Huseyni
Müdavim
﴿ وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يَقُولُ اٰمَنَّا بِاللهِ وَبِالْيَوْمِ اْلاٰخِرِ وَمَا هُمْ بِمُؤْمِنِينَ 1 ﴾
Bu âyetin makabliyle veçh-i nazmı:
Nasıl ki, bir hükümde iki müfredin iştiraki veya bir maksatta iki cümlenin ittihadı atfı icap ettirir. Kezâlik, bir hedefi, bir garazı takip eden iki kıssanın da atıfları belâgatin iktizasındandır. Binaenaleyh, on iki âyetin hülâsasını tazammun eden münafıkların kıssası, kâfirler hakkında geçen iki âyetin meâline atfedilmiştir.
Evet vakta ki, en evvel Kur’ân’ın senâsıyla başlandı. Sonra mü’minlerin medhine intikal etti. Sonra kâfirlerin zemmine incirar etti. Sonra, insanların kısımlarını ikmal etmek için, münafıkların kıssası zikredildi.
S - Kâfirlerin zemmi hakkında yalnız iki âyetle iktifa edilmiştir. On iki âyetin hülâsasıyla münafıklar hakkında yapılan itnab neye binaendir?
C - Münafıklar hakkında itnabı, yani tatvili icap ettiren birkaç nükte vardır:
Birincisi: Düşman meçhul olduğu zaman daha zararlı olur. Kandırıcı olursa daha habis olur. Aldatıcı olursa, fesadı daha şedit olur. Dahilî olursa, zararı daha azîm olur. Çünkü; dahili düşman kuvveti dağıtır, cesareti azaltır. Haricî düşman ise, bilâkis, asabiyeti şiddetlendirir, salâbeti arttırır. Nifakın cinayeti, İslâm üzerine pek büyüktür. Âlem-i İslâmı zelzeleye maruz bırakan nifaktır. Bunun içindir ki, Kur’ân-ı Azîmüşşan, ehl-i nifaka fazlaca teşniat ve takbihatta bulunmuştur.
[NOT]Dipnot-1 “İnsanlardan bir kısmı da, mü’min olmadıkları halde, ‘Allah’a ve âhiret gününe inandık’ derler; fakat onlar inanmamışlardır.” Bakara Sûresi, 2:8.
[/NOT]
Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ân | asabiyet: duygusal bağlılık, akrabalık, taraftarlık, milliyetçilik |
atfedilmek: bağlanmak | atıf: (Ar. gr.) bağlaç; bir mânâ bütünlüğünü korumak için, bir bağlaç vasıtasıyla kendinden öncesiyle sonraki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı sağlayan edat; “vav” harfi gibi |
azîm: büyük | belâgat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi |
binaenaleyh: bundan dolayı | dahilî: içe ait, içle ilgili |
ehl-i nifak: münafıklar; iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimseler | fesad: bozma, bozulma, bozgunculuk |
garaz: maksat, gaye | habis: çirkin, pis |
hülâsa: öz, özet | icap ettirme: gerektirme |
ikmal: tamamlama | iktifa: yetinme |
iktiza: bir şeyin gereği | incirar etmek: bir şeye varmak, dayanmak |
intikal: geçme, bir şeye varma | itnab: sözü uzatma; yeni bir fayda için, maksadı alışılmamış bir tarzda uzun bir söz ile ifade etme |
ittihad: birleşme | iştirak: katılım, ortaklık |
kezâlik: böylece, bunun gibi | kâfir: Allah’ı veya Onun kesin olarak emrettiği şeylerden herhangi birini inkâr eden kimse |
kıssa: ibretli hikâye | makabl: öncesi |
maksad: hedef, gaye | maruz bırakma: karşı karşıya bırakma, tesirinde bırakma |
meâl: anlam, mânâ | müfred: gr. tekil |
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kimse | nifak: iki yüzlülük, inanmadığı halde inanmış görünme hali |
salâbet: değerleri korumadaki ciddiyet, dayanıklılık | senâ: övgü |
takbihat: çirkinlikle niteleme, çirkin gösterme | tatvil: uzatma |
tazammun: kapsama, içine alma | teşniat: çirkin görme, çirkin sayma |
vakta ki: ne zaman ki, nasıl ki | veçh-i nazmı: tertip ve diziliş yönü |
zelzele: sarsıntı | zem: kötü, kötülük, çirkinlik |
âlem-i İslâm: İslâm dünyası |