HZ. EBÛ BEKR-İ SIDDÎK (Radıyallahü Anh)

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Peygamberlerden sonra, Eshâb-ı kirâmın ve insanların en üstünü.

Asl adı Abdullah bin Ebû Kuhâfe bin Âmir bin Amr bin Ka’b bin Sa’d bin Teym bin Mürre’dir.

Babasının adı Osman olup, Kuhâfe lakabıyla meşhûrdur. Annesinin adı ise Selmâ binti Sahr’dır. Ümmül-Hayr lakabıyla tanınmaktadır. Hz. Ebû Bekir, Peygamber Efendimizden 2 yıl 3 ay küçüktür.

Fil vak’asından sonra m. 573 yılında dünyâya gelmiştir. Müslüman olmadan önce adı, Abdüluzzâ veya Abdulkâ’be idi. Peygamberimize (s.a.v.) îmân ettikten sonra O’nun ismini “Abdullah” olarak değiştirdi.

38 yaşında müslüman olmakla şereflenen Hz. Ebû Bekir; Peygamber efendimizin vefât ettiği gün halife seçildi. Hilâfeti 2 sene 3 ay 10 gün sürdü.

63 yaşında iken hicretin 13 (m. 634) yılında Cemaziyelâhir ayının yedisinde Pazartesi günü hastalandı. 15 gün hasta olarak yattıktan sonra vefât etti.

Vasiyeti üzerine, hanımı Esma yıkadı. Cenaze namazını Hz. Ömer kıldırdı. Peygamber efendimizin kabrinin bulunduğu Hücre-i Se’âdete defn edildi.Ebû Bekir (r.a.) Aşere-i Mübeşşerenin yani Cennetle müjdelenen on sahabenin birincisidir. Peygamber efendimizin kayınpederi, Hz. Âişe’nin babasıdır.

Ebû Bekir (r.a.)’ın Resûlullah efendimize fevkalâde sadâkat ve sevgisi vardı.

Vefatına, Peygamberimizden (s.a.v.) ayrıldığından duyduğu aşırı üzüntüsü, gamını ve hasreti sebep olmuştur. Çünkü O’na karşı olan, sevgisi ve bağlılığı kelimelerle tarif edilemiyecek kadar çoktur.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Peygamber efendimiz de, Ebû Bekir’i (r.a.) çok severdi. O’nun için bizzat kendisine “Sen Allahü teâlânın Cehennemden atîki (yâni azâd ettiği kimse)sin” ve “Cehennemden atîk olan (âzâd edilmiş kimse) görüp sevinmek isteyen kimse, Ebû Bekir’e baksın” buyurması bunun bir alâmetidir.

Bir rivâyette de, Ebû Bekir’in annesi Ümmül Hayr-ı Selmâ’nın bir iki evladı olmuş ise de hiçbirisi yaşamamış olduğundan, Hz. Ebû Bekir doğduğu zaman, annesi kucağına alıp, Kâ’beye götürmüş ve yaşaması için “Allahım bu çocuğu ölümden Azâd edip bana bağışla!” diye duâ eyleyince; Kâ’be’nin her yanında “Yâ Emetellah, sana müjdeler olsun ki, çocuğun yaşayacak, seni pek sevindirecek Tevrat’da adı Sıddîk olarak bildirildi” nidası geldi.

Oradakilerin hepsi bunu duydular. Bu sebeple de Atîk ismini verdiler. Yahud, soy ve sopunda ayıp ve kusur sayılabilecek herhangi bir şey görülmediği için bu lâkabı vermişlerdir, denildi.
Hz. Ebû Bekir, ilk imâna gelen, müslümanlıkla şereflenen hür erkektir. Kadınlardan ilk imâna gelen Hz. Hadîce, kölelerden Zeyd bin Hârise ve çocuklardan Hz. Ali’dir.

Müslüman olmadan evvel, gençliğinde de Resûlullah’ın (s.a.v.) arkadaşı idi. Büyük bir tüccardı. Bütün malını, evini barkını Resûlullah’ın uğrunda harcadı. Ebû Bekir (r.a.), İslâmiyeti kabul etmesine kadar geçen 38 senelik hayatında asla içki kullanmamış, putlara tapmamış, her türlü sapıklıktan, hurafelerden kaçınmış, iffetiyle ve güzel ahlâkı ile tanınmış bir kişiydi.

Kavmi arasında sevilen ve saygı gösterilen birisi olup, fakirlere yardım eder, muhtaç olanları gözetirdi. Dürüst bir tüccardı. Herkesin ona sonsuz bir itimadı vardı.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ebû Bekir’e Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Peygamberliğini bildirip müslüman olmasını teklif ettiği zaman, hiç tereddüt etmeden İslâmiyeti kabul etmişti. Babası, annesi, çocukları ve torunları da müslümanlığı kabul etti. Peygamberimizi görüp Eshâb-ı kirâmdan olmakla şereflendiler.

Eshâb-ı kirâmdan hiçbiri, böyle bir şerefe nail olmamıştır.
O’nun müslüman oluşu hakkında bildirilen haberler çeşitlidir. Şöyle ki; Hz. Ebû Bekir, İslâmiyeti kabul etmeden yirmi sene önce, bir rüya görmüştü:

“Gökten dolunay inip, Kâ’be-i muazzama’ya gelmiş ve sonra parça parça olmuş, parçalardan her biri, Mekke evlerinden biri üzerine düşmüş, sonra bu parçalar bir araya gelerek gök yüzüne yükselmişti. Ebû Bekir’in (r.a.) evine düşen parça ise, gök yüzüne yükselmemişti.

Hadiseyi gören Ebû Bekir (r.a.) hemen evin kapısını kapamış sanki bu ay parçasının gitmesine mani olmuştu.”
Ebû Bekir (r.a.) heyecanla rüyadan uyanmış, sabah olunca, hemen, yahûdi âlimlerinden birisine koşup, rüyasını anlatmıştı. O âlim cevabında: “Bu karışık rüyalardan biridir, onun için tabir edilmez” demişti.

Fakat bu rüya, Ebû Bekir’in (r.a.) zihnini kurcalamaya devam etmiş, yahûdinin cevabı, O’nu tatmin etmemişti. Bundan dolayı bir zaman sonra ticâretlerinden birinde, yolu rahip Bahîra’nın diyarına uğramıştı. Gördüğü rüyasının tabirini Bahîra’dan istemiş ve şu cevabı almıştı. Bahîra: “Sen neredensin?” dedi. Hz. Ebû Bekir “Kureyştenim” diye cevap verince, Bahîra:

“Mekke’de bir peygamber ortaya çıkıp hidâyet nuru, Mekke’nin her yerine ulaşacak, sen hayatında O’nun veziri, vefâtından sonra da, halifesi olacaksın” deyince Ebû Bekir (r.a.) bu cevaba çok hayret etmişti. Hatta rahib, O’na şöyle demişti: “Çabuk, şimdi O’na ulaş. Şu anda vahy geldi.

Musa aleyhisselâmın da Rabbi olan Allah hakkı için, herkesten önce îmân eyle!” Ebû Bekir (r.a.) bu rüyasını ve tabirlerini, Peygamber efendimiz, (s.a.v.) peygamberliğini açıklayıncaya kadar kimseye söylememişti.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Peygamber efendimiz (s.a.v.), peygamberliğini açıklayınca, Ebû Bekir (r.a.) hemen Peygamber efendimize koşup, “Peygamberlerin, peygamberliklerine delilleri vardır, senin delilin nedir?” diye suâl etmişti. Peygamber efendimiz (s.a.v.) cevabında:

Bu nübüvvetime delil, o rüyadır ki, bir yahûdi âlimden tabirini istedin. O âlim karışık rüyadandır, itibar edilmez dedi. Sonra Bahîra rahib doğru tabir etti.” buyurarak, Ebû Bekir’e (r.a.) hitaben:

“Ey Ebû Bekir! Seni Hüdâya ve Resûlüne davet ederim.”
buyurmuştu.

Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, “Şehâdet ederim ki, sen Allahü teâlânın resûlüsün ve senin peygamberliğin hakdır ve cihanı aydınlatan bir nurdur.” diyerek, O’nu tasdik edip müslüman olmuştu.

Hz. Ebû Bekir’in müslüman oluşu, şu şekilde de ifâde edilmiştir: Muhammed aleyhisselâma peygamberlik emri geldiğinde, “Bu sırrı kime söyleyebilirim, bu işi kime açıklayabilirim” diye düşünmüştü. Peygamber efendimizin, Ebû Bekir (r.a.) ile, yakın arkadaşlığı ve bu sebeple de O’na karşı pek fazla sevgisi vardı. Ayrıca Ebû Bekir (r.a.) çok akıllı ve doğruyu görüp seçebilmesiyle de meşhûrdu.

Bunun için, Peygamber efendimiz (s.a.v.) nübüvvet sırrını O’na açmayı tasarlamıştı. Sabahleyin, Ebû Bekir’e (r.a.) varmak ve bu sırrı O’na açmak maksadıyla evden çıkmıştı.

 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
O gece, Peygamber efendimiz böyle düşünürken, Ebû Bekir (r.a.) da şöyle düşünüyordu: “Baba ve dedelerimizin seçtiği din, hiç uygun değildir. Zira, hiçbir zarar ve fayda vermeye kadir olmayan bir heykele ibâdet etmek, akıllıca bir iş değildir.

Yerin ve göğün yaratıcısı buna râzı olmaz. Bu düşünceyi ise, Muhammed’den (s.a.v.) başkasına arz etmek lâyık değildir. Zira, olgun ve akıllı, doğru görüşlü olduğu tecrübe edilmiştir.

Yarın, ziyâret için O’na varayım, bu hâli arz edeyim. O ne derse, öyle amel edeyim!” Bu düşünce ile Ebû Bekir (r.a.) sabahlamış, Peygamber efendimize varmak için evden çıkıp, yolda karşılaşmışlar, birbirlerine karşı “Sözleşmeden birleştik” demişlerdi. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle söze başlamışlar:

“Bir meşveret için, sana geliyordum.”
Ebû Bekir (r.a.) da:

“Ben de, bir fikir sormak için yanınıza geliyordum” dedi. Resûlullah (s.a.v.) “Söyle yâ Ebâ Bekir” buyurdular. Ebû Bekir (r.a.): “Sen her işte öndersin, önce sen söyle!” dediler. Peygamber efendimiz:

“Dün, bana bir melek görünüp, Hak teâlâdan (Halkı dine davet eyle!) diye emir getirdi. Ben endişede kaldım. Bugün sana geldim. Seni, İslâm dinine davet ederim. Ne dersin?”
buyurdular.

Ebû Bekir (r.a.): “İslâmiyete önce beni kabul eyle! Çünkü, dün gece sabaha kadar bu fikirde idim. Şimdi ise bu sözü işittim” dedi. Peygamber efendimiz (s.a.v.) buna çok sevinip, Ebû Bekir’e (r.a.) İslâmiyyeti anlattılar.

Ebû Bekir (r.a.) da kabul edip, mü’minlerin serdârı oldu.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Diğer bir rivâyette ise Hz. Ebû Bekir, Peygamber efendimize peygamberlik gelmeden önce ticâret maksadıyla Yemen’e gitmişlerdi. Bu seferlerinde, Yemen’de bulunan, Ezd kabilesinden, çok kitap okumuş ve ömrü üçyüzdoksan yıla ermiş bulunan bir ihtiyara rastlamıştı. Bu ihtiyar Hz. Ebû Bekir’e bakıp:

“Zannederim ki sen, “Mekke halkındansın” deyince, Ebû Bekir (r.a.) “Evet, öyledir” demiş ve aralarında şu konuşma geçmişti, ihtiyar: “Sen Kureyşten misin?” “Evet!” “Benî Temimden misin?” Evet!.

“Bir alâmet daha kaldı.” Nedir? diye sormuşlar “Karnını aç, göreyim.” “Bundan maksadın nedir, söyle?” “Kitaplarda okudum ki, Mekke’de bir Peygamber gelir. O’na, iki kimse yardımcı olur. Biri genç, diğeri ihtiyardır. Genç olanı, nice zorlukları kolaylığa çevirir.

Çok belâları giderir. O ihtiyar kişi ise, beyaz benizli, ince belli olup, karnı üzerinde bir siyah ben vardır. Zannederim ki, o kimse sensin. Karnını aç, göreyim” dedi.

Ebû Bekir (r.a.) da açmış; göbeği üzerindeki siyah beni görünce, “Vallahi o kimse sensin” deyip, Ebû Bekir’e bir çok vasiyetlerde bulunmuştu.

Ebû Bekir (r.a.), işini bitirince, vedalaşmak, için ihtiyarın huzuruna varmış, Peygamber efendimiz hakkında bir kaç beyit söylemesini ondan istemiş, bunun üzerine ihtiyar, oniki beyt okumuş, Ebû Bekir (r.a.)’da bunları ezberlemişti.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Ebû Bekir (r.a.) seferden Mekke-i mükerreme’ye dönünce, Ukbe İbni Ebû Mu’ayt, Şeybe, Ebû Cehil, Ebü’l Bühterî gibi, Kureyşten ileri gelen kimseler, O’nu ziyârete evine gelmişlerdi. Ebû Bekir onlara hitaben: “Aranızda hiçbir hâdise oldu mu?” buyurmuş. Cevaplarında:

“Bundan daha garip bir hâdise olur mu ki, Ebû Tâlib’in yetimi, peygamberlik dâvası ediyor ve sizler, baba ve dedeleriniz, bâtıl dindensiniz diyor. Eğer hatırın olmasaydı, O’nu bu zamana kadar sağ bırakmazdık. Sen O’nun iyi dostusun, bu işi sen hallet” demişlerdi. Ebû Bekir (r.a.) onlardan özür dileyerek, oradan ayrılmış, Peygamber efendimizin (s.a.v.) Hadîce’nin (r.anha) evinde olduğunu öğrenip, varıp kapıyı çalmış, Peygamber efendimiz kendilerini karşılayınca:

“Yâ Muhammed (s.a.v.), senin hakkında söylenilenler nedir?” demiş. Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Ben Hak teâlânın peygamberiyim. Sana ve bütün Âdemoğullarına gönderildim. Îmân getir ki, Hak teâlânın rızâsına vâsıl olasın ve canını Cehennemden koruyasın” buyurdular.

Ebû Bekir (r.a.) buna delil nedir? deyince, Peygamber efendimiz (s.a.v.) “O, Yemen’de gördüğün ihtiyarın hikâyesi delildir”, buyurdular. Ebû Bekir (r.a.): “Ben Yemen’de pek çok ihtiyar ve genç gördüm” dedi.

Peygamber efendimiz (s.a.v.) cevabında: “O ihtiyar ki, sana oniki beyit emânet verdi ve bana gönderdi” diyerek o beyitlerin hepsini okudu. Ebû Bekir (r.a.) bunu sana kim haber verdi, deyince; cevabında; “Benden evvelki peygamberlere gelen melek haber verdi” buyurdular. Bunu söyler söylemez, elini bana ver deyip, mübârek elini tutmuş, “Eşhedü en lâ ilâhe illallah, Ve Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” diyerek müslüman olmuştur.

Hayatında ilk defa duyduğu, yüksek bir sevinçle evine müslüman olarak dönmüştür. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:

“Her kime imânı arz ettiysem, yüzünü buruşturur, tereddütle bakardı. Ancak Ebû Bekr-i Sıddîk (r.a.) imânı kabul etmekte hiç tereddüt ve duraklama etmedi.”
buyurulmuştur.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ebû Bekir, müslüman olunca, hemen çok sevdiği arkadaşlarına gitti. Onları da, müslüman olmaları için ikna etti. Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden ve Cennetle müjdelenenlerden olan Osman bin Affân, Talha bin Ubeydullah, Zübeyr bin Avvâm, Abdurrahman bin Avf, Sa’d İbni Vakkâs, Ebû Ubeyde bin Cerrah gibi yüksek şahsiyetler onun tavsiyesi ile müslüman olmuşlardır.

İslâmiyeti kabul eden Hz. Ebû Bekir’i dininden vazgeçirmek için Kureyş müşriklerinin azılı pehlivanlarından Nevfel bin Adviye, bir ipe bağlayıp işkence etmeye başladı. Kendi kabilesi olan Beni Teym. bunu gördükleri halde aldırış etmediler. Birgün Resûlullah efendimiz, yeni müslüman olanlardan birkaçı ile Erkam bin Erkam’ın (r.a.) Safa tepesindeki evinde oturuyorlardı.

Başta Hz. Ebû Bekir olmak üzere, hepsi bu yeni dinin müşriklere açıklanmasını arzuladıklarını bildirdiler. Henüz açıkça tebliğ edilmek emri verilmemişti. Peygamber efendimiz de:

“Ey Ebû Bekir! Bizim sayımız henüz az. Bu işe yetmeyiz”
buyurdu ise de, Ebû Bekir’in ve arkadaşlarının arzularının çokluğundan onları kıramadı. Hemen Mescid-i Haram’ın bir tarafına topluca oturdular. O sırada müşrikler de orada toplu halde bulunuyorlardı.

Hz. Ebû Bekir ayağa kalktı. Putlardan yüz çevirip, Allahü teâlâya ve O’nun Peygamberi Muhammed aleyhisselâma inanmanın lâzım olduğunu anlatmaya başlayınca, müşrikler hep birden Ebû Bekir’e ve arkadaşlarına saldırdılar. Yumruk ve tekmelerle ortalığı, alt üst ettiler.

Hz. Ebû Bekir’i fena halde tartaklayıp dövdüler. Utbe bin Rebîa, demirli ayakkabılarını Ebû Bekir’in (r.a.) yüzüne çarpa çarpa yüzünü gözünü kanlar içinde bıraktı, bilinmez hale getirdi.

Beni Teym kabilesine mensûb olan kişiler yetişip ayırmasaydılar öldürünceye kadar dövmeye devam edeceklerdi. Kabilesinden olan kişiler bitkin ve perişan bir hale gelen Hz. Ebû Bekir’i bir çarşafın içine koyarak evine götürdüler. Hemen geri dönüp Kâ’beye geldiler:

“Eğer Ebû Bekir ölecek olursa, yemin olsun ki, biz de Utbe’yi gebertiriz!” dediler ve yine Hz. Ebû Bekir’in yanına gittiler.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ebû Bekir, uzun bir süre kendine gelemedi. Babası ve Beni Teym’liler, O’nu ayıltmak için çok uğraştılar. Ancak akşama doğru kendine gelebildi, gözlerini açar açmaz, ezik bir sesle:

“Resûlullah ne yapıyor? O, ne haldedir? Ona da dil uzatmışlar, hakaret etmişlerdi” diyebilmişti;

Annesi Ümm-ül-Hayr’a dediler ki: “Sor bakalım, birşey yer veya içer mi?” Hz. Ebû Bekir’in yemeğe ve içmeğe ne isteği vardı, ne de bir gücü! Ev, tenhalaşınca annesi ona: “Ne yersin, ne içersin?” diye sordu.

Hz. Ebû Bekir gözlerini açtı ve “Resûlullah ne haldedir, ne yapıyor?” dedi. Annesi, “Vallahi arkadaşın hakkında hiçbir bilgim yok!” dedi. Ebû Bekir (r.a.):

“Hattâb’ın kızı Ümmü Cemil’e git, Resûlullah’ı ondan sor!” dedi. Annesi Ümm-ül-Hayr, kalkıp Ümmü Cemil’in yanına gitti ve:

“Oğlum Ebû Bekir, senden Abdullah’ın oğlu Muhammed’i (s.a.v.) soruyor. Acaba ne haldedir?” Ümmü Cemil de: “Benim ne Muhammed (s.a.v.), ne de Ebû Bekir hakkında bir bilgim var! İstersen seninle birlikte gidelim?” dedi. Ümm-ül-Hayr, “Olur” deyince, kalktılar, Hz. Ebû Bekir’in yanına geldiler.

Ümmü Cemîl, Hz. Ebû Bekir’i böyle perişan bir vaziyette, yaralar ve bereler içinde görünce, kendisini tutamıyarak çığlık kopardı ve: “Sana bunu yapan bir kavim, muhakkak azgın ve taşkındır. Allah’tan dileğim, onlardan öcünü almasıdır” dedi. Hz. Ebû Bekir, Ümmü Cemil’e: “Resûlullah ne yapıyor, ne haldedir?” diye sordu. Ümmü Cemîl, Ona: “Burada annen var, söylediğimi işitir” dedi. Hz. Ebû Bekir de: “Ondan sana bir zarar gelmez, sırrını yaymaz” deyince, Ümmü Cemîl: “Hayattadır, hali iyidir” dedi. Tekrar “Şimdi o nerededir?” diye sordu. Ümmü Cemîl:

“Erkâm’ın evindedir.” dedi. Hz. Ebû Bekir: “Vallahi, Resûlullahı gidip görmedikçe, ne yemek yerim, ne de bir şey içerim!” dedi. Annesi: “Sen, şimdi biraz bekle, herkes uykuya dalsın!” dedi. Herkes uyuyup, ortalık tenhalaşınca, Hz. Ebû Bekir, annesine ve Ümmü Cemîl’e dayanarak, yavaş yavaş Resûlullah’ın yanına vardı.


Sarılıp öptü. Müslüman kardeşleriyle kucaklaştı. Ebû Bekir’in (r.a.) bu hali, Peygamber efendimizi çok üzdü. Hz. Ebû Bekir:

“Yâ Resûlallah! Babam, anam sana fedâ olsun! O azgın adamın, yüzümü gözümü yerlere sürtüp, beni bilinmez hâle getirmesinden başka bir üzüntüm yok! Bu yanımdaki de, beni dünyâya getiren annem Selmâ’dır. Onun hakkında duâ buyurmanızı istirham ediyorum.

Umulur ki, Allahü teâlâ, Onu senin hürmetine Cehennem ateşinden kurtarır” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz, Selmâ’nın müslüman olması için Allahü teâlâya yalvardı. Resûlullah’ın (s.a.v.) duası kabul olunmuştu. Annesi de hidâyete kavuşup müslümanlığı kabul etti. Böylece ilk müslümanlardan biri olmakla şereflendi.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ebû Bekir, Peygamber efendimiz ne söylerse, itiraz etmez hemen kabul ederdi. Hatta herkesin itiraz ettiği meseleleri bile itirazsız kabullenirdi.

Meselâ Peygamberimizin Mi’râc mucizesini kabul etmeleri böyle oldu. Resûlullah efendimiz, Mi’râc’tan dönüp sabah olunca, Kâ’be yanına gidip Mekkelilere Mi’râcı anlattı, işiten kâfirler, alay etti, Muhammed aklını kaçırmış, iyice sapıtmış, dediler. Müslüman olmaya niyeti olanlar da vaz geçti. Birkaçı sevinerek Ebû Bekir’in evine geldi.

Çünkü bunun akıllı, tecrübeli, hesaplı bir tüccar olduğunu biliyorlardı.

Kapıya çıkınca hemen sordular: “Ey Ebû Bekir! Sen çok kerre Kudüs’e gittin geldin: iyi bilirsin. Mekke’den Kudüs’e gidip gelmek ne kadar zaman sürer” dediler. Hz. Ebû Bekir:

“İyi biliyorum. Bir aydan fazla”, dedi. Kâfirler bu söze sevindiler. Akıllı, tecrübeli adamın sözü böyle olur, dediler. Gülerek, alay ederek ve Ebû Bekir’in de kendi kafalarında olduğuna sevinerek:

“Senin efendin, Kudüs’e bir gecede gidip geldiğini söylüyor, artık iyice sapıttı” diyerek, Ebû Bekir’e sevgi, saygı ve güven gösterdiler.
Ebû Bekir (r.a.), Resûlullahın mübârek adını işitince ‘Eğer O söyledi ise, inandım. Bir anda gidip gelmişdir” deyip içeri girdi.

Kâfirler neye uğradıklarını anlıyamadı. Önlerine bakıp gidiyor ve “Vay canına, Muhammed ne yaman büyücü imiş. Ebû Bekir’e sihir yapmış” diyorlardı. Ebû Bekir hemen giyinip, Resûlullahın yanına geldi. Büyük kalabalık arasında yüksek sesle, “Yâ Resûlallah! Mi’râcınız mübârek olsun!
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Allâhü teâlâya sonsuz şükürler ederim ki, bizleri, senin gibi büyük Peygambere, hizmetçi yapmakla şereflendirdi. Parlıyan yüzünü görmekle, kalbleri alan, ruhları çeken tatlı sözlerini işitmekle nimetlendirdi. Yâ Resûlallah! Senin her sözün doğrudur. İnandım.

Canım sana fedâ olsun.” dedi. Ebû Bekir’in sözleri, kâfirleri şaşırttı. Diyecek şey bulamayıp dağıldılar. Şüpheye düşen, imâm zayıf birkaç kişinin de kalbine kuvvet verdi. Resûlullah (s.a.v.) o gün Hz. Ebû Bekir’e “Sıddîk” dedi. Bu adı almakla, bir kat daha yükseldi.

Hz. Ebû Bekir, Resûlullah’ın en yakın dostu idi. Ondan hiç ayrılmazdı. Onların bu beraberliği, Mekke’den Medine’ye hicrette de devam etti. O’na mağara arkadaşı oldu. Mağâra’da üç gün kaldıktan sonra, ikisi bir deveye binerek yolculuk ettiler. Medine’ye varıncaya kadar Resûlullah’ın bütün hizmetini O gördü.

Medine’deki mescid yapılırken O’nunla beraber çalıştı. Hiçbir hizmetten, fedâkârlıktan geri kalmadı.

Hz. Ebû Bekir, Resûlullah efendimizle birlikte bütün harplerde bulunmuş, bir kısmında ordu kumandanlığı vazifesi kendisine verilmiştir. Çok şiddetli muharebelerde, Peygamber efendimizin muhâfızlığını yapmış, Efendimize karşı bedenini siper etmiştir.

Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te müşriklere karşı büyük kahramanlıklar göstermiştir. Tebük harbinde, sancaktarlık görevini yürütmüştür.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İslâmın zuhurundan 21 yıl sonra Mekke şehri, müslümanlar tarafından feth edildi. Mekke halkı Hz. Peygamberin huzuruna gelerek İslâm’ı kabul etmeye başladılar. Hz. Peygamber, Safa tepesine oturmuş, yeni müslümanların bîatini kabul ediyordu. Hz. Ebû Bekir babasının yanına gelerek:

“Babacığım! Artık İslâm’ı kabul etme zamanı geldi. Haydi, seni Resûlullah’ın yanına götüreyim dedi. Ebû Kuhâfe’nin kabul etmesi üzerine, Hz. Ebû Bekir, babasının koluna girerek onu, iki cihanın efendisi Muhammed aleyhisselâmın huzuruna getirdi. Ebû Kuhâfe, gayet ihtiyardı ve gözleri de görmüyordu. Hz. Peygamber onları görünce ayağa kalktı ve muhabbet dolu bir sesle:

“Ey Ebû Bekir! İhtiyar babana niçin zahmet verdin? Onu buralara kadar yordun. Biz onun ayağına giderdik”
diye iltifat buyurdu.

İhlâs, takva ve sadakat güneşi Hz. Ebû Bekir “Yâ Resûlallah! Babamın sizin ayağınıza gelmesi daha uygundur” dedi.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Ebû Kuhâfe’nin müslüman olmasıyla Hz. Ebû Bekir’in ailesi, Muhammed aleyhisselâmın ümmeti içinde hiçbir aileye nasip olmayan büyük bir şeref ve fazilete erişti.

Çünkü bir ailede dört kuşak müslümanlık ve sahabîlik tacını başlarına giymiş oldular. Ebû Kuhâfe, oğlu Ebû Bekir’in halife olduğu günleri gördü.

Hz. Ömer’in hilâfeti devrinde îmânlı olarak âhirete göç etti, Hz. Ebû Bekir hicretin dokuzuncu (m. 631) senesinde Hac kafilesi başkanlığında görev yapmıştır.

Peygamber efendimizin (s.a.v.) son hastalıklarında üç gün imamlık görevinde bulunup, onyedi vakit namaz kıldırmış, üç vaktinde de Peygamberimiz (s.a.v.), Ebû Bekir’e (r.a.) uyarak arkasında namaz kılmışlardır.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ebû Bekir, 10 (m. 632) senesinde, Peygamberimizin vefâtı üzerine Eshâb-ı kâramın sözbirliğiyle halife seçilmiştir. Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed aleyhisselâmdan sonra müslümanların halifesi, yani Peygamberimizin vekili ve müslümanların reisi, Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk olmuştur.

Ondan sonra da sırası ile Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali halife olmuşlardır. Bu dördünün üstünlük sıralan, halifelikleri sırası gibidir.

Bunlardan ilk ikisinin, yani Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in, diğer ikisinden üstün olduğunu Eshâb-ı kirâmın ve Tabiîn hazretlerinin hepsi söylemişlerdir.

Bu sözbirliğini bütün din âlimleri haber vermektedir. Ebül-Hasen-i Eş’âri buyuruyor ki “Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in (Şeyhaynın), diğer bütün ümmetten üstün olduğu muhakkaktır. Buna inanmıyan ya cahildir veya inatçıdır” Hz. Âli (r.a.) buyuruyor ki:

“Beni, Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’den üstün tutan, iftira etmiş olur. İftira edenleri dövdükleri gibi, onu döverim.” Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri de (Gunyet-üt-Talîbîn) kitabında buyuruyor ki Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdu ki:

“Allahü teâlâdan istedim ki, benden sonra Ali (r.a.) halife olsun. Melekler dedi ki: Yâ Muhammed Allahü teâlânın dilediği olur. Senden sonra halife, Ebû Bekr-i Sıddîkdır”
, Abdülkâdir-ı Geylânî yine buyurdu ki: Ali (r.a.) dedi ki: Peygamber (s.a.v.) bana dedi ki:

“Benden sonra halife Hz. Ebû Bekir olacaktır. Ondan sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra da Sen (r.a.) olacaksın!”
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hz. Ali (r.a.) buyuruyor ki: Ebû Bekir (r.a.) doğru sözlüdür. Ondan işittim ki, Resûlullah (s.a.v.) “Günah işleyen biri, pişman olur, abdest alıp, namaz kılar ve günahı için istiğfâr ederse, Allahü teâlâ, o günahı elbette af eder.

Çünkü Allahü teâlâ, Nisâ sûresi yüzdokuzuncu âyetinde: Biri günah işler veya kendine zulüm eder, sonra pişman olup, Allahü teâlâya istiğfâr ederse Allahü teâlâyı çok merhametli ve af ve mağfiret edici bulur buyurmaktadır”
dedi.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Resûlullah’ın (s.a.v.) vefât ettiği haberi, Eshâb-ı kirâm arasında yayılınca herkesin aklı başından gitti. Hz. Ömer kılıcı eline alıp, “Resûlullah öldü” diyenin kellesini uçururum, deyip ortaya çıktı.

Herkes, üzüntüden ve Ömer’in (r.a.) bu halinden korktuğu halde, Hz. Ebû Bekir, cesaretini muhafaza ederek, Eshâb-ı kirâmın arasına girdi. Onlara Resûlullah’ın da öleceğini, O’nun da bir insan olduğunu bildiren âyet-i kerîmeyi okuyup, te’sirli sözler söyleyerek nasihat etti. Halkı sükûna ve huzura kavuşturdu.

Derhal halife seçimi yapıldı. Müslümanlar başsızlıktan, dağınıklıktan kurtarıldı.
Hz. Ebû Bekir Pazartesi günü halife seçilince, Salı günü, Mescid-i şerîfe gelip, Eshâbı topladı. Minbere çıktı. Hamd ve senadan sonra:

“Ey Müslümanlar! Sizin üzerinize halife ve emir oldum.

Halbuki, sizin en iyiniz değilim. Eğer iyilik yaparsam bana yardım ediniz. Fena bir iş yaparsam, bana doğru yolu gösteriniz. Doğruluk emanettir. Yalancılık hıyânettir. Sizin zayıfınız, bence çok kıymetlidir. Onun hakkını kurtarırım. Kuvvetine güveneniniz ise, bence zayıftır. Çünkü ondan başkasının hakkını alırım. İnşa Allahü teâlâ, hiçbiriniz cihadı terk etmesin.

Cihadı terk edenler zelil olur. Ben Allah’a ve Resûlüne itaat ettikçe, siz de bana itaat ediniz. Eğer ben Allah’a ve Resûlüne âsi olur, doğru yoldan saparsam, sizin de bana itaat etmeniz lazım gelmez.

Kalkınız, namaz kılalım. Allahü teâlâ hepinize iyilik versin.” dedi. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) vefât edince, İslâmiyetten ayrılma tehlikesi birdenbire büyüdü.

Her tarafı dehşet bürüdü. Yemen’deki ve başka yerlerdeki memurlar geri gelmeye, kara haberler getirmeğe başladılar.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Müslümanlar ne yapacaklarını şaşırdılar. Mekke, Medine ve Tâiften başka bütün Arabistan halkı İslâmiyetten ayrıldılar. Mürtedlerin sayısı yanında müslümanlar pek az idi. Fakat, Resûlullahın halifesi, zamân-ı seâdetteki gelişmeyi hiç değiştirmemeye ve Resûlullahın niyetlerini yerine getirmeye kararlı idi.

Halife seçiminden sonra, Eshâb-ı kirâm arasında Hz. Üsâme’nin sefere gidip gitmemesi hakkında ihtilaf edilmişti. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Üsâme’yi sekiz bin kişilik bir kuvvetle Şam tarafına göndermişti. Mübârek eliyle Üsâme’ye bir de bayrak vermişlerdi.

Ordu henüz Medine’den çıkmamıştı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) vefât ettiler. Muhacirler ve ensar (r.a.) bu kuvvetin Şam’a gönderilmemesini istiyorlardı.

Çünkü, bir tarafta yahudi ve Hıristiyanlar, diğer tarafdan mürted ve münafıklar dine saldırıyorlardı. Bu kadar kuvveti kendimizden uzak tutarsak halimiz ne olur! diyorlardı.

Hz. Ebû Bekir, “Kuvvetimiz olmadığını her tarafın boş olduğunu görerek, kurtlar gelip çoluk çocuğumuzu evden çekip götürmeye kalkışsalar, yine bayrağım Resûl-i Ekrem’in (s.a.v.) mübârek eliyle verdiği Üsâme’nin (r.a.) ordusunu Şam’a göndereceğim” buyurup hemen gönderdi, İslâm düşmanları bu hareketi görüp korktular. Müslümanlar kuvvetli olmasaydı, bu kadar kuvveti uzağa göndermezlerdi, dediler. Mürtedlerle (dinden ayrılanlar) muharebeyi göze aldı.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Her tarafa birlikler gönderdi. Medine’ye hücuma hazırlanan düşman üzerine, gece şiddetli bir çıkış yaparak, sabaha kadar savaştı. Hepsini dağıttı. Yanındaki askerlerle birlikte, uzakdaki mürtedlerle muharebeye gitmek üzere devesine bindi. Fakat, Hz. Ali (r.a.) halifenin devesinin yularını tutup, “Ey Resûlün halifesi! Nereye gidiyorsun? Sana Resûlullahın Uhud muharebesinde söylediğini söylerim.

O gün sana (Kılıcını kınına sok! ölümünle bizi yakma!) buyurmuştu. Vallahi, sana bir hâl olur “İse, müslümanlar, senden sonra düzen bulmaz” dedi. Eshâb-ı kirâmın hepsi, Hz. Ali’yi tasdik etti. Bunun üzerine halife hazretleri Medine-i münevvere’ye döndü.

Sonra, onbir kabileye bölükler gönderdi. Bunlardan Hz. İkrime emrindeki asker, Yemâme’de, Müseyleme’nin kırkbin askerine karşı gelemedi. Halife, Hz. Hâlid bin Velid’i imdada gönderdi. Hz. Hâlid, Talha ve Sücâh ve Mâlik bin Nüveyre’yi perişan edip, Medine’ye dönmüştü. Yemâme’de de büyük zafer kazandı. Yirmibin mürted öldürdü. İki bine yakın müslüman şehîd oldu.

Amr İbn-i Âs (r.a.) da, Huzâ’a kabilesini hidâyete getirdi. Âlâ bin Hadremi (r.a.) Bahreyn’de çetin muharebeler yapıp mürtedleri dağıttı.

Huzeyfe, Arfece ve İkrime, (r.a.) Umman ve Bahreyn’de birleşip, mürtedleri bozdular. Onbin mürted öldürdüler. Halife, Hâlid bin Velid’i (r.a.) Irak tarafına gönderdi.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
Hîre’de yüzbin altın cizye aldı. Hürmüz kumandasındaki İran ordusunu bozdu. Basra’da otuzbin kişilik orduyu perişan etti. İmdada gelen büyük ordudan yetmiş bin kâfir öldürüldü. Sonra, çeşitli muharebelerle, büyük şehirler aldı.

Halife, Medine’de ordu toplayıp, Hz. Ebû Ubeyde kumandasında Şam taraflarına, Amr İbni Âs’ı (r.a.) da Filistin’e gönderdi. Sonra Yezid bin Ebû Süfyân’ı Şam’a yardımcı gönderdi. Sonra asker toplayıp, Hz. Muaviye kumandasında, kardeşi Yezid’e yardımcı gönderdi. Hz. Hâlid bin Velid’i de Irak’dan Şam’a gönderdi. Hz. Hâlid, askerin bir kısmını Müseynâ’ya bırakıp, birçok, muharebe ve zaferlerle Suriye’ye geldi.
 

ASHAB-I BEDR

Well-known member
İslâm askerleri birleşerek Ecnadin’de büyük Rum ordusunu yendiler. Sonra, Yermük’de 46.000 İslâm askeri, Herakliyüs’ün 240.000 askeri ile uzun ve çetin savaşlar yapıp galip geldi. Yüzbinden ziyâde Rum askeri öldürüldü.

Üçbin müslüman şehîd oldu. Bu muharebede İslâm kadınları da harp etti. Baş kumandan Hz. Hâlid bin Velid’in ve tümen komutanı Hz. İkrime’nin şaşılacak kahramanlıkları görüldü. Bütün bu zaferler, halifenin cesareti, dehası, güzel idaresi ve bereketi ile oldu. Yermük savaşı yapılırken, halife Medine’de vefât etti.
 
Üst