Aziz Üstadım!!!

teblið

Vefasýz
Sen Hâlâ Aramızdasın Aziz Üstadım!


Aradan elli iki sene geçti, sen Rahmet-i Rahman’a kavuşalı Aziz Üstadım!
Fakat fani cesedin dışında; bıraktığın mukaddes dâvânla...
Müellifi olmaya mazhar olduğun “Külliyatınla”...
Şaşmaz ve şaşırmaz ilminle...
Sarsılmayan düstur ve prensiplerinle...
Kur’ân’ı yücelten ve şahlandıran iradenle...
Sünnete riâyet eden ve yaşatan o çok yüksek ahlâkın ve hasletinle...
Zalimlere, gaddarlara, müstebitlere, dinsizlere ve münkirlere karşı o kahraman duruşunla...
Mazlûmları koruyan, kollayan, yardım eden ve merhamet eden o engin şefkatinle...
“Üstad-ı hakikî Kur’ân’dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur” diyen o derin inanç ve duruşunla...
“Ben itiraf ediyorum ki, böyle makbul bir eserin mazharı olmak, hiçbir vecihle o makama liyakatim yoktur” diyen o geniş mütevazılığın ve istiğnanla...
“Küçük, ehemmiyetsiz bir çekirdekten koca dağ gibi bir ağacı halk etmek, kudret-i İlâhiyenin şe’nindendir ve âdetidir ve azametine delildir” diyen itikadın ve imanınla...
“Hâlık-ı Rahîmime yüz binler şükrolsun ki, kendimi kendime beğendirmemiş. Nefsimin ayıplarını ve kusurlarını bana göstermiş. Ve o nefs-i emmâreyi başkalara beğendirmek arzusu kalmamış” diyen o müthiş nefis mücadelen ve tarihe mal olan manevî cihadınla...
“Kabir kapısında bekleyen bir adam, arkasındaki fâni dünyaya riyakârâne bakması, acınacak bir hamakattir ve dehşetli bir hasârettir” diyen o dünya malına tamah etmeyen fedakârlığın ve tok gözlülüğünle...
“Değil Müslüman uleması, belki en muannid Avrupa feylesoflarını da teslime mecbur ediyor” diyen o sağlam dirayetin, özgüvenin ve kalbî itminanınla...
“Şahs-ı mânevîyi vekil etmeyi, erkânların meşveretlerine bırakmayı” miras bırakan o çağları kucaklayan ufkunla...
“Rezzâkımdan başka kimsenin minnetini almıyorum ve almamaya da karar vermişim” diyen tevekkülün, iktisad anlayışın, itikadın, takvan ve ruh safiliğinle.
“Hileli adam kendini sevdirir, kendini çekmez. İğfal ve aldatmaya daima çalışır” diyen saf, berrak, saydam, net ve mertçe duruşunla...
“Ben nefsimi tebrie etmiyorum. Nefsim her fenalığı ister. Fakat şu fâni dünyada, şu muvakkat misafirhanede, ihtiyarlık zamanında, kısa bir ömürde, az bir lezzet için, ebedî, daimî hayatını ve saadet-i ebediyesini berbat etmek, ehl-i aklın kârı değil” diyen terbiye anlayışın, müdebbirliğin, muallimliğin ve öğreticiliğinle...
“Ben değil sizi, belki dünyanızı sevseydim, dünyadan çekilmezdim. Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyorum. Fakat karışmıyorum. Çünkü ben başka maksattayım; başka noktalar benim kalbimi doldurmuş, başka şeyleri düşünmeye kalbimde yer bırakmamış” diyen o düşmanları susturan, dostlara güven veren cesur ifadenle...
“Yazdığım hakaik-i imaniyeyi doğrudan doğruya nefsime hitap etmişim” diyen ubudiyetinle...
“Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok” diyen kudsi dâvân ve gayenle...
“Dinsizleriniz dahi içinde bulunan bütün Avrupa toplansa, Allah’ın tevfikiyle, beni o mesleğimin bir meselesinden geri çeviremezler, inşa
icon_question.gif
mağlûp edemezler” diyen meydan okuman, kararlılığın, heybetin ve haşmetinle...
“Haksızlığı hak iddia edenlere karşı hak dâvâ etmek ve onlara müracaat etmek bir haksızlıktır, hakka karşı bir hürmetsizliktir. Ben bu haksızlığı ve hakka karşı hürmetsizliği irtikâp etmek istemem vesselâm” diyen duruşun, demokratlığın ve şerefinle...
“Madem biz böyle sarsılmaz ve en yüksek ve en büyük ve en ehemmiyetli ve fiyat takdir edilmez derecede kıymettar ve bütün dünyası ve canı ve cânânı pahasına verilse yine ucuz düşen bir hakikatin uğrunda ve yolunda çalışıyoruz; elbette bütün musîbetlere ve sıkıntılara ve düşmanlara kemâl-i metanetle mukabele etmemiz gerektir” diyen tarihlere destan olarak geçecek derin anlayışınla...
“Karşımıza aldanmış veya aldatılmış bazı hocalar ve şeyhler ve zâhirde müttakîler çıkartılır. Bunlara karşı vahdetimizi, tesanüdümüzü muhafaza edip onlarla uğraşmamak lâzımdır, münakaşa etmemek gerektir” diyen ihlâslı hâlinle...
“Mâbeynimizde münakaşasız bir meşveret etmek Risâle-i Nur’un büyük ve umumî bir meseledir” diyen hamiyetin, kardeşlik anlayışın ve istikbali kucaklayan görüşünle...
Sen hâlâ aramızdasın ve bizimlesin Aziz Üstadım!
Sen; Anadolu’dasın, Şarkî Anadolu’dasın, Asya’dasın, Avrupa’dasın, Amerika’dasın, Avustralya’dasın Aziz Üstadım!
Sen üniversitelerde ders kürsülerindesin. Salonlarda, sinemaların perdelerinde, tiyatroların sahnelerindesin Aziz Üstadım!
Sen televizyonlarda yayındasın. Dergilerde sayfalardasın, filmlerde, senaryolarda, setlerdesin. Gazetelerde sayfalardasın, internette web sitelerindesin Aziz Üstadım!
Biz sana yetişmekte hem çok zorluk çekiyor, hem de çoook tembellik ediyoruz.
Sen arzın her yerinde kalplerdesin, gönüllerdesin, dillerdesin Aziz Üstadım!
Sana sataşanlar, seninle uğraşanlar, sana iftira atanlar, garazda bulunanlar, hakaret edenler tarih sahnesinden silindiler. Sen ise; hâlâ eserinle, talebelerinle, dâvânla, prensiplerinle, dostlarınla, manevî mirasınla, dershanelerinle, gençlerinle yaşıyorsun. Gençleşiyorsun Aziz Üstadım!
Sadece Müslümanlar senden bahsetmiyor; Hıristiyan, Yahudi, Musevi, ateist, sanatçısı, yazarı, sporcusu, her kademedeki insan senden bahsediyor.

Hülâsa Aziz Üstadım! Uğrunda bir asra yakın çile çektiğin, o kudsî dâvân ve insanlığa miras bıraktığın “şahs-ı manevî” halkan artarak, güvenle, aşk ve şevkle her koldan genişleyerek devam ediyor!
Şubat’ta düşen ”cemre”, Mart’ta meyveye dönecek hâle inkılâb etti. Nisan, Mayıs baharında meyveler belirdi artık Aziz Üstadım!
Artık “Nevruz”u yaşıyoruz! Nevruzu kana bulamak isteyenlere bedel Nur Lâleleri, Kardelenleri, Gelincikleri, Gülleri, Menekşeleri artık boy verdi. Haşin kışın fırtınaları, soğukları, buzları, donları onlara fazla etki etmiyor artık.
“İmtihan Sırrına” itikadımızla zorluklarımız var ama; artık sarsılmadan, yılmadan, korkmadan, endişe ve tereddüde düşmeden dünyanın dört bucağında seninle birlikte, senin kudsi davanın bayraktarlığını, nâşirliğini, ilânatını ve savunuculuğunu yapmaya devam ediyoruz.
Biz geçen yıl bu hafta Yeni Asya camiası olarak Suriye’deydik. Bu yıl ise ecdad yadigârı Avrupa’nın mazlum ve nazlı milletinin sinesinde; Bosna Hersek topraklarına çıkarma yapacağız inşl. Orada yine sen konuşacaksın, insanlık dinleyecek. Biz yine seni yâd edip seni dinleyeceğiz . Kabrin nurla dolsun. Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerine olsun Aziz Üstadım!
 

teblið

Vefasýz
Şu acımasız asırda sana ne kadar çok ihtiyaç duyuyoruz bir bilsen Üstadımmm..:(

Rabbim cennetinin en güzel köşesini sana bahşetsin inşl..
 

teblið

Vefasýz
2011-03-19_163741.jpg






Bediüzzaman Said Nursi'yi vefatının 51. yılında rahmet ve minnetle anıyoruz...

Bediüzzaman Said Nursî, 1876'da Bitlis vilayetine bağlı Hizan ilçesi Nurs köyünde dünyaya geldi. Çocukluğunda çevresindeki medreselerde eğitim gördü. Kendisinde görülen harikulade zeka ve hafıza sebebiyle önceleri Molla Said-i Meşhur diye tanındı. Daha sonra "Zamanın Harikası" anlamında "Bediüzzaman" ünvanıyla şöhret buldu.

Talebelik yıllarında temel İslamî ilimlerle ilgili 90 kitabı ezberledi. Her gece bunlardan birini tekrar ediyordu. Bu tekrarlar O'nu, Kur'an ayetlerini derinlemesine anlamasına birer basamak oldu ve her bir Kur'an ayetinin bütün kâinatı ihata ettiğini gördü.

1900'lü yılların başında, doğuda Medresetü-z Zehra adında, din ve fen ilimlerinin birlikte okutulduğu bir İslam Üniversitesi kurmak fikriyle ülkenin yönetim ve hilafet merkezi olan İstanbul'a geldi ve hayatı boyunca bu fikrini gerçekleştirmek için gayret gösterdi. Doğrudan istediği şekilde bir üniversite kuramamakla birlikte dünyanın her tarafına uzanan ilim evleri açılması ile Bediüzzaman'ın hayalini kurduğu ilim yuvaları farklı bir şekilde vücud buldu.

1. Dünya Savaşı yıllarında doğu cephesinde gönüllü alay komutanı olarak hizmet etti. Savaş esnasında yaralanıp 2,5 yıl Rusya'da esir kaldı. 1917'deki Bolşevik İhtilali esnasındaki kargaşadan yararlanıp esaretten kurtuldu. Dönüşte, Genelkurmay'ın kontenjanından Osmanlı'nın en üst düzey dinî danışma merkezi olan Dar-ül Hikmet-il İslamiyye'de görev yaptı. İngilizlerin İstanbul'u işgali yıllarında onların aleyhinde Hutuvat-ı Sitte adıyla bir risale neşretti.

Anadolu'da başlatılan İstiklal mücadelesine destek verdi.

1925 yılında Van'da eğitim faaliyetlerinde bulunurken, o sırada meydana gelen Şeyh Said hareketi sebebiyle, bu harekete karşı çıktığı halde tedbir olarak önce Burdur'a, ardından Isparta ve Barla'ya gönderildi. Burada 8 yıl kaldı. Risale-i Nur isimli Kur'an tefsirinin çoğu bölümlerini burada yazdı. Eserleri ve fikirleri sebebiyle Eskişehir Mahkemesine sevk edildi.

Sürgüne gönderildiği Kastamonu'da eserlerini yazmaya devam etti. 1943'te Denizli Mahkemesi'ne, 1948'de Afyon Mahkemesi'ne sevk edildi. Mahkemeler beraatla neticelendi.

1950'de çok partili hayata geçildiğinde dini hak ve hürriyetler genişledi. Bediüzzaman, bu dönemde eserlerini matbaalarda bastırdı.
 
Üst