Lahika Analizi 47: Kastamonu Lahikasi 29-30.Mektup

ABDULLAH4

Forum Yöneticisi
..



Bismillahirrahmanirrahim.

Esselamün aleyküm ve rahmetullahi ve berakatühü ebeden daimen.


Bu haftaki Lahika Analizi dersimize Kastamonu Lahikasi 29-30 Mektup,dan devam ediyoruz insallah. Anladiklarinizi paylasarak katilimlarinizi bekliyoruz kardesler.

[BILGI]
Kastamonu Lahikasi 29-Mektup

Aziz kardeşlerim,

Temadî eden tahribat-ı mâneviye karşısında, lillâhilhamd, gittikçe Risale-i Nur’un mu’cizâne mukavemeti ve satveti ve kıymeti tezayüt ediyor. Dalâletin temel taşı ve nokta-i istinadı olan tabiat tâğutunu dağıtıp, Kur’ân elinde bir elmas kılıç olarak her tarafta nurları saçar, zulümatı dağıtır. Fakat dalâletlerin envâı çoktur. O nispette risalelerin dahi ayrı ayrı meziyetleri, ehemmiyetleri var. Eğer kolay ise, Tabiat Lem’asını da bize gönderiniz.[/BILGI]


[BILGI]

Kastamonu Lahikasi 30 Mektup


Emin’le Feyzi’nin sordukları bir suale Üstaddan aldıkları cevap

Sual: Bize verdiğiniz cevapta diyorsunuz: Siyasî geniş daireleri merakla takip eden, küçük daireler içindeki vazifelerinde zarar eder. Bunun izahını istiyoruz.

Elcevap: Üstadımız diyor ki:

Evet, bu zamanda merakla radyo vasıtasıyla ciddi alâkadarâne küre-i arzdaki boğuşmalara merak edip bakanlar, dikkat edenler, maddî ve manevî pek çok zararları vardır. Ya aklını dağıtır, mânevî bir divane olur; ya kalbini dağıtır, manevî bir dinsiz olur; ya fikrini dağıtır, mânevî bir ecnebî olur.
Evet, ben kendim gördüm: Lüzumsuz bir merakla mütedeyyin iken âmi bir adam, beride ilme mensubiyeti varken, eskiden beri İslâm düşmanı olan bir kâfirin mağlûbiyetiyle ağlamak derecesinde bir mahzuniyet ve Âl-i Beytten seyyidler cemaatinin bir kâfire karşı mağlûbiyetinden mesruriyetini gördüm. Böyle âmi bir adamın alâkası, bir geniş daire-i siyaset hâtırı için böyle kâfir bir düşmanı, mücahit bir seyyide tercih etmek, acaba divaneliğin ve aklı dağıtmaklığın en acip bir misali değil midir?

Evet, haricî siyaset memurları ve erkân-ı harpler ve kumandanlara bir derece vazifece münasebeti bulunan siyasetin geniş dairelerine ait mesâili, basit fikirli ve idâre-i ruhiye ve dîniyesine ve şahsiyesine ve beytiyesine ve karyesine ait lüzumlu vazifesini geri bıraktırmakla onları meraklandırıp ruhlarını serseri, akıllarını geveze ve kalblerini de hakaik-i imaniye ve İslâmiyeye ait zevklerini, şevklerini kırıp havalandırmak ve o kalbleri serseri etmek ve mânen öldürmekle dinsizliğe yer ihzar etmek tarzında, kemâl-i merakla, onlara göre mâlâyâni ve lüzumsuz mesâil-i siyasiyeyi radyoyla ders verip dinlettirmek, hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyeye öyle bir zarardır ki, ileride vereceği neticeleri düşündükçe tüyler ürperir.

Evet, herbir adam vatanıyla, milletle, hükûmetle alâkadardır. Fakat bu alâkadarlık, muvakkat cereyanlara kapılıp millet ve vatanı ve hükûmetin menfaatini bazı şahısların muvakkat siyasetlerine tâbi etmek, belki aynını telâkki etmek çok yanlış olmakla beraber; o vatanperverlik, milletperverlik hissinden ve vazifesinden herkese düşen vazife bir ise, kendi kalb ve ruhundan idare-i şahsiye ve beytiye ve diniye, ve hâkeza, çok dairelerden hakikî vazifedar olduğu hizmet ve alâka ve merak on, yirmi, belki yüzdür. Bu ciddî ve lüzumlu bu kadar alâkaların zararına olarak, o birtek lüzumsuz ve ona göre mâlâyâni olan siyaset cereyanlarına feda etmek dîvanelik değil de nedir?

Üstadımızın bize gayet aceleyle verdiği cevabı bu kadar. Biz de, o acele ifadeyi acele kaydettik; kusura bakmayınız.

Biz de bütün kuvvetimizle bunu tasdik ediyoruz. Çünkü bunu kendimizde ve gördüğümüz dostlarımızda tecrübelerle müşahede ettik. Hattâ çokları meraklarından, cemaati, belki de namazı terk eder derecede ifratla, tam namaz vaktinde konuşan radyoyu dinleyip, mimsiz medeniyetin sefahat ve dalâlet ve İslâma ettiği ihanet cezası olarak mütemadiyen başına gelen tokatlarına ve boğuşmalarına ve geniş siyaset dâirelerine alâkadârâne dikkat etmekle ve nefsi, zehirli ve başı sarhoş şahıslardan, radyodan ders almak, kudsî ve mühim vazifelerine de tam zarar ediyorlar.

Risale-i Nur şakirtlerinden

Feyzi, Emin​
[/BILGI]
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
23.Lem'anın başında "tabiattan gelen fikr-i küfriyi dirilmeyecek bir surette öldürüyor; küfrün temel taşını zir ü zeber ediyor" denilmiş. Tabiat Tağutu adeta dinsizlerin en muhkem kalesi olmuştur. Onun için Risale-i Nur külliyatında bürhanlarla bu muhkem kale tar-u mar edilmiştir. Tabiat fikrini bilhassa Cumhuriyetin ilk yıllarında memleketimize sinsice sokmaya çalışmışlardır. Üstadın bu durumu anlamasıyla bütün kuvvetiyle bu tağutu dağıtmak için eserler neşretmiştir. Tabiat Risalesi'nin aslı da bu eserlerdendir.

Risale-i Nur, dinsizlerin en muhkem kalesi ve dalaletin menbaı olan tabiat tağutunu keskin elmas kılıncı ile parçalamıştır. "Küfrün temel taşını dirilmeyecek bir surette" öldürmüştür. Fakat üstadın dediği gibi "dalaletlerin envaı çoktur", fakat bu dalaletlerin menbaı da yine tabiattır. Onun için bütün bürhanlarında bu muhkem kalenin tahribatı yoluna gidilmiştir.

Bilhassa Hüve Nüktesi'nin neşredilmesiyle, kesif toprakta bir derece gizledikleri o tağutlarını, hava aleminde gizlemeye imkan bulamayan zındıklar, Hüve Nüktesi'nin neşredildiği "Gençlik Rehberi"ni mahkemeye vermişler fakat mahkeme beraetle neticelenmiştir.

Üstad diyor ki, Otuz seneden beri iki tağut ile mücadelem vardır, biri insandaki ene, diğeri alemdeki tabiattır. Risale-i Nur'un feyziyle her iki tağut, bürhanın elmas kılıncıyla öldürülmüştür.
 
Üst