Mesneviden Hikayeler...

pendüender

Well-known member
• Musa peygambere, genç bir adam “Bana hayvanların dillerini öğret.” dedi.
• “Hayvanların ve canavarların sözlerini duyayım da, onlardan dinime ait işlerde ibret alayım.
• Çünkü âdemoğullarının dilleri, tamamı ile ekmek, su, şan, şeref ve gösteriş konuları üzerindedir.(1)
• Belki hayvanların başka bir dertleri vardır, belki bu dünyadan göçme zamanında bizim bilmediğimiz bir kurtuluş tedbiri düşünmektedirler.”
• Hz. Musa o adama dedi ki: “Sen bu hevesten vazgeç, çünkü, onların dilinden anlamanın, önünde sonunda birçok tehlikeleri vardır.
• Sen ibret almayı, uyanıklığı sözden, harften, dudaktan, değil, Allah’tan iste”
• Hz. Musa onu men ettiği için, adam konunun daha da üstüne düştü. Hırsı iyice arttı. Zaten insan men edildiği şeyin üzerine daha çok düşer.
• Adam; ”Ya Musa!” dedi, “Senin nurun dünyaya aks edince, her şey senin yüzünden kadrini, kıymetini buldu.
• Ey cömert er, beni bu muradımdan mahrum etmek, senin lütfuna uygun düşmez.
• Bu zamanda, Hakk’ın halifesi sensin, bana engel olursan çok üzülür, yaslara bürünürüm.”
• Hz. Musa; “Ya Rabbi!” dedi “Bu saf adamı, galiba melun şeytan aldatıyor.
• Eğer istediğini öğretirsem ona ziyanı dokunacak, öğretmesem gönlüne kötü düşünceler gelecek.”
• Cenabı Hak buyurdu ki: “Ya Musa, öğret, çünkü biz lütuf ve keremimizden hiçbir duayı reddetmeyiz.”
• Musa “Ya Rabbi!” dedi. “Sonra pişman olacak, ellerini ısıracak, elbisesini yırtacak.
• Kudret, gücü yetmek, herkesin harcı değildir. Aciz olmak, bunalıp kalmak, Allah’ın has kulları için en iyi sermayedir.
• Bu yüzdendir ki, fakirlik(yokluk) ebedi bir iftihar, bir övünme olmuştur. Çünkü eli bir şeye erişmeyen kişiler, kendilerini Zühd ve takvaya vermişlerdir.”
• Cenabı Hak; “Ey Musa!” diye buyurdu. “Sen onun dilediğini ver, onun irade ve ihtiyar elini çöz de, istediğini yapsın.”
• “Ya Musa, o adamın eline bir kılıç ver. Onu acizlikten kurtar. Kurtar da, ya Allah uğruna savaşsın gazi olsun, ya da yol kessin, eşkıya olsun.
• Çünkü insan, istediğini yapabilmesi yüzünden (Kerremna=) ‘Biz ona ikramda bulunduk, onu yücelttik.’ sırrına erdi. Fakat insanların yarısı yılan, yarısı bal arısı oldu.
• Müminler bal arısı gibi, bal madeni kesildiler, kâfirler ise yılana döndüler, zehir madeni oldular.”
• Musa (a.s.) ona yine acıdı da, öğüt verdi: “İstediğin şey senin yüzünü sarartacaktır.
• Bu sevdadan vazgeç, Allah’tan kork. Şeytan seni aldatmış, o, seni tuzağa düşürmek için bu hevesi, sana ders olarak vermiş.”
• Adam; “Hiç olmazsa kapı önünde yatıp duran, ev bekçiliği eden köpek ile kümes hayvanlarının dillerini öğret.”
• Musa peygamber dedi ki: “Aklını başına al, istek senin, ötesini sen bilirsin; haydi git dilediğin oldu. Artık ikisinin de dilini anlayacaksın.”
• Adam sabahleyin; “Bakalım sahiden dillerini öğrendim mi?” diye denemek için kapı eşiğinde durup bekledi.
• Hizmetçi kadın, sofra örtüsünü silkelerken bir parça bayat ekmek yere düşer.
• Horoz bu ekmek parçasını hemen kaptı. Köpek horoza “Sen bize zulmettin.
• Çünkü sen buğday tanesini de yiyebilirsin, hâlbuki ben yem yiyemem; yerimde, yurdumda tane yemekten acizim.
• Ey neşeli neşeli öten horoz, sen buğday da yiyebilirsin, arpa da, başka yemleri de. Ben ise onları yiyemem.
• Sonra tutuyorsun, bizim nasibimiz olan şu bir parça ekmeği de kapıyor, köpeklerin hakkını yiyorsun.”
• Horoz köpeğe “Sus!” dedi. “Gam yeme, buna karşılık Allah sana başka şeyler verir.
• Ev sahibinin atı sakatlanacaktır, yarın doya doya et yersin. Pek hüzünlenme, kendini üzme.
• Atın ölümü köpeklere bayram olacak, onlar sokak sokak dolaşmadan, yorulmadan birçok rızk elde edeceklerdir.”
• Ev sahibi bu sözleri duyunca hemen atı sattı. Köpeğe karşı horoz yalancı çıktığı için yüzü sarardı. Utangaç bir duruma düştü.
• Ertesi gün horoz yine ekmeği kapınca, köpek ağzını açtı da:
• “Ey yalancı horoz!” dedi. “Bu yalanlar ne zamana kadar sürecek? Zalimsin, yalancısın, hiç de yüzünde nur yok.
• ‘At sakatlanacak’ dedin, hani? Sen yalancı körün birisin, hiçbir doğru sözün yok.”
• Bu işten haberi olan horoz; “At sakatlandı ama,” dedi, “Başka yerde sakatlandı.
• Ev sahibi atı sattı, ziyandan kurtuldu. O ziyanı, atı satın almış olanlara yükledi.
• Fakat yarın katırı sakatlanacak, köpeklere nimet var, ziyafet var.”
• O haris adam çabucak katırı da pazara götürüp sattı, gamdan da, ziyandan da kurtuldu.
• Üçüncü gün köpek horoza dedi ki: “Ey yalancılar beği olduğu herkese davulla, dümbelekle duyurulan! Vaadin nerde kaldı?”
• Horoz; “Hemencecik katırı da sattı. Fakat yarın kölesi korkunç bir hastalığa tutulacak. Kölesi ölünce yakınları köpeklere de ekmek dağıtacaklardır.”
• Adam bu sözü duyar duymaz, kölesini de götürüp sattı. Ziyandan kurtulduğu için neşesinden yüzü parladı.
• Şükürler etti, sevindi; “Dünyada başıma gelecek üç felaketten de kurtuldum.” dedi.
• “Horozla köpeğin dillerini öğrendiğimden beri, kötü kaza ve kaderden kendimi kurtardım.” diyordu.
• Ertesi gün umdukları boşa çıkan, bu yüzden hayal kırıklığına uğrayan köpek, öfkeye kapıldı da: “Ey saçma sapan herzeler yiyen horoz!” dedi. “Hani söylediklerin hiç birisi doğru çıkmadı.
• Senin yalanın, hilen ne vakte kadar sürecek? Sen yalandan başka bir söz söylemez misin?”
• Horoz; “Haşa” dedi. “Ben yalan söylemem. Benim cinsimden olan öbür horozlar da. Biz yalancılıktan uzağız.
• Biz horozlar müezzinler gibi doğru söyleriz, doğru haber veririz. Güneşi gözetler, vaktin gelmesini bekleriz.
• Üstümüze taş örtseler, bizi yer altında, kapkaranlık bir zindana kapatsalar, biz yine içten içe güneşi bekleriz, vaktini haber veririz.
• Allah biz horozları, insanlara namaz vaktini bildirmek için armağan olarak vermiştir.
• İçimizden biri vakti bildirmekte yanılır da vakitsiz öterse(yani vakitsiz ezan okursa), bu ötüş, onun başının kesilmesine sebep olur.(2)
• Vakitsiz; ‘Haydin felaha’ dememiz, kanımızı mubah kılar.
• Suç işlemeyen, yanlıştan arınmış horoz ise, ancak vahye mazhar olan can horozudur.(3)
• Adamın kölesi, onu satın alan kişinin yanına düştü, öldü. Böylece alan adam, çok ziyana girdi.
• O açıkgöz efendi malını kaçırdı, kaçırdı ama, şunu iyi bil ki, bu davranışı ile o kendi kanına girdi.”
• Horoz söylenmeye devem ediyordu: “Yarın da ev sahibi ölecek, mirasçısı feryat, figan ederek öküz kurban edecek.
• Yarın ev sahibi ölünce, sana bol bol yiyecek gelecek.
• Köy de, halk da, ileri gelenler de kurban etleri, lalangalar ve çeşitli yemekler yiyecek.
• Köpeklere de, dilencilere de kurban edilen öküzün eti ve koca koca somunlar dağıtılacak.
• Atın, katırın, kölenin ölümleri, bu ham adamın, bu aldanmış kişinin başına gelecek kötü kazanın siperi ve kalkanı idi.
• Fakat o, malın ziyanından ve zarara uğramak derdinden kaçtı, malını çoğalttı ama, kendisi, kendisinin kanına girdi.”
• O alçak adam da, horozun laflarına kulak kabarttı. Ve ondan kendi öleceğine dair sözler duydu da;
• Bu sözleri duyunca, bedenine bir ateş düştü, hemen koşa koşa Hz. Musa’nın kapısına gitti.
• “Ya Musa kelimullah!” dedi. “Feryadıma yetiş, beni ölümden kurtar.” diye korkusundan yüzünü yerlere sürdü.
• Hz. Musa buyurdu ki; “Atı, katırı, köleyi sattığın gibi, git, kendini sat da kurtul!” Madem satış işinde usta oldun, bu seferde de yine öyle yap! Bu bedeni sat, yani bu beden kapısından sıçra çık kurtul!
• Hadi Müslümanlara ziyan ver, keseni, dağarcığını iki kat doldur!
• Sana şimdi bahtının aynasından görünen bu kazayı, bu takdiri ben kerpiçte, yani iç aynasında müşahede etmiş, vak’a olmadan evvel sezmiş, görmüş, seni uyarmıştım.
• Akıllı kişi, işin sonunu, gönül gözü ile önceden görür. Bilgisi az olan kişi ise, sonunda, o iş olup bitince farkına varır.”
• Adam yine; “Ey iyi huylu peygamber! Lütuf et, yaptıklarımı başıma kakma, yüzüme vurma.” diye feryat ediyordu.
• “Ben iyiliğe layık bir adam değilim. Ancak öyle yapabildim. Başka türlü yapmak elimden gelmedi. Sen benim değersizliğime iyi bir karşılıkta bulun, lütf et.”
• Hz. Musa; “Ey oğul, ok yaydan fırladı. Okun geriye dönüp tekrar yaya girmesine imkân yoktur. Yani Allah’ın verdiği hüküm geri dönmez.
• Ancak lütuf sahibi Hak’tan dilerim ki, ölürken imanlı gidersin,
• Çünkü imanını kendine yoldaş edersen, sen manen diri demeksin, imanlı ölürsen bakisin, ölümsüzsün.”
• Tam o sırada adamın hali değişti. Midesi bulandı, tas getirdiler.
• Dört kişi onu aldılar, evine götürdüler, adamın ayakları birbirine dolaşıyordu.
• Seher vaktinde Hz. Musa: “Ya Rabbi! Onun imanını alma, onu imansız götürme.” diye Allah’a yalvardı.
• Diyordu ki: “Ya Rabbi, ona karşı büyüklüğünü göster, onun günahını bağışla. O yanıldı, şaşkınlıkta bulundu, haddini aştı.
• Ona; ‘Bu ilim senin harcın değil.’ dedim, sözümü dinlemedi. Onu başımdan savıyorum sandı.
• Ey kullarını görüp gözeten, kullarını seven, onlara acıyan Allah’ım! O gafil denize girdi. Fakat su kuşu değildi. Boğuldu gitti. Sen onu affet diye yalvardı.”
• Cenabı hak buyurdu ki: “Ona imanını bağışladım. Hatta ya Musa! İstersen şimdi onu diriltirim.
• Hatta hatta senin yalvarışın hakkın için, şimdi yeraltındaki bütün ölüleri diriltirim.”
• Musa dedi ki: “Ya Rabbi, bu dünya fani, ölümlü bir dünya. Sen onu öbür dünyada dirilt, çünkü öbür dünya aydınlık ve ebedi olan dünyadır.”
(1) Yaratılmış olanların en şereflisi, en üstünü oldukları hâlde insanlar mala, mülke, yüksek mevkîye, yiyeceğe, içeceğe, şehvete, şöhrete kendilerini kaptırmışlardır da, faziletten, iyi huydan, iyi huylu olmaktan bahsetmez olmuşlardır. Hâlbuki hayvanlar, Allah'ın kendilerine verdiği iç gözü ile hareket ederek, insanlar kadar zâlim ol¬mamakta, yeryüzünü kanla, haksızlıkla kirletmemektedirler. Bu yüzdendir ki büyük Alman filozofu Schopenhauer "İnsanları anladıkça, hayvanlara karşı duyduğum sev¬gi artıyor." demiştir.
(2) Hz. Mevlana bir gazelinde diyor ki : “Horozlar seher vaktinde; ‘Ey gafil insan kalk, namaz vakti geldi. Namaz kıl!’ diye seslenirler. Sen hayat sarhoşu olduğun için bu sesin manasını bilmiyorsun, bu senin ne dediğini kalbi uyanık arif olanlar anlar.”
(3) “Can horozunu” Cebrail (a.s.) diye yazanlar olduğu gibi, insan-ı kamildir diyenler de var.

 

pendüender

Well-known member
Süleyman (a.s.)'ın küçük bir kusuru yüzünden rüzgârın ters esmesi.

Rüzgâr, bir gün Hz. Süleyman'ın tahtına ters esti. Süleyman; "Ey rüzgâr" dedi. "Ters esme!"
Rüzgâr da; "Ey Süleyman!" dedi. "Sen de çarpık yürüme; çarpık yürüyünce, benim de ters esmeme kızma!"
Allah; ders alalım da insafa gelelim, doğruluktan ayrılmayalım, birbi¬rimize haksızlık yapmayalım diye, teraziyi biz insanların arasına koydu.
Cenâb-ı Hakk buyurmuştur ki: "Sen, terazide tartılacak şeyi eksiltirsen, ben de, sana verdiğimi eksiltirim; bana karşı doğru olursan, ben de sana öyle olurum!"
Rüzgâr ters estiği için Süleyman'ın başındaki tacı da eğrildi. Böylece onun sultanlığı sarsıldı, aydınlık gündüzü gece gibi karardı.
Hz. Süleyman; "Ey tâç!" dedi. "Başımda eğri durma! Ey sultanlık güneşi olan tâç; başımda doğru dur, başka yöne meyletme!"
Süleyman eliyle tacı doğrulttukça tâç yine eğilmekteydi.
Tam sekiz defa tacı doğrulttu; tâç da eğrildi. Süleyman dedi ki: "Ey tâç; bu hâl nedir? Artık eğrilme!"
Tâç tekrar dile geldi de; "Ey güvenilir, inanılır kişi!" diye cevap verdi "Sen beni yüz kere doğrultsan, yine doğrulmam! Sen eğri gittikçe ben de eğrilirim!"
Bunun üzerine Hz. Süleyman içini düzeltti, gönlüne gelen nefsanî is¬tekleri gönlünden attı.
Süleyman doğrulunca tâç da doğruldu ve istediği gibi başında durdu.
Bu defa Hz. Süleyman, tacı kendi isteği ile eğriltti, fakat tâç eğri durmadı; kendiliğinden doğruldu ve tam tepesinde karar etti.
O büyük Süleyman, sekiz defa tacı eğriltti, tâç yine de başında doğruluyor, doğru duruyordu.
Derken tâç dile geldi de; "Ey pâdişâhım!" dedi. "Övün; mademki kanat açtın, çırpındın, kanatlarındaki tozu toprağı silktin, artık mânâ âlemine yüksel!
Buradan ileri gitmeme; bu işteki gayb perdelerini, gizlilik perdelerini yırtmama izin yok!
Elinle ağzımı kapa da beğenilmeyecek, sevilmeyecek bir söz söylemeyeyim!
Sana da dertten, kederden, gamdan ne gelirse, onları kimseden bilme, kendinden bil!"
Ey gafil; sen de dışındakilerle kötü olmuş, onlarla uğraşıyorsun da, içindeki en büyük düşman olan nefsinle dost olmuşsun, onunla hoş geçiniyorsun!
Senin asıl düşmanın nefsin olduğu hâlde sen onu şekerle besliyor, sonra tutuyor, dışında bulunan herkesi töhmet altına alıyor, onları suçluyorsun!
Sen de Firavun gibi körsün, kör gönüllüsün; bu yüzden can düşmanınla hoş geçiniyorsun da, suçsuzları aşağılamaktasın!
Ne vakte kadar Firavun gibi suçsuzları öldüreceksin de, suçla, suçlularla dolu olan bedenini okşayacaksın?
Aslında Firavun'un aklı, başka pâdişâhların akıllarından üstün ve fazla idi; fakat Allah'ın hükmü, takdiri, onu akılsız ve gönlü kör bir hâle getirmişti.
Allah bir kimsenin gönül gözüne, gönül kulağına mühür vurursa, o kişi düzelmez....
 

pendüender

Well-known member
Rum halkı ile Çinlilerin ressamlıkta bahse girişmeleri

Eğer gizli ve ilahi bir bilginin gönle nasıl aksettiğine dair bir örnek istersen, Rum ülkesi halkı ile Çinlilerin hikâyesini söyle.
Çinliler; "Biz daha mahir ressamlarız." dediler. Rum ülkesi ressamları ise; "Bizim ustalığımız sizden daha üstündür." dâvasına giriştiler.
Bunun üzerine pâdişâh bir gün; "Dâvanızda hanginiz haklısınız? Bunu anlamak için sizi imtihan edeceğim." dedi.
Çin ressamları ile Rum ülkesi ressamları yarışmaya giriştiler. Fakat Rum ülkesi ressamları yarışmadan çekinir gibi oldular.
Çinliler; "Bize özel bir oda veriniz, biz o odada çalışalım, bir oda da sizin olsun." dediler.
Kapıları birbirine karşı iki oda vardı. Odaların birini Çinliler aldı, birini de Rum ülkesi ressamlarına verdiler.
Çinliler pâdişâhtan yüzlerce çeşit renkte boya istediler. O yüce padişah, renklerin hazine kapılarını, onlara açtı.
Böylece, Çinlilere her sabah hazineden çeşit çeşit renklerde boyalar bağışlanmada idi.
Rum ressamları ise; "Ne resim, ne de boya bizim işimize yarar. Bize pasları gidermekten başka bir şey gerekmez." dediler.
Kapıyı kapadılar, duvarı cilalamaya başladılar. Odanın kapıya karşı olan duvarını gökyüzü gibi saf, temiz ve parlak bir hale getirdiler.
İki yüz çeşit renkten, renksizliğe ancak bir yol vardır. Renk buluta benzer, renksizlik ise ay gibidir.
Bulutlarda ne türlü parlaklık, bir ışık görürsen, onu yıldızlardan, aydan ve güneşten bil.
Çinliler, resimlerini yapıp bitirince sevinç ve neşelerinden davullar çaldılar.
Pâdişâh kapıdan içeri girdi. Çinlilerin yaptıkları resimleri gördü. Onların inceliğine, güzelliğine şaşırdı kaldı, aklı başından gitti.
Sonra, Rum ülkesi ressamlarının yanına geldi. Pâdişâh gelince, Rumlar iki oda arasındaki perdeyi kaldırdılar.
Karşıki odada Çinlilerin yapmış oldukları resimler, nakışlar bu odanın cilalanmış duvarına vurdu.
Pâdişâh Çinliler tarafında ne görmüşse, burada onlar daha iyi, daha güzel göründü. Resimler öyle canlı, öyle güzeldi ki insanın gözünü alıyordu. Resimler, sanki bakanların gözlerini, göz yuvalarından çekip kapıyordu.
Babacığım, Hakk âşıkları olan Sufîler Rum ülkesinin ressamlarına benzerler. Onların kitapları, ezberlenecek dersleri, gösterecek hünerleri yoktur.
Fakat, onlar gönüllerini ibâdetle, iyiliklerle cilalamışlardır. Hırstan, tama'dan, cimrilikten, kinlerden kurtulmuşlardır.
Onların gönülleri, bir ayna gibi saf ve tertemizdir. Oraya hadsiz, hesapsız şekiller, suretler vurur. Orada görünür.
Gayb âleminin, hudutsuz olan, surete bürünmeyen sureti, Hz. Musa'nın gönül aynasına vurmuş ve Musa'nın koynuna sokup çıkardığı "el" de "Yed-i beyza" (=beyaz el) halinde bembeyaz ve nûr saçıcı olarak görünmüştü.
Gerçi o manevî suret, göklere, arşa, ferşe, denizlere, balığa ve bütün kâinata sığmaz.
Çünkü bunların hududu vardır. Sayıya sığar şeylerdir. Fakat gönül aynasının haddi, hududu, nihayeti yoktur.
Acaba, gönül onunla mıdır? Yoksa gönül, o mudur? diye burada akıl ya susar, yahut sapıtır, yoldan çıkar.
Gönül, hem sayıya sığar, hem sayısızdır. Yani hem kesrete dalmıştır, hem de vahdeti bulmuştur. Ona akseden nakıştan başka hiçbir nakış ebedî olarak kalmaz.
Ezelden ebede kadar gönüle yeni yeni nakışlar, tecellîler akseder; her nakış orada perdesiz olarak görünür.
Gönüllerini Allah'ı anarak, iyi işler yaparak cilalamış, parlatmış olanlar renkten ve kokudan kurtulmuşlardır.
Onlar, her an, işlerinde bir hoşluk, bir güzellik hissederler. (1)
Onlar bilginin şeklini, dış yüzünü, kabuğunu bırakmışlar da mânâsını ve özünü almışlar ve ayne'l-yakîn (=gözle görüp inanma) bayrağını yüceltmişlerdir.
Düşüncelerden, duyguların yükü altından kurtulmuşlar da aydınlığa kavuşmuşlardır. Benliklerini Hakk uğrunda kurban etmişler, irfan denizi kesilmişlerdir.
Herkesin korktuğu, ürktüğü, kaçtığı ölüme karşı, Hakk âşıkları, acı acı gülümserler.
Kimsecikler onların gönüllerine bir zarar veremez, zîra zarar sedefe gelir, içindeki inciye gelmez.
Bunlar nahiv ve fıkıh ilimlerini terk etmişlerdir. Ama, yokluğu ve yoksulluğu seçip almışlardır.
Sekiz cennetin nakışları parladıkça, onların gönül levhine vurur, orada görünür.
Allah'ın gerçeklik durağında oturup orayı yurt edinenlerin yerleri, arştan da, ferşten de, kürsîden de yücedir. (2)

(1) Gönül aynalarını parlatmış olanlar, orada kendi gerçek varlıklarını, hakîkatlerini bulurlar. Ayna düz bir satıh üzerinde dursa, sen, aynaya uzaktan baksan bir şey görebilir misin? Aynayı eline alınca, aynaya bakınca ve aynada kendi hayalini gördüğün anda. ayna senin için yoktur. Senin hayalinden silinmiştir. Orada artık senin hayalin vardır. İlâhî hakîkat de gönle aksedince, şekil ortadan kalkar; sadece O sende tecellî eder. Bu hale gelenler, içlerinde bir hoşluk, bir güzellik hissederler. Kendilerini unuturlar, kaybederler. Sadece içlerinde Hakk'ı hissederler.
(2) Kamer Sûresi'nin 54-55. âyetlerine işaret vardır. Bu iki âyetin meali şöyle: "Hakîkaten muttaki olanlar, Allah'tan çekinenler, cennetlerde ve nehir kenarlarında olacaklar, sıdk makamında (gerçeklik durağında) en kudretli pâdişâhlar pâdişahı olan Cenâb-ı Hakk'ın çok yakınında bulunacaklardır."
 

pendüender

Well-known member
En büyük makamın abdiyyet olduğunu bilmediğimizen kutbiyyet peşinde koşuyoruz.

Aşkın leylasını gördünse söyle
Yoksa mecnundan duyup rivayet eyleme
Aşk da bir haldir anlatılmaz yaşanır.
 

pendüender

Well-known member
Denir ki, kainat Kur'ân'dadır, Kur'ân Fâtiha'dadır, Fatiha besmelededir, besmele b'de, b ise noktadadır. İşte onun içindir ki, bizzat Hz. Peygamber tarafından, ilim şehrinin kapısı olarak vasıflandırılan İmam Ali (kvc), "İlim bir nokta idi, onu cahiller çoğalttı" buyuruyor.

Fatiha Şerif Yüce Yaradanın nasıl olduğunu tarif ederken bize,İhlas ı şerif ise ne olmadığını anlatır. Bunların ayrımını her an her nefeste bilen kullardan etsin Mevlam bizi...

1-FATİHA:

1 - Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.

2 - Hamd o âlemlerin Rabbi,

3 - O Rahmân ve Rahim,

4 - O, din gününün maliki Allah'ın.

5 - Ancak sana ederiz kulluğu, ibadeti ve ancak senden dileriz yardımı, inayeti. (Ya Rab!).

6 - Hidayet eyle bizi doğru yola,

7 - O kendilerine nimet verdiğin mutlu kimselerin yoluna; o gazaba uğramışların ve o sapmışların yoluna değil.

112-İHLAS:

1 - De ki; O Allah bir tektir.

2 - Allah eksiksiz, sameddir (Bütün varlıklar O'na muhtaç, fakat O, hiç bir şeye muhtaç değildir

3 - Doğurmadı ve doğurulmadı

4 - O 'na bir denk de olmadı.
 

pendüender

Well-known member
Hz. Ali savaş sırasında, altına aldığı bir düşmanı öldürmek üzereydi. Tam o sırada, düşmanı yüzüne tükürdü. Bunun üzerine Hz. Ali düşmanını bıraktı,
öldürmekten vazgeçti. Ayağa kalktı. Düşmanına, ''Seni bağışlıyorum, serbestsin'' dedi. Düşmanı olan savaşçı bu duruma şaşırarak, ''Beni öldürmekten seni vazgeçiren sebep nedir?'' dedi. Hz. Ali şöyle cevap verdi: ''Kılıcımı Allah yolunda ve O'nun rızâsı için kullanırım. Nefsim için değil. Sen savaşırken yüzüme tükürünce, nefsime ağır geldi. Sana kızdım. O kızgınlıkla seni öldürseydim, nefsimin intikamını almış olacaktım. Allah için öldürmüş olmayacaktım.'' Hz. Ali'nin düşmanı bu sözleri duyunca gönlünde Hakk'ın nuru parladı ve imana geldi. Bu olay üzerine, o yiğidin kabilesinden elli kadar kişi de müslüman oldu. Bu asil ve ince davranış, insanları İslâm'la şereflendirdi.
***
İhlâs ve sevgi kılıcı, çelik kılıçtan daha keskindir. Orduları dize getirir. Peygamber Efendimiz buyuruyor: ''Kim Allah için sever, Allah için öfkelenir, Allah için verir, Allah için vermezse, şüphe yok ki, o müminin imanı kemal bulmuştur'' (Feyzü'l-Kadîr, 4/29).
 

pendüender

Well-known member
................

TERCÜME:İki cins arı, bir yerden beslendi. Ama birinden iğne, diğerinden bal oluştu.

ŞERH: Bu iki cins arının durumu herkes tarafından bilinir. İşte insanlar da böyledir. Yani bir iklimde, bir memlekette, bir mektepte, bir ailede, bir terbiyede yaşayan ve büyüyen iki insan arasında bütünüyle fark görünür. İki adam aynı okulun talebesi, aynı ailenin çocuklarından iken biri akıllı diğeri ahmak, biri doğru, dürüst ve Allah’tan korkar, diğeri günahkar ve iddiacı, biri insaflı ve adil diğeri zalim ve batıl olur. Fertler itibarıyla insanların birinci esası yaratılışında olan hâlleridir. Terbiye ve öğretim ikinci derecededir. Bununla beraber daima terbiye ve öğretimin ilerleyip yükselmesine çalışmalıdır. Çünkü yaratılışın değişmesi insanların çalışmasına bağlanmadı. Amma terbiye ve öğretimin Allahu Teala’nın izniyle ilerletilmesi insanlara emredildi. Mukaddes vazifelerden sayıldı.

TERCÜME: İki cins ahu ve ceylan ot yiyip su içtiler ise de birinden gübre diğerinden saf misk oluştu.

ŞERH: İnsanlardan da iki kişi bir mürşid ve alime giderler. Fakat yaratılışlarından dolayı biri insanı kamil, diğeri taklitçi ve batıl olur. Siyasette de aynı memuriyette iki memur bulunur. Biri akıllı ve düzgündür. İdare ettiği adamlar rahat eder. İşleri misk gibi güzel kokular neşreder. Diğeri hem ahmaktır, hem görevini kötüye kullanır. Aldığı tedbirler, yaptığı bozuk, uygunsuz işler ahaliyi bizar eder. Düzen, disiplin, güzellik veren iş yerine şikayet, uğursuzluk hasıl olur. Gübrenin kokusu bir iki dakikalık yerle sınırlı iken kötünün duyulan kötü kokusu yakın ve uzak her yere ulaşır. Bir çok adamların zihinlerine ağırlık, işlerine perişanlık ve fenalık getirir.


TERCÜME: İki kamış bir yerden kesildiler, kamışın biri boş diğeri şekerle dolu.

ŞERH: İki talebe de bir mektepte bir okulda bir hocadan okudular. Ama yaratılışları nedeniyle biri nâdan ve cahil diğeri hünerli ve kamil oldu.

TERCÜME: Yüz binlerce birbirine benzer ve örnek, ama onların arasında yetmiş yıllık yol kadar fark vardır.

ŞERH: Yetmiş yıl buyurmalarından maksat olağanüstü, çok fark var demektir. Bu hakikati ispat edecek arı, ceylan ve kamış gibi, yüzbinlerce birbirine benzeyen örnek bulunabilir. Bu büyük ve son derece lüzumlu olan gerçeğe aklın kanaat getirmesi, derinliğine ve inceliklerine varabilmesi için gelecekte birkaç örnek daha verilecektir.
 
Üst