkimiyetinde iştirak kabul etmemeyi ve makamında istiklâliyetini nihayet taassuplamuhafazaya çalışmayı gör; sonra, hâkimiyet-i mutlaka rububiyet derecesinde; veâmiriyet-i mutlaka ulûhiyet derecesinde; ve istiklâliyet-i mutlaka ehadiyetderecesinde; ve istiğnâ-yı mutlak kadîriyet-i mutlaka derecesinde bir Zât-ı Zülcelâlde, bu redd-i müdahale ve men-i iştirak ve tard-ı şerik, ne derece o hâkimiyetin zarurî bir lâzımı ve vâcip bir muktezası olduğunu, kıyas edebilirsen et.


[NOT]Dipnot-1 Bize ihsan ettiği iman nimeti sebebiyle Allah’a hamd olsun.
[/NOT]


Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan AllahZât-ı Zülcelâl: sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi Zât, Allah
acip: hayret vericicüz’î: küçük
daire-i hâkimiyet: egemenlik, üstünlük, âmirlik dairesiednâ: basit, küçük
ehadiyet: Allah’ın birliğinin her bir varlıkta görünmesiehemmiyetsiz: önemsiz
esbab: sebeplerhalife: Müslümanların dinî reisi
hercümerc: karma karışıklıkhâkim: hükmeden
hâkimiyet: hükmü ve idaresi altına almahâkimiyet-i mutlaka: sınırsız ve tam bir egemenlik
icad: yaratmaicad vermek: var etme özelliği vermek
iktiza etmek: gerektirmekistiklâliyet: bağımsızlık
istiklâliyet-i mutlaka: kesin ve sınırsız bağımsızlıkistiğnâ-yı mutlak: sınırsız zenginlik, hiçbir şeye muhtaç olmama
iştirak: ortaklıkkadîriyet-i mutlaka: Allah’ın gücünün sınırsız olarak her şeyde görünmesi
katletmek: öldürmekkat’î: kesin
makam: mevki, derecemedh ü senâ: övme ve yüceltme
memur: emir altında olan, görevlimen-i iştirak: ortaklığı kabul etmemek
muavenet: yardımmuhafaza: koruma, saklama
muhal: imkânsızmukteza: bir şeyin gereği
mâsum: günâhsızmümteni: imkânsız
nahiye: bucak, ilçelerin bir müdürle yönetilen bölümlerinden her birisinihayet: sınırsız
noksaniyet: noksanlıkredd-i müdahale kanunu: hiç kimsenin karışmasını kabul etmeme kanunu
risale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisirububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
saltanat: hakimiyetsaltanat-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği
taassup: aşırı derecede, körü körüne bağlılıktard-ı şerik: ortağı, ortaklığı reddetmek
tarih-i beşer: insanlık tarihitevehhüm: kuruntu
ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye layık olma, İlâhlıkvâcip: mutlaka gerekli olan
zarurî: zorunlu, gerekliâciz: güçsüz, elinden bir şey gelmeyen
âmiriyet: âmirlik, yöneticilikâmiriyet-i mutlaka: sınırsız ve tam bir âmirlik, yöneticilik
şe’n: temel özellik
 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 215

Amma ikinci şık şüphen ki: Bazı esbab, bazı cüz’iyâtın bazı ubudiyetlerine merci olsa, o Mâbûd-u Mutlak olan Zât-ı Vâcibü’l-Vücuda müteveccih, zerrattan seyyârâta kadar mahlûkatın ubudiyetlerinden ne noksan gelir?

Elcevap: Şu kâinatın Hâlık-ı Hakîmi, kâinatı bir ağaç hükmünde halk edip, en mükemmel meyvesini zîşuur, ve zîşuurun içinde en câmi meyvesini insan yapmıştır. Ve insanın en ehemmiyetli, belki insanın netice-i hilkati ve gaye-i fıtratı ve semere-i hayatı olan şükür ve ibadeti, o Hâkim-i Mutlak ve Âmir-i Müstakil, kendini sevdirmek ve tanıttırmak için kâinatı halk eden o Vâhid-i Ehad, bütün kâinatın meyvesi olan insanı ve insanın en yüksek meyvesi olan şükür ve ibadetini başka ellere verir mi? Bütün bütün hikmetine zıt olarak, netice-i hilkati ve semere-i kâinatı abes eder mi?Hâşâ ve kellâ, hem hikmetini ve rububiyetini inkâr ettirecek bir tarzda, mahlûkatın ibadetlerini başkalara vermeye rıza gösterir mi? Hiç müsaade eder mi? Ve hem hadsiz bir derecede kendini sevdirmeyi ve tanıttırmayı ef’âliyle gösterdiği halde, en mükemmel mahlûkatının şükür ve minnettarlıklarını, tahabbüb ve ubudiyetlerini başka esbaba vermekle kendini unutturup, kâinattaki makasıd-ı âliyesini inkâr ettirir mi? Ey tabiatperestlikten vazgeçen arkadaş, haydi sen söyle.

O diyor: “Elhamdü lillâh, bu iki şüphem hallolmakla beraber, vahdâniyet-i İlâhiyeye dair ve Mâbûd-u Bilhak O olduğuna ve Ondan başkaları ibadete lâyık olmadığına o kadar parlak ve kuvvetli iki delil gösterdin ki, onları inkâr etmek, güneşi ve gündüzü inkâr etmek gibi bir mükâberedir.”


endOfSection.gif
endOfSection.gif


Elhamdü lillâh: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsusturHâkim-i Mutlak: herşey üzerinde sınırsız egemenlik sahibi olan, Allah
Hâlık-ı Hakîm: her varlığı sayısız hikmetlerle yaratan AllahMâbûd-u Bilhak: hakkıyla ibadete layık olan Allah
Mâbûd-u Mutlak: ibadete layık tek varlık olan AllahVâhid-i Ehad: bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı gerekli olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan Zât, Allahabes: boş ve faydasız
câmi: kapsamlı, içine alancüz’iyât: bir bütünün parçaları, kısımları
ef’âl: fiiler, davranışlarehemmiyetli: önemli
esbab: sebeplergaye-i fıtrat: yaratılış amacı
hadsiz: sınırsızhalk etmek: yaratmak
hallolmak: çözümlenmekhikmet: yüksek bilgi; bir gaye ve faydaya yönelik olarak, tam yerli yerinde olma
hâşâ ve kellâ: asla ve aslakâinat: evren
mahlûkat: varlıklarmakasıd-ı âliye: yüce olan maksatlar, gayeler
merci: başvurulacak yerminnettarlık: şükran duyma, iyilik karşısında kendini borçlu hissetme
mükemmel: eksiksizmükâbere: büyüklük taslayarak doğruyu kabul etmeme
müsaade etmek: izin vermekmüteveccih: yönelen
netice-i hilkat: yaratılışın sonucurububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini kuşatan egemenliği, yaratıcılığı, idaresi ve terbiyesi
rıza: memnuniyet, hoşnutluksemere-i hayat: hayatın netice ve faydaları
semere-i kâinat: kâinatın meyvesiseyyârât: gezegenler
tabiatperestlik: herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia etme, tabiatçılıktahabbüb: kendini sevdirmek
ubudiyet: kullukvahdâniyet-i İlâhiye: Allah’ın bir ve tek olması
zerrat: zerreler, atomlarzîşuur: şuur sahibi
âmir-i müstakil: bağımsız, hiçbir ortağı olmayan âmir, idarecişükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme

 

TaLHa

Nur-u Aynım
Yönetici
İkinci Kısım - Sayfa 216

Hâtime

Tabiat fikr-i küfrîsini terk eden ve imana gelen zat diyor ki:

Elhamdü lillâh, benim şüphelerim kalmadı. Yalnız merakımı mucip olan birkaç sualim var.

BİRİNCİ SUAL: Çok tembellerden ve târiküssalâtlardan işitiyoruz. diyorlar ki: “Cenâb-ı Hakkın bizim ibadetimize ne ihtiyacı var ki, Kur’ân’da çok şiddet ve ısrarla, ibadeti terk edeni zecredip Cehennem gibi dehşetli bir cezayla tehdit ediyor? İtidalli ve istikametli ve adaletli olan ifade-i Kur’âniyeye nasıl yakışıyor ki, ehemmiyetsiz bircüz’î hataya karşı nihayet şiddeti gösteriyor?”

Elcevap: Evet, Cenâb-ı Hak senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın; mânen hastasın. İbadet ise, mânevî yaralarına tiryaklar hükmünde olduğunu çok risalelerde ispat etmişiz. Acaba bir hasta, o hastalık hakkında, şefkatli bir hekimin ona nâfi ilâçları içirmek hususunda ettiği ısrara mukabil, hekime dese: “Senin ne ihtiyacın var, bana böyle ısrar ediyorsun?” Ne kadar mânâsız olduğunu anlarsın.

Amma Kur’ân’ın, terk-i ibadet hakkında şiddetli tehdidâtı ve dehşetli cezaları ise: Nasıl ki bir padişah, raiyetinin hukukunu muhafaza etmek için, âdi bir adamın,raiyetinin hukukuna zarar veren bir hatasına göre, şiddetli cezaya çarpar. Öyle de, ibadeti ve namazı terk eden adam, Sultan-ı Ezel ve Ebedin raiyeti hükmünde olan mevcudatın hukukuna ehemmiyetli bir tecavüz ve mânevî bir zulüm eder. Çünkü,mevcudatın kemâlleri, Sânie müteveccih yüzlerinde tesbih ve ibadetle tezahür eder. İbadeti terk eden, mevcudatın ibadetini görmez ve göremez. Belki de inkâr eder. O vakit, ibadet ve tesbih noktasında yüksek makamda bulunan ve herbiri birer mektub-u Samedânî ve birer âyine-i esmâ-i Rabbâniye olan mevcudatı âli makamlarından tenzil ettiğinden ve ehemmiyetsiz, vazifesiz, câmid,


Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi AllahElhamdü lillâh: Allah’a hamd olsun
Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, AllahSâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah
câmid: cansızcüz’î: küçük, sınırlı
ehemmiyetli: önemliehemmiyetsiz: önemsiz
fikr-i küfrî: Allah’ı inkâr etmeye dayalı düşüncehekim: doktor
hukuk: haklarhâtime: sonuç, son bölüm
ifade-i Kur’âniye: Kur’ân’ın kendine mahsus anlatım biçimiistikamet: doğru gidiş
itidal: her konuda orta yolu tutma, aşırıya kaçmamakemal: mükemmellik
makam: mevki, konummektub-u Samedânî: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eser
mevcudat: varlıklarmucip: gerektirici
muhafaza etmek: korumak, saklamakmukabil: karşılık
mânen: manevî olarakmüteveccih: yönelen
nihayet: sonsuznâfi: faydalı
raiyet: halk, tabi olanlarrisale: Risale-i Nur’u oluşturan bölümlerden her birisi
tabiat: materyalist düşünce; tabiat için, “insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç” düşüncesitecavüz: haddi aşma, saldırma
tehdidât: tehditlertenzil etmek: indirmek
terk-i ibadet: ibadet etmeyi terk etmetesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmaktiryak: derman, ilâç
târiküssalât: namaz kılmayı terk etmiş olan kimsezecretmek: sakındırmak, yasaklamak
zulüm: haksızlıkâdi: basit, sıradan
âli: yüceâyine-i esmâ-i Rabbâniye: bütün varlıkları idare, tedbir ve terbiye eden Allah’ın isimlerinin aynası
 
Üst