Dokuzuncu Şuâ

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ
(Onuncu Sözün mühim bir zeyli ve lâhikasının birinci parçası)


besmele.jpg
فَسُبْحَانَ اللهِ حِينَ تُمْسُونَ وَحِينَ تُصْبِحُونَ وَلَهُ الْحَمْدُ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلأَرْضِ وَعَشِيًّا وَحِينَ تُظْهِرُونَ يُخْرِجُ الْحَىَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَىِّ وَيُحْيِى اْلأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَكَذٰلِكَ تُخْرَجُونَ وَمِنْ اٰيَاتِهِۤ أَنْ خَلَقَكُمْ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ اِذَاۤ أَنْتُمْ بَشَرٌ تَنْتَشِرُونَ وَمِنْ اٰيَاتِهِۤ أَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ أَنْفُسِكُمْ أَزْوَاجًا لِتَسْكُنُوۤا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِى ذٰلِكَ َلاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ وَمِنْ اٰيَاتِهِ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ أَلْسِنَتِكُمْ وَأَلْوَانِكُمْ اِنَّ فِى ذٰلِكَ َلاٰيَاتٍ لِلْعَالِمِينَ وَمِنْ اٰيَاتِهِ مَنَامُكُمْ بِالَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَابْتِغَاۤؤُكُمْ مِنْ فَضْلِهِ اِنَّ فِى ذٰلِكَ َلاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَسْمَعُونَ وَمِنْ اٰيَاتِهِ يُرِيكُمُ الْبَرْقَ خَوْفًا وَطَمَعًا وَيُنَزِّلُ مِنَ السَّمَاۤءِ مَاۤءً فَيُحْيِى بِهِ اْلأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ فِى ذٰلِكَ َلاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ وَمِنْ اٰيَاتِهِۤ اَنْ تَقُومَ السَّمَاۤءُ وَاْلأَرْضُ بِأَمْرِهِ ثُمَّ اِذَا دَعَاكُمْ دَعْوَةً مِنَ اْلأَرْضِ اِذَاۤ أَنْتُمْ تَخْرُجُونَ وَلَهُ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلأَرْضِ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ وَهُوَ الَّذِى يَبْدَؤُا الْخَلْقَ ثُمَّ يُعِيدُهُ وَهُوَ أَهْوَنُ عَلَيْهِ وَلَهُ الْمَثَلُ اْلأَعْلٰى فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
blank.gif
1




[BILGI]Dipnot-1“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. Akşama erdiğinizde ve sabaha kavuştuğunuzda Allah’ı tesbih edin. Göklerde ve yerde olanların hamd ve senâsı Ona mahsustur. Gündüzün sonuna doğru ve öğle vaktine erişince de Allah’ı tesbih edip namaz kılın. Ölüden diriyi, diriden ölüyü O çıkarır. Ölümünden sonra yeryüzünü O diriltir. Siz de kabirlerinizden böyle çıkarılacaksınız. Yine Onun âyetlerindendir ki, sizi topraktan yaratmıştır; sonra siz birer insan olarak yeryüzüne yayılırsınız. Yine Onun âyetlerindendir ki, size hemcinslerinizden kendilerine ısınacağınız eşler yaratmış, aranıza muhabbet ve merhamet vermiştir. Düşünen bir topluluk için elbette bunda Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine deliller vardır. Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin, seslerinizin ve sîmâlarınızın farklılığı da yine Onun âyetlerindendir. İlim sahipleri için elbette bunda deliller vardır. Gece  ve gündüzde uyumanız ve Onun lûtfundan rızık aramanız da yine Onun âyetlerindendir. Kulak veren bir topluluk için bunda elbette deliller vardır. Yine Onun âyetlerindendir ki, size korku ve ümit vermek için şimşeği gösterir; gökten bir su indirir ve ölümünden sonra yeryüzünü onunla diriltir. Akıl sahibi bir topluluk için elbette bunda deliller vardır. Yine Onun âyetlerindendir ki, gök ve yer Onun emriyle ayakta durur. Sonra O sizi bir emirle çağırdığında derhal kabirlerinizden çıkarsınız. Göklerde ve yerde kim varsa Onundur; hepsi de Ona boyun eğer. Halkı önce yaratan, sonra tekrar diriltecek olan Odur; bu ise Onun için daha kolaydır. Göklerde ve yerde tecellî eden en yüce sıfatlar Onundur. Onun kudreti herşeye galiptir; O herşeyi hikmetle yapar.” Rum Sûresi, 30:17-27.

[/BILGI]
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 242

İmanın bir kutbunu gösteren bu semâvî âyât-ı kübranın ve haşri ispat eden şukudsî berâhin-i uzmânın bir nükte-i ekberi ve bir hüccet-i âzamı bu Dokuzuncu Şuâda beyan edilecek. Lâtif bir inâyet-i Rabbâniyedir ki, bundan otuz sene evvelEski Said, yazdığı tefsir mukaddimesi Muhakemat namındaki eserin âhirinde,“İkinci Maksat: Kur’ân’da haşre işaret eden iki âyet tefsir ve beyan edilecek.
blank.gif
1 نَخُو بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ ” deyip durmuş, daha yazamamış.

Hâlık-ı Rahîmime delâil ve emârât-ı haşriye adedince şükür ve hamd olsun ki, otuz sene sonra tevfik ihsan eyledi. Evet bundan dokuz on sene evvel, o iki âyetten birinci âyet olan
فَانْظُرْ اِلٰۤى اٰثَارِ رَحْمَتِ اللهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَاۤ اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
blank.gif
2

ferman-ı İlâhînin iki parlak ve çok kuvvetli hüccetleri ve tefsirleri bulunan Onuncu Söz ile Yirmi Dokuzuncu Sözü in’âm etti. Münkirleri susturdu. Hem, iman-ı haşrînin hücum edilmez o iki metin kal’asından, dokuz ve on sene sonra ikinci âyet olan başta mezkûr âyât-ı ekberin tefsirini bu risale ile ikram etti. İşte bu Dokuzuncu Şuâ, mezkûr âyâtıyla işaret edilen dokuz âlî makam ve bir ehemmiyetlimukaddimeden ibarettir.
blank.gif
3




[BILGI]Dipnot-1 “Öyle ise: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla”

Dipnot-2 “Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor? Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kàdirdir.” Rum Sûresi, 30:50

Dipnot-3 Üstad Hazretleri, bunlardan sadece “Mukaddime”yi telif etmiş, dokuz makamdan “Birinci Makam”a (Zeylin İkinci Parçası’na) ise sadece başlangıç yapmıştır. Kastamonu Lâhikası’nda, bu dokuz makamı tamamlama vazifesinin, Nur talebelerine ait olduğunu ifade etmektedir.

[/BILGI]

Eski Said: (bk. bilgiler – Bediüzzaman Said Nursî)Hâlık-ı Rahîm: rahmetinin çok özel tecellîleri olan sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyi yaratan Allah
berâhin-i uzmâ: büyük, yüce delillerbeyan etmek: açıklamak
delâil: deliller, işaretleremârât-ı haşriye: haşrin emâreleri, belirtileri
ferman-ı İlâhî: Allah’ın emri, buyruğuhamd: övgü ve şükür
haşr: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmasıhüccet: delil, kanıt
hüccet-i âzam: en büyük delilihsan etmek: bağışlamak
iman-ı haşrî: haşre imaninayet-i Rabbâniye: Allah’ın inayeti, yardımı
in’am: nimetlendirmekkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddes
kutb: esaslâtif: hoş, güzel
mezkûr: zikredilen, adı geçenmuhakemât: Risale-i Nur Külliyatında bulunan bir eser adı
mukaddime: başlangıç, girişmünkir: inkâr eden, inançsız
nam: adnükte-i ekber: en büyük nükte, ince derin mânâ
risale: mektup, Risale-i Nur Külliyatından her bir bölümsemâvî: İlâhî, vahiyle gelen
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumutevfik: başarı, muvaffakiyet
âhir: sonâlî: yüce, yüksek
âyât: âyetlerâyât-ı ekber: en büyük âyetler, deliller
âyât-ı kübra: büyük, yüce âyetlerşükür: Allah’a karşı minnet duyma, teşekkür etme
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 243

Mukaddime


Haşir akîdesinin, pek çok ruhî faidelerinden ve hayatî neticelerinden birtek netice-i câmiayı ihtisarla beyan ve hayat‑ı insaniyeye, hususanhayat-ı içtimaiyesine ne derece lüzumlu ve zarurî olduğunu izhar ve buiman-ı haşrî akîdesinin pek çok hüccetlerinden, bir tek hüccet-i külliyeyiicmal ile göstermek ve o akîde-i haşriye ne derece bedîhi ve şüphesiz bulunduğunu ifade etmekten ibaret olarak İki Noktadır.
BİRİNCİ NOKTA
Âhiret akîdesi, hayat-ı içtimaiye ve şahsiye-i insaniyenin üssü’l-esası vesaadetinin ve kemâlâtının esasatı olduğuna, yüzer delillerinden bir mikyas olarak yalnız dört tanesine işaret edeceğiz:
Birincisi: Nev-i beşerin hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız Cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere ve vefatlara karşı dayanabilirler. Ve gayet zayıf ve nazik vücutlarında bir kuvve-i mâneviyebulabilirler. Ve herşeyden çabuk ağlayan gayet mukavemetsiz mîzac-ı ruhlarında, o Cennet ile bir ümit bulup mesrurâne yaşayabilirler. Meselâ, Cennet fikriyle der: “Benim küçük kardeşim veya arkadaşım öldü, Cennetin bir kuşu oldu. Cennette gezer, bizden daha güzel yaşar.”
blank.gif
1 Yoksa, her vakit etrafında kendi gibi çocukların ve büyüklerin ölümleri o zayıf biçarelerin endişeli nazarlarına çarpması,mukavemetlerini ve kuvve-i mâneviyelerini zîr ü zeber ederek gözleriyle beraber, ruh, kalb, akıl gibi bütün letaifini dahi öyle ağlattıracak, ya mahvolup veya divânebir bedbaht hayvan olacaktı.

İkinci delil: Nev-i insanın nısfı olan ihtiyarlar, yalnız hayat-ı uhreviye ile yakınlarında



[BILGI]Dipnot-1 Hennâd, ez-Zühed 1:221; es-Suyûtî, ed-Dürru’l-Mensûr, 1:287, 288.

[/BILGI]

akîde: inançakîde-i haşriye: haşir inancı
bedbaht: kötü talihli, talihsizbedihî: ap açık
beyan: açıklama, izahbiçare: çaresiz
dehşetli: korkunç, ürkütücüdivane: deli, akılsız
esâsât: esaslar, temellerfaide: fayda
gayet: son derecehayat-ı insaniye: insan hayatı
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayathayat-ı uhreviye: âhiret hayatı
hayatî: hayatla ilgili, hayata dairhaşir: insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek muhakeme için Allah’ın huzurunda toplanması
hususan: özelliklehüccet: kesin delil, kanıt
hüccet-i külliye: kapsamlı geniş delilicmal: kısaca, özet olarak
ihtisar: kısaltma, özetlemeiman-ı haşrî: haşre iman
izhar: açığa çıkarma, göstermekemâlât: faziletler, iyilikler, ahlâk ve huy güzellikleri
kuvve-i mâneviye: mânevî kuvvet, imandan gelen moral gücületâif: lâtifeler; insanın yapısındaki ince duygulardan herbiri
mesrurâne: sevinçli bir şekildemikyas: ölçü
mukaddime: başlangıç, girişmukavemet: karşı koyma, direnç
mîzac-ı ruh: ruhun durumu, yaratılışınazar: bakış, dikkat
netice-i câmia: çok kapsamlı neticenev-i beşer: insanlar, insanlık türü
nev-i insan: insan türü, insanlıknısf: yarı
ruhî: ruha ait, ruhla ilgilisaadet: mutluluk
teşkil etmek: meydana getirmek, oluşturmakvücut: beden
zarurî: zorunlu, gereklizir ü zeber: darmadağınık, alt üst
âyet: delilüssü’l-esas: temel esas
şahsiye-i insaniye: insanın şahsiyeti
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 244

bulunan kabre karşı tahammül edebilirler. Ve çok alâkadar oldukları hayatlarının yakında sönmesine ve güzel dünyalarının kapanmasına mukàbil bir teselli bulabilirler. Ve çocuk hükmüne geçen seriü’t-teessür ruhlarında ve mizaçlarındamevt ve zevâlden çıkan elîm ve dehşetli meyusiyete karşı, ancak hayat-ı bâkiyeümidiyle mukabele edebilirler. Yoksa, o şefkate lâyık muhteremler ve sükûnete veistirahat-i kalbiyeye çok muhtaç o endişeli babalar ve analar öyle bir vaveylâ-i ruhîve bir dağdağa-i kalbî hissedeceklerdi ki, bu dünya onlara zulmetli bir zindan ve hayat dahi kasavetli bir azap olurdu.
Üçüncü delil: İnsanların hayat-ı içtimaiyesinin en kuvvetli medarı olan gençler, delikanlılar, şiddet-i galeyanda olan hissiyatlarını ve ifratkâr bulunan nefis vehevâlarını tecavüzattan ve zulümlerden ve tahribattan durduran ve hayat-ı içtimaiyenin hüsn-ü cereyanını temin eden, yalnız Cehennem fikridir. Yoksa, Cehennem endişesi olmazsa, “El-hükmü li’l-galib” kaidesiyle, o sarhoş delikanlılar, hevesatları peşinde bîçare zaiflere, âcizlere, dünyayı cehenneme çevireceklerdi ve yüksek insaniyeti gayet süflî bir hayvaniyete döndüreceklerdi.
Dördüncü delil: Nev-i beşerin hayat-ı dünyeviyesinde en cemiyetli merkez ve en esaslı zemberek ve dünyevî saadet için bir cennet, bir melce bir tahassungâh ise, aile hayatıdır. Ve herkesin hanesi, küçük bir dünyasıdır. Ve o hane ve aile hayatının hayatı ve saadeti ise; samimî ve ciddî ve vefadarâne hürmet ve hakiki ve şefkatli ve fedakârâne merhamet ile olabilir. Ve bu hakikî hürmet ve samimî merhamet ise, ebedî bir arkadaşlık ve daimî bir refakat ve sermedî bir beraberlik ve hadsiz bir zamanda ve hudutsuz bir hayatta birbiriyle pederâne, ferzendâne,kardeşâne, arkadaşâne münasebetlerin bulunmak fikriyle ve akîdesiyle olabilir. Meselâ der: “Bu haremim, ebedî bir âlemde, ebedî bir hayatta daimî bir refika-i hayatımdır. Şimdilik ihtiyar ve çirkin olmuş ise de zararı yok. Çünkü ebedî bir


akide: inançalâkadar: ilgili, alâkalı
bîçare: çaresiz, zavallıcem’iyetli: kapsamlı
dağdağa-i kalbî: kalp sıkıntısı, ızdırabıdehşetli: korkunç, ürküntü
dünyevî: dünya ile ilgiliebedî: sonu olmayan, sonsuz
el-hükmü li’l-galib: hüküm güçlü ve kuvvetli olanındırelîm: elemli, acı veren
fedakârâne: fedakârcaferzendâne: evlada yakışır şekilde
gayet: son derecehadsiz: sayısız, sınırsız
hakikî: gerçekhane: ev
haremim: eşim, hanımımhayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı âhiret hayatı
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatıhayat-ı içtimaiye: sosyal hayat
hayvaniyet: hayvanlıkhevesat: hevesler, gelip geçici istekler, arzular
hevâ: nefsin hoşuna giden faydasız ve gelip geçici arzularhissiyat: hisler, duygular
hudutsuz: sınırsızhüsn-ü cereyan: güzel gidişat
ifratkâr: haddi aşan, aşırıinsaniyet: insanlık
istirahat-i kalbiye: kalp rahatlığı, iç huzurukaide: düstur, prensip
kardeşâne: kardeşe yakışır şekildekasavet: katılık, sertlik
medar: dayanak noktası, eksenmelce: sığınak
mevt: ölümmeyusiyet: ümitsizlik
mizaç: huy, tabiat, yaratılışmuhterem: hürmete lâyık, saygıdeğer
mukabele etmek: karşılık vermekmukàbil: karşılık
münasebet: bağlantı, ilişkinev-i beşer: insanlar, insanlık türü
pederâne: babaya yakışır şekilderefakat: arkadaşlık
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eşsaadet: mutluluk
seriü’t-teessür: çabuk etkilenen, üzülensermedî: daimi, sürekli
süflî: alçak, aşağılıksükûnet: durgunluk, hareketsizlik
tahammül: katlanma, dayanmatahassüngâh: sığınma, korunma yeri
tahribat: tahripler, yıkıp bozmalartecavüzât: haddi aşmalar, saldırılar
temin etmek: sağlamakvaveylâ-i ruhî: ruhun feryadı, çığlığı
vefadarâne: vefalı olarak, vefa göstererekzemberek: hareketi sağlayan güç kaynağı
zevâl: geçip gitme, ölmezulmetli: karanlık
âciz: güçsüz, zavallışiddet-i galeyan: şiddetli coşkunluk, coşup taşma

 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 245

güzelliği var, gelecek. Ve böyle daimî arkadaşlığın hatırı için herbir fedakârlığı ve merhameti yaparım” diyerek, o ihtiyare karısına, güzel bir hûri gibimuhabbetle, şefkatle, merhametle mukabele edebilir. Yoksa, kısacık bir iki saatsûrî bir refakatten sonra ebedî bir firak ve müfarakate uğrayan arkadaşlık, elbettegayet sûrî ve muvakkat ve esassız, hayvan gibi bir rikkat-i cinsiye mânâsında ve bir mecazî merhamet ve sun’î bir hürmet verebilir. Ve hayvanatta olduğu gibi, başka menfaatler ve sair galip hisler, o hürmet ve merhameti mağlûp edip o dünya cennetini cehenneme çevirir.
İşte, iman-ı haşrînin yüzer neticesinden birisi, hayat-ı içtimaiye-i insaniyeye taallûk eder. Ve bu tek neticenin de yüzer cihetinden ve faidelerinden mezkûr dört delile sairleri kıyas edilse anlaşılır ki, hakikat-ı haşriyenin tahakkuku ve vukuu,insaniyetin ulvî hakikatı ve küllî hâceti derecesinde kat’îdir. Belki, insanın midesindeki ihtiyacın vücûdu, taamların vücuduna delâlet ve şehadetinden dahazâhirdir. Ve daha ziyade tahakkukunu bildirir. Ve eğer bu hakikat-ı haşriyenin neticeleri insaniyetten çıksa, o çok ehemmiyetli ve yüksek ve hayattar olaninsaniyet mahiyeti, murdar ve mikrop yuvası bir lâşe hükmüne sukut edeceğini isbat eder.
Beşerin idare ve ahlâk ve içtimaiyatı ile çok alâkadar olan içtimaiyyun vesiyasiyyun ve ahlâkiyyunun kulakları çınlasın! Gelsinler, bu boşluğu neyle doldurabilirler? Ve bu derin yaraları neyle tedavi edebilirler?

İKİNCİ NOKTA

Hakikat-ı haşriyenin hadsiz burhanlarından, sair erkân-ı imaniyeden gelenşehadetlerin hülâsasından çıkan bir burhanı, gayet muhtasar bir surette beyan eder. Şöyle ki:
Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın risaletine delâlet eden bütün


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunahlâkiyyun: ahlâk bilimciler
alâkadar: ilgili, alakalıbeyan etmek: açıklamak
beşer: insanburhan: kesin delil, kanıt
cihet: taraf, yöndelâlet: delil olma, işaret etme
ebedî: sonu olmayan, sonsuzehemmiyetli: önemli
erkân-ı imaniye: imanın esasları, şartlarıesassız: temelsiz, dayanıksız
firak: ayrılıkgayet: son derece
hacet: ihtiyaçhadsiz: sınırsız
hakikat: doğru, gerçekhakikat-i haşriye: haşir gerçeği
hayat-ı içtimaiye-i insaniye: insanların toplumsal hayatıhayattar: canlı
hayvanat: hayvanlarhuri: Cennet kızı
hülâsa: özetleiman-ı haşrî: haşre iman
insaniyet: insanlıkiçtimaiyat: sosyal hayat, sosyal yapı
içtimaiyyun: toplum bilimciler, sosyologlarkat’î: kesin olarak
küllî: genel, kapsamlı türmahiyet: iç yüz, asıl, esas, nitelik, özellik
mağlûp etmek: yenmekmecazî: gerçek anlamı dışında, başka bir mânâda ikinci plânda olan
mezkûr: adı geçenmuhabbet: sevgi
muhtasar: kısa, özetmukabele etmek: karşılık vermek
murdar: pis, kirlimuvakkat: geçici
müfarakat: ayrılıklarrikkat-i cinsiye: kendi cinsinden olana karşı duyulan acıma hissi
risalet: elçilik, peygamberliksair: diğer, başka
siyasiyyun: siyasetçilersukut etmek: düşmek, alçalmak
sun’î: yapmacık, sahtesuret: biçim, şekil
sûrî: gösterişte, şeklentaallûk etmek: ilgilendirmek, ait olmak
taam: gıda, yiyecektahakkuk: gerçekleşme
ulvî: yüce, yüksekvuku: gerçekleşme, meydana gelme
vücud: varlık, var oluşziyade: çok
zâhir: açıkşefkat: acıma, merhamet
şehadet: şahitlik, tanıklık
 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 246

mu’cizeleri ve bütün delâil-i nübüvveti ve hakkaniyetinin bütün burhanları, birden hakikat-ı haşriyenin tahakkukuna şehadet ederek ispat ederler. Çünkü; bu zâtın bütün hayatında bütün dâvaları, vahdâniyetten sonra haşirde temerküz ediyor. Hem, umum peygamberleri tasdik eden ve ettiren bütün mu’cizeleri vehüccetleri aynı hakikate şehadet eder. Hem
blank.gif
1 وَبِرُسُلِهِkelimesinden gelenşehadeti bedahet derecesine çıkaran
blank.gif
2 وَكُتُبِهِşehadeti de aynı hakikateşehadet eder. Şöyle ki:
Başta Kur’ân-ı Mucizü’l-Beyânın hakkaniyetini ispat eden bütün mu’cizeleri,hüccetleri ve hakikatleri birden hakikat-i haşriyenin tahakkukuna ve vukuunaşehadet edip ispat ederler. Çünkü, Kur’ân’ın hemen üçten birisi haşirdir. Ve ekserkısa sûrelerinin başlarında gayet kuvvetli âyât-ı haşriyedir. Sarîhan ve işareten binler âyâtıyla aynı hakikati haber verir, ispat eder, gösterir.
Meselâ,
اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ
blank.gif
3 يَاۤ أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمْ اِنَّ زَلْزَلَةَ السَّاعَةِ شَىْءٌ عَظِيمٌ
blank.gif
4 اِذَا زُلْزِلَتِ اْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا
blank.gif
5 اِذَا السَّمَاۤءُ انْفَطَرَتْ
blank.gif
6 اِذَا السَّمَاۤءُ انْشَقَّتْ
blank.gif
7 عَمَّ يَتَسَاۤءَلُونَ
blank.gif
8 هَلْ أَتٰيكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ
blank.gif
9
gibi, otuz kırk surelerin başlarında bütün kat’iyetle hakikat-ı haşriyeyi kâinatın



[BILGI]Dipnot-1 “Resullerine imân etmek.”

Dipnot-2 “Kitaplarına imân etmek.”

Dipnot-3 “Güneş dürülüp toplandığında…” Tekvir Sûresi, 81:1.

Dipnot-4 “Ey insanlar, Rabbinizin azabından çekinin. Kıyâmet gününün zelzelesi, muhakkak ki pek büyük birşeydir.” Hac Sûresi, 22:1.

Dipnot-5 “Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır.” Zilzâl Sûresi, 99:1.

Dipnot-6 “Gök yarıldığı zaman.” İnfitar Sûresi, 82:1.

Dipnot-7 “Gök yarıldığında.” İnşikak Sûresi, 84:1.

Dipnot-8 “Onlar birbirlerine neyi sorup duruyorlar?” Nebe’ Sûresi, 78:1.

Dipnot-9 “Dehşeti herşeyi kaplayan kıyâmetin haberi sana geldi mi?” Gàşiye Sûresi, 88:1.

[/BILGI]

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ânbedahet: açıklık
burhan: güçlü delil, kanıtdelâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri
ekser: çoğunlukgayet: son derece
hakikat: asıl, esas, gerçekhakikat-ı haşriye: haşir gerçeği
hakkaniyet: haktan ve doğruluktan ayrılmamahaşir: insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah’ın huzurunda toplanması
hüccet: kesin delil, kanıtkat’iyet: kesinlik
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hâl ve hareketler
sarîhan: açıkçatahakkuk: gerçekleşme
tasdik etmek: doğrulamak, onaylamaktemerküz etmek: odaklaşmak, toplanmak
umum: bütünvahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşu ve ortağının olmayışı
vuku: gerçekleşme, meydana gelmeâyât: âyetler
âyât-ı haşriye: haşirden bahseden âyetlerşehadet: şahitlik, tanıklık
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 247

en ehemmiyetli ve vâcip bir hakikati olduğunu göstermekle beraber, sairâyetlerinde dahi o hakikatin çeşit çeşit delillerini beyan edip ikna eder.
Acaba birtek âyetin birtek işareti gözümüz önünde ulûm-u İslâmiyede müteadditilmî ve kevnî hakikatleri meyve veren bir kitabın binler böyle şehadetleri ve dâvâları ile, güneş gibi zuhur eden iman-ı haşrî hakikatsiz olması, güneşin inkârı belki kâinatın ademi gibi hiçbir cihet-i imkânı var mı? Ve yüz derece muhal ve bâtılolmaz mı? Acaba, bir sultanın birtek işareti yalan olmamak için bazan bir ordu hareket edip çarpıştığı halde, o pek ciddî ve izzetli sultanın binler sözleri vevaadleri ve tehditlerini yalan çıkarmak hiçbir cihette kàbil midir? Ve hakikatsız olmak mümkün müdür?
Acaba, on üç asırda fasılasız olarak hadsiz ruhlara, akıllara, kalblere, nefislere hak ve hakikat dairesinde hükmeden, terbiye eden, idare eden bu mânevî Sultan-ı Zîşânın birtek işareti böyle bir hakikati ispat etmeye kâfi iken, binler tasrihat ile bu hakikat-ı haşriyeyi gösterip ispat ettikten sonra, o hakikati tanımayan bir echelahmak için Cehennem azabı lâzım gelmez mi? Ve ayn-ı adâlet olmaz mı?
Hem, birer zamana ve birer devre hükmeden bütün semâvî suhuflar ve mukaddes kitaplar dahi, bütün istikbale ve umum zamanlara hükümran olan Kur’ân’ıntafsilâtla, izahatla, tekrarla beyan ve ispat ettiği hakikat-i haşriyeyi asırlarına ve zamanlarına göre o hakikatı kat’î kabul ile beraber, tafsilâtsız ve perdeli vemuhtasar bir surette beyan, fakat kuvvetli bir tarzda iddia ve ispatları, Kur’ân’ın dâvâsını binler imza ile tasdik ederler.
Bu bahsin münasebetiyle Risale-i Münâcâtın âhirinde: İmânûn bi’l-yevmi’l-âhirrüknüne sair rükünlerin, hususan rusül ve kütübün şehadeti, münacat suretinde



Risale-i Münâcât: Münacat Risalesi; Üçüncü Şuâadem: hiçlik, yokluk
ayn-ı adalet: adaletin ta kendisibeyan: açıklama, anlatım
bâtıl: gerçek dışı, hak olmayancihet: taraf, yön
cihet-i imkan: mümkün olma yönüechel: çok cahil
ehemmiyetli: önemlifasılasız: aralıksız
hadsiz: sınırsızhakikat: doğru, gerçek
hakikat-ı haşriye: haşir gerçeğihakikatsiz: asılsız, gerçek olmayan
hususan: bilhassa, özelliklehükümran: hükmü geçen, hükmeden
iman-ı haşrî: haşre imanimanûn bilyevmi’l-âhir: âhiret gününe iman etmek
inkâr: kabul etmeme, yok saymaistikbal: gelecek
izahat: izahlar, açıklamalarizzetli: şerefli, değerli, yüce
kabil olmak: mümkün olmakkat’î: kesin olarak
kevnî: yaratılışla ilgilikâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış her şeykütüb: kitaplar
muhal: imkânsız, akıl dışımuhtasar: kısaca, özetle
mukaddes kitaplar: kutsal kitaplarmünasebet: bağlantı, ilişki
münâcât: Allah’a yalvarış, duamüteaddit: bir çok, çeşitli
rusül: resuller, peygamberlerrükn/rükün: esas, şart, temel parça
sair: diğer, başkasemâvî: İlahî, vahiyle gelen
suhuf: bazı peygamberlere gelen sahifeler halindeki küçük kitaplarsultan: hükümdâr, yönetici
sultan-ı zîşan: şan ve şeref sahibi sultansuret: biçim, şekil
tafsilât: ayrıntılar, detaylartarz: biçim, şekil
tasdik etmek: doğrulamak, onaylamaktasrihat: açıklamalar, beyan etmeler
terbiye etmek: beslemek, yetiştirmekulûm-u İslâmiye: İslâm ilimleri
umum: bütünvaad: Allah’ın mükafat için söz vermesi
vâcib: gerekli, zorunluzuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmek
âhir: sonşehadet: şahitlik, tanıklık
 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 248

zikredilen pek kuvvetli ve hülâsalı ve bütün evhamları izale eden bir hüccet-i haşriye aynen buraya giriyor. Şöyle ki, münâcâtta demiş:
Ey Rabb-i Rahîmim!
Resûl-i Ekreminin tâlimiyle ve Kur’ân-ı Hakîmin dersiyle anladım ki: Başta Kur’ân ve Resûl-i Ekremin olarak, bütün mukaddes kitaplar ve peygamberler bu dünyada ve her tarafta nümuneleri görülen celâlî ve cemâlî isimlerinin tecellileri daha parlak bir sûrette ebedü’l-âbâdda devam edeceğine ve bu fâni âlemde rahîmânecilveleri, nümuneleri müşahede edilen ihsanatının daha şa’şaalı bir tarzda dar-ı saadette istimrarına ve bekàsına ve bu kısa hayat-ı dünyeviyede onları zevk ile gören ve muhabbet ile refakat eden müştakların, ebedde dahi refakatlerine ve beraber bulunmalarına icma’ ve ittifak ile şehadet ve delâlet ve işaret ederler.
Hem, yüzer mu’cizat-ı bâhirelerine ve âyât-ı kàtıalarına istinaden, başta Resûl-i Ekrem ve Kur’ân-ı Hakîmin olarak bütün nuranî ruhların sahipleri olan peygamberler ve bütün münevver kalblerin kutupları olan veliler ve bütün keskin ve nurlu akılların mâdenleri olan sıddıkînler, bütün suhuf-u Semâviyede ve kütüb‑ümukaddesede senin çok tekrar ile ettiğin binler vaadlerine ve tehditlerineistinaden, hem senin kudret ve rahmet ve inâyet ve hikmet ve celâl ve cemâl gibi âhireti iktiza eden kudsî sıfatlarına ve şe’nlerine ve senin izzet-i celâline vesaltanat-ı rubûbiyetine itimaden, hem âhiretin izlerini ve tereşşuhatını bildiren


Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ânRabb-i Rahîm: rahmetinin çok özel tecellîleri olan sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyi terbiye ve idare eden Allah
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)bekà: devamlılık ve kalıcılık
celâl: haşmet, görkem, heybetcelâlî isimler: Cenâb-ı Hakkın daha çok kudret, haşmet ve azametinin tecelli ettiği isimleri—Kahhâr, Cebbâr ve Müntakim isimleri gibi
cemâl: güzellikcilve: görüntü, yansıma
dar-ı saadet: mutluluk yeridelâlet etme: delil olma, işaret etme
ebed: sonsuzlukebedü’l-âbâd: sonsuzlukların sonsuzluğu olan âhiret
evham: kuruntular, şüphelerfâni: geçici, ölümlü
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatıhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hüccet-i haşriye: haşrin delilihülâsa: özet, öz
icmâ: fikir birliği, birleşmeihsânât: bağışlar, ikramlar, iyilikler
iktiza etmek: gerektirmekinayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik
istimrar: devam etmeistinaden: dayanarak
itimaden: güvenerekittifak: birleşme, birlik
izale etmek: gidermekizzet-i celâl: haşmet ve yüceliğin izzeti
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıkudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddes
kutup: önder, rehberkütüb-ü semâviye: vahye dayanan mukaddes kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm
muhabbet: sevgimukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış
mu’cizat-ı bâhire: ap açık mu’cizelermünevver: aydınlık, nurlanmış
münâcât: Allah’a yalvarış, duamüşahede etmek: görmek, gözlemlemek
müştak: arzulu, çok isteklinuranî: maddî yapısı olmayıp nurdan yaratılmış olan
nümune: örnek, misalrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rahîmâne: şefkatli ve merhametli bir şekilderefakat: arkadaşlık
saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın varlıkları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurma hükümranlığısuhuf-u Semâviye: bazı peygamberlere Cenâb-ı Hakkın gönderdiği sahifeler halindeki küçük kitaplar
suret: şekil, biçim; görüntüsıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar
tecellî: görünme, yansımatereşşuhât: sızıntılar, izler
tâlim: öğretme, eğitmeâyât-ı kàtıa: kesin, şüphe götürmez deliller
şa’şaalı: gösterişli, göz alıcışehadet: şahitlik, tanıklık
şe’n: zâtî nitelik, Cenâb-ı Hakkın Zâtına ait kutsal özellik

 
Son düzenleme:

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 249

hadsiz keşfiyatlarına ve müşahedelerine ve ilmelyakîn ve aynelyakîn derecesinde bulunan itikadlarına ve imanlarına binaen saadet-i ebediyeyi insanlara müjdeliyorlar. Ehl-i dalâlet için cehennem ve ehl-i hidâyet için cennet bulunduğunu haber verip ilân ediyorlar, kuvvetli iman edip şehadet ediyorlar.
Ey Kadîr-i Hakîm! Ey Rahmân-ı Rahîm! Ey Sâdıku’l-Vâ’dil Kerîm! Ey izzet veazamet ve celâl sahibi Kahhâr-ı Zülcelâl!
Bu kadar sâdık dostlarını, bu kadar vaadlerini ve bu kadar sıfât ve şuûnâtını yalancı çıkarmak, tekzib etmek ve saltanat-ı rubûbiyetinin kat’î muktaziyatını tekzib edip yapmamak ve senin sevdiğin ve onlar dahi Seni tasdik ve itaat etmekle kendilerini sana sevdiren hadsiz makbul ibâdının âhirete bakan hadsiz dualarını ve dâvâlarını reddetmek, dinlememek ve küfür ve isyan ile ve Seni vaadinde tekzib etmekle, Senin azamet ve kibriyâna dokunan ve izzet-i celâline dokunduran veulûhiyetinin haysiyetine ilişen ve şefkat-i rubûbiyetini müteessir eden ehl-i dalâleti ve ehl-i küfrü haşrin inkârında, onları tasdik etmekten yüzbinler derecemukaddessin ve hadsiz derece münezzeh ve âlisin. Böyle nihayetsiz bir zulümden ve nihayetsiz bir çirkinlikten senin o nihayetsiz adâletini ve nihayetsiz cemâlini vehadsiz rahmetini hadsiz derece takdis ediyoruz. Ve bütün kuvvetimizle iman ederiz ki; o yüzbinler sâdık elçilerin
blank.gif
1 ve o hadsiz doğru dellâl-ı




[BILGI]Dipnot-1 Yüz yirmi dört bin nebî, üç yüz on beş (veya üç yüz on üç) resûl olduğuna dair bk. Müsned 5:265; İbn Hibbân, es-Sahîh 2:77; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr 8:217; el-Hâkim, el-Müstedrek 2:652; İbni Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, 1:32, 54.[/BILGI]


Kadîr-i Hakîm: herşeyi hikmetle yaratan sonsuz kudret sahibi AllahKahhâr-ı Zülcelâl: haşmet ve yücelik sahibi ve herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten Allah
Rahmân-ı Rahîm: dünya ve âhirette yarattığı varlıklara sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle davranan AllahSâdıku’l-Vâ’di’l-Kerîm: kullarına vaad ettiği şeylere sadık ve onlara karşı cömert olan Allah
aynelyakin: gözlem ve müşahedeye dayanarak, şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin bilmeazamet: büyüklük, yücelik
binaen: –dayanarakcelâl: haşmet, görkem, heybet
cemâl: güzellikehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler
ehl-i hidayet: doğru yolda olanlar, iman nimetine ermiş olanlarehl-i küfür: inkârcılar, inanmayanlar
hadsiz: sınırsızhaysiyet: şeref, itibar, değer
haşr: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip muhakeme için Allah’ın huzurunda toplanmasıibâd: kullar
ilmelyakin: ilmî ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak derecede kesin bilmeinkâr: inanmama, kabul etmeme
itaat etmek: emre uymakitikad: inanç
izzet: üstünlük, yücelikizzet-i celâl: haşmet ve yüceliğin izzeti
kat’î: kesin olarakkeşfiyat: mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme
kibriyâ: yücelik ve büyüklükmakbul: kabul gören, geçerli
mukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmışmuktaziyat: gerektirici sebepler; gerekler
münezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yücemüteessir etmek: dokunmak, etkilemek
müşahede: görme, gözlemnihayetsiz: sınırsız, sonsuz
rahmet: İlâhî şefkat, merhametsaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk
sadık: doğru sözlüsaltanat-ı Rububiyet: Allah’ın varlıkları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması; rablık sanatı
sıfat: özellik, vasıftakdis etmek: kutsamak, her türlü eksiklik ve çirkinlikten pâk ve yüce olduğunu dile getirmek
tasdik: doğrulama, onaylamatasdik etmek: doğrulamak, onaylamak
tekzip etmek: yalanlamakulûhiyet: İlâhlık, mabudiyet
vaad/va’d: Allah’ın mükafat için söz vermesiâhiret: öteki dünya
âli: yüksek, yüceşefkat-i rubûbiyet: herşeyi terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın şefkati
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmekşuûnât: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait kutsal özellikler
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 250

saltanatın olan enbiya, asfiya evliyalar hakkalyakîn, aynelyakîn, ilmelyakînsûretinde senin uhrevî rahmet hazinelerine, âlem-i bekàdaki ihsanatınındefinelerine ve dar-ı saadette tamamiyle zuhur eden güzel isimlerinin hârika güzelcilvelerine şehadetleri hak ve hakikattır. Ve işaretleri doğru ve mutabıktır. Vebeşaretleri sâdık ve vâkidir. Ve onlar bütün hakikatlerin mercii ve güneşi vehâmîsi olan Hak isminin en büyük bir şuâı; bu hakikat-ı ekber-i haşriye olduğunu iman ederek senin emrin ile senin ibâdına hak dairesinde ders veriyorlar. Ve ayn-ı hakikat olarak tâlim ediyorlar.

Yâ Rab! Bunların ders ve talimlerinin hakkı ve hürmeti için bize ve Risale-i Nur talebelerine iman-ı ekmel ve hüsn-ü hâtime ver. Ve bizleri onların şefaatlerinemazhar eyle. Âmin.

Hem nasıl ki Kur’ân’ın, belki bütün semâvî kitapların hakkaniyetini ispat edenumum deliller ve hüccetler ve Habibullahın, belki bütün enbiyanın nübüvvetlerini ispat eden umum mu’cizeler ve burhanlar, dolayısıyla, en büyük müddeâları olanâhiretin tahakkukuna delâlet ederler. Aynen öyle de, Vâcibü’l-Vücudun vücuduna ve vahdetine şehadet eden ekser deliller ve hüccetler, dolayısıyla rububiyetin veulûhiyetin en büyük medarı ve mazharı olan dâr-ı saadetin ve âlem-i bekànınvücuduna, açılmasına şehadet ederler. Çünkü, gelecek makamatta beyan ve ispat edileceği gibi, Zât-ı Vâcibü’l-Vücudun hem mevcudiyeti,


Habibullah: Allah’ın en sevdiği kul olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)Hak: doğru, gerçek, hakikat; Allah
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran AllahVâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah
Zât-ı Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Zât, Allahasfiya: hem velî hem âlim olan büyük zâtlar
ayn-ı hakikat: gerçeğin ta kendisiaynelyakin: gözlem ve müşahedeye dayanarak, şüpheye yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
beyan: açıklama, anlatımbeşaret: müjdeleme
burhan: güçlü, kesin delil, kanıtcilve: göründü, yansıma
define: hazine, gizli servetdellâl-ı saltanat: saltanatın ilâncısı
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekdâr-ı saadet: mutluluk yurdu, âhiret
ekser: çoğunlukenbiya: nebiler, peygamberler
evliya: Allah’ın sevgili kulları, velilerhakikat: doğru, gerçek
hakikat-ı ekber-i haşriye: büyük, haşir hakikatihakkalyakîn: bizzat yaşanarak elde edilen kesinlik
hakkaniyet: doğruluk, gerçekçilikhâmi: koruyucu
hüccet: delil, kanıthüsn-ü hâtime: güzel son, dünyadan son nefeste imanla ayrılma
ibâd: kullarihsanat: bağışlar, iyilikler
ilmelyakin: ilmî ve sağlam delillere dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak derecede kesin bilmeiman-ı ekmel: en mükemmel iman
makamat: makamlarmazhar: görünme yeri, ayna
medar: dayanak, kaynak, sebep, vesilemerci: kaynak
mevcudiyet: varlıkmutabık: uygun
mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hal ve işmüddeâ: iddia edilen şey
nübüvvet: peygamberlikrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasısadık: doğru sözlü
semâvî: İlahî, vahiyle gelensuret: şekil, biçim, görüntü
tahakkuk: gerçekleşmetâlim: öğretme, eğitme
uhrevî: âhirete aitulûhiyet: ilâhlık
umum: bütünvahdet: birlik
vâki: olmuş, meydana gelmişvücud: varlık
zuhur etmek: ortaya çıkmak, görünmekâhiret: öldükten sonraki hayat
âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemişefaat: günahlarımızın bağışlanması için aracılık etme
şehadet: şahitlik, tanıklık
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 251

hem umum sıfatları, hem ekser isimleri, hem rububiyet, ulûhiyet, rahmet,inâyet, hikmet, adalet gibi vasıfları, şe’nleri, lüzum derecesinde âhireti iktiza vevücub derecesinde bâki bir âlemi istilzam ve zaruret derecesinde mükâfat vemücâzât için haşri ve neşri isterler.
Evet, madem ezelî ve ebedî bir Allah var; elbette saltanat-ı ulûhiyetinin sermedîbir medarı olan âhiret vardır.
Ve madem bu kâinatta ve zîhayatta gayet haşmetli ve hikmetli ve şefkatli birrubûbiyet-i mutlaka var ve görünüyor. Elbette o rububiyetin haşmetini sukuttan vehikmetini abesiyetten ve şefkatini gadirden kurtaran ebedî bir dâr-ı saadetbulunacak ve girilecek.
Hem madem, gözle görünen bu hadsiz in’âmlar, ihsanlar, lütuflar, keremler,inâyetler, rahmetler, perde-i gayb arkasında bir Zât-ı Rahmân-ı Rahîmin bulunduğunu sönmemiş akıllara, ölmemiş kalblere gösterir. Elbette in’âmıistihzadan ve ihsanı aldatmaktan ve inâyeti adâvetten ve rahmeti azaptan ve lütufve keremi ihanetten halâs eden ve ihsanı ihsan eden ve nimeti nimet eden birâlem-i bâkide bir hayat-ı bâkiye var ve olacaktır.

Hem madem bahar faslında, zeminin dar sahifesinde hatasız yüz bin kitabı birbiri içinde yazan bir kalem-i kudret gözümüz önünde yorulmadan işliyor. Ve o kalem sahibi yüz bin defa ahd ve vaad etmiş ki, “Bu dar yerde ve karışık ve birbiri içinde yazılan bahar kitabından daha kolay olarak, geniş bir yerde güzel ve lâyemut bir kitabı yazacağım ve size okutturacağım” diye bütün fermanlarda o kitaptan bahsediyor. Elbette ve herhalde, o kitabın aslı yazılmış ve haşir ve neşir ile hâşiyeleri de yazılacak ve umumun defter-i a’mâlleri onda kaydedilecek.


Zât-ı Rahmân-ı Rahîm: kullarına karşı özel rahmet ve şefkat tecellîleri olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Zât, Allahabesiyet: faydasızlık ve gayesizlik
adâvet: düşmanlıkahd ve vaad etmek: kesin olarak söz vermek
bâki: arta kalan; devamlı, süreklidar-ı saadet: mutluluk yeri, âhiret
defter-i a’mâl: iyi ve kötü işlerin kaydedildiği defterebedî: sonu olmayan, sonsuz
ekser: çoğunlukezelî: başlangıcı olmayan, sonsuz
fasl: mevsimferman: buyruk, emir buyruk, emir
gadir: zulüm, acımasızlık, hıyanetgayet: son derece
hadsiz: sınırsızhalâs etmek: kurtarmak
hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı âhiret hayatıhaşir ve neşir: öldükten sonra tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma
haşiye: dipnot, açıklayıcı nothaşmet: büyüklük, heybet, görkem
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıihsan: bağış, ikram
iktiza: gerektirmeinâyet: Allah’ın, bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzeni kurup devam ettirme niteliği
in’âm: nimetlendirmeistihza: alay etme
istilzam: gerektirmekalem-i kudret: Allah’ın kudret kalemi
kerem: cömertlik, ikramkâinat: evren, yaratılmış herşey
lâyemut: ölümsüzlütuf: iyilik, ihsan
medar: dayanak noktası, eksenmücazat: ceza
perde-i gayb: gayb perdesirahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasırububiyet-i mutlaka: sınırsız, kâinatı kaplayan rububiyet
saltanat-ı Ulûhiyet: hiçbir ortak kabul etmeyen Allah’ın saltanatı, egemenliğisermedî: devamlı, sürekli
sukut etmek: düşmek, alçalmakulûhiyet: İlâhlık
umum: bütünvücub derecesinde: zorunluluk derecinde
zaruret derecesinde: zorunluluk derecesindezemin: yer, dünya
zîhayat: hayat sahibi, canlıâhiret: öldükten sonraki hayat, öteki dünya
âlem-i bâki: devamlı ve kalıcı âlemşefkat: içten ve karşılıksız merhamet, sevgi
şe’n: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecelliye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellik ve nitelik
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 252

Hem madem bu arz, kesret-i mahlûkat cihetiyle ve mütemadiyen değişen yüz binler çeşit çeşit envâ-ı zevi’l-hayat ve zevi’l-ervâhın meskeni, menşei, fabrikası,meşheri, mahşeri olması haysiyetiyle bu kâinatın kalbi, merkezi, hülâsası, neticesi, sebeb-i hilkati olarak gayet büyük öyle bir ehemmiyeti var ki, küçüklüğüyle beraber koca semâvâta karşı denk tutulmuş. Semâvî fermanlarda daima
blank.gif
1رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ deniliyor.


Ve madem, bu mahiyetteki arzın her tarafına hükmeden ve ekser mahlûkatına tasarruf eden ve ekser zîhayat mevcudatını teshir edip kendi etrafına toplattıran ve ekser masnuatını kendi hevesatının hendesesiyle ve ihtiyacatının düsturlarıyla öyle güzelce tanzim ve teşhir ve tezyin ve çok antika nevilerini liste gibi birer yerlerde öyle toplayıp süslettirir ki, değil yalnız ins ve cin nazarlarını, belkisemâvât ehlinin ve kâinatın nazar-ı dikkatlerini ve takdirlerini ve Kâinat Sahibininnazar-ı istihsanını celbetmekle gayet büyük bir ehemmiyet ve kıymet alan ve buhaysiyetle bu kâinatın hikmet-i hilkati ve büyük neticesi ve kıymetli meyvesi vearzın halifesi olduğunu fenleriyle, san’atlarıyla gösteren ve dünya cihetinde Sâni-i Âlemin mu’cizeli san’atlarını gayet güzelce teşhir ve tanzim ettiği için, isyan ve küfrüyle beraber dünyada bırakılan ve azabı tehir edilen ve bu hizmeti için imhaledilip muvaffakiyet gören nev-i beni Âdem var.
Ve madem, bu mâhiyetteki nev-i benî Âdem, mizaç ve hilkat itibarıyla gayet zayıf ve âciz ve gayet acz ve fakrıyla beraber hadsiz ihtiyacâtı ve teellümâtı olduğu halde, bütün bütün kuvvetinin ve ihtiyarının fevkinde olarak, koca küre-i


[BILGI]Dipnot-1 “Göklerin ve yerin Rabbi.” Ra’d Sûresi, 13:16[/BILGI]


Sâni-i Âlem: bütün varlık âlemini san’atlı bir şekilde yaratan Allahacz: acizlik, güçsüzlük
antika: eski ve kıymetli sanat eseriarz: dünya
azap: acı, sıkıntı, cezacelb etmek: kendine çekmek
cihet: taraf, yöndüstur: kâide, kural
ehemmiyet: değer, önemekser: çoğunluk
envâ-ı zevi’l-hayat: hayat sahibi canlıların çeşitlerifakr: fakirlik, ihtiyaç hâli
ferman: buyruk, emirfevkinde: üstünde
gayet: son derecehadsiz: sınırsız
halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insanhaysiyet: itibar, özellik
haysiyetiyle: özelliğiylehendese: mühendislik
hevesat: hevesler, gelip geçici istekler, arzularhikmet-i hilkat: yaratılış hikmeti, gayesi
hilkat: yaratılışhülâsa: özet, öz
ihtiyacat: ihtiyaçlarihtiyar: dileme, istek, irade
imhal etmek: müddet vermek, süre tanımakins: insan
itibarıyla: özelliğiylekesret-i mahlûkat: yaratılmışların çokluğu
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmahiyet: esas nitelik, özellik
mahlukât: yaratılmışlarmahşer: haşir meydanı, kıyametten sonra insanların tekrar diriltilip toplanacakları yer
masnuat: san’at eseri varlıklarmenşe: kaynak, kök
mesken: ev, mekânmevcudat: varlıklar
meşher: sergi, fuarmizaç: huy, tabiat, yaratılış
muvaffakiyet: başarımu’cize: yaratma noktasında bütün sebepleri âciz bırakan olağanüstü şey
mütemadiyen: sürekli olaraknazar: bakış, dikkat
nazar-ı dikkat: dikkat içeren bakışnazar-ı istihsan: güzel ve beğenen bakış
nev-i beni Âdem: Âdemoğulları, insanlarnevi: çeşit, tür
sebeb-i hilkat: yaratılış sebebisemavat: gökler
semâvî: İlâhî, vahiyle gelentanzim: düzenleme, düzene koyma
tanzim etmek: düzenlemektasarruf etmek: dilediği gibi kullanmak
teellümât: elemler, acılartehir etmek: ertelemek, sonraya bırakmak
teshir etmek: boyun eğdirmek, emrine vermektezyin: süsleme
teşhir: ilân etme, duyurma, sergilemezevi’l-ervâh: ruh sahipleri
zîhayat: canlı, hayat sahibiâciz: güçsüz, zavallı
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 253

arzı, o nev-i insana lüzumu bulunan her nevi madenlere mahzen ve her nevitaamlara ambar ve nev-i insanın hoşuna gidecek her çeşit mallara bir dükkânsuretine getiren gayet kuvvetli ve hikmetli ve şefkatli bir mutasarrıf var ki, böylenev-i insana bakıyor, besliyor, istediğini veriyor.

Ve madem, bu hakikatteki bir Rab; hem insanı sever, hem kendini insana sevdirir. Hem bâkidir, hem bâki âlemleri var, hem adâletle her işi görür. Vehikmetle herşeyi yapıyor.

Hem, bu kısa hayat-ı dünyeviyede ve bu kısacık ömr-ü beşerde ve bu muvakkatve fâni zeminde o Hâkim-i Ezelînin haşmet-i saltanatı ve sermediyet-i hâkimiyeti yerleşemiyor. Ve nev-i insanda vuku bulan ve kâinatın intizamına ve adalet vemuvazenelerine ve hüsn-ü cemâline münâfi ve muhalif çok büyük zulümleri ve isyanları ve velinimetine ve onu şefkatle besleyene karşı ihanetleri, inkârları, küfürleri bu dünyada cezasız kalıp, gaddar, zâlim rahatla hayatını ve biçaremazlum meşakkatler içinde ömürlerini geçirirler. Ve umum kâinatta eserleri görünen şu adalet-i mutlakanın mâhiyeti ise, dirilmemek suretiyle o gaddarzâlimlerin ve meyus mazlumların vefat içindeki müsâvatlarına bütün bütün zıttır, kaldırmaz, müsaade etmez.

Ve madem, nasıl ki Kâinatın Sahibi, kâinattan zemini ve zeminden nev-i insanı intihap edip gayet büyük bir makam, bir ehemmiyet vermiş. Öyle de, nev-i insandan dahi makàsıd-ı rububiyetine tevafuk eden ve kendilerini iman ve teslim ile Ona sevdiren hakikî insanlar olan enbiya ve evliya ve asfiyayı intihap edip kendine dost ve muhatap ederek onları mu’cizeler ve tevfiklerle ikram ve düşmanlarını semâvî tokatlarla tazip ediyor. Ve bu kıymetli ve sevimli dostlarından



Hakîm-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayıp sürekli var olan ve herşeyi hikmetle yapan AllahRab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
adalet-i mutlaka: sınırsız, tam ve yerinde adaletasfiya: hem veli, hem de âlim olan büyük zâtlar
biçare: çaresizbâkî: yok olmayan, sürekli ve kalıcı
ehemmiyet vermek: önem vermekenbiya: nebiler, peygamberler
evliya: Allah’ın sevgili kulları, velilerfâni: geçici, ölümlü
gaddar: acımasızgayet: son derece
hakikat: doğru gerçekhakikî: gerçek
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatıhaşmet-i saltanat: saltanatın haşmeti, görkemi
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olmasıhüsn-ü cemâl: güzellik
ikram: bağış, ihsanintihap etmek: seçmek
intizam: disiplin, düzenkâinat: evren, bütün yaratılmışlar
küre-i arz: yerküre, dünyamahzen: depo
makàsıd-ı rububiyet: Allah’ın bütün varlık âlemini terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutmasındaki maksat ve gayelermazlum: zulme uğramış
meyus: ümitsizmeşakkat: güçlük, sıkıntı
muhalif: aykırımutasarrıf: sonsuz tasarruf hakkı olan, mülkünde dilediği gibi tasarruf eden, her işi kendi istek ve kurallarına göre idare eden Allah
muvakkat: geçicimuvazene: denge
mu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü hâl ve işmâhiyet: özellik, nitelik, esas
münâfi: aykırı, zıtmüsaade etmek: izin vermek
müsâvat: eşitlik, denkliknev-i insan: insan türü, insanlık
nevi: çeşit, türsemâvî: İlahî, Allah tarafından gelen
sermediyet-i hâkimiyet: egemenliğin devamlılığısuret: biçim, şekil
taam: gıda, yiyecektazip etmek: azap vermek, cezalandırmak
tevafuk etmek: uygun olmak, birbirine denk gelmektevfik: başarı, muvaffakiyet
umum: bütünvelînimet: nimeti veren, nimetin sahibi
vuku: gerçekleşme, meydana gelmezemin: yer, dünya
âlem: dünya, kâinatömr-ü beşer: insan ömrü
şefkat: içten ve karşılıksız sevgi, merhamet
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 254

dahi, onların imamı ve mefhari olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı intihapederek, ehemmiyetli küre-i arzın yarısını ve ehemmiyetli nev-i insanın beşten birisini uzun asırlarda onun nuruyla tenvir ediyor. Âdetâ bu kâinat onun için yaratılmış gibi, bütün gayeleri onunla ve Onun diniyle ve Kur’ân’ı ile tezahür ediyor. Ve o pek çok kıymettar ve milyonlar sene yaşayacak kadar hadsizhizmetlerinin ücretlerini hadsiz bir zamanda almaya müstehak ve lâyık iken, gayetmeşakkatler ve mücahedeler içinde, altmış üç sene gibi kısacık bir ömür verilmiş. Acaba hiçbir cihetle hiçbir imkânı, hiçbir ihtimali, hiçbir kàbiliyeti var mı ki, o zât, bütün emsâli ve dostlarıyla beraber dirilmesin? Ve şimdi de ruhen diri ve hayyolmasın, idam-ı ebedî ile mahvolsunlar? Hâşâ, yüz bin defa hâşâ ve kellâ! Evet, bütün kâinat ve hakikat-i âlem onun dirilmesini dâvâ eder ve hayatını Sahib-i Kâinattan talep ediyor.

Ve madem, Yedinci Şuâ olan Âyetü’l-Kübrâ’da herbiri bir dağ kuvvetinde otuz üç adet icmâ-ı azîm ispat etmişler ki, bu kâinat bir elden çıkmış ve bir tek Zâtın mülküdür. Ve kemâlât-ı İlâhiyenin medarı olan vahdetini ve ehadiyetini bedahetle göstermişler. Ve vahdet ve ehadiyet ile, bütün kâinat o Zât-ı Vâhidin emirberneferleri ve musahhar memurları hükmüne geçiyor. Ve âhiretin gelmesiyle,kemâlâtı sukuttan ve adalet-i mutlakası müstehziyâne gadr-ı mutlaktan vehikmet-i âmmesi sefahetkârâne abesiyetten ve rahmet-i vâsiası lâhiyâne tâzipten ve izzet-i kudreti zelilâne aczden kurtulurlar, takaddüs ederler.
Elbette ve elbette ve herhalde iman-ı billâhın yüzer nüktesinden, bu altı “madem”lerdeki
blank.gif
1 hakikatlerin muktezasıyla kıyamet kopacak, haşir ve neşirolacak,




[BILGI]Dipnot-1 “Ve madem” ile başlayan paragraflar[/BILGI]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunSahib-i Kâinat: evrenin ve herşeyin yaratıcısı ve sahibi Allah
Zât-ı Vâhid: bir ve tek olan Zât, Allahabesiyet: faydasızlık ve gayesizlik
acz: acizlik, güçsüzlükadalet-i mutlaka: tam ve yerinde, sonsuz adalet
bedahet: ap açıklıkcihet: taraf, yön
ehadiyet: Allah’ın her bir şeyde Kendi varlığına ve sıfatlarına işaret eden birlik tecellisiehemmiyetli: önemli
emirber: emre hazıremsal: benzerler, örnekler
gadr-ı mutlak: tam zulüm ve merhametsizlikgayet: son derece
hadsiz: sınırsızhakikat: doğru, gerçek
hakikat-i âlem: dünyanın gerçeği, aslıhayy: diri, canlı
haşir: insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek muhakeme için Allah’ın huzurunda toplanmasıhaşâ ve kellâ: asla ve asla, kesinlikle öyle değil
hikmet-i âmme: kâinattaki umumi ve ilâhi gayeicmâ-ı azîm: çok büyük fikir birliği
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluşiman-ı billah: Allah’a iman
intihap etmek: seçmekizzet-i kudret: kudretin izzet ve şerefi
kemâlât: mükemmellikler, faziletler, üstünlüklerkemâlât-ı İlâhiye: Cenâb-ı Allah’ın bütün noksanlıklardan yüce olan mükemmel isim ve sıfatları
kàbiliyet: yetenekküre-i arz: yerküre, dünya
kıymettar: kıymetli, değerlilâhiyâne: eğlenircesine, oynarcasına
medar: dayanak noktası, eksenmefhar: övünme sebebi, övünç kaynağı
meşakkat: güçlük, sıkıntımukteza: gerektirici sebepler, bir şeyin gerektirdiği hakikatler
musahhar: boyun eğdirilmiş, emre verilmişmücahede: cihad etme, din uğrunda çaba harcama
müstehak: hak etmiş, lâyıkmüstehziyâne: alay edercesine
nefer: asker, ernev-i insan: insan türü, insanlık
neşir: yayma, yayılmanükte: ince anlam
rahmet-i vâsia: herşeyi kuşatan geniş rahmetruhen: ruhi bakımdan
sefahetkârâne: yasak zevk ve eğlenceye düşkün olarak, beyinsizcesukut: alçalış, düşüş
takaddüs: kutsal olma, yüce ve temiz olmatenvir etmek: nurlandırmak
tezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmaktâzip: azap verme, cezalandırma
vahdet: birlikzelilâne: zelil bir şekilde, alçakça
Âyetü’l-Kübrâ: en büyük delilâhiret: öldükten sonraki hayat, öteki dünya
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 255

dar-ı mücazat ve mükâfat açılacak—tâ ki arzın mezkûr ehemmiyeti vemerkeziyeti ve insanın ehemmiyeti ve kıymeti tahakkuk edebilsin. Ve arz ve insanın Hâlıkı ve Rabbi olan Mutasarrıf-ı Hakîmin mezkûr adaleti, hikmeti,rahmeti, saltanatı takarrur edebilsin. Ve o bâki Rabbin mezkûr hakiki dostları vemüştakları idam-ı ebedîden kurtulsun. Ve o dostların en büyüğü ve en kıymettarı, bütün kâinatı memnun ve minnettar eden kudsî hizmetlerinin mükâfatını görsün. Ve Sultan-ı Sermedînin kemâlâtı naks ve kusurdan ve kudreti aczden ve hikmetisefahetten ve adaleti zulümden tenezzüh ve takaddüs ve teberri etsin.
Elhâsıl, madem Allah var, elbette âhiret vardır.

Hem nasıl ki mezkûr üç erkân-ı imaniye, onları ispat eden bütün delilleriyle haşreşehadet ve delâlet ederler. Öyle de,
blank.gif
1 وَبِمَلٰۤئِكَتِهِ وَبِالْقَدَرِ خَيْرِهِ وَشَرِّهِ مِنَ اللهِ تَعَالٰى olan iki rükn-ü imanî dahi haşri istilzam edip kuvvetli bir suretteâlem-i bekàya şehadet ve delâlet ederler. Şöyle ki:

Melâikenin vücudunu ve vazife-i ubûdiyetlerini ispat eden bütün deliller ve hadsizmüşahedeler mükâlemeler, dolayısıyla âlem-i ervahın ve âlem-i gaybın ve âlem-i bekànın ve âlem-i âhiretin ve ileride cin ve ins ile şenlendirilecek olan dâr-ı saadetin ve Cennet ve Cehennemin vücutlarına delâlet ederler. Çünkü melekler bu âlemleri izn-i İlâhî ile görebilirler ve girerler. Ve Hazret-i Cebrail gibi, insanlarla görüşen umum melâike-i mukarrebîn, mezkûr âlemlerin vücutlarını


[BILGI]Dipnot-1 “Meleklere ve kadere, hayır ve şerrin Allah Tealâ’dan geldiğine inanmak.”[/BILGI]


Hazret-i Cebrail: [bk. bilgiler – Cebrâil (a.s.)]Hâlık: her şeyi yaratan Allah
Mutasarrıf-ı Hakîm: herşeyi hikmetle yapan ve dilediği gibi kullanan sonsuz tasarruf ve yetki sahibi AllahRab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
Sultan-ı Sermedî: egemenliğinin sonu olmayan, devamlı ve sürekli olan Sultan, Allahacz: acizlik, güçsüzlük
arz: dünyabâki: devamlı, sürekli, kalıcı, ölümsüz
cin ve ins: cinler ve insanlardar-ı mücazat ve mükâfat: ceza ve mükafat yeri, âhiret
dar-ı saadet: mutluluk yeri, âhiretdelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
ehemmiyet: değer, önemelhasıl: özetle, sonuç olarak
erkân-ı imaniye: imanın esaslarıhadsiz: sınırsız
hakikî: asıl, gerçekhaşr: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıidam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
istilzam etmek: gerektirmekizn-i İlâhî: Allah’ın izni
kemâlât: faziletler, iyilikler, mükemmel özelliklerkudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kudsî: her türlü kusur ve noksandan uzak, mukaddeskâinat: evren, bütün yaratılmışlar
kıymettar: kıymetli, değerlimelâike: melekler
melâike-i mukarrebîn: makam itibariyle Allah’a yakın olan meleklermerkeziyet: merkezlik
mezkûr: zikredilen, adı geçenminnettar: şükran duyma
mükâfat: ödülmükâleme: karşılıklı konuşma
müşahede: görme, gözlemmüştak: arzulu, çok istekli
naks: eksiklik, noksanlıkrahmet: İlâhî şefkat, merhamet
rükn-ü imanî: imanın şartı, temel esasısefahet: gayrı meşru zevk ve eğlencelere düşkünlük, beyinsizlik
suret: biçim, şekiltahakkuk etmek: gerçekleşmek
takaddüs: kutsal olma, yüce ve temiz olmatakarrur etmek: karar bulmak, sağlamca yerleşmek
teberrî etmek: uzaklaşmak, vazgeçmektenezzüh: kusur ve çirkinlikten uzak olma
umum: bütünvazife-i ubûdiyet: kulluk vazifesi
vücut: beden, varlıkâlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi
âlem-i ervâh: ruhlar âlemiâlem-i gayb: görünmeyen alem
âlem-i âhiret: âhiret âlemişehadet: şahitlik, tanıklık
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 256

ve onlar, onlarda gezdiklerini müttefikan haber veriyorlar. Görmediğimiz Amerika kıtasının vücudunu, ondan gelenlerin ihbarıyla bedihî bildiğimiz gibi, yüztevatür kuvvetinde bulunan melâike ihbaratıyla âlem-i bekànın ve dâr-ı âhiretin ve Cennet ve Cehennemin vücutlarına o kat’iyette iman etmek gerektir. Ve öyle de iman ederiz.

Hem, Yirmi Altıncı Söz olan Risale-i Kaderde iman-ı bil-kader rüknünü ispat eden bütün deliller, dolayısıyla haşre ve neşr-i suhufa ve mizan-ı ekberdeki muvazene-i a’mâle delâlet ederler. Çünkü, herşeyin mukadderatını gözümüz önünde nizam vemizan levhalarında kaydetmek ve her zîhayatın sergüzeşt-i hayatiyelerini kuvve-i hafızalarında ve çekirdeklerinde ve sair elvâh-ı misâliyede yazmak ve her zîruhun,hususan insanların defter-i a’mâllerini elvâh-ı mahfuzada tesbit etmek ve geçirmek, elbette öyle muhit bir kader ve hakîmâne bir takdir ve müdakkikane bir kayıt ve hafîzâne bir kitabet, ancak mahkeme-i kübrâda umumî bir muhakemeneticesinde daimî bir mükâfat ve mücazat için olabilir. Yoksa, o ihatalı ve inceden ince olan kayıt ve muhafaza, bütün bütün mânâsız, faidesiz kalır, hikmete ve hakikate münâfi olur.

Hem, haşir gelmezse, kader kalemiyle yazılan bu kitab-ı kâinatın bütün muhakkak mânâları bozulur ki, hiçbir cihet-i imkânı olamaz. Ve o ihtimal, bukâinatın vücudunu inkâr gibi bir muhal, belki bir hezeyan olur.
Elhâsıl, imanın beş rüknü bütün delilleriyle haşir ve neşrin vukuuna ve vücuduna ve dâr-ı âhiretin vücuduna ve açılmasına delâlet edip isterler ve şehadet edip talep ederler.


Risale-i Kader: Kader Risalesi; Yirmi Altıncı Sözbedihî: ap açık, aşikâr
cihet-i imkân: mümkün olma yönüdefter-i a’mâl: amel defteri
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmekdâr-ı âhiret: öteki dünya, âhiret yurdu
elhasıl: kısaca, özetleelvâh-ı mahfuza: herşeyin kaydedilip korunduğu mânevî levhalar
elvâh-ı misâliye: eşyanın mânevî fotoğraflarının içlerinde kaydedildiği levhalarhafîzâne: koruyup gözeterek, esirgeyerek ve saklayarak
hakîmâne: hikmetli biçimdehaşir ve neşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma ve tekrar dağılıp yayılma
haşr: insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmasıhezeyan: boş söz, saçmalama
hikmet: fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılmasıhususan: bilhassa, özellikle
ihbar: haber vermeihbârât: haber vermeler
ihâtalı: kuşatıcı, kapsamlıiman-ı bilkader: kadere iman
kader: Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlamasıkat’iyet: kesinlik
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı, evrenkitabet: yazım
kuvve-i hafıza: bellek, hafıza duyusukâinat: evren, bütün yaratılmışlar
mahkeme-i kübrâ: öldükten sonra âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkememelâike: melekler
mizan: ölçü, dengemizan-ı ekber: mahşer günü amellerin ölçüleceği büyük terazi
muhakeme: değerlendirme, yargılamamuhal: imkânsız, akıl dışı
muhit: kuşatıcımukadderat: Allah tarafından takdir olunmuş ileride meydana gelecek haller ve olaylar
muvazene-i a’mâl: yapılan işlerin, amellerin tartılıp hesaplanmasımücazat: ceza
müdakkikane: dikkatlice, araştırıp inceleyerekmükâfat: ödül
münâfi: aykırı, zıtmüttefikan: birleşerek, fikir birliğiyle
neşr-i suhuf: haşir zamanı amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin hesabının görülmesinizam: düzen
rükn: esas, şartsair: diğer, başka
sergüzeşt-i hayatiye: hayat serüvenitevatür: çeşitli kanallardan gelen ve doğruluğu kesin olarak kanıtlanan haber
umumî: genel, herkese aitvuku: gerçekleşme, meydana gelme
vücut: varlıkzîhayat: canlı
zîruh: ruh sahibiâlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi
şehadet etmek: şahitlik, tanıklık etmek
 

Muvahhid1

Well-known member
Dokuzuncu Şuâ -sayfa 257

İşte, hakikat-i haşriyenin azametine tam muvafık böyle azametli ve sarsılmaz direkleri ve burhanları bulunduğu içindir ki, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın hemen hemen üçten birisi haşir ve âhireti teşkil ediyor. Ve onu, bütün hakaikine temel taşı ve üssü’l-esas yapıyor. Ve herşeyi onun üstüne bina ediyor. (Mukaddime nihayet buldu)




endOfSection.gif
endOfSection.gif


Onuncu Şuâ

Bu şuâ, On Beşinci Lem’a’dan itibaren buraya kadar olan risâlelerin fihristidir.



endOfSection.gif
endOfSection.gif
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...
Üst