Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa

Huseyni

Müdavim

Bakara Sûresi

Sual:Îcâz ile i’câz sıfatlarını hâvi Kur’ân-ı Azîmüşşanda, بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ 1 ve فَبِأَىِّ اٰلاَۤءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّبَانِ
blank.gif
2
ve وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ
blank.gif
3
gibi pek çok âyetler tekerrür etmektedir. Halbuki bu tekrarlar, belâgate münafidir, usanç veriyor.


Cevap:Ey arkadaş! Her parlayan şey, yakıcı ateş değildir. Evet, tekrar ve tekerrür bazan usanç veriyor, fakat umumî değildir. Her yere, her kelâma ve her kitaba şâmil değildir. Usanç verici addedilen pek çok zâhirî tekrarlar, belâgatçe istihsan ve takdir edilmektedir.

Evet, insanın yediği yemekler, biri gıda, diğeri tefekküh (meyve) olmak üzere iki kısımdır.


Birinci kısım, tekerrür ettikçe memnuniyet verir, kuvvet verir, kat kat teşekkürlere sebep olur.

İkinci kısmın tekerrüründe usanç, teceddüdünde lezzet vardır.

Kezalik, kelâmlar da iki kısımdır.

Bir kısmı ruhlara kut, fikirlere kuvvet verici hakikatlerdir ki, tekerrür ettikçe güneşin ziyası gibi, ruhlara, fikirlere hayat verir. Meyve kabilinden iştihayı açan kısımda tekerrür makbul değildir, istihsan edilmez.

Buna binaen Kur’ân, hey’et-i mecmuasıyla kalblere kut ve kuvvet olup, tekrarı usanç değil, halâvet ve lezzet verdiği gibi, Kur’ân’ın âyetlerinde de öyle bir kısım vardır ki, o kuvvetin ruhu hükmünde olup tekerrür ettikçe daha ziyade parlar, hak ve hakikat nurlarını saçar.


[NOT]Dipnot-1 Rahmân ve Rahîmolan Allah'ın adıyla.
Dipnot-2 “Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz.” Rahmân Sûresi, 55:13.
Dipnot-3 “O gün yalanlayanların (peygamberi ve âhireti) vay haline!” Mürselât Sûresi, 77:15.
[/NOT]

Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ânaddedilme: sayılma
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesibinaen: bundan dolayı
hakikat: gerçek mahiyet, asıl, esashalâvet: tatlılık, hoşluk
hey’et-i mecmua: fertlerinin hepsi; harf, kelime, âyet ve sûre gibi parçaların oluşturduğu birlikhâvi: ihtiva eden, içine alan
istihsan: güzel bulma, beğenmei’câz: mu’cizelik, bir benzerini yapma konusunda başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olma
kabilinden: türünden, çeşidindenkelâm: söz, ifade
kezalik: öyle de, bunun gibikut: yaşamak için gıda, azık
makbul: kabul gören iyi şeymünafi: aykırı
ruh: hayat kaynağı, can, cevhersıfat: özellik, nitelik
teceddüd: yenilenmetekerrür: tekrarlanma
umumî: genel, bütüne aitzahirî: görünüşte
ziya: ışıkziyade: çok, fazla
îcâz: sözü kısaltmak; maksadı açık ve net bir şekilde ifade etmek suretiyle, az sözle çok mânâları ifade etmeşâmil: kapsayan, içine alan

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 55


هُوَ الْمِسْكُ مَا كَرَّرْتَهُ يَتَضَوَّعُ
blank.gif
1
Ezcümle: بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
blank.gif
2 gibi âyetlerde bulunan ukde-i hayatiye ve nuranî esaslar, tekerrür ettikçe iştihaları açar; misk gibi, karıştırıldıkça kokar. Demek tekerrür zannedilen, hakikatte tekerrür değildir. Ancak
3 وَاُتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا kabilinden, o ayrı ayrı hikmetleri, nükteleri, gayeleri ifade eden tekrarlı kelâmlar, yalnız ibarece, lâfızca birbirine benzedikleri için tekrar zannedilir. Hattâ kıssa-i Mûsâ, çok meziyetleri ve hikmetleri müştemildir. Her makamda o makama münasip bir vecihle zikredilmesi, ayn-ı belâgattir.

Evet, Kur’ân-ı Azîmüşşan, o kıssa-i meşhureyi, gümüş iken, yed-i beyzâsına alarak altın şekline ifrağıyla öyle bir nakş-ı belâgate mazhar etmiştir ki, bütün ehl-i belâgat, onun belâgatine hayran olmuşlar, secdeye varmışlardır.

Ve keza, teyemmün, teberrük ve istiane gibi çok vecihleri hâvi; ve tevhid, tenzih, senâ, celâl ve cemal ve ihsan gibi çok makamları tazammun; ve tevhid ve nübüvvet, haşir ve adalet gibi makasıd-ı erbaaya işaret eden besmele, zikredilen yerlerin herbirisinde bu vecihlerden, bu makamlardan biri itibarıyla zikredilmiş ve edilmektedir. Maahâza, hangi sûrede tekerrür varsa, o sûrenin ruhuyla münasip olan bir vecih bizzat kasdedilmekle öteki vecihlerin istitradî ve tebeî zikirleri, belâgate münafi değildir.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



[NOT]Dipnot-1 O misk gibidir, karıştırıldıkça kokususu yayılır.
Dipnot-2 Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
Dipnot-3 “(Cennet ehline) Rızıkları birbirine benzer şekilde kendilerine sunulur.” Bakara Sûresi, 2:25.
[/NOT]

Kur’ân-ı Azimüşşân: şânı yüce olan Kur’ânadalet: İslâmiyetin gösterdiği doğru yol, orta ve dengeli yol; hak sahibine hakkını verme, haksızı terbiye etme ve cezalandırma
ayn-ı belâgat: belâgatın ta kendisibelâğat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi
besmele: Bismillâhirrahmânirrahîm (Rahman ve Rahim olan olan Allah’ın adıyla) cümlesinin kısaltılmış şeklicelâl: haşmet, büyüklük, yücelik,
cemâl: sonsuz güzellikehl-i belâgat: belâgatçılar
ezcümle: örneğin, meselâhakikatte: gerçekte
haşr: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanmahikmet: İlâhî gaye, maksat ve sır
hâvi: içerenibare: yazılı metin, ifade
ifrağ: bir kalıba dökme, şekil vermeihsan: lütuf, bağış, ikram
istiane: yardım dilemeistitradî: asli mevzudan olmayan, parantez içi
itibarıyla: özelliğiyle, bakımındaniştiha: istek, arzu
kabilinden: türünden, çeşidindenkasdedilme: istenilme
kelâm: söz, ifadekeza: yine, bunun gibi
kıssa-i Mûsâ (a.s.): Hz. Mûsâ’nın (a.s.) kıssasıkıssa-i meşhure: meşhur kıssa
lâfız: söz, kelimemaahâza: bununla beraber, böyle olmakla birlikte
makam: mevki, derece, konummakasıd-ı erbaa: dört maksat ve gaye; tevhid, nübüvvet, haşir ve adalet olmak üzere Kur’ân’ın gözettiği dört temel maksat
mazhar etme: eriştirme, kavuşturmameziyet: üstün özellik
misk: güzel kokumünafi: aykırı
müştemil: kapsayan, içine alannakş-ı belâgat: belâgat nakşı
nuranî: nurlu, parlaknübüvvet: peygamberlik, elçilik
ruh: hayat kaynağı, cevhersenâ: övme, yüceltme
sûre: Kur’ân’ın yüz on dört bölümünden herbiri tazammun: içerme, kapsama
teberrük: bereketli ve mübarek addetmetebeî: dolaylı, tabi olan
tekerrür: tekrarlanmatenzih: her türlü noksan ve çirkinliklerden arındırarak yüce tutma
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmateyemmün: saadet ve huzur vesilesi sayma, bereket dileme
ukde-i hayatiye: hayat düğümü, çekirdeğivecih: yön
yed-i beyzâ: beyaz, parlak el; burada mecaz olarak Kur’ân’ın mu’cizeli yapısı kastedilmiştir

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 56


﴿ الۤمۤSûrelerin başlarında bulunan hurûf-u mukattaaya ait izahatı dört mebhasta zikredeceğiz.

BİRİNCİ MEBHAS: الۤمۤ ile, sûrelerin evvellerinde bulunan hurûf-u mukattaadan teneffüs eden i’câz hakkındadır. İ’câz, inci gibi incecik letaif-i belâgatın parıltılarının imtizaç ve içtimaından tecellî eden bir nurdur. Bu mebhasta, bu nuru, birkaç letaif zımnında izah etmekle parlatacağız. Fakat herbir lâtife ince ve ziyası az ise de, letaifin heyet-i mecmuasından hasıl olan tam bir ziya ile fecr-i sadık çıkacaktır.

1. Hece harflerinin adedi—elif-i sâkine hariç kalmak şartıyla—yirmi sekiz harftir. Kur’ân-ı Azîmüşşan, sûrelerin başında bu harflerin yarısını zikretmiş, yarısını da terk etmiştir.

2. Kur’ân’ın almış olduğu nısıf, terk ettiği nısıftan daha ziyade kesîrü’l-istimaldir.

3. Kur’ân, sûrelerin başında zikrettiği kısım içinde lisan üzerine daha suhuletli olan elif, lâm’ı çok tekrar etmiştir.

4. Kur’ân, aldığı harfleri, hece harflerinin adedince sûrelere tevzi etmiştir.
blank.gif
1

5. Hece harflerinin mehmûse, mechûre, şedîde, rahve, müsta’liye, münhafıza, mutbika, münfetiha gibi çiftli cinslerinin herbirisinden yine nısıf almıştır.
blank.gif
2


6. Çifti, yani eşi olmayan (evtar) kısmında sakilden azı, hafiften çoğu almıştır: Kalkale, zellâka gibi.

7. Kur’ân-ı Azîmüşşanın, sûrelerin başındaki hurûf-u mukattaanın zikredilen minval üzerine tansifleri hakkında ihtiyar ettiği tarîk, 504 ihtimalden intihap edilmiştir. Ve intihap edilen şu tarikten başka hiçbir ihtimalle mezkûr tansif mümkün değildir. Çünkü, taksimler pek çok birbirine girmiş ve çok mütefavittir.



[NOT]Dipnot-1 Yani, mukattaat harfleri, hece harflerinin sayısı olan yirmi dokuz sûrenin başında geçmektedir.
Dipnot-2 Bk. Kavramlar Sözlüğü h-r-f / ح ر فkökü: Harflerin Bazı Sıfatları.

[/NOT]


Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ânelif-i sâkine: sakin, harekesiz elif
fecr-i sadık: sabahleyin gerçek aydınlğın çıkmaya başlaması; sabaha karşı doğu ufkunda yayılmaya başlayan aydınlıkhasıl olan: ortaya çıkan, meydana gelen
heyet-i mecmua: fertlerin toplamı, parçaların bir arada bulunmasıhurûf-u mukattaa: bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan Arapça hece harfleri
ihtimal: olasılıkihtiyar: seçmek, tercih etmek
imtizaç: kaynaşma, birbiriyle karışmaintihap edilmek: seçilmek
izah etmek: açıklamakizahat: açıklamalar
içtima: toplanmai’câz: mu’cizelik, bir benzerini yapma konusunda başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olma
kalkale: üzerinde durulduğunda hafifçe tekrar söylenen harflerkesîrü’l-istimal: kullanımı çok olan, çokça kullanılan
letaif: incelikler, güzelliklerletâif-i belâğat: belâğatteki incelikler, ifadelerdeki edebî güzellikler
lisan: dil, konuşma dililâtife: incelik, güzellik
mebhas: bahis, bölüm, konumezkûr: zikredilen, söz konusu olan
minval: tarz, üslupmütbika: dilin yukarı kaldırılarak iki tarafının da üst damağa dokundurulup ağız kapatılmak suretiyle çıkarılan kalın sesli ص، ض، ط، ظ harfleridir
mütefavit: farklınısıf: yarı, yarım
sakil: ağır, kalınsuhulet: kolaylık
sûre: Kur’ân’ın yüz on dört bölümünden herbiri taksim: kısımlara ayırma, bölümlere ayırma
tansif: yarılama, yarısını almatarîk: yol
tecellî: yansımateneffüs etme: hava alma, nefes alma; burada hayat ve canlılık kazanma anlamında kullanılmıştır
tevzi etmek: dağıtmakzellâka: dilin ucuyla veya dudak hareketiyle çıkartılan hafif harfler
ziya: ışıkziyade: fazla, çok
zımnında: açıkça olmayıp, dolayısıyla üstü kapalı olarak içinde var olan

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 57


Bu gibi i’câz lem’alarından hisse alamayan, zevkine levm ve itab etsin!

İKİNCİ MEBHAS: Bu mebhasta da birkaç letaif vardır:

1. الۤمۤ ile emsalinde göze çarpan garabet, bu harflerin pek garip ve acip birşeyin mukaddemesi ve keşif kolları olduklarına işarettir.

2. Bu sûrelerin başlarındaki taktî-i huruf ile isimleri hecelemek, müsemmânın me’hazine ve neden neş’et ettiğine işarettir.

3. Bu harflerin takti’i, müsemmânın vahid-i itibarî olup, terkib-i mezcî olmadığına işarettir.

4. Bu harflerin takti’ ile tâdadı, san’atın madde ve me’hazini muhataba göstermekle muarazaya talip olanlara karşı meydan okuyarak, “İşte, i’câz-ı san’atı, şu gördüğünüz harflerin nazım ve nakışlarından yaptım. Buyurunuz meydana!” diye, onların tahkirane tebkitlerine (tekdirlerine) işarettir.

5. Mânâdan soyulmuş şu hece harflerinin zikri, muarızları hüccetsiz bırakmaya işarettir.

Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, şu mânâsız harflerin lisan-ı hâliyle ilân ediyor ki: “Ben sizden beliğ mânâları, hükümleri, hakikatleri ifade eden yüksek hutbeleri ve nutukları istemiyorum. Yalnız şu tâdâd ettiğim harflerden bir nazîre yapınız—velev iftira ve hikâyelerden ibaret bile olursa olsun!”

6. Harfleri tâdâd ile hecelemek, yeni kıraate ve kitabete başlayan müptedilere mahsustur. Bundan anlaşılıyor ki, Kur’ân, ümmî bir kavme ve müptedi bir muhite muallimlik yapıyor.
7. ا ل د gibi harfleri, meselâ, elif, lâm, dal gibi isimleriyle tabir ve zikretmek,



Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ânacip: harika, acayip
beliğ: belâğatli; düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenen sözemsal: benzerler, arkadaşlar
garabet: şaşırtıcılık, harikalıkgarip: şaşırtıcı
hakikat: gerçek ve doğruhüccet: delil
itab etmek: ayıplamak, kınamaki’câz lem’aları: mu’cizelik parıltıları
i’câz-ı san’at: san’attaki olağanüstülük; burada bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan Kur’ân san’atının olağanüstülüğü kastedilmektedirkavm: kavim, millet, halk
keşif: hakikatleri ortaya çıkarma, bulmakitabet: yazma
kıraat: okumaletaif: incelikler
levm: kınama, kötülemelisan- ı hâl: hâl dili, beden dili; hâl ve durumuyla anlattığı şey
madde: cevher, öz, asılmebhas: bölüm, konu
me’haz: kaynakmuallim: öğretmen
muaraza: karşı gelip itiraz etmek, şiir ve sairede yarışmakmuarız: itiraz edip mücadele eden, yarışan
muhatap: hitap edilen; ikinci şahısmuhit: çevre
mukaddeme: öncü, ön hazırlıkmüptedi: yeni başlayan
müsemmâ: isimlendirilmiş, belirlenmiş, işaret edilen mânânakş: işleme, süsleme
nazîre: benzernazım: diziliş, tertip ve düzen; Kur'ân’ın mânâya delâlet eden söz ve hattının tertibi, dizilişi
neş’et etmek: meydana gelmek, doğmaknutuk: konuşma, hitap, söylev
tabir: ifade etmetahkirane: küçük düşürürek, alçaltarak
taktî-i huruf: harflerin bölünmesi, kesilmesi; harflere bölmetaktîi: bölmek, parçalamak, kesmek
tebkit: azarlama, ağlatma, delil getirerek susturmatekdir: azarlama
terkib-i mezcî: (ar. gr.) iki kelimeden oluşan ve bir isme delalet eden lâfız, Çanakkale gibitâdad: sayma, sayım
vahid-i itibarî: hakikatte olmayıp farazî olarak kabul edilen tek bir şey, göreceli birimvelev: olsa bile
ümmî: okuma yazma bilmeyen
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 58


ehl-i kıraat ve erbab-ı kitabetin ittihaz ettikleri bir usuldür. Bundan anlaşılıyor ki, hem söyleyen, hem dinleyen ümmî olduklarına nazaran, bu tabirler, söyleyenden doğmuyor ve onun malı değildir; ancak, başka bir yerden ona geliyor.

Ey arkadaş! Bu letaifin ince iplerinden dokunan yüksek nakş-ı belâgati göremeyen adam, belâgat ehlinden değildir. Erbab-ı belâgate müracaat etsin.


ÜÇÜNCÜ MEBHAS: الۤمۤ İ’câzın esaslarından, îcâzın en yüksek ve en ince derecesine bir misaldir. Bunda da birkaç letaif vardır.

1. الۤمۤ üç harfiyle üç hükme işarettir. Şöyle ki: Elif,
blank.gif
1
هٰذَا كَلاَمُ اللهِ اْلاَزَلِىُّ hükmüne ve kaziyesine; lâm,
blank.gif
2
نَزَلَ بِهِ جِبْرِيلُ hükmüne ve kaziyesine; mim,
3 عَلٰى مُحَمَّدٍ عَلَيْهِ السَّلاَمُ hükmüne ve kaziyesine remzen ve imaen işarettir.

Evet, nasıl ki Kur’ân’ın hükümleri uzun bir sûrede, uzun bir sûre kısa bir sûrede, kısa bir sûre bir âyette, bir âyet bir cümlede, bir cümle bir kelimede, o kelime de sin, lâm, mim gibi hurûf-u mukattaada irtisam eder, görünür. Kezalik, الۤمۤ ’in herbir harfinde mezkûr hükümlerden biri temessül etmiş görünüyor.

2. Sûrelerin başlarındaki hurûf-u mukattaa, İlâhî bir şifredir. Beşer fikri ona yetişemiyor. Anahtarı, ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdadır.

3. Şifrevari şu hurûf-u mukattaanın zikri, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmın fevkalâde bir zekâya malik olduğuna işarettir ki, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, remizleri, îmaları ve en gizli şeyleri sarih gibi telâkki eder, anlar.



[NOT]Dipnot-1 Bu Ezelî olan, Allah’ın kelâmıdır.
Dipnot-2 Onu Cebrâil (a.s.) indirmiştir.
Dipnot-3 Muhammed’e (a.s.m.).
[/NOT]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
belâgat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
ehl-i kıraat ve erbab-ı kitabet: okuma yazma bilenlererbab-ı belâgat: belagatçılar; sözü düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söyleme san’atını bilenler
fevkalâde: olağanüstü, harikahurûf-u mukattaa: kesik harfler; bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan harfler
imaen: kapalı bir mânâyı işaret yoluyla göstererekirtisam etmek: resmedilme, görünme
ittihaz etmek: edinmek, alıp takip etmeki’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
kaziye: hüküm, önermekezalik: bunun gibi, böylece
letaif: inceliklermalik: sahip
mebhas: bölüm, konu, mevzumezkûr: zikredilen, adı geçen, sözü edilen
misal: örneknakş-ı belâgat: belagat nakşı
remiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle göstermeremzen: gizli bir mânâyı ince bir işaretle göstererek
sûre: Kur’ân’ın yüz on dört bölümünden herbiri telâkki etmek: kabul etmek, anlamak
temessül etmek: belirmek, görünmekîcâz: sözü kısaltmak; az sözle maksadı açık ve net bir şekilde ifade etmek
îma: gizli ve ince bir mânâyı işaret etme, göstermeümmî: okuma yazma bilmeyen
İlâhî: Allah tarafından olanşifrevari: şifre gibi, şifre türünden

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 59


4. Şu harflerin taktîi, harf ve lâfızların hâvi oldukları kıymet, yalnız ifade ettikleri mânâlara göre olmayıp, ilm-i esrarü’l-hurufta beyan edildiği gibi, adet ve sayılar misillu harflerin arasında fıtrî münasebetlerin bulunduğuna işarettir. HAŞİYE-1

5. الۤمۤ taktîiyle, bütün harflerin esas mahreçleri olan “halk, vasat, şefe” mahreçlerine işarettir. Ve zihinlerin nazar-ı dikkatini şu mahreçlere çeviriyor ki, zihinler, gerek bu üç mahreçte, gerek bunlara bağlı küçük küçük mahreçlerde lâfızların ve harflerin nasıl vücuda geldiklerini hayret ve ibretle mütalâa etsinler.

Ey zihnini belâgatin boyasıyla boyayan arkadaş! Bu letaifi sıkacak olursan, 1 هٰذَا كَلاَمُ اللهِ içinden çıkacaktır.

DÖRDÜNCÜ MEBHAS:
الۤمۤ emsaliyle beraber, terkip şeklinden takti’ suretinde zikirleri, bu şeklin müstakil olup hiçbir imama tâbi olmadığına ve hiç kimseyi taklit etmiş olmadığına ve üslûpları acip, çeşitleri garip yeni saha-i vücuda gelen bir bedîa olduğuna işarettir. Bu mebhasta da birkaç letâif vardır.


1. Hatip ve beliğlerin âdetindendir ki, mesleklerinde daima bir misale tâbi oluyorlar ve bir örnek üzerine nakış dokuyorlar ve işlenmiş bir yolda yürüyorlar. Halbuki, bu harflerden anlaşıldığına nazaran, Kur’ân hiçbir misale tâbi olmamıştır
blank.gif
2
ve hiçbir nakş-ı belâgat örneği üzerine nakış yapmamıştır ve işlenmemiş bir yolda yürümüştür.


2. Kur’ân, baştan aşağıya kadar, nâzil olduğu heyet üzerine bâkidir. Bu kadar Kur’ân’ı taklit etmeye müştak olan dostlar ve mütehâcim düşmanlara rağmen, şimdiye kadar Kur’ân’ın ne taklidi yapılmış ve ne de bir misali gösterilmiştir.



[NOT]Haşiye-1 Kırk sene sonra Risale-i Nur, bu lem’a-i i’câzı körlere dahi göstermiştir.
Dipnot-1 Bu Allah’ın kelâmıdır.
Dipnot-2 Bk. Rahman Sûresi, 55:74.
[/NOT]


bedîa: eşsiz, benzersiz güzellik, beğenilen ve çok takdir edilen güzel şeybeliğ: belagâtçi
belâgat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesibeyan etmek: açıklamak
bâki: devamlı, kalıcıemsal: benzerler, arkadaşlar
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelengarip: yabancı, tuhaf, şaşırtıcı
halk: boğazharflerin taktîi: harflerin kesik olması, harflere bölme
hatip: hitap eden, nutuk çeken konuşmacıhaşiye: dipnot, açıklayıcı not
heyet: yapıhâvi: içeren, içine alan
ilm-i esrarü’l-huruf: harflerin sırlarını araştıran ilimimam: önder, bir düşünce ve fikir ekolünün lideri
lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısıletaif: incelikler
lâfız: söz, ifademahreç: harflerin ağızdaki çıkış yeri
mebhas: bölüm, konumisal: örnek, benzetme
misillu: gibi, benzerimüstakil: bağımsız
mütalâa etmek: dikkatle okumak, incelemekmütehâcim: hücum eden, saldıran
müştak: arzulu, aşırı isteklinakış: işleme, süsleme
nakş-ı belâgat: belâgat nakşınazar-ı dikkat: dikkatle bakış
nâzil olmak: inmeksaha-i vücud: varlık sahası, alanı
taktî’: parçalamak, kesmek, bölmekterkip: birleşim, sentez
tâbi: uyan, takip edenvasat: orta; burada, boğaz ile dudak arası harflerin çıkış yeri olan damak kastedilmiştir
vücuda gelmek: meydana gelmekşefe: dudak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 60


Evet, Kur’ân, milyonlarca Arabî kitaplarla mukayese edilirse, benzeri bulunamaz. O halde, Kur’ân, ya hepsinin altındadır; bu ise muhaldir. Öyle ise hepsinin fevkindedir; öyle ise Allah’ın kelâmıdır.

3. Beşerin san’atı olan birşey, bidayette çirkin ve gayr-ı muntazam olur, sonra yavaş yavaş intizama sokulur. Kur’ân ise, ilk zuhurunda gösterdiği halâveti, güzelliği, gençliği şimdi de öylece muhafaza etmektedir.


Ey belâgat letafetinin kokusunu koklayan arkadaş! Zihnini şu mebâhis-i erbaaya gönder ki, bal arısı,
blank.gif
1
اَشْهَدُ اَنَّ هٰذَا كَلاَمُ اللهِ balını çıkarsın!


endOfSection.gif
endOfSection.gif



﴿ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لاَرَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
blank.gif
2


Arkadaş! Kelâmların hüsnünü artıran ve güzelliğini fazlaca parlatan belâgatın esaslarından biri de şudur ki: Bir havuzu doldurmak için etrafından süzülen sular gibi, beliğ kelâmlarda da zikredilen kelimelerin, kayıtların, heyetlerin tamamen o kelâmın takip ettiği esas maksada nâzır olmakla onun takviyesine hizmet etmeleri, belâgat mezhebinde lâzımdır.

Birinci misal:
blank.gif
3
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ olan âyet-i kerime nazar-ı dikkate alınırsa görülür ki, bu kelâmdaki maksat ve esas, pek az bir azapla fazla korkutmaktır. Ve bu kelâmda olan mezkûr kelimeler ve kayıtlar, tamamen o maksadı takviye için çalışıyorlar.


Ezcümle, şek ve ihtimali ifade eden اِنْ şartiye olup, azabın azlığına ve ehemmiyetsizliğine işarettir.

Ve keza نَفْحَةٌ
blank.gif
4
sîgasiyle ve tenviniyle azabın ehemmiyetsizliğine îmadır.



[NOT]Dipnot-1 Bunun Allah’ın kelâmı olduğuna şehadet ederim.
Dipnot-2 “Şu yüce kitap ki, onda asla şüphe yoktur. O, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlar için bir yol göstericidir.” Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-3 “Rabbinin azâbından küçük bir esinti onlara hafifçe dokunacak olsa...” Enbiyâ Sûresi, 21:46.
Dipnot-4 Küçük bir esinti.
[/NOT]

Arabî: Arapça
beliğ: belâğatli
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesibidayet: başlangıç
ezcümle: örneğin, meselâfevkinde: üstünde
gayr-ı muntazam: düzensizhalâvet: tatlılık, hoşluk
hüsn: güzellikintizam: tertip, düzen, disiplin
kelâm: söz, ifadeletafet: güzellik, hoşluk
mebâhis-i erbaa: dört bahis, bölümmezkûr: zikredilen, adı geçen, söz konusu
muhafaza etmek: korumakmuhal: imkânsız, olmayacak şey
mukayese etmek: kıyas etmek, karşılaştırmaknazar-ı dikkat: dikkatle bakmak
nâzır: bakan, yöneliksîga: (Ar. gr.) kalıp, kip
takviye: güçlendirme, kuvvetlendirmetenvin: Arapça gramerinde bir kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret; kelimenin sonuna iki üstün (en), iki esre (in), iki ötre (ün) gelmesi hâli
zuhur: ortaya çıkmaâyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın her bir cümlesi
îma: gizli ve ince bir mânâya işaret etme, göstermeşartiye: Arapça gramerinde şart edatı olarak kullanılır
şek: şüpheاِنْ: (Ar. gr.) Arapça şart edatı olup “ise, eğer” anlamlarına gelir

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 61


Ve keza مَسَّ
blank.gif
1
kelimesi, azabın şedit olmadığına işarettir.


Ve keza, teb’îzi ifade eden مِنْ ve şiddeti gösteren نَكَالْ
blank.gif
2
kelimesine bedel, hiffeti îma eden عَذَابٌ
blank.gif
3
kelimesi ve رَبِّ
blank.gif
4
kelimesinden îma edilen şefkat, hepsi de azabın kıllet ve ehemmiyetsizliğine işaret etmekleşu şiiri, lisan-ı hâlleriyle temessül ediyorlar.



عِبَارَاتُنَا شَتَّى وَحُسْنُكَ وَاحِدٌ وَكُلٌّ اِلٰى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشِيرُ


Yani, “İbarelerimiz ayrı ayrı ise de, hüsnün birdir. Hepsi de o hüsne işaret ediyorlar.”

İkinci misal: الۤمۤ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لاَرَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
blank.gif
5
olan âyet-i kerimedir. Bu âyette maksad-ı esas, Kur’ân’ın yüksekliğini göstermektir. Ve bu maksadı takviye eden الۤمۤ
blank.gif
6
ذٰلِكَ
blank.gif
7
اَلْكِتَابُ
blank.gif
8
لاَرَيْبَ فِيهِ
blank.gif
9
kayıtlarıdır. Evet, bu kayıtlar, istinad ettikleri pek ince ve gizli delillerine işaret etmekle beraber, o maksadın takviyesine koşuyorlar.



Ezcümle, الۤمۤ kasem olduğu cihetle, Kur’ân’ın azametine ve altında müstetir, gizli o mezkûr letaif cihetiyle de dâvânın ispatına işaret eder.



[NOT]Dipnot-1 Hafifçe dokunma, temas etme.
Dipnot-2 Ağır azap, ağır ceza.
Dipnot-3 Azap.
Dipnot-4 Her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden; tedbir, tasarruf ve egemenliği altında bulunduran Allah.
Dipnot-5 “Elif, Lâm, Mîm. İşte bu kitapta hiç şüpheye yer yoktur; takvâ sahipleri için bir hidâyet kaynağıdır.” Bakara Sûresi, 2:1,2.
Dipnot-6 “Elif, Lâm, Mîm.” Bakara Sûresi, 2:1.
Dipnot-7 “Bu (kitap).” Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-8 “(Bu kitap) Kur'ân-ı Kerim.” Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-9 “Onda hiç şüpheye yer yoktur.” Bakara Sûresi, 2:2.
[/NOT]

azamet: büyüklük, yücelikcihet: yön, taraf
delil: işaret, alâmet; kendisine doğru belirli bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şeydâvâ: iddia
ezcümle: bu cümleden, meselâhiffet: hafiflik, azlık
hüsn: güzellikibare: ifade, söz
istinad etmek: dayanmakkasem: yemin
keza: böylece, bunun gibiletaif: incelikler
lisan-ı hâl: hâl dilimaksad-ı esas: temel maksad, hedef
mezkûr: zikredilen, sözü edilenmisal: örnek
müstetir: gizli, örtülütakviye: güçlendirme, kuvvetlendirme
teb’îz: bütünü parçalamak, bölmek, kısımlara ayırmak; bütünden bir parça, bir kısımtemessül etme: görünme, belirme
âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın her bir cümlesiîma: gizli ve ince bir mânâyı işaret etme, gösterme
şedit: şiddetlişefkat: acıma, merhamet
مِنْ: (Ar. gr.) biraz, bir kısım, …den, ...dan gibi mânâlara gelen cer harfi

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 62


Ve keza, ذٰلِكَ zat ile sıfatı gösteren bir işaret olması itibarıyla hem Kur’ân’ın azametine, hem azameti ispat eden sıfât-ı kemâliyeye işaret eder.

Ve keza, ذٰلِكَ işaret-i hissiyeye mahsus iken, işaret-i akliyede kullanılması, tâzim ve ehemmiyeti ifade ettiği gibi, mâkul olan Kur’ân’ı, mahsus suretinde göstermesi, Kur’ân’ı, ezhan ve enzârın nazar-ı dikkatine arz etmekle tesettürü icap eden hile, za’fiyet ve sair çirkin şeylerden münezzeh olduğunu izhar ve itiraf ettirmektir.

Ve keza ذٰلِكَ ’nin ل vasıtasıyla ifade ettiği bu’d, Kur’ân’ın kemâline delâlet eden ulüvv-ü rütbesine işarettir.

Ve keza اَلْكِتَابْ
blank.gif
1
’daki اَلْ hasr-ı örfîyi ifade ettiğinden, Kur’ân’ın azametine ve başka kitapların mehasinini cem etmekle onların fevkinde olduğuna işarettir.


Ve keza كِتَابْ tabiri ehl-i kıraat ve kitabetten olmayan bir ümmînin mahsulü olmadığına işarettir.

Ve keza لاَرَيْبَ فِيهِ
blank.gif
2
zamirininher iki ihtimaline binaen Kur’ân’ın kemâlini ispat veya tekit eder.


Ve keza, istiğrâkı ifade eden لاَ Kur’ân’ın her köşesinde rekz ve her yerinde


[NOT]Dipnot-1 “Kitap.” Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-2 “Onda hiç şüpheye yer yoktur.” Bakara Sûresi, 2:2.
[/NOT]

azamet: büyüklük, haşmetbinaen: bundan dolayı, üzerine
bu’d: uzaklıkcem etmek: toplamak
delâlet etmek: işaret etmek, göstermekehl-i kıraat ve kitabet: okuma-yazma bilen kimseler
enzâr: nazarlar, bakışlar, görüşlerezhan: zihinler, akıllar
fevkinde: üstündehasr-ı örfî: örfen bir şeye ait kılma; örfe göre “el” takısı bazı cins isimleri özel isim derecesine yükseltir. Meselâ, “el-Kitap” sözüyle Kur’ân’ın kastedilmesi gibi
icap etmek: gerektirmekistiğrâk: türü kapsayacak şekilde umumi hâle getirme
itibarıyla: özelliğiyle, bakımındanitiraf ettirmek: kabul ettirmek
izhar: göstermek, açığa çıkartmakişaret-i akliye: akla hitap eden işaret. Soyut işaret
işaret-i hissiye: hislere, duygulara hitap eden işaret. Somut işaretkemâl: mükemmellik, kusursuzluk
keza: böylece, bunun gibimahsul: ürün, netice
mahsus: yalnız bir şeye ait olan; beş duyu ile bilinebilen, hissedilenmehasin: güzellikler
mâkul: akılla bilinebilen, akılla idrak edilen, soyut şeymünezzeh: temiz, kusur ve çirkinlikten uzak
nazar-ı dikkat: dikkatli bakışrekz: dikmek, yerleştirmek, delil getirmek
sair: diğersuret: biçim, şekil
sıfât-ı Kemâliye: Kur’ân’ın mükemmel nitelikleritekit etmek: pekiştirmek, kuvvetlendirmek
tesettür: örtünme, gizlenmetâzim: azamet ve büyüklüğünü dile getirme
ulüvv-ü rütbe: rütbenin, derecenin yüksekliğizamir: ismin yerine geçen kelime
za’fiyet: zayıflık, güçsüzlükümmî: okuma-yazma bilmeyen; düşünce ve tecrübe ürünü kitapları okumamış olan
اَلْ: (bk. ḥ-r-f
ذٰلِكَ: bu (kitap)
ل: ism-i işarette uzaklık gösteren lâm

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 63


zikredilen deliller, burhanlar, hücuma gelen şek ve şüpheleri def ile, Kur’ân’ın o gibi lekelerden münezzeh olduğunu ilân eder. Ve lisan-ı haliyle şu şiiri okutur:

وَكَمْ مِنْ عَائِبٍ قَوْلاً صَحِيحًا وَاٰفَتُهُ مِنَ الْفَهْمِ السَّقِيمِ
blank.gif
1


Yani, “Kur’ân’da ta’yip edilecek hiçbir nokta yoktur. Kur’ân gibi sahih kavilleri tayip etmek, ancak fehimlerin sekametinden ileri geliyor.”


Ve keza, zarfiyeti ifade eden فِى tâbiri, Kur’ân’ın sathına ve zâhirine konan şek ve şüphe varsa, içerisindeki hakaik ile def edilebileceğine işarettir.

Arkadaş! Tahlil vasıtasıyla terkibin kıymetini ve küll ile cüzler arasındaki farkı idrak edebildiysen, bu misallerdeki kuyud ve hey’âta dikkat et. Ve o kelimelerden nebean eden zülâl-i belâgati ve kevser-i fesahati doyuncaya kadar iç, “Elhamdülillâh” de.

S - الۤمۤ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لاَرَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
blank.gif
2
âyet-i kerimesinin cümleleri, atf ile birbiriyle bağlanmamış olması neye binaendir?


C - O cümleler arasındaki şiddet-i ittisal, bağlılık ve sarılmaktan bir ayrılık yoktur ki, birbiriyle bağlanmaya lüzum olsun. Zira, o cümlelerin herbirisi, arkadaşlarına hem babadır, hem oğul; yani, hem delildir, hem neticedir.

Evet, الۤمۤ lisan-ı haliyle hem muarazaya meydan okur, hem mu’ciz olduğunu ilân eder. ذٰلِكَ الْكِتَابُ
blank.gif
3
hem bütün kitaplara fâik olduğunu tasrih eder, hem




[NOT]Dipnot-1 El-Mütenebbî, Dîvan, 4:246.
Dipnot-2 “Elif, Lâm, Mîm. İşte bu kitapta hiç şüpheye yer yoktur; takvâ sahipleri için bir hidâyet kaynağıdır.” Bakara Sûresi, 2:1,2.
Dipnot-3 “Bu kitap (Kur'ân-ı Kerim).” Bakara Sûresi, 2:2.
[/NOT]


atf: (Ar. gr.) bağlaç, kendinden öncekiyle sonraki arasındaki kelime veya cümle grubu arasındaki irtibatı kuran edat [bk. ḥ-r-f; (harf-i cer)]burhan: sarsılmaz kesin delil
cüz: parça, kısımdef: uzaklaştırmak, gidermek
delil: işaret, alâmet; kendisine belirli bir bakış açısıyla bakıldığında istenilen hedefe ulaştıran şeyfehim: anlayış, anlama
fâik: üstünhakaik: gerçekler, esaslar
idrak etmek: anlamak, bilmekkavil: söz, ifade
kevser-i fesahat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılmasından doğan tatlılık, doygunlukkeza: böylece, bunun gibi
kuyud ve hey’at: bir sözün bütününü meydana getiren harf, kelime gibi parçalarıyla bunların sarf ve nahiv (dilbilgisi) yönünden özellikleri; meselâ, erkeklik-dişilik, belirlilik-belirsizlik, isim-sıfat gibiküll: parçaları içine alan bütün, genel
lisan-ı hâl: hâl dilimuaraza: karşı gelme, karşı koyma
mu’ciz: bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan, olağanüstümünezzeh: temiz, arındırılmış
nebean etmek: doğmak, kaynaklanmaksahih: doğru, güvenilir, sağlam
sath: bir şeyin üstü, dış yüzüsekamet: hastalık
tahlil: analiztasrih etmek: açık şekilde bildirmek, ifade etmek
ta’yip etmek: ayıplamak, kusurlu bulmakterkib: birleşim, sentez
tâbir: ifade, deyimzarfiyet: bir kelimenin yer ve zaman bildirmesi hâli
zâhir: görünüşte olan, dış yüzzülâl-i belâgat: belâgatin saf ve berrak suyu
âyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın her bir cümlesişek: şüphe
şiddet-i ittisal: güçlü bağ, irtibatفِى: içinde, de, da

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 64

müstesna ve mümtaz olduğunu izhar eder. لاَرَيْبَ فِيهِ
blank.gif
1 hem Kur’ân’ın şek ve şüphe yeri olmadığını tasrih eder, hem müstesna ve mümtaz olduğunu izhar eder. هُدًى لِلْمُتَّقِينَ
blank.gif
2 hem tarik-i müstakimi irâe etmekle muvazzaf olduğunu gösterir, hem mücessem bir nur-u hidayet olduğunu ilân eder.


İşte bu cümlelerden herbirisi, ifade ettiği birinci mânâsıyla arkadaşlarına delil olduğu gibi, ikinci mânâsıyla da onlara neticedir.

Sonra bu âyetin şu cümleleri arasında i’câza menba, belâgate medar olan on iki münasebet, alâka ve bağlılık vardır. Bunlardan misal olarak üç taneyi zikir, ötekileri de sana havale ederim.

1. الم bütün muarızları, muarazaya dâvet eder. Öyle ise, en yüksek bir kitaptır. Öyleyse, bir yakîn sadefidir. Zira kitabın kemâli, yakîn iledir. Öyle ise, nev-i beşer için mücessem bir hidayettir.

2. ذٰلِكَ الْكِتَابُ
blank.gif
3
Yani, emsaline tefevvuk etmiştir. Öyle ise, müstesnadır. Çünkü şek ve şüphe yeri değildir. Çünkü müttakîlere doğru yolu gösterir. Öyle ise mu’cizedir.


3. هُدًى لِلْمُتَّقِينَ Yani, tarik-i müstakime irşad eder. Öyle ise yakîniyattandır. Öyle ise mümtazdır. Öyle ise mu’cizdir.

Ey arkadaş, şu هُدًى لِلْمُتَّقِينَ cümlesindeki nur-u belâgat ve hüsn-ü kelâm, dört noktadan tezahür etmiştir.



[NOT]Dipnot-1 “Onda hiç şüpheye yer yoktur.” Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-2 “Takvâ sahipleri için bir hidâyet kaynağıdır.” Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-3 “Bu kitap (Kur'ân-ı Kerim).” Bakara Sûresi, 2:2.

[/NOT]

belâgat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesiemsal: benzerler, arkadaşlar; burada diğer kitaplar kastediliyor
havale etmek: bir işi başkasına bırakmakhidayet: doğru ve hak yolu gösterme
hüsn-ü kelâm: sözdeki güzellikirâe etmek: göstermek
irşad: doğru yolu göstermeizhar etmek: açıklamak, göstermek
i’câz: mu’cizelik, bir benzerini yapma konusunda başkalarını acze düşürecek derecede olağanüstü olmakemâl: mükemmellik, kusursuzluk
medar: kaynak, dayanak noktasımenba: kaynak
muaraza: yarışma, sözle mücadelemuarız: karşıt, karşı gelen
muttakî: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyan kimselermuvazzaf: memur, görevli, vazifeli
mu’ciz: bir benzerini yapma noktasında başkasını aciz bırakan, olağanüstümu’cize: Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü şey
mücessem: vücut bulmuş, cisimleşmişmümtaz: seçkin, üstün
münasebet: ilgi, bağmüstesnâ: seçkin, benzeri olmayan
nev-i beşer: insan türü, insanlıknur-u belâgat: belâgat nuru, ışığı
nur-u hidayet: doğru ve hak olan yolu gösteren nur, ışıksadef: sedef; uç, taraf, inci kabuğu
tarik-i müstakim: doğru ve hak yoltasrih etmek: açık şekilde bildirmek, ifade etmek
tefevvuk etmek: üstün gelmektezahür etme: görünme, ortaya çıkma
yakîn: şüpheye yer bırakmayacak derecede kesin bilgiyakîniyat: şüpheye yer bırakmayacak derecede kesin olan şeyler
şek: şüphe
 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 65


1. Bu cümlede “mübteda” mahzuftur. Bu hazf, cümleyi teşkil eden “mübteda” ile “haber” arasındaki ittihad öyle bir dereceye varmış ki, sanki “mübteda” hazf olmayıp haberin içerisine girmiş. Haricen ikisi müttehid oldukları gibi, zihnen de müttehid olduklarına işarettir.

2. هَادِى
blank.gif
1
yerinde هُدًى
blank.gif
2
yani, ism-i fâil mevkiinde masdarın kullanılması, tecessüm eden nur-u hidayetten cevher-i Kur’ân’ın husule geldiğine işarettir.


3. هُدًى ’deki tenvin-i tenkirden anlaşılıyor ki, hidayet-i Kur’ân öyle ince bir dereceye varmıştır ki, hakikatı idrak edilemez ve öyle geniş bir sahayı işgal etmiştir ki, ihatası ilmen kabil değildir. Çünkü, “ma’rife”nin zıddı olan “nekre,” ya şiddet-i hafâdan olur veya kesret-i zuhurdan neş’et eder. Buna binaendir ki, “Tenkir bazan tahkiri, bazan tâzimi ifade eder” denilmiştir.

4. Müteaddit kelimelere bedel ism-i fâil sigasıyla ihtiyar edilen مُتَّقِينَ
blank.gif
3
kelimesiyle yapılan îcaz, hidayetin semeresine ve tesirine işaret olduğu gibi, hidayetin vücuduna da bir delil-i innîdir.


S - Gayet mahdut, az birkaç noktadan beşerin takatinden hariç denilen i’câzın doğması ihtimali var mıdır?

C - Maddî ve mânevî her şeyde yardımın ve içtimaın büyük kuvvet ve tesiri vardır. Evet, in’ikâs sırrıyla, üç şeyin hüsnü içtima ederse, beş olur. Beş içtima



[NOT]Dipnot-1 “Hidâyet veren; doğru yolu gösteren.” Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-2 “Hidayet.” Bakara Sûresi, 2:2.
Dipnot-3 “Takvâ sahipleri.” Bakara Sûresi, 2:2.
[/NOT]

bedel: karşılık binaen: bundan dolayı, -dayanarak
cevher-i Kur’ân: Kur’ân’ın cevheri, özü delil-i innî: olaylardan kanunlara, neticelerden sebeplere, eserden eserin sahibine (müsebbip) ulaştıran delil. Dumanın ateşe delil olup göstermesi gibi
haber: (gr.) isim cümlesinde yüklemhakikat: gerçek, mahiyet, asıl ve esas
haricen: dışarıdan, görünüştehazf: düşürme, atma, zikretmeme; söylenilmesi icap etmeyen sözün ibarede zikredilmemesi
hidayet: doğru ve hak yol, doğru yolu göstermehidayet-i Kur’ân: Kur’ân’ın doğru ve hak yolu göstermesi
husule gelmek: meydana gelmekhüsün: güzellik
idrak: anlamak, bilmekihata: kuşatma
ihtiyar etmek: seçmek, tercih etmekin’ikas: yansıma, aksetme
ism-i fâil: gr. bir iş, oluş veya durumu yüklenen şahsı bildiren kelimedir, meselâ; kâtipittihad: birliktelik, birleşme
içtima: toplanma, bir araya gelmei’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
kabil: mümkünkesret-i zuhur: çok sayıda görünme, belirip ortaya çıkma
mahdut: sınırlımahzuf: düşmüş, kaldırılmış
masdar: gr. şahıs ve zaman göstermeyen, ancak olumlu veya olumsuz bir fiil ve oluşa delâlet eden kelimerin, daima yalın halde olup bütün fiil ve türevler kendinden doğar; kaynak kelimema’rife: gr. başına “el” takısı almış, mânâsı belirlenmiş isim
mübteda: (gr.) isim cümlesinde öznemüteaddit: bir çok, çeşitli
müttehid: birleşmişnekre: gr. başına “el” takısı almamış, mânâsı kapalı, belirsiz isim
neş’et etmek: doğmaknur-u hidayet: doğru ve hak yolu göstermenin ve görmenin aydınlığı
semere: meyve, neticesiga: gr. kip, kalıp
tahkir: aşağılama, hafife alma, hakaret etmetakat: güç, kuvvet
tecessüm: belirme, kendini gösterme, cisimleşmetenkir: gr. belirsiz kılma; bir kelimeyi nekre yapıp mânâyı kapalı, belirsiz yapma
tenvin-i tenkir: gr. nekre tenvini; kelime sonlarına gelerek o kelimeye kapalılık ve belirsizlik mânâsı veren iki üstün (en), iki esre (in) ve iki ötre (ün) işaretiteşkil etmek: oluşturmak, meydana getirmek
tâzim: yüceltme, büyüklüğünü dile getirmevücud: varlık
îcâz: sözü kısaltma; az sözle maksadı açık ve net bir şekilde ifade etmeşiddet-i hafâ: aşırı gizlilik, kapalılık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 66


ederse on olur. On içtima ederse kırk olur. Çünkü herşeyde bir nevi in’ikâs ve bir nevi temessül vardır. Nasıl ki, birbirine mukabil tutulan iki âyinede çok âyineler görünüyor; kezalik, iki üç nükte veya iki üç hüsün içtima ettikleri zaman pek çok nükteler, pek çok hüsünler tevellüt eder. Bu sırra binaendir ki, her hüsün sahibinin ve herbir sahib-i kemâlin emsaliyle içtima etmeye fıtrî bir meyli vardır ki, içtimaları zamanında hüsünleri, kemalleri bir iken iki olur. Hattâ bir taş, taşlığıyla beraber, kubbeli binalarda ustanın elinden çıkar çıkmaz başını eğer, arkadaşıyla birleşmeye meyleder ki, sukut tehlikesinden kurtulsunlar. Maalesef, insanlar teavün sırrını idrak edememişler. Hiç olmazsa taşlar arasındaki yardım vaziyetinden ders alsınlar!

S - Belâgat ve hidayetten maksat, hakikati vâzıh bir şekilde gösterip fikirleri ve zihinleri ihtilâflardan kurtarmak iken, müfessirlerin bu gibi âyetlerde yaptıkları ihtilâfat, gösterdikleri ihtimaller, beyan ettikleri ayrı ayrı, birbirine uymayan vecihler altında hak ve hakikat ne suretle görülebilir?

C - Malûmdur ki, Kur’ân-ı Azimüşşan, yalnız bir asra değil, bütün asırlara nâzil olmuştur. Hem bir tabaka insanlara mahsus değil, bütün tabakat-ı beşere şümulü vardır. Hem bir sınıf insanlara ait değil, bütün beşerin sınıflarına râcidir. Binaenaleyh, herkes, her tabaka, her zaman, fehmine, istidadına göre Kur’ân’ın hakaikinden hisse alabilir ve hissedardır. Halbuki nev-i beşer derece itibarıyla muhtelif ve zevk cihetiyle mütefavit; ve keza meyil, istihsan, lezzet, tabiat itibariyle birbirine uymuyor. Meselâ bir taifenin istihsan ettiği birşey, öteki taifenin zevkine muhaliftir. Bir kavmin meylettiği birşeyden öteki kavim nefret ediyor. Bu sırra binaendir ki, Kur’ân-ı Kerim, günahların cezası veya hayırların mükâfatı hakkında zikrettiği âyetlerde tahsisat yapmamış, âmm bir şekilde bırakmıştır ki, herkes zevkine göre fehmetsin.

Hülâsa, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, âyetlerini, cümlelerini öyle bir şekilde



Kur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi yüce olan Kur’ânKur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan, benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân
belâgat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesibinaen: bundan dolayı, -dayanarak
binaenaleyh: bundan dolayıcihet: yön, taraf
emsal: benzerler, arkadaşlarfehm: anlayış, kavrayış
fıtrî: yaratılıştan gelen, doğalhakaik: hakikatler, doğrular
hakikat: gerçek, doğruhidayet: hak ve doğru yolu gösterme
hülâsa: kısaca, özetle, netice olarakhüsün: güzellik
idrak etme: anlama, bilmeihtilâf: ayrılık, uyuşmazlık
ihtilâfat: ayrılıklar, anlaşmazlıklar, uyuşmazlıklarin’ikâs: yansıma, aksetme
istidad: ruhî özellikler; kabiliyetistihsan: güzel bulma, beğeni
itibarıyla: bakımındaniçtima: toplanma, bir araya gelme
kavim: topluluk, milletkemal: fazilet, olgunluk
keza: böylece, bunun gibikezalik: böylece, bunun gibi
mahsus: özel, aitmalûm: bilinen
meyl: eğilimmuhalif: zıt, aykırı
muhtelif: farklı, değişikmukabil: karşılık
müfessir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan âlim kimsemükâfat: ödül
mütefavit: birbirinden farklınev-i beşer: insan, insanlık
nevi: tür, çeşitnâzil olma: inme
nükte: ince ve derin mânârâci: dönen
sahib-i kemâl: fazilet ve iyilik sahibisukut: düşme
tabakat-ı beşer: insan sınıfları; burada her asırda yaşayan insanlar kastediliyortahsisat: genel bir şeyi özelleştirme; genel bir hüküm ifade eden bir sözü belirli bir hükme mahsus kılma
taife: grup, sınıfteavün: yardımlaşma, işbirliği
temessül: görünme, şekillenme, yansımatevellüd: doğma, meydana gelme
vecih: yön, yüzvâzıh: açık
âmm: genel; sayısız şeyleri içine alan, aynı cinsten bir çok fertlere birden delâlet eden lâfız; cemaat, ibadet lâfızları gibişümul: kapsamlılık

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Bakara Sûresi - Huruf-u Mukattaa - Sayfa: 67


nazmetmiş ve vaz etmiştir ki, her cihetten ihtimal yolları bulunsun ki, muhtelif fehimler ve istidatlar, zevklerine göre hisselerini alabilsinler. Binaenaleyh, ulûm-u Arabiyenin kaidelerine muvafık ve belâgatın prensiplerine uygun ve ilm-i usule mutabık olmak şartıyla, müfessirlerin birbirine muhalif olan beyanatı ve ihtimalleri, zamanlara, tabakalara ve fehimlere göre murad ve câizdir diye hükmedilebilir. Bu nükteden anlaşıldı ki, Kur’ân’ın i’câz vecihlerinden biri odur ki, nazmı öyle bir üslûptadır ki, bütün asırlara, tabakalara intibak edebilir.


endOfSection.gif
endOfSection.gif



belâgat: sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesibeyanat: açıklamalar
binaenaleyh: bundan dolayıbürhan-ı innî: olaylardan kanunlara, neticelerden sebeplere, eserden eserin sahibine (müsebbip) ulaştıran delil. Dumanın ateşe delil olup göstermesi gibi
cihet: yön, tarafcâiz: sakıncasız, doğru, geçerli
fehm: anlayış, kavrayışhidayet: doğru ve hak yol, doğru yolu gösterme
icap etmek: gerektirmekilm-i usul: usul ilmi, metodoloji
intibak etmek: uymak, uygun gelmekistidad: ruhî özellikler; kabiliyet
i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülükkaide: kural, prensip
medh: övmekmuhalif: zıt, aykırı
muhtelif: farklı, değişikmurad: istenilen şey
mutabık: uyumlu, uygunmuvafık: uygun
müfessir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından tefsir eden, yorumlayan âlim kimsenazm: dizme, tertip edip düzenleme; Kur'ân-ı Kerîmin Allah Teâlâ tarafından dizilen mübârek sözleri, ifadeleri
nazmetmek: dizmek, tertip edip düzenlemeknükte: ince ve derin mânâ
semere: meyve, netice, sonuçseyyiat: günahlar, kötülükler
tabakalar: sınıflartakvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma
tathir etmek: temizlemektezyin etmek: süslemek
ulûm-u Arabiye: Arap dili ve edebiyatına ait ilimlervaz etmek: yerlerini belirleyip koymak
vecih: yönüslûp: ifade ve anlatım tarzı
şahid: delil, tanık

 
Üst