Kelime Analizi 5: Mu'cize

kenz-i mahfi

Sorumlu
MU'CİZE: İnsanların yapmasında aciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere nasip olan harika, kerametten yüksek, fevkalade hadise. manalarına geliyor.

"mu'cize" kelimesi "kudret" kelimesinin zıddı olan "acz" kökünden türetilmiştir. İf'al babındaki "İ'caz" masdarından ism-i fail olarak türetilmiştir. "aciz bırakan, karşı konulamayan, benzeri yapılamayan, harika" manalarında kullanılır.

Kur'an-ı Kerim'de "mu'cize" kelimesi geçmemektedir. Bunun yerine "mu'cize" manasına gelen "ayet, âyât, delil, delail, beyyine" kelimeleri kullanılmıştır. "ayet" kelimesi yerine göre bildiğimiz manada Kur'an-ı Kerim'in cümleleri, bazen de "mu'cize" manasında kullanılmaktadır. "mucize" yerine "ayet" kelimesinin kullanılmasında mühim bir hikmet vardır. Kitab-ı kebir-i kainat tabiriyle müsemma olan bu gördüğümüz alemin her bir noktası ve her bir harfi birer ayet ve delildir. Belki bu noktada her ikisine de ayet denilmesinin mühim bir sebebi budur. Kur'an'da mucize yoktur, diyenler için sadece "Evet, "mucize" kelimesi yoktur fakat mucize manasında kullanılan kelimeler vardır ki ehl-i ilim bu konuda ittifak etmişlerdir" denilebilir.

"mu'cize", alışılagelmiş hadiselerin üstünde ve fevkinde olarak Cenab-ı Hakk'ın eliyle peygamber olan kullarına ihsan ettiği ve insan elinin asla yetişemeyeceği harika ve fevkalade olaylardır. Peygamber olarak seçtiği kullarını adeta tasdik etmek manasına gelmektedir. Bilindiği gibi peygamberlik iddiasında bulunan bir kişiye en önce sorular soru "bu davanı ispat etmek için mu'cize gösterebilir misin?" olmaktadır. Öyle ise inkarcıları, bir benzerini yapmaktan aciz bırakacak harikalar göstermekle ilzam etmek lazımdır. Onun için bütün peygamberler mu'cize göstermişlerdir. Nübüvvetlerini mucizeler ile ispat etmişlerdir. En çok ve en harika mucizeler şüphesiz hatem-ül enbiya olan Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (ASM)'in elinde zahir olan mu'cizelerdir. Ehl-i tahkik yanında binden fazla mucize gösterdiği nakledilmiştir. Bu mucizelerden 300'den fazla bir kısmı "Mucizat-ı Ahmediye" namındaki 19. Mektup'ta beyan edilmiştir.

124.000 peygamber gelmiştir. Bunlar hep mucize göstermişlerdir. Buna dair 19. Mektupta: "nev-i beşerde nübüvvet vardır. Ve yüz binler zat, nübüvvet dâvâ edip mucize gösterenler gelip geçmişler." denilmiştir. Bu noktadan bakıldığında peygamberlik iddia eden bir zatın öncelikle bu davasını mucize ile ispat etmesi gerekir. Eğer mucize ile ispat edemiyorsa buna "yalancı peygamber" denilmiştir ki tarihte bunun emsalleri çoktur. Risale-i Nur'da bu mevzuda ismi zikredilen "Müseylime-i Kezzab" ismindeki meşhur yalancı peygamberdir. İddiasını hiç bir zaman bir mucize göstererek ispat edememiştir. Çünkü böyle bir mucize göstermesi zaten aklen mümkün değildir. Çünkü Cenab-ı Hakk o yalancı peygamberi tasdik etmemiştir. Onu alemde rezil ve rüsva etmiştir.

Mu'cize göstermekten maksat sadece ikna için olup bir zorlama ve icbar söz konusu değildir, akla kapı açılır, insanın ihtiyarı elinden alınmaz. Yani mecburiyetle inanması değil, aklıyla inanması için sadece ikna için mucizeler gösterilmiştir. Buna dair 19.Mektupta: "Mu'cize, dâvâ-i nübüvvetin ispatı için, münkirleri iknâ etmek içindir, icbar için değildir" denilmiştir.

Mucize gösterilmesinin iki esas sebebi vardır:
1. Meydan okumak (tahaddi),
2. İnkarcıları aciz bırakmak,


Bu iki esas sebep, keramet ile mu'cizeyi birbirinden ayırır. Çünkü keramette meydan okumak ve inkarcıları aciz bırakmak vasıfları yoktur.

Buna dair 13. Lem'ada: "İşte bu sır içindir ki, yalnız dâvâsını tasdik ettirmek için, ara sıra, indelhâce, münkirlerin inkârını kırmak için mucizeler gösterirdi. Sair vakitlerde nasıl ki herkesten ziyade evâmir-i İlâhiyeye itaat etmiştir; öyle de, hikmet-i Rabbâniye ile ve meşiet-i Sübhâniye ile tesis edilen âdetullah kavâninine herkesten ziyade mürâat ve itaat ederdi. Düşmana karşı zırh giyerdi, "Sipere giriniz" emrederdi. Yara alırdı, zahmet çekerdi" denilmiştir. Gerçi Peygamber Efendimiz (ASM) her zaman mu'cize göstermese de ehl-i tahkik nazarında O'nun her hali ve ve tavrı mucize derecesindedir. Çünkü Cenab-ı Hak, O'nu en harika bir surette ve en güzel ahlakta yaratmıştır. Nasıl ki mucizelerinde yetişilmeyecek derecededir, ahlak-ı hamidesinde de yetişilmeyecek derecededir.

Buradan anlaşılacağı gibi "mu'cize", Peygamberlik iddiasında bulunan ve inkarcılara meydan okuyan zatın bu iddiasının doğruluğunu tasdik etmek için, Cenab-ı Hakk'ın, onun vasıtasıyla izhar ettiği ve onları bir benzerini (mislini) yapmaktan aciz bırakan, adetlerin üstünde harikulade ve fevkalade hadiselerdir.

Mesela: Peygamberimiz (ASM)'in mucizelerinden; Ay'ın ikiye bölünmesi (İnşikak-ı Kamer), İsra (Mi'raç) hadisesi, parmaklarından suyun akması, kuru direğin O'nun ayrılığından dolayı ağlaması, dağ ve taşın O'na selam vermesi, küffara attığı bir avuç toprağın hepsinin gözlerine aynı anda girmesi, duasının anında kabul olması gibi binden fazla mucizeler,
Musa Aleyhisselam'ın asasıyla Kızıldeniz'i ikiye ayırması, yine asasıyla taşa vurup su fışkırtması, İsa Aleyhisselam'ın ölüleri Allah'ın izniyle diriltmesi, Salih Aleyhisselam'ın taştan deve çıkartması, Davud Aleyhisselam'ın demire eliyle şekil vermesi, Hazret-i İbrahim'in ateşte yanmaması gibi..

"mucize" Allah (CC)'ın fiilidir. mucizeyi peygamberi elinde yaratan ve gösteren, bizzat O'dur. "mu'cize" Allah'ın fiili olduğuna göre, Allah'ın bütün fiilleri ve sanatları yani kainatta gösterdiği eserlere de bu yönüyle "mu'cize" denilebilir. Çünkü insanlar, Cenab-ı Hakk'ın kudret mucizesi olan bu eserlerin asla bir benzerini yapamazlar ve yapmaktan acizdirler. Öyle ise bu mevzuda üzerinde önemle durulması gereken bir husus vardır. Mucizenin bizim anladığımız ilk manasından başka ikinci bir mana olarak "Allah (CC)'in fiili" olmasıdır yani kainattaki bütün kudret eserleri birer mu'cizedir. Risale-i Nur Külliyatı'nda bu mevzuda pek çok tahşidat vardır ve bu meseleye dair çok beyanlar zikredilmektedir. Genellikle "mucizat-ı kudret" kelimesi kullanılarak mesele izah edilmiştir.

Misal vermek gerekirse:
"insan, Cenâb-ı Hakkın böyle antika bir sanatıdır ve en nâzik ve nâzenin bir mucize-i kudretidir ki, insanı bütün esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medâr ve kâinata bir misâl-i musağğar sûretinde yaratmıştır." (23.Söz)

"Sâni-i Zülcelâl, kendi sanatının mucizeleri ile kendini tanıttırmak ve bildirmek ister." (23.Söz)

"...zerre gibi bir çekirdekte koca incir ağacının cihazatını saklayıp derc etmek gibi bir harika mucize-i kudreti gösterdiği gibi..." (29. Mektup)

"...kâinatın herbir nevini, herbir âlemini ayrı bir san'atla ve ayrı san'at mucizeleriyle göstererek..." (30. Lem'a)

"bilhassa zîhayatlarda bulunan çok harika ve pek ince san'atın mucizeleri inkişaf etti. Anladım ki, bu çok ince ve çok harika olan dekaik-i san'at, yalnız zîşuurların nazarlarına ifade-i mânâ için değildir." (30. Lem'a)

"Hem hayatta san'at-ı Rabbâniyenin öyle fevkalâde harika mucizeleri var ki, bütün kâinatı halk edemeyen bir zat, bir kudret, en küçük bir zîhayatı halk edemez. Evet, bir nohut tanesinde bütün Kur'ân'ı yazar gibi, çamın gayet küçük bir tohumunda koca çam ağacının fihristesini ve mukadderâtını yazan kalem, elbette semâvâtı yıldızlarla yazan kalem olabilir. Evet, bir arının küçük kafasında, kâinat bahçesindeki çiçekleri tanıyacak ve ekser envâıyla münasebettar olacak ve bal gibi bir hediye-i rahmeti getirecek ve dünyaya geldiği günde şerâit-i hayatı bilecek derecede bir istidadı, bir kabiliyeti, bir cihazı derc eden Zat, elbette bütün kâinatın Hâlıkı olabilir." (30.Lem'a)

"...zemin yüzünü dolduran ve nebatat ve hayvanat denilen kudretinin hârikaları ve mucizeleri..." (3. Şua)

"bu kadar ziynetli ve san'atlı hadsiz masnularıyla kendini tanıttırmak ve bu kadar tatlı ve süslü ve nihayetsiz nimetleriyle kendini sevdirmek ve bu kadar mucizeli ve maharetli, hesapsız eserleriyle gizli kemâlâtını bildirmek, kavilden ve tekellümden daha zâhir bir tarzda fiilen isteyen ve hal diliyle bildiren bir Zât, perde-i gayb tarafında bulunduğu bilbedahe anlaşılıyor." (7. Şua)

"balarısı, fıtratça ve vazifece öyle bir mucize-i kudrettir ki, koca Sûre-i Nahl, onun ismiyle tesmiye edilmiş." (7.Şua)

"Birbirinin misli ve aynı veya az farklı ve birbirine benzeyen mahsur ve mahdud yumurtalardan ve yumurtacıklardan ve nufte denilen su katrelerinden o hadsiz hayvanların yüz binler çeşit tarzlarda ve birer mucize-i hikmet mâhiyetinde bulunan suretlerini, gayet muntazam ve muvazeneli ve hatasız bir hey'ette açmak ve fethetmek öyle parlak bir hakikattır ki, hayvanlar adedince senetler, deliller o hakikati tenvir eder." (7. Şua)

"İrade-i İlâhiyenin nâmuslarının ünvanları olan Âdetullah kanunlarının birisine beşer, aczinden mahiyetini bilemediği o kanunun mahiyetine "elektrik" namını verip, tenvirdeki harika mucize-i kudreti âdileştirmekle ve malûm birşeymiş gibi "elektrik kuvveti" diye bir isim takmakla, bunun gibi çok harikulâde mucizât-ı Kudret-i İlâhiyeyi cahilâne âdileştiriyorlar." (Emirdağ Lahikası)

"ehl-i gaflet ve ehl-i tabiat ve felsefenin dinsiz kısmı bu âdetullah kanunlarının perdesi altında çok mucizât-ı kudret-i İlâhiyeyi görmeyip, dağ gibi bir hakikati, zerre gibi bir âdi esbaba isnad eder, yükletir. Kadîr-i Mutlakın her şeydeki mârifet yolunu seddeder. Ondaki nimetleri kör olup görmeyerek, şükür ve hamd kapısını kapıyorlar." (Emirdağ Lahikası)

"...susuz bir kumda ve kuru bir toprakta duran bu ağaçlar, o derece bir mucize-i kudret ve bir harika-i hikmettir..." (7.Şua)

Bunlar gibi yüzlerce cümle içinde kudretin mucizelerinden ve harikalarından bahsedilmiştir. İmanın esasatını kurtaran Risale-i Nur'da mucizenin bu yönünün en az birinci manası kadar işlenmesinin mühim bir hikmeti olduğu anlaşılıyor. Çünkü kainat mucizeler, ayetler, deliller ve bürhanlarla doludur. Zaten Kur'an-ı Kerim'de mucize eseri olan bu dakik sanatlara nazar-ı dikkat celbedilip tefekküre teşvik vardır. İnsanı gaflete atan sebep ise bizdeki ülfettir. Yani her zaman gördüğümüz şeylerin bizim için mucize özelliği taşımadığını zannetmemizdir. Halbuki bir karıncanın başı dahi koca dünyanın vücudundan daha harika ve fevkaladedir. Bir arının gözü yine hakeza fevkaladedir. Bir pirenin midesini halketmek yetişilmez bir sanattır. ve hakeza....

Ayetle veya mütevatir hadislerle sabit olan mucizeleri inkar etmek küfürdür. Ancak haberi vahid veya zayıf rivayetlerle gelen mucizeleri inkar etmek kişiyi küfre götürmez.

Alimler, haberleri mütavatir ve âhâd olmak üzere iki kısma ayırmışlardır.

Mütevatir haber: Yalan üzere birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir topluluğun kendileriyle aynı vasıf ve sayıdaki bir topluluktan rivayet ettikleri haberdir. Bu haber, ravilerin gördükleri veya işittikleri bir şey olmalı, zanna dayalı olmamalıdır. Aynı zamanda ilim ifade etmelidir. Alimlerin çoğunluğuna göre sözü edilen topluluğun belli bir sayısı yoktur; ayrıca müslüman veya adil olma şartı da aranmaz. Bu hususta, usul kitaplarında ayrıntılarıyla izah edilen başka zayıf görüşler de vardır.

Haber-vahid, ise mütavatir hadisin şartlarını taşımayan haberdir. Bu noktada haberi rivayet eden kimsenin bir veya birden fazla olması arasında herhangi bir fark yoktur. Hükmü konusunda ise ihtilaf edilmiştir: Sahabe, Tabiun ve onlardan sonraki muhaddis, fakih ve usulcülerin büyük çoğunluğu, güvenilir tek kişinin (vahid) haberinin şeriatın delillerinden bir delil olduğunu; zan ve ilim ifade ettiğini, bu sebeple onunla amel etmek gerektiğini belirtmişlerdir. Haber-i vahidle amel, aklen değil şeran sabittir.

Her müslümanın, Allahu Teâlâ'nın insanlara zaman zaman göndermiş olduğu peygamberlerinin davalarında sadık ve haklı olduklarını ortaya koyan ve Allah tarafından desteklendiklerini ispat eden mucizeler verdiğine inanması farzdır. Hiç bir peygamber yoktur ki, Hak Teâlâ ona bir mucize ihsan ederek onu tasdik etmiş olmasın. Bu husus, Kur'an'da adı geçen her peygamber hakkında indirilen müteaddid âyetlerle sâbit olmuş ve onlara verilen mucizeler açıklanmıştır. O halde mucize gerçeğine iman; Kitap, Sünnet ve İcmâ-ı Ümmet ile sâbittir. Kur'an'la sâbit olan "İsrâ" ve "İnşikâk-ı Kamer" gibi hissî ve kevnî mucizeleri inkâr, küfrü gerektirir. Her Peygambere mucize verildiğine dair pek çok âyetler olduğu gibi Peygamber (s.a.s)'in şu sahih hadisi de zikredilebilir: "Hiç bir peygamber yoktur ki Ona insanların imanına sebep olan mucizeler verilmiş olmasın. Bana verilen mucize ise, ancak bana vahyolunan bir vahiydir. Onun için kıyamet gününde ümmeti en fazla olan peygamber ben olacağımı ümit ediyorum" (Buharî, Fezâilûl-Kur'an, 1; Müslim, İman, 239).
 

kenz-i mahfi

Sorumlu
Risale-i Nur'da bazen "mucize", bazen de "mu'cize" olarak yazılmıştır. "mu'cize" kelimesiyle kurulan terkipler şunlardır:

- mucize-i bahire, eser-i mucize, mucize-i sahabiye, mucize-i ekber, mucize-i maiye, mucize-i bereket, mucize-i bahire-i bereket, mucize-i risalet, mucize-i Ahmediye (ASM), mucize-i kuvvet, mucize-i kübra, mucize-i kudret, mucize-i maneviye, mucize-i mütevatire, mucize-i şeceriye, hadise-i mucize, mucize-i taamiye, mucize-i nebeviye, mucize-i kudret-i İlahiye, mucize-i mutlaka, mucize-i azam, mucize-i san'at, mucize-i azhar, mucize-i hikmet, hakim-i mucizekar, mucize-i gayiyye, zülfikar-ı mucizat, Kur'an-ı Mu'cizü'l Beyan, Kitab-ı Mu'cizü'l-Beyan, mucizat-ı Kur'aniye, mucizat-ı fıtrat, mucizat-ı kudret, mu'cizat-ı san'at, mu'cizat-ı nakş, mu'cizat-ı ayat, mu'cizat-ı bahire, mu'cizat-ı kudret, mu'cizat-ı fıtrat, mu'cizat-ı enbiya, envar-ı mu'cizat, mu'cizat-ı rububiyet, mahzen-i mu'cizat, menba-ı mu'cizat, mu'cizat-ı azime......

"mu'cize" kelimesinin çoğulu "mu'cizat" kelimesidir.

"mu'cize" kelimeyle ilgili olarak Risale-i Nur'da geçen kelimeler şunlardır:

mu'ciz: İnsanı aciz bırakan iş, aynısını yapmakta başkalarını acze düşüren, kudretsiz kılan, kimsenin yapamayacağı yolda olan, manasındaki bu kelimeye, Farsça "gösteren, gözüken" manasına gelen "-nümâ" eki eklenmesiyle kurulan "mu'ciznüma = mucize gösteren" kelimesi Risale-i Nur'da 49 defa zikredilmiştir. (bazı yerde "muciznüma" şeklinde geçmektedir.)

"mu'cize" kelimesine aynı şekilde Farsça "isimleri sıfat yapma özelliği taşıyan" "-kâr = eden, edici, yapıcı" ekinin eklenmesiyle "mu'cizekâr = mu'cizeli, mu'cize halinde, başkalarını aciz bırakan" kelimesi kurulmuş ve bu kelime Risale-i Nur'da 29 defa zikredilmiştir.

"mu'cizekarane" kelimesi ise 8 defa zikredilmiştir.

"mu'cizat-ı Ahmediye" kelimesi 83 defa zikredilmiş ve çoğunlukla 19. Mektup Risalesi kastedilmiştir.

"mucizat-ı Kur'aniye" namında 25. Söz tesmiye edilmiştir.

"Kur'an-ı Mu'cizü'l-Beyan" teriminin 290 civarında istimali vardır.

Risale-i Nur Külliyatı'nda "mu'cize" kelimesinin geçme oranları şöyledir:

mucize, mu'cizemucizat, mu'cizatmu'cizül beyan
Sözler1509451
Mektubat16310722
Lem'alar291237
Şualar1147242
Mesnevi-i Nuriye23917
İşarat-ül İ'caz48210
Asa-yı Musa583422
Barla Lahikası122618
Kastamonu Lahikası253310
Emirdağ Lahikası525321
Sikke-i Tasdik-i Gaybi352722
Tarihçe-i Hayatı713522
TOPLAM780504294

Bu kelimelerin toplamı 1578 etmektedir. "mucizekar" ve "mucizekarane" kelimelerini saymadığımızda toplam olarak 1541 etmektedir. Bunların haricinde "mu"ciznüma" kelimesinin eklenmesiyle toplam 1624 defa zikredilmiş demektir. Bu yönüyle "mucize" Külliyatta en çok zikredilen kelimeler arasındadır ve tekrarında mucize gibi işaretler olabilir.
 
Son düzenleme:
Üst