Fatiha Sûresi

Huseyni

Müdavim

besmele.jpg


اَلرَّحْمٰنُ عَلَّمَ الْقُرْاٰنَ خَلَقَ اْلاِنْسَانَ عَلَّمَهُ الْبَيَانَ.
blank.gif
1


فَنَحْمَدُهُ مُصَلِّينَ عَلٰى نَبِيِّهِ مُحَمَّدٍنِالَّذِى اَرْسَلَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَجَعَلَ مُعْجِزَتَهُ الْكُبْرَى الْجَامِعَةَ
بِرُمُوزِهَا وَاِشَارَاتِهَا لِحَقَائِقِ الْكَائِنَاتِ بَاقِيَةً عَلٰى مَرِّ الدُّهُورِ اِلٰى يَوْمِ الدِّينِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ عَامَّةً وَاَصْحَابِهِ كَافَّةً
blank.gif
2


Fatiha Sûresi

Evvelâ: Şu İşârâtü’l-İ’câz adlı eserden maksadımız, Kur’ân’ın nazmına, lâfzına ve ibaresine ait i’câz işaretlerini ve remizlerini beyan etmektir. Çünkü, i’câzın mühim bir vechi, nazmından tecelli eder ve en parlak i’câz Kur’ân’ın nazmındaki nakışlardan ibarettir.

Saniyen: Kur’ân’daki anâsır-ı esasiye ve Kur’ân’ın takip ettiği maksatlar tevhid, nübüvvet, haşir, adalet ile ibadet olmak üzere dörttür. Bu dört unsuru beyan edeceğiz.

Sual: Kur’ân’ın, şu dört hedefe doğru yürüdüğü neden malûmdur?

Cevap: Evet, benî Âdem, büyük bir kervan ve azîm bir kafile gibi mâzinin derelerinden gelip, vücut ve hayat sahrâsında misafir olup, istikbalin yüksek dağlarına ve müzeyyen bağlarına müteveccihen kafile kafile müteselsilen yürümekte iken, kâinatın nazar-ı dikkatini celb etti. “Şu garip ve acip mahlûklar kimlerdir? Nereden geliyorlar? Nereye gidiyorlar?” diye ahvallerini anlamak üzere hilkat hükûmeti, fenn-i hikmeti karşılarına çıkardı ve aralarında şöyle bir muhavere başladı:




[NOT]Dipnot-1 “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. O Rahmân ki Kur’ân’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona anlamayı ve anlatmayı öğretti.” Rahmân Sûresi, 55:1-4.
Dipnot-2 Biz dahi, kâinat hakaikine dair rumuz ve işârâtıyla câmi ve aradan geçen asırlara rağmen kıyamete kadar bâki kalacak mu’cize-i kübrâsı olan Kur’ân ile âlemlere rahmet olarak gönderdiği Muhammed’e ve bütün âl ve ashabına salât ve selâm ederek o Rahmân’a hamd ederiz.

[/NOT]

ahval: haller, davranışlaranâsır-ı esasiye: esas, temel unsurlar
azîm: çok büyükbenî Adem: Âdemoğlu, insanlık
beyan etmek: açıklamakcelb etmek: kendine çekmek
fenn-i hikmet: varlıkların hakikatlerini varlık âlemindeki keyfiyetlerine göre açıklayan ilim, felsefehaşir: insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah’ın huzurunda toplanması
hilkat: yaratılışibare: bir metnin ifadesi
istikbal: geleceki’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülük
kafile: grup, topluluklâfz: ifade, söz
mahlûk: yaratık, yaratılmışmuhavere: karşılıklı konuşma
mâzi: geçmiş zamanmüteselsilen: zincirleme olarak, peş peşe
müteveccihen: yönelmiş olarakmüzeyyen: süslü
nazar-ı dikkat: dikkat içeren bakış
nazm: tertip, diziliş, düzen; Kur'ân-ı Kerîmin Allah teâlâ tarafından dizilen mübârek sözleri, ifadeleri
nübüvvet: peygamberlik, elçilikremiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme
saniyen: ikinci olaraktecelli etmek: yansımak, görünmek
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmavech: yön, yüz

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 31


Hikmet: “Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz? Bu dünyada işiniz nedir? Reisiniz kimdir?”

Bu suale, benî Âdem namına, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beşere vekâleten karşısına çıkarak şöyle cevapta bulundu:


“Ey hikmet!
blank.gif
1
Bu gördüğün insanlar, Sultan-ı Ezelînin kudretiyle, yokluk karanlıklarından, ziyadar varlık âlemine çıkarılan mahlûklardır. Sultan-ı Ezelî, bütün mevcudatı içinde biz insanları seçmiş ve emanet-i kübrâyı bize vermiştir. Biz, haşir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki işimiz de, o saadet-i ebediye yollarını temin etmekle re’sü’l-malımız olan istidatlarımızı nemalandırmaktır. Ve şu azîm insan kervanına, bundan sonra Sultan-ı Ezelîden risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. İşte o Sultan-ı Ezelînin risalet beratı olarak bana verdiği Kur’ân-ı Azîmüşşân elimdedir. Şüphen varsa al, oku!”


Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın verdiği şu cevaplar, Kur’ân’dan muktebes ve Kur’ân lisanıyla söylenildiğinden, Kur’ân’ın anâsır-ı esasiyesinin şu dört maksatta temerküz ettiği anlaşılıyor.

S - Şu makasıd-ı erbaa, Kur’ân’ın hangi âyetlerinde bulunuyor?

C - O anâsır-ı erbaa, Kur’ân’ın hey’et-i mecmuasında bulunduğu gibi, Kur’ân’ın sûrelerinde, âyetlerinde, kelâmlarında, hattâ kelimelerinde bile sarahaten veya işareten veya remzen bulunmaktadır. Çünkü, Kur’ân’ın küllü, cüzlerinde göründüğü gibi, cüzleri de, Kur’ân’ın küllüne âyinedir. Bunun içindir ki Kur’ân, “müşahhas olduğu halde, efrad sahibi olan küllî” gibi tarif edilir.



[NOT]Dipnot-1 Buradaki “Ey hikmet” tabiri, “Ey hikmet diye isimlendirilen fen” şeklinde takdir olunabilir. Veya diğer bir ifadeyle, “Ey, varlıkların hakikatlerini varlık âlemindeki keyfiyetlerine göre araştıran ilim.” Zira, fen, her ilim için kullanılan bir tabirdir. Hikmet ise, eşyanın hakikatlerini varlık âlemindeki keyfiyetlerine göre araştıran nazarî ilme denir (Seyyid Şerif Cürcânî, Tarifat).
[/NOT]


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsunKur’ân-ı Azîmüşşan: şan ve şerefi büyük olan Kur’ân
Kur’ân’ın hey’et-i mecmuası: Kur’ân’ın bütünü, tümüMuhammed-i Arabî: Arap olan peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)
Seyyid Şerif Cürcânî: (bk. bilgiler)Sultan-ı Ezelî: hüküm ve saltanatı bütün zamanları kapsayan Ezelî Sultan, Allah
Tarifat: (bk. bilgiler – Seyyid Şerif Cürcânî)anâsır-ı erbaa: Kur’ân’ın dört unsuru olan tevhid, haşir, nübüvvet, ibadet ve adalet
anâsır-ı esasiye: esas, temel unsurlarazîm: büyük
benî Adem: Âdemoğlu, insanlıkberat: nişan, rütbe, vesika, belge
cüz: bölüm, kısımefrad: fertler, bireyler
emanet-i kübrâ: en büyük emanet, halifelik; başka varlıkların yüklenmekten çekindiği ve insanın yüklendiği İlâhî yükümlülük, kulluk vazifesiemsal: benzerler, örnekler
haşir: insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanmasıhikmet: varlıkların hakikatlerini varlık âlemindeki keyfiyetlerine göre açıklayan ilim, felsefe
istidat: yetenek, kabiliyetkelâm: ifade, söz
kudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarıküll: bütün, genel
küllî: bütün fertleri içine alan tür; kapsamlılisan: dil
mahlûk: yaratık, yaratılmış varlıkmakasıd-ı erbaa: dört asıl gaye, dört maksat
mevcudat: varlıklarmuktebes: iktibas edilen, alıntı
müteveccihen: yönelmiş olarakmüşahhas: somut
nemalandırmak: geliştirmek, kârını artırmaknev-i beşer: insanlar, insanlık türü
remzen: gizli bir mânâyı ince bir işaretle göstererekre’sü’l-mal: sermâye
risalet: elçilik, peygamberlikriyaset: başkanlık
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluksarahaten: açıkça
temerküz etmek: odaklaşmak, toplanmaktemin etmek: güvence altına almak
vekâleten: vekil olarakziyadar: ışıklı, parlak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 32


S - بِسْمِ اللهِ
blank.gif
1
ve اَلْحَمْدُ ِللهِ
blank.gif
2
gibi âyetlerde makasıd-ı erbaaya işaretler var mıdır?


C - Evet, قُلْ kelimesi, Kur’ân’ın çok yerlerinde mezkûr veya mukadderdir. Bu mezkûr ve mukadder olan قُلْ kelimelerine esas olmak üzere بِسْمِ اللهِ tan evvel قُلْ kelimesi mukadderdir. Yani, “Ya Muhammed! Bu cümleyi insanlara söyle ve tâlim et.” Demek besmelede İlâhî ve zımnî bir emir var. Binaenaleyh, şu mukadder olan قُلْ emri, risalet ve nübüvvete işarettir. Çünkü resul olmasaydı, tebliğ ve tâlime memur olmazdı. Kezalik, hasrı ifade eden câr ve mecrûrun takdimi, tevhide îmadır.


Ve keza, اَلرَّحْمٰنِ
blank.gif
3
nizam ve adâlete, اَلرَّحِيمِ
blank.gif
4
de haşre delâlet eder.


Ve keza اَلْحَمْدُ ِللهِ ’taki ل ihtisası ifade ettiğinden tevhide işarettir.

رَبِّ الْعَالَمِينَ 5 adaletle nübüvvete remizdir. Çünkü terbiye, resuller vasıtasıyla olur. مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ 6 zaten sarahaten haşir ve kıyamete delâlet eder.



[NOT]Dipnot-1 Allah’ın adıyla.
Dipnot-2 “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur.” Fatiha Sûresi, 1:2.
Dipnot-3 “Kullarına karşı çok merhametli olan ve şefkat eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah.” Fatiha Sûresi, 1:3.
Dipnot-4 “Rahmeti herşeyi kuşatmakla birlikte, dilediği varlıklara çok özel ihsanı ve hususî rahmet tecelîsi olan Allah.” Fatiha Sûresi, 1:3.
Dipnot-5 “Bütün âlemlerin Rabbi; Her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden; tedbir, tasarruf ve egemenliği altında bulunduran Allah.” Fatiha Sûresi, 1:2.
Dipnot-6 “Hesap gününün yegane sahibi, yöneticisi ve hakimi olan Allah.” Fatiha Sûresi, 1:4.
[/NOT]

besmele: Bismillâhirrahmânirrahîm’in kısaltılmış ismi binaenaleyh: bundan dolayı
câr: başına geldiği ismin sonunu esre okutarak kendinden önceki fiilin mânâsını, başına geldiği isme veya daha sonra gelen başka bir isme çekip bağlayan harf, burada “be” harfi kastedilirdelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
hasr: yalnızca bir şeye, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye verilmesihaşr: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanması
ihtisas: bir şeye ait kılma ve ona has özgü yapma; meselâ,اَلْحَمْدُ ِللهِ ’daki lam harfi hamdin Allah’a ait olduğunu bildirirkezâ: bunun gibi
kezâlik: bunun gibi, böylece kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
makasıd-ı erbaa: Kur’ân’ın dört asıl gayesimecrûr: gr. başına câr harflerinden biri gelerek önceki mânânın kendine bağlandığı ve esre okunduğu kelime
memur olmak: görevli olmakmezkûr: kelime olarak bizzat var olan, zikredilen
mukadder: gr. bir ifadede lâfız olarak söylenmediği hâlde gizli olarak kastedilen mânâ; meselâ bazı âyetlerin başında “Ey Muhammed kullarıma de ki” mânâsı gizli olarak vardırnizam: düzen, kanun
nübüvvet: peygamberlik, elçilikremiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme
resul: elçi, peygamberrisalet: elçilik, peygamberlik
sarahaten: açıkçatakdim: bir gaye ve maksada binaen sıraya uymayarak bir şeyi öne geçirme, öne alma
tebliğ: ulaştırma, bildirmetevhid: birleme; her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
tâlim: öğretmezımnî: gizli ve dolaylı bir şekilde
îma: gizli ve ince bir mânâyı işaret etme, göstermeİlâhî: Allah tarafından olan, Allah’a ait
ل: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 33


Ve keza
blank.gif
1
اِنّاَ اَعْطَيْنَاكَ الْكَوْثَرَ sadefi de, o makasıd-ı erbaa cevherlerini tazammun etmiştir.


﴿ بِسْمِ اللهِ
blank.gif
2
﴾: Bu kelâm, güneş gibidir. Yani, güneş başkalarını gösterdiği gibi, kendini de gösterir, başka bir güneşe ihtiyaç bırakmaz. بِسْمِ اللهِ başkalarına yaptığı vazifeyi, kendisine de yapıyor; ikinci bir بِسْمِ اللهِ daha lâzım değildir.


Evet بِسْمِ اللهِ öyle müstakil bir nurdur ki, bu nur, hiçbir şeye bağlı değildir. Hattâ bu nurun câr ve mecrûru bile hiçbir şeye muhtaç değildir. Ancak ب harfinden müstefad olan اَسْتَعِينُ
blank.gif
3
veya örfen malûm olan اَتَيَمَّنُ veyahut mukadder olan قُلْ
blank.gif
4
ün istilzam ettiği اِقْرَأْ
blank.gif
5
fiillerinden birine mütealliktir.


İhtar: بِسْمِ اللهِ taki câr ve mecrûra müteallik olarak mezkûr olan fiiller, besmeleden sonra takdir edilir ki, hasrı ifade etmekle ihlâs ve tevhidi tazammun etsin. İsim, Cenâb-ı Hakkın zâtî isimleri olduğu gibi, fiilî isimleri de vardır. Bu fiilî isimlerin, Gaffar ve Rezzak, Muhyî ve Mümît gibi pek çok nevileri vardır.



[NOT]Dipnot-1 “(Yâ Muhammed) Biz sana kevseri verdik.” Kevser Sûresi, 108:1.
Dipnot-2 Allah’ın adıyla.
Dipnot-3 Yardım diliyorum.
Dipnot-4 De ki.
Dipnot-5 Oku.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Gaffar: ne kadar çok ve büyük olursa olsun dilediği kullarının her türlü suç ve günahını tekrar tekrar bağışlayan Allah
Muhyî: bütün canlılara hayat veren AllahMümît: ölümü yaratan, diriltip can verdiği varlıkları vakti gelince öldüren Cenâb-ı Allah
Rezzâk: bütün varlıkların rızıklarını bol bir şekilde tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allahbesmele: Bismillâhirrahmânirrahîm’in kısaltılmış ismi
câr: başına geldiği ismin sonunu esre okutarak kendinden önceki fiilin mânâsını, başına geldiği isme veya daha sonra gelen başka bir isme çekip bağlayan harf, burada “be” harfi kastedilirhasr: yalnızca bir şeye, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye verilmesi
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyetihtar: hatırlatma, ikaz
istilzam etmek: gerektirmekkelâm: ifade, söz
kezâ: bunun gibi makasıd-ı erbaa: Kur’ân’ın dört asıl gayesi olan tevhid, haşir, nübüvvet, ibadet ve adalet
mecrûr: gr. başına câr harflerinden biri gelerek önceki mânânın kendine bağlandığı ve esre okunduğu kelimemezkûr: anılan, sözü geçen
mukadder: gr. bir ifadede lâfız olarak söylenmediği hâlde gizli olarak kastedilen mânâ; meselâ bazı âyetlerin başında “Ey Muhammed kullarıma de ki” mânâsı gizli olarak vardırmüstakil: bağımsız, başlı başına
müstefâd: anlaşılan mânâmüteallik: bağlı, ilişkili
nevi: çeşit, türsadef: inci kabuğu anlamındaki bu söz “inci gibi değerli manaları içinde taşıyan kabuk” anlamında Kur’ân lâfzı için kullanılmıştır
takdir: lâfız olarak söylenmediği hâlde, söylenen sözün altında kapalı olarak bulunan mânânın belirtilmesitazammun etmek: içine almak
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
zâtî: zatına ait
örfen: gelenek, teamül ve uygulama olarak ب: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 34


S - Bu fiilî isimlerinin kesretle tenevvüü neden meydana geliyor?
C - Kudret-i ezeliyenin, kâinattaki mevcudatın nevilerine, fertlerine olan nispet ve taallûkundan husule gelir. Bu itibarla, بِسْمِ اللهِ
blank.gif
1
kudret-i Ezeliyenin taallûk ve tesirini celb eder. Ve o taallûk, abdin kesbine ve işine yardım edici bir ruh gibi olur. Öyleyse, hiç kimse, hiçbir işini besmelesiz bırakmasın!


اَللهُ Lâfza-i celâli, bütün sıfât-ı kemâliyeyi tazammun eden bir sadeftir. Çünkü Lâfza-i Celâl, Zât-ı Akdese delâlet eder; Zât-ı Akdes de, bütün sıfât-ı kemaliyeyi istilzam eder. Öyleyse, o lâfza-i mukaddese, delâlet-i iltizamiye ile, bütün sıfât-ı kemâliyeye delâlet eder.

İhtar: Başka ism-i haslarda bu delâlet yoktur. Çünkü, başka zatlarda sıfât-ı kemâliyeyi istilzam etmek yoktur.

﴿ اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
blank.gif
2
Bu iki sıfatın Lâfza-i Celâlden sonra zikirlerini icap eden münasebetlerden birisi şudur ki:

Lâfza-i Celâlden, celâl silsilesi tecellî ettiği gibi, bu iki sıfattan dahi cemal silsilesi tecellî ediyor.

Evet, herbir âlemde emir ve nehiy, sevap ve azap; terğib ve terhib, tesbih ve tahmid, havf ve reca gibi pek çok füruat, celâl ve cemâlin tecellîsiyle teselsül edegelmektedir.


İkincisi: Cenâb-ı Hakkın ismi, Zât-ı Akdesine ayn olduğu cihetle, Lâfza-i



[NOT]Dipnot-1 Allah’ın adıyla.
Dipnot-2 “Kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah.” Fatiha Sûresi, 1:3.
[/NOT]


Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahZât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah
abd: köleayn: bir şeyin aynısı, kendisi, tıpkısı; iki şey arasında esasta bir derece farkı bulunmaksızın anlam ve kavram itibariyle bir olma, zıtlık ve çelişki olmama
besmele: Bismillâhirrahmânirrahîm’in kısaltılmış ismicelb etmek: kendine çekmek
celâl: büyüklük, azamet, haşmetcemâl: güzellik
cihet: şekil, yöndelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
delâlet-i iltizamiye: bir sözün, kastedilen mânâ ile birlikte, bulunması gerekli olan başka bir mânâya olan işaretifüruat: dallar, şubeler, kısımlar
havf: korkuhusule gelmek: meydana gelmek, ortaya çıkmak
icap etmek: gerektirmekihtar: hatırlatma, ikaz
ism-i has: özel isimistilzam etmek: gerektirmek
itibar: özellik, bakımındankesb: kazanma, elde etme
kesret: çoklukkudret-i ezeliye: varlığının başlangıcı olmayan ve ezelden beri var olan Allah’ın kudreti
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarlâfz-ı Celâl: “Allah” kelimesi
lâfza-i mukaddese: kutsal kelime, söz; burada “Allah” kelimesi kastedilmiştirmevcudat: varlıklar, var edilenler
münasebet: bağlantı, ilişki, alâkanehiy: yasak
nevi: çeşit, türnisbet: oran, kıyas
recâ: ümitsadef: inci kabuğu anlamındaki bu söz “inci gibi büyük mânâları içinde taşıyan kabuk” anlamında Allah lâfzı için kullanılmıştır
sıfât-ı kemâliye: Cenâb-ı Hakk’ın Zâtını niteleyen, bütün noksanlıklardan uzak ve yüce olduğunu bildiren mükemmel sıfatları, kutsal özellikleritaallûk: alâka, bağlılık, münasebet
tahmid: Allah’ı övme ve Ona şükürlerini sunmatazammun etmek: içermek, içine almak
tecellî etmek: yansımak, görünmektenevvü: çeşitlilik
terhib: korkutmaterğib: istek ve rağbet uyandırma
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anmateselsül: zincirleme devam etme, ard arda gelme
tesir: etki

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 35


Celâl, sıfât-ı ayniyeye işarettir. اَلرَّحِيمِ 1 de, fiilî olan sıfât-ı gayriyeye îmadır. اَلرَّحْمٰنِ
blank.gif
2
dahi, ne ayn ne gayr olan sıfât-ı seb’aya remizdir. Zira Rahmân, “Rezzak” mânasınadır. Rızık, bekaya sebeptir. Beka, tekerrür-ü vücuttan ibarettir. Vücut ise, birincisi mümeyyize, ikincisi muhassısa, üçüncüsü müessire olmak üzere, “ilim, irade, kudret” sıfatlarını istilzam eder. Beka dahi, semere-i rızık mahsulü olduğu için, “basar, sem’, kelâm” sıfatlarını iktiza eder ki, merzuk, istediği zaman ihtiyacını görsün, istediği zaman işitsin, aralarında vasıta bulunduğu takdirde o vasıta ile konuşsun. Bu altı sıfat, şüphesiz, birinci sıfatı olan “hayat”ı istilzam ederler.


S - Rahmân büyük nimetlere, Rahîm küçük nimetlere delâlet ettikleri cihetle, Rahîm’in, Rahmân’dan sonra zikri, yukarıdan aşağıya inmek mânâsına olan “san’atü’t-tedellî” kaidesine dahildir. Bu ise, belâgatça makbul değildir.

C - Evet, kaşlar göze, gem ata mütemmim oldukları ve onların noksanlarını ikmal ettikleri gibi, küçük nîmetler de büyük nimetlere mütemmimdirler. Bu itibarla,


[NOT]Dipnot-1 “Rahmeti herşeyi kuşatmakla birlikte, dilediği varlıklara çok özel ihsanı ve hususî rahmet tecelîsi olan Allah.” Fatiha Sûresi, 1:3.
Dipnot-2 “Kullarına karşı çok merhametli olan ve şefkat eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah.” Fatiha Sûresi, 1:3.
[/NOT]

Rahmân: bütün yarattıkları esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran sonsuz rahmet sahibi AllahRahîm: çok merhametli; rahmetinin çok özel tecellîleri olan ve sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah
Rezzâk: bütün varlıkların rızıklarını tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allahbasar (sıfatı): Cenâb-ı Hakkın her şeyi görmesi, müşahede etmesi ve bütün varlıklara görme kabiliyetini vermesi sıfatı
bekà: süreklilik, devamlılıkbelâgat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi
cihet: taraf, yöndelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
gem: atı yönetmek için ağzına takılan demir alethayat (sıfatı): Cenâb-ı Hakkın, diri ve gerçek hayat sahibi olması ve her canlıya hayat vemesi sıfatı
ikmal etmek: tamamlamakiktiza etmek: gerektirmek
ilim (sıfatı): Cenab-ı Hakk’ın her şeyi kuşatan, sınırsız, ezelî ve ebedî olan bilme sıfatıirade (sıfatı): Cenâb-ı Hakkın dilediği bir şeyi, dilediği zamanda şekli, ölçüsü ve keyfiyeti itibariyle tayin etmesi
istilzam etmek: gerektirmekkaide: düstur, prensip
kelâm (sıfatı): Cenâb-ı Hakkın vahiy ve ilham ile kâinattaki varlıklarla konuşması ve varlıklarla konuşma kabiliyetini vermesikudret (sıfatı): Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
lâfza-i Celâl: “Allah” kelimesimakbul: kabul gören, geçerli
merzûk: rızıklanan, ihtiyaçları verilenmuhassısa: Cenâb-ı Hakkın iradesiyle birçok ihtimaller arasından bir ihtimali seçerek tayin etmesi, belirlemesi
müessire: Cenab-ı Hakkın sonsuz kudretiyle dilediğini yapan sıfatımümeyyize: Cenâb-ı Hakkın varlıkları ve o varlıklara lâzım olan şeyleri birbirinden ayırt etme sıfatı
mütemmim: tamamlayan, tamamlayıcıne ayn ve gayr (sıfatlar): yedi sıfat; zâtî ve fiilî olmayan sıfatlar; ilim, irade, kudret gibi
remiz: gizli bir mânâyı ince bir işaretle göstermerızık: Allah’ın ihsan ettiği nimetler, ihsanlar
san’atü’t-tedellî: üslûp ve ifadede yukarıdan aşağıya, büyükten küçüğe inme san’atısemere-i rızık: rızık meyvesi, neticesi
sem’ (sıfatı): Cenâb-ı Hakkın her şeyi hakkıyla işitmesi ve bütün varlıklara işitme duyularını vermesisıfât-ı ayniye: Zâtî sıfatlar; Allah’ın zıtlarıyla nitelenmesi düşünülemeyen sıfatları; kıdem, bekà, vahdaniyet gibi
sıfât-ı gayriye: fiilî sıfatlar; rezzakiyet, ihya, imate gibisıfât-ı seb’a: yedi sıfat
tekerrür-ü vücud: varlığın tekrarlanması; tekrar yaratılmasıvücut: varlık
zira: çünkü

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 36


mütemmim olan, haddizatında küçük de olsa, faideyi ikmal ettiğinden, büyükten daha büyük olması icap eder.

Ve keza, büyükten beklenilen menfaat küçüğe mütevakkıf ise, o küçük, büyük sırasına geçer; o büyük dahi küçük hükmünde kalır; kilit ile anahtar, lisan ile ruh gibi.


Ve keza, bu makam, nimetlerin tâdâdı veya nimetlerle imtinan makamı değildir. Ancak, insanları, gizli ve küçük nimetlere tenbih ve ikaz etmek makamıdır. Evvelki makamlardaki “tedellî” şu tenbih makamında “terakki” sayılır. Çünkü, gizli ve küçük nimetleri insanlara göstermek ve insanları onların vücuduna ikaz etmek, daha lâyık ve daha lâzımdır. Bu itibarla, şu meselemizde tedellî değil, terakki vardır.

S - Mebde ve me’haz itibarıyla “rikkatü’l-kalb” mânâsını ifade eden bu iki sıfatın Cenâb-ı Hak hakkında kullanılması caiz değildir. Eğer mânâ-yı hakikatlerinin lâzımı ve neticesi olan in’am ve ihsan kastedilirse, mecazda ne hikmet vardır?

C - Bu iki sıfat—“yed” gibi—mâna-yı hakikileriyle Cenâb-ı Hak hakkında kullanılması muhal olan müteşabihattandır. Müteşabihatta, mânâ-yı mecazînin, mânâ-yı hakikînin lâfzıyla, üslûbuyla gösterilmesindeki hikmet, insanların melûf ve malûmları olmayan mânâları ve hakikatleri zihinlerine yakınlaştırıp kabul ettirmekten ibarettir. Meselâ “yed”in mânâ-yı mecazîsi insanlara me’nus olmadığından, mânâ-yı hakikînin şekliyle, lâfzıyla gösterilmesi zarureti vardır.

﴿ اَلْحَمْدُ ِللهِ
blank.gif
1
Evvelâ: Bu kelimeyi mâkabline bağlattıran cihet-i münasebet, Rahmân ve Rahîm’in delâlet ettikleri nimetlerin hamd ve şükürle karşılanması lüzumundan ibarettir.




[NOT]Dipnot-1 “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur.” Fatiha Sûresi, 1:2.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allah
Rahmân: bütün yarattıkları esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran sonsuz rahmet sahibi Allah
Rahîm: merhametli; rahmetinin çok özel tecellîleri olan ve sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allahcaiz: sakıncasız, doğru
cihet-i münâsebet: münasebet yönü ve tarafıdelâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
haddizatında: zâten, aslındahakikat: asıl, gerçek, doğru
hamd: övgü, şükür ve minnet duymahikmet: amaç, gaye
icap etmek: gerekmekihsan: bağış, ikram, lütuf
ikmal etmek: tamamlamakimtinân: minnet; yapılan nimetleri söyleyerek şükür hissi uyandırma
in’am: nimet vermeitibar: özellik, bakımından
lisan: dilmalûm: bilinen, belli
mebde: temel, kök, başlangıçmecaz: bir ilgi veya benzetme sonucu gerçek mânâsından başka mânâda kullanılan söz
melûf: alışılmışme’haz: kaynak
me’nus: ünsiyet edilen, alışılmışmuhal: imkânsız, olmayacak şey
mâkabli: önceki, öncesimânâ-yı hakikat/mânâ-yı hakikî: gerçek, asıl mânâ
mânâ-yı mecazî: mecazî anlamımânây-ı hakiki: gerçek, asıl mânâ
mütemmim: tamamlayan, tamamlayıcımütevakkıf: bağlı
müteşabihat: birbirine benzer mecâz ve teşbihlerin yer aldığı ifadeler; Kur’ân ve hadiste yer alan ve farklı mânâlardan hangisinin kastedildiği kesin olarak bilinemeyen, bazı kapalı sözlerrikkatü’l-kalb: kalb yumuşaklılığı, yufka yüreklilik
tedellî: tevazu gösterme, yaklaşma; belâğat ilminde, yüksek makam sahibinin tevazû göstererek aşağıdakini muhatap kabul etme mânâsında bir edebî san’attenbih: ikaz, uyarı
terakki: ilerleme, yükselmetâdâd: sayma
vücud: varlık, var oluşyed: el
zaruret: zorunluluk, gerekliliküslub: ifade tarzı

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 37


Saniyen: Şu اَلْحَمْدُ ِللهِ
blank.gif
1
cümlesi, herbiri niam-ı esasiyeden birine işaret olmak üzere, Kur’ân’ın dört sûresinde
blank.gif
2 tekerrür etmiştir. O nimetler de, “neş’e-i ûlâ ile neş’e-i ûlâda beka, neş’e-i uhrâ ile neş’e-i uhrâda beka” nimetlerinden ibarettir.


Salisen: Bu cümlenin Kur’ân’ın başlangıcı olan Fâtiha Sûresine fâtiha, yani başlangıç yapılması neye binaendir?


C - Kâinatın ve dolayısıyla insanların hilkatindeki hikmet ve gaye, وَماَخَلَقْتُ الْجِنَّ وَاْلاِنْسَ اِلاَّ لِيَعْبُدُونِ 3
ferman-ı celîlince, ibadettir. Hamd ise, ibadetin icmâlî bir sureti ve küçük bir nüshasıdır. اَلْحَمْدُ ِللهِ ’ın bu makamda zikri, hilkatin gayesini tasavvur etmeye işarettir.

Rabian: Hamdin en meşhur mânâsı, sıfât-ı kemâliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki:

Cenâb-ı Hak, insanı, kâinata câmi bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve Esmâ-i Hüsnâdan herbirisinin tecellîgâhı olan herbir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır.

Eğer insan, maddî ve mânevî herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir âyine olur. O vakit insan, ruhuyla, cismiyle


[NOT]Dipnot-1 “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur.” Fatiha Sûresi, 1:2.
Dipnot-2 Bu dört sûre En’am, Kehf, Fatır ve Sebe’ sûreleridir.
Dipnot-3 “Cinleri ve insanları ancak Bana îman ve ibadet etsinler diye yarattım.” Zâriyat Sûresi, 51:56.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Esmâ-i Hüsnâ: Cenab-ı Hakkın güzel isimleri
Fatiha Sûresi: açılış, başlangıç anlamına gelen Kur’ân-ı Kerim’in ilk sûresibekà: devamlılık ve kalıcılık
binaen: -dayanarakcâmi: kapsamlı, büyük, geniş
ferman-ı celîl: Cenab-ı Hakkın yüce fermanı, buyruğufihrist: içindekiler
hamd: övgü, şükür ve minnet duymahikmet: sır, amaç, gaye
hilkat: yaratılışhâvi: ihtiva eden, içine alan
icmâlî: kısaca, özetleifa etmek: yerine getirmek
imtisal: emre uyma, boyun eğmeizhar etmek: göstermek, açığa çıkarmak
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmir’at: ayna
neş’e-i uhrâ: âhirette ikinci kez diriltilmeneş’e-i ûlâ: insanın ilk yaratılışı
niam-ı esasiye: temel nimetlernümune: örnek, misal
nüsha: kopyarabian: dördüncü olarak
salisen: üçüncü olaraksaniyen: ikinci olarak
sıfât-ı kemâliye: Cenâb-ı Hakk’ın Zâtını niteleyen, bütün noksanlıklardan uzak ve yüce olduğunu bildiren mükemmel sıfatları, kutsal özellikleritasavvur: düşünme, zihinde bir kişilik kazandırma
tecellî etmek: belirmek, görünmektecellîgâh: yansıma ve görünme yeri
tekerrür etmek: tekrarlanmaktezahür etmek: görünmek, ortaya çıkmak
uzuv: organvedia: emanet, ödünç
şeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî hükümlerin hepsi, İslâmiyetşükr-ü örfî: örfî, fiilî şükür

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 38


âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur ve her iki âleme tecellî eden, insana da tecellî eder. İşte bu cihetle, insan, sıfât-ı kemâliye-i İlâhiyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur. Nitekim Muhyiddin-i Arabî, كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِى
blank.gif
1
hadîs-i şerifinin beyanında, “Mahlûkatı yarattım ki, Bana bir âyine olsun ve o âyinede cemâlimi göreyim” demiştir.

ل: ِللهِ
blank.gif
2
burada ihtisas içindir. Hamdin Zât-ı Akdese has ve münhasır olduğunu ifade eder. Bu ل ’ın mütealliki olan ihtisas hazf olduktan sonra ona intikal etmiştir ki, ihlâs ve tevhidi ifade etsin.


İhtar: Müşahhas olan birşeyin umumî bir mefhumla mülâhaza edildiğine binaen, Zât-ı Akdes de müşahhas olduğu halde, Vâcibü’l-Vücud mefhumuyla tasavvur edilebilir.

﴿ رَبِّ
blank.gif
3
Yani, herbir cüz’ü bir âlem mesabesinde bulunan şu âlemi bütün eczasıyla terbiye ve yıldızlar hükmünde olan o cüzlerin zerratını kemâl-i intizamla tahrik eder.


Evet, Cenâb-ı Hak, herşey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir ve o noktayı elde etmek için o şeye bir meyil vermiştir. Herşey, o nokta-i kemale doğru hareket



[NOT]Dipnot-1 Süyûti, ed-Dürerü’l-Müntesire, s. 125; Ali el-Kàrî, el-Esrârü’l-Merfûa’, s. 273.
Dipnot-2 Allah'a has olan.
Dipnot-3 Her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden; tedbir, tasarruf ve egemenliği altında bulunduran Allah.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahMuhyiddin-i Arabî: (bk. bilgiler)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı bulunmayan AllahZât-ı Akdes: bütün kusurlardan, çirkinliklerden, eksiklikten, benzer ve ortak edinmekten sonsuz derecede yüce olan Allah
beyan: açıklama, anlatımbinaen: -dayanarak
cemâl: güzellikcihet: yön, taraf
cüz’: kısım, parçaecza: kısımlar, parçalar
hadis-i şerif: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranışhamd: övgü, şükür ve minnet duyma
hazf olmak: zikredilmemek, çıkarmak, atlamakhülâsa: özet
ihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyetihtar: hatırlatma, ikaz
ihtisas: bir şeye ait kılma ve ona has özgü yapma; meselâ, اَلْحَمْدُ ِللهِ ’daki lam harfi hamdin Allah’a ait olduğunu bildiririntikal etmek: geçmek
kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenlilikmahlûkât: yaratılmışlar, varlıklar
mazhar: ayna olma, yansıma yerimefhum: bir sözden çıkarılan mânâ, terim, kavram
mesabe: derece, konummuzhir olmak: göstermek, ortaya çıkarmak
mülâhaza etmek: düşünmek, akla getirmekmünhasır olmak: bir şeyle sınırlı ve sadece ona ait olmak
müteallik: alâkalı, ilgili, bağlı olmamüşahhas: şahıs hâlinde, varlığı teşhis ve tayin olunmuş, bilinen
nokta-i kemâl: mükemmellik, olgunluk noktasısıfât-ı kemâliye-i İlâhiye: Cenâb-ı Hakk’ın Zâtını niteleyen, bütün noksanlıklardan uzak ve yüce olduğunu bildiren mükemmel sıfatları, kutsal özellikleri
tahrik etmek: harekete geçirmektasavvur: düşünme, zihinde şahsiyet kazandırma
tecellî etmek: yansımaktevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
umumî: genelzerrat: zerreler, atomlar
âlem-i gayb: gayb âlemi, görünmeyen âlemâlem-i şehadet: görünen âlem, dünya
ل: (bk. ḥ-r-f

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 39


etmek üzere, sanki mânevî bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir. Esna-yı harekette onlara yardım eden ve mânilerini def eden, şüphesiz, Cenâb-ı Hakkın terbiyesidir.

Evet, kâinata dikkatle bakıldığı zaman, insanların taife ve kabileleri gibi, kâinatın zerratı, münferiden ve müçtemian Hâlıklarının kanununa imtisalen, muayyen olan vazifelerine koşmakta oldukları hissedilir. (Yalnız bedbaht insanlar müstesna!)


﴿ اَلْعَالَمِينَ
blank.gif
1 Bu kelimenin sonundaki يِنَ yalnız i’rab alâmetidir,
عِشْرِينَ، ثَلاَثِينَ
blank.gif
2 gibi. Veya cem’ alâmetidir; çünkü, âlemin ihtiva ettiği cüzlerin herbirisi bir âlemdir. Veyahut, yalnız manzume-i şemsiyeye münhasır değildir. Cenâb-ı Hakkın, şu gayr-ı mütenahi fezada çok âlemleri vardır.


Evet,اَلْحَمْدُ ِللهِ كَمْ ِللهِ مِنْ فَلَكٍ تَجْرِى النُّجُومُ بِهِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ
blank.gif
3


Ve
blank.gif
4 رَأَيْتُهُمْ لِى سَاجِدِينَ ’de olduğu gibi, burada da ukalâya mahsus cem’ sîgasıyla gayr-ı ukalâ cem’lendirilmiştir. Bu ise, kavaide muhaliftir?


Evet, âlemin ihtiva ettiği uzuvların birer âkıl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmesi, belâgatin en makbul bir prensibidir. Zira, kâinatın âlem ile tesmiyesi, kâinatın Sâniine olan delâleti, şehadeti, işareti içindir. Binaenaleyh, kâinatın uzuvları da Sanie olan delâletleri, şehadetleri için birer âlem olmaları icap eder. Öyleyse, Sâniin o uzuvları terbiyesinden ve o uzuvların da Sânii ilâm etmelerinden anlaşılır ki, o uzuvlar; birer hayy, birer âkıl, birer mütekellim suretinde tasavvur edilmiştir. Binaenaleyh, bu cem’de kavaide muhalefet yoktur.


[NOT]Dipnot-1 Âlemler, varlık âlemleri.
Dipnot-2 Yirmi, otuz.
Dipnot-3 Hamd olsun Allah’a ki Onun tayin ettiği nice yörüngeler vardır ki, yıldızlar, güneş ve ay o yörüngelerde akıp gider.
Dipnot-4 “Bana secde ettiklerini gördüm.” Yûsuf Sûresi, 12:4.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahHâlık: her şeyi yaratan Allah
Sâni: her şeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allahbedbaht: kötü bahtlı, tahlihsiz
belâgat: konusu, düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesi olan ilimbinaenaleyh: buna binaen, bundan dolayı
cem’/cem’ sîgası: Ar. gr. çoğul, çoğul kipi
cem’lendirmek: çoğul kipiyle gelmek, çoğul yapmak
cüz: bölüm, parçadelâlet: delil olma, işaret etme
esna-yı hareket: hareket anı, zamanıfeza: uzay, gökyüzü
gayr-ı mütenâhi: sınırsız, sonsuzgayr-ı ukalâ: akıl sahibi olmayanlar
hayy: diri, canlıihtiva etmek: içine almak, kapsamak
ilâm etmek: duyurmak, bildirmekimtisalen: emre uyarak
i’rab: gr. cümle içinde yüklendiği göreve göre, kelimelerin sonlarında meydana gelen ses ve hareke değişikliklerikavâid: dilbilgisi kuralları
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmakbul: kabul gören, geçerli
manzume-i şemsiye: güneş sistemimuayyen: belirlenmiş, tayin edilmiş
muhalefet: zıt ve aykırı davranmamuhalif: aykırı, zıt
muntazaman: düzenli olarakmâni: engel
münferiden: tek olarak, yalnız başınamünhasır: ait, mahsus
müstesna: hariçmütekellim: konuşan, birinci tekil şahıs
müteveccihen: yönelmiş olarakmüçtemian: toplu olarak, topluca
taife: grup, topluluktasavvur etmek: düşünmek, zihinde şahsiyet kazandırmak, hayal etmek
tesmiye: isimlendirmeukalâ: akıllılar; akıl sahibi canlılar
uzuv: organzerrat: zerreler, atomlar
zira: çünküşehadet: şahidlik, tanıklık, delil olma

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 40


﴿ اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
blank.gif
1 Mâkabliyle bu iki sıfatın nazmını icap eden şöyle bir münasebet vardır ki:

Biri menfaatleri celp, diğeri mazarratları def etmek üzere terbiyenin iki esası vardır. “Rezzak” mânâsına olan اَلرَّحْمٰنِ
blank.gif
2 birinci esasa, “Gaffar” mânâsını ifade eden اَلرَّحِيمِ
blank.gif
3 de ikinci esasa işaretleri için birbiriyle bağlanmıştır.


﴿ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
blank.gif
4 Mâkabliyle şu sıfatın nazmını iktiza eden sebep şudur ki:


Şu sıfat, rahmeti ifade eden mâkabline neticedir. Zira, kıyametle saadet-i ebediyenin geleceğine en büyük delil, rahmettir. Evet, rahmetin rahmet olması ve nimetin nimet olması, ancak ve ancak haşir ve saadet-i ebediyeye bağlıdır. Evet, saadet-i ebediye olmasa, en büyük nimetlerden sayılan aklın, insanın kafasında yılan vazifesini görmekten başka bir işi kalmaz. Kezalik, en lâtif nimetlerden sayılan şefkat ve muhabbet, ebedî bir ayrılık düşüncesiyle, en büyük elemler sırasına geçerler.

S - Cenâb-ı Hakkın herşeye mâlik olduğu bir hakikat iken, burada haşir ve ceza gününün tahsisi neye binaendir?

C - Şu âlemin, insanlarca, hakir ve hasis sayılan bazı şeylerine kudret-i Ezeliyenin bizzat mübaşereti azamet-i İlâhiyeye münasip görülmediğinden, vaz edilen esbab-ı zahiriyenin o gün ref’iyle; herşeyin şeffaf, parlak içyüzüyle tecellî edip Sâniini, Hâlıkını vasıtasız göreceğine işarettir.



[NOT]Dipnot-1 “Kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah.” Fatiha Sûresi, 1:3.
Dipnot-2 “Kullarına karşı çok merhametli olan ve şefkat eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah.” Fatiha Sûresi, 1:3.
Dipnot-3 “Rahmeti herşeyi kuşatmakla birlikte, dilediği varlıklara çok özel ihsanı ve hususî rahmet tecelîsi olan Allah.” Fatiha Sûresi, 1:3.
Dipnot-4 “Hesap gününün yegane sahibi, yöneticisi ve hakimi olan Allah.” Fatiha Sûresi, 1:4.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi AllahGaffar: ne kadar çok ve büyük olursa olsun dilediği kullarının her türlü suç ve günahını tekrar tekrar bağışlayan Allah
Hâlık: her şeyi yaratan AllahRezzâk: bütün varlıkların rızıklarını tekrar tekrar veren ve ihtiyaçlarını karşılayan Allah
Sâni: her şeyi mükemmel ve san’atlı bir şekilde yaratan Allahazamet-i İlâhiye: Allah’ın büyüklüğü, haşmet ve yüceliği
binaen: -dayanarakcelp: çekme
ebedî: sonsuz, sonu olmayanesbab-ı zahiriye: görünürdeki sebepler
hakikat: asıl, gerçekhakir: hor ve değersiz, önemsiz
hasis: âdi, değersizhaşir: insanın öldükten sonra âhirette diriltilerek tekrar Allah’ın huzurunda toplanması
iktiza etmek: gerektirmekkezalik: böylece, hâkeza
kudret-i ezeliye: bütün zamanları kuşatan Allah’ın ezelî kudretikıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması
lâtif: ince, güzel, hoşmazarrat: zararlar, ziyanlar
mâkabli: önceki, öncesimâlik olmak: sahip olmak
mübaşeret: doğrudan temas sağlama ve yapmamünasebet: bağlantı, ilişki, vesile
münasip: uygunnazm: tertip, diziliş, düzen
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsanref etmek: ortadan kaldırmak
saadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluksıfat: İlâhî özellik, nitelik
tahsis: sınırlandırma, özel tutmatecellî etmek: yansımak
vaz etmek: koymak, yerleştirmekşeffaf: saydam, parlak

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 41


يَوْم
blank.gif
1
tâbiri ise, haşrin vukuunu gösteren emarelerden birine işarettir. Şöyle ki:


Saniye, dakika, saat ve günleri gösteren haftalık bir saatin millerinden birisi devrini tamam ettiği zaman, behemehal ötekiler de devirlerini ikmal edeceklerine kanaat hasıl olur. Kezalik, yevm, sene, ömr-ü beşer ve ömr-ü dünya içinde tayin edilen mânevî millerden birisi devrini tamam ettiğinde, ötekilerin de—velev uzun bir zamandan sonra olsun—devirlerini ikmal edeceklerine hükmedilir.

Ve keza, bir gün veya bir sene zarfında vukua gelen küçük küçük kıyametleri, haşirleri gören bir adam, saadet-i ebediyenin, (haşrin tulû-u fecriyle, şahsî bir nev’ hükmünde olan) insanlara ihsan edileceğine şüphe edemez.

دِين kelimesinden maksat ya cezadır, çünkü o gün hayır ve şerlere ceza verilecek bir gündür; veya hakaik-i diniyedir, çünkü hakaik-i diniye o gün tam mânâsıyla meydana çıkar. Ve daire-i itikadın, daire-i esbaba galebe edeceği bir gündür.

Evet, Cenâb-ı Hak, müsebbebatı esbaba bağlamakla, intizamı temin eden bir nizamı kâinatta vaz etmiş. Ve herşeyi, o nizama müraat etmeye ve o nizamla kalmaya tevcih etmiştir. Ve bilhassa insanı da, o daire-i esbaba müraat ve merbutiyet etmeye mükellef kılmıştır. Her ne kadar dünyada, daire-i esbab daire-i itikada galip ise de, âhirette hakaik-i itikadiye tamamen tecellî etmekle, daire-i esbaba galebe edecektir. Buna binaen, bu dairelerin herbirisi için ayrı ayrı makamlar, ayrı ayrı hükümler vardır. Ve her makamın iktiza ettiği hükme göre hareket lâzımdır. Aksi takdirde, daire-i esbabda iken tabiatıyla, vehmiyle, hayaliyle daire-i itikada bakan Mutezile olur ki, tesiri esbaba verir. Ve keza, daire-i itikadda iken, ruhuyla, imaniyle daire-i esbaba bakan da, esbaba kıymet vermeyerek


[NOT]Dipnot-1 Gün.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
Mutezile: aklı temel kabul ederek Kur’ân ve sünneti kendi akıllarına uydurmaya çalışan ehl-i sünnet dışı bâtıl bir mezhep
behemehal: ister istemez; mutlaka bilhassa: özellikle
binaen: -dayanarakdaire-i esbab: sebepler dairesi
daire-i itikad: inanç dairesiemare: belirti, işaret
esbab: sebeplergalebe etmek: üstün gelmek
hakaik-i diniye: dini hakikatler, gerçekler, esaslarhakaik-i itikadiye: inanç esasları
haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanmaihsan etmek: ikramda bulunmak, bağışlamak
ikmal etmek: tamamlamakiktiza etmek: gerektirmek
intizam: disiplin, düzenlilikkeza: böyle, böylece
kezalik: böylece, hâkezakâinat: evren, bütün yaratılmışlar
merbutiyet etmek: bağlı olmakmükellef: yükümlü
müraat: gözetme, uymamüsebbebat: sebeplerle meydana gelenler, neticeler, sonuçlar
nev’: çeşit, türnizam: düzen, kanun
saadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluktabiatıyla: yaratılışıyla, karakteriyle, mizacıyla
tecellî etmek: yansımaktemin etmek: sağlamak
tevcih etmek: yöneltmektulû-u fecr: sabah vaktinin girmesi
tâbir: ifade, sözvaz etmek: koymak, yerleştirmek
vehim: kuruntu, varsayımvuku: gerçekleşme, meydana gelme
yevm: günzarfında: içinde
ömr-ü beşer: insan ömrüömr-ü dünya: dünyanın ömrü
şer: kötülük

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 42


Cebriye mezhebi gibi tembelcesine bir tevekkülle nizâm-ı âleme muhalefet eder.

ك: ﴿ اِيَّاكَ نَعْبُدُ
blank.gif
1
zamirinde iki nükte vardır.

Birincisi: Mâkablinde zikredilen sıfât-ı kemâliyenin ك zamirinde müstetir ve mutazammın olduğuna işarettir. Çünkü, o sıfatların birer birer tâdadından hasıl olan büyük bir şevkle, gaybdan hitaba, yani ism-i zâhirden şu ك zamirine iltifat
blank.gif
2
ve intikal olmuştur. Demek ك zamirinin mercii, geçen sıfât-ı kemaliye ile mevsuf olan Zattır.


İkincisi: Elfaz okunurken mânâlarını düşünmek, belâgat mezhebinde vâcip olduğuna işarettir. Çünkü, mânâlar düşünülürse, nâzil olduğu gibi okunur. Ve o okuyuş, tabiatıyla, zevkiyle hitaba incirar eder. Hattâ اِيَّاكَ نَعْبُدُ ’yu okuyan adam, sanki
blank.gif
3
اُعْبُدْ رَبَّكَ كَاَنَّكَ تَرَاهُ cümlesindeki emre imtisalen okuyor gibi olur.


Cem’ sîgasıyla zikredilen نَعْبُدُ
blank.gif
4
’deki zamir, üç taifeye işarettir.



[NOT]Dipnot-1 “Yalnızca Sana ibadet ederiz.” Fatiha Sûresi, 1:5.
Dipnot-2 İltifat: Sözün üçüncü şahıstan ikinci şahsa veya tekellüme (yani “o” zamirinden “sen” zamirine) veya ikinci şahıstan üçüncü şahsa intikal etmesi, geçiş yapmasıdır (Tarifat). Bu geçiş san’atı, bir sözde dinleyicinin zihnini canlı tutma, dikkatini çekme veya onu ikaz etme gibi inceliklere binaen uygulanır (bk. b-l-ğ).
Dipnot-3 “Rabbine, sanki Onu görüyormuş gibi ibadet et.” Hadis-i bilmânâdır. Buhari, Tefsîru Sûre 31:2, İmân: 37; Müslim, İmân: 1,5,7; Ebu Dâvud, Sünne: 16; Tirmizî, İmân: 4; İbni Mâce, Mukaddime: 9; Neseî, İmân: 5, 6; Müsned, 1:27, 51, 53, 319, 2:107, 462, 4:129, 164.
Dipnot-4 “İbadet ederiz.” Fatiha Sûresi, 1:5.
[/NOT]

Cebriye mezhebi: insanın seçme gücünün ve iradesinin olmadığını savunan ehl-i sünnet dışı bâtıl mezhepbelâgat: konusu sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre söylenmesini bildiren bir ilim
cem’ sîgası: Ar.gr. çoğul kipielfaz: lâfızlar, sözler
gaybdan hitaba: gr. konuşma esnasında üçüncü şahıs (gaip) kipinden, hazır bulunan ikinci şahıs (muhatap) kipine geçmehasıl olmak: meydana gelmek
hitab: konuşmaimtisalen: emre uyarak, boyun eğerek
incirar etmek: dayanıp bağlanmak, neticelenmekintikal: geçme
ism-i zâhir: açık, görünür isimmerci: dönülen yer
mevsuf: nitelendirilen, vasıflandırılanmezheb: yol, usûl
muhalefet etmek: aykırı davranmakmutazammın olma: içinde bulunma, içinde olma
mâkabli: önceki, öncesimüstetir: gizli, örtülü
nazil olmak: inmeknizam-ı âlem: âlemin düzeni, kanunu
nükte: ince mânâsıfat: özellik, vasıf
sıfât-ı kemâliye: Cenâb-ı Hakkın Zâtını niteleyen, bütün noksanlıklardan uzak ve yüce olduğunu bildiren mükemmel sıfatları, kutsal özellikleritabiatıyla: doğasıyla, mizacıyla
taife: grup, topluluktevekkül: Allah’a dayanma, güvenme; burada fiilî duayı yapmadan ve sebepler dünyasının kanunlarına uymadan Allah’a tevekkül etme kastediliyor
tâdâd: sayma, sayımvâcip olmak: zorunlu, gerekli olmak
zamir: gr. ismin yerini tutan kelimeك: seni, sana

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 43


Birincisi, insanın vücudundaki bütün âzâ ve zerrâta râcidir ki, bu itibarla şükr‑ü örfîyi eda etmiş olur.

İkincisi, bütün ehl-i tevhidin cemaatlerine aittir; bu cihetle şeriata itaat etmiş olur.


Üçüncüsü, kâinatın ihtiva ettiği mevcudata işarettir. Bu itibarla, şeriat-ı fıtriye-i kübrâya tâbi olarak hayret ve muhabbetle kudret ve azametin arşı altında sâcid ve âbid olmuş olur.

Bu cümlenin mâkabliyle vech-i nazmı,
نَعْبُدُ
blank.gif
1
’nun
اَلْحَمْدُ
blank.gif
2
’ye tefsir ve beyanı olmakla مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
blank.gif
3
de bir netice ve bir lâzım olmasıdır.


İhtar: اِيَّاكَ
blank.gif
4
’nin takdimi, ihlâsı vikaye etmek içindir. Ve zamir-i hitap da, ibadetin sebep ve illetine işarettir. Çünkü, hitaba incirar eden, geçen sıfatla muttasıf olan Zât, elbette ibadete müstehaktır.


نَسْتَعِينُ : ﴿ وَاِياَّكَ نَسْتَعِينُ
blank.gif
5
’de müstetir zamir, نَعْبُدُ ’nun fâili gibi, o üç cemaatten herbirine râcidir. Yani, “Bizim vücudumuzun zerratı veya ehl-i tevhid cemaatı veyahut kâinat mevcudatı, bütün hâcat ve maksatlarımıza, bilhassa en ehem olan ibadetimize, Senden iane ve tevfik istiyoruz.”


اِيَّاكَ kelimesinin tekrarlanmasındaki hikmetin,


[NOT]Dipnot-1 “İbadet ederiz.” Fatiha Sûresi, 1:5.
Dipnot-2 Hamd, övgü.
Dipnot-3 “Hesap gününün yegane sahibi, yöneticisi ve hakimi olan Allah.” Fatiha Sûresi, 1:4.
Dipnot-4 “(Yalnızca) Sana.” Fatiha Sûresi, 1:4.
Dipnot-5 “Ve yalnızca senden yardım dileriz.” Fatiha Sûresi, 1:5.
[/NOT]
arş: Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin ve her şeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yerazamet: büyüklük, yücelik
beyan: açıklama, anlatımbilhassa: özellikle
cemaat: topluluk, grupcihet: şekil, yön
eda etmek: yerine getirmekehem: en önemli
ehl-i tevhid: Allah’ın birliğine ve her şeyin Ona ait olduğuna iman edenlerfâil: bir fiilin ifade ettiği iş, oluş ve hareketi yapan, özne
hikmet: amaç, gayehâcat: ihtiyaçlar
iane: yardımihlâs: ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
ihtar: hatırlatma, ikazihtiva etmek: içine almak, kapsamak
illet: asıl sebep, maksatincirar etme: neticelenme, gidip bağlanma
itibar: özellikkudret: Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmevcudat: varlıklar, var edilenler
muhabbet: sevgimuttasıf olmak: vasıflandırılmak, nitelendirilmek
mâkabli: önceki, öncesimüstehak: hak etmiş, lâyık
müstetir: gizli, örtülürâci: ait, dönük
sâcid ve âbid: secde edip kulluk etmetakdim: öne geçirme, öne alma
tefsir: açıklama, yorumlamatevfik: başarı, yardım
tâbi olmak: bağlı olma, uymakvech-i nazm: tertip, diziliş yönü
vikaye etmek: korumakvücud: beden
zamir: gr. ismin yerini tutan kelimezamir-i hitap: hitap zamiri; “sana” anlamında Cenâb-ı Hakka dönen “ke” zamiri
zerrât: zerreler; hücreler, atomlarâzâ: uzuvlar, organlar
şeriat: Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyetşeriat-ı fıtriye-i kübrâ: Allah’ın yaratılışa koyduğu ve bütün varlıkların tabi olduğu büyük kanunlar
şükr-ü örfî: Allah’a olan şükür duygusunu bildirme; Ona hamd ve şükür ile medihlerini bildirerek övmeاِيَّاكَ: (bk. n-ḥ-v

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 44


Birincisi, hitap ve huzurdaki lezzetin arttırılmasına;
İkincisi, ayân makamının burhan makamından daha yüksek olduğuna;Üçüncüsü, huzurda sıdk olup kizbin ihtimali olmadığına;Dördüncüsü, ibadetle istianenin ayrı ve müstakil maksatlar olduklarına işarettir.

Bu iki fiili birbiriyle bağlayan münasebet, ücretle hizmet arasındaki münasebettir. Zira ibadet, abdin Allah’a karşı bir hizmetidir. İane de, o hizmete karşı bir ücret gibidir. Veya mukaddeme ile maksud arasındaki alâkadır. Çünkü iane ve tevfik, ibadete mukaddemedir.


اِيَّاكَ
blank.gif
1
kelimesinin takdiminden doğan hasr, abdin, Cenâb-ı Hakka karşı yaptığı ibadet ve hizmetle, vesait ve esbaba olan tezellülden kurtuluşuna, işarettir. Lâkin, esbabı tamamen ihmal ve terk etmek iyi değildir. Çünkü, o zaman Cenâb-ı Hakkın hikmet ve meşietiyle kâinatta vaz edilen nizama karşı bir temerrüd çıkar.


Evet, daire-i esbabda iken tevekkül etmek, bir nevi tembellik ve atalettir.

﴿ اِهْدِنَا
blank.gif
2
Hidayeti talep etmekle ianeyi istemek arasında ne münasebet vardır?


Evet, biri sual, diğeri cevap olduklarından birbiriyle bağlanılmıştır. Şöyle ki:

نَسْتَعِينُ
blank.gif
3
ile iane talep edilirken makam iktizasıyla “Ne istiyorsun?” diye varid olan mukadder sual, اِهْدِنَا
blank.gif
4
ile cevaplandırılmıştır. اِهْدِنَا ile istenilen




[NOT]Dipnot-1 “(Sadece) sana.” Fatiha Sûresi, 1:4.
Dipnot-2 “Bizi hidayete ulaştır.” Fatiha Sûresi, 1:6.
Dipnot-3 “Yardım dileriz.” Fatiha Sûresi, 1:4.
Dipnot-4 “Bizi hidayete ulaştır.” Fatiha Sûresi, 1:6.
[/NOT]

Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, sonsuz şeref ve azamet sahibi yüce Allahabd: kul
atalet: çalışmamazlık, tembellikayân makamı: muhatabı gözle görme makamı, derecesi
burhan makamı: sağlam ve kesin delillerle ispat makamıdaire-i esbab: sebepler dairesi
esbab: sebeplerhasr: sınırlandırma, ait kılma; bir hükmün yalnızca bir şeye, veya bir zâta verilmesi
hidayet: doğru ve hak olan yolu arama ve ona girme; İslâmiyethikmet: amaç, gaye; Cenâb-ı Hakkın her şeyi belirli gaye ve faydalara yönelik olarak olması gereken yer zaman ve keyfiyette düzenleme ve sevk etme sıfatı
hitap ve huzur: Cenâb-ı Hakkın huzurunda olma ve Ona doğrudan hitap etmehuzur: Cenâb-ı Hakkın huzurunda ve gözetimi altında bulunma
iane: yardımiktiza: gerektirme
istiâne: yardım dilemekizb: yalan
kâinat: evren, bütün yaratılmışlarmaksud: maksat, hedef, sonuç
meşiet: irade, dileme, istekmukaddeme: başlangıç, hazırlık, giriş
mukadder: gr. bir ifadede lâfız olarak söylenmediği hâlde gizli olarak kastedilen mânâ; meselâ bazı âyetlerin başında “Ey Muhammed kullarıma de ki” mânâsı gizli olarak vardırmünasebet: bağlantı, ilişki
müstakil: bağımsız, başlı başınanevi: çeşit, tür
nizam: düzen, kanun, sistemsıdk: doğruluk
takdim: öne alma, öne geçirmetemerrüd: inat etme, karşı çıkma, isyan etme
tevekkül etmek: Allah’a dayanmak, güvenmek; burada fiili duayı yapmadan, sebepler dünyasının kanunlarına uymadan Allah’a tevekkül kastediliyortevfik: başarı; hedefe varma
tezellül: alçalma, kendisini küçük düşürmevaz etmek: koymak, yerleştirmek
vesait: vesileler, sebepler, vasıtalarvârid olmak: meydana gelmek
اِيَّاكَ: (bk. n-ḥ-v

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 45


şeylerin ayrı ayrı ve müteaddit olması اِهْدِنَا mânâsının da ayrı ayrı ve müteaddit olmasını icap eder. Sanki اِهْدِنَا dört masdardan müştakdır. Meselâ, bir mü’min hidayeti isterse, اِهْدِنَا sebat ve devam mânâsını ifade eder. Zengin olan isterse, ziyade mânâsını, fakir olan isterse i’tâ mânâsını, zayıf olan isterse iane ve tevfik mânasını ifade eder.

Ve keza, “Her şeyi halk ve hidayet etmiştir.” mânâsında bulunan وَخَلَقَ كُلَّ شَىْءٍ وَهَدٰى
blank.gif
1
hükmünce, zâhirî ve bâtınî duygular, âfâkî ve hâricî deliller, enfüsî ve dahilî burhanlar, peygamberlerin irsaliyle, kitapların inzali gibi vasıtalar itibarıyla da hidayetin mânâsı taaddüt eder.


İhtar:
En büyük hidayet, hicabın kaldırılmasıyla hakkı hak, bâtılı bâtıl göstermektir.


اَللّٰهُمَّ اَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اِتِّباَعَهُ وَ اَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَارْزُقْنَا اِجْتِنَابَهُ اٰمِينَ
blank.gif
2


﴿
اَلصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ
blank.gif
3
Sırat-ı müstakim şecaat, iffet, hikmetin mezcinden ve hülâsasından hasıl olan adl ve adalete işarettir. Şöyle ki:


Tagayyür, inkılâp ve felâketlere mâruz ve muhtaç şu insan bedeninde iskân edilen ruhun yaşayabilmesi için üç kuvvet ihdas edilmiştir. Bu kuvvetlerin,


[NOT]Dipnot-1 Her şeyi yarattı ve ona doğru yolu gösterdi.
Dipnot-2 Allah’ım bize hakkı hak olarak gösterip onun ittibâıyla, bâtılı da batıl olarak gösterip onun içtinabıyla rızıklandır.
Dipnot-3 “En doğru ve istikametli yol.” Fatiha Sûresi, 1:6.
[/NOT]

adl: adalet
burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil
bâtıl: gerçek dışıbâtınî: içe ait
dahilî: içe aitenfüsî: iç dünyaya ait
hak: doğru, gerçekhalk: yaratma
haricî: dışa aithasıl olmak: ortaya çıkmak, meydana gelmek
hicap: örtü, perde hidayet: doğru ve hak olan yolu göstermek, İslâmiyet
hikmet: fayda ve maksada uygun olarak akıl duygusunun yerli yerinde kullanılması; hakkı hak bilip uymak, batılı batıl bilip kaçınmakhülâsa: kısaca, özet
iane: yardımicap etmek: gerektirmek
iffet: şehvet duygusunun, dinen haram olan şeylerden uzak olması ve yalnızca helâl olan şeylerde kullanılmasıihdas: icat etme, yaratma
ihtar: hatırlatma, ikaz inkılâb: değişme, dönüşme
inzal: indirmeirsal: gönderme
iskân: yerleştirme, oturtmaitibarıyla: bakımından, özelliğiyle
i’tâ: verme, ihsan etmekeza: aynı şekilde
masdar: gr. şahıs ve zaman göstermeyen, ancak olumlu veya olumsuz bir fiil ve oluşa delâlet eden kelime, daima yalın halde olup bütün fiil ve türevler kendinden doğar; kaynak kelimemezc: karışma, bütünleşme
mâruz: tesirinde kalma, uğramamüteaddit: bir çok, çeşitli
müştak: türemiş, türevmü’min: iman etmiş, Allah’tan gelen herşeye inanan
sebat: sabit olmasırât-ı müstakîm: dinin belirlediği dosdoğru yol; adalet
taaddüt etmek: çoğalmak, birden fazla olmaktagayyür: değişim, değişme
tevfik: yardım, başarıziyade: fazla, çokluk
zâhirî: açık, görünürdekiâfâkî: dış dünyaya ait
şecaat: yiğitlik, cesurluk; gazap (kızma) duygusunun zulüm ve korkaklıktan uzak olarak yerli yerinde kullanılması

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 46


Birincisi, menfaatleri celp ve cezb için kuvve-i şeheviye-i behimiye,
İkincisi, zararlı şeyleri def için kuvve-i sebuiye-i gadabiye,

Üçüncüsü, nef’ ve zararı, iyi ve kötüyü birbirinden temyiz için kuvve-i akliye‑i melekiyedir.

Lâkin, insandaki bu kuvvetlere, şeriatça bir had ve bir nihayet tayin edilmişse de, fıtraten tayin edilmemiş olduğundan, bu kuvvetlerin herbirisi, tefrit, vasat, ifrat namıyla üç mertebeye ayrılırlar.


Meselâ,kuvve-i şeheviyenin tefrit mertebesi humuddur ki, ne helâle ve ne de harama şehveti, iştihası yoktur. İfrat mertebesi fücurdur ki, namusları ve ırzları pâyimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise iffettir ki, helâline şehveti var, harama yoktur.

İhtar: Kuvve-i şeheviyenin yemek, içmek, uyumak ve konuşmak gibi füruatında da bu üç mertebe mevcuttur.

Ve keza, kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi, cebanettir ki korkulmayan şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi tehevvürdür ki, ne maddî ve ne mânevî hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdadlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür. Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder, meşru olmayan şeylere karışmaz.

İhtar: Bu kuvve-i gadabiyenin füruatında da şu üç mertebenin yeri vardır.

Ve keza, kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi gabâvettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki, hakkı bâtıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya malik olur. Vasat mertebesi ise hikmettir ki, hakkı hak bilir, imtisal eder; bâtılı bâtıl bilir, içtinap eder.



bâtıl: hak olmayan, gerçek dışı, yalancebânet: korkaklık, aşırı ürkeklik
celp: çekmecerbeze: akıl ve zekâyı doğruyu yanlış, yanlışı doğru gösterecek şekilde kullanma
cezb: çekmedef: uzaklaştırma, ortadan kaldırma
fücûr: zina ve yalan gibi günah işleme füruat: şubeler, dallar
fıtraten: yaratılış itibarıylagabavet: ahmaklık, anlayışsızlık
had: sınırhak: doğru, gerçek
hikmet: fayda ve maksada uygun olarak akıl duygusunun yerli yerinde kullanılması; hakkı hak bilip uymak, batılı batıl bilip kaçınmakhukuk-u diniye ve dünyeviye: dinî ve dünyevî haklar
humud: şehvet duygusunun körelmesi; helâle de, harama da istek duymamaiffet: şehvet duygusunun, haramdan uzak hâli ve yalnızca helâli için kullanılması
ifrat: aşırılık, ileri gitme, haddi aşmaihtar: hatırlatma, ikaz
imtisal: emre uyma, boyun eğmeistibdad: baskı, zulüm
içtinap: çekinme, sakınmaiştiha: iştah, arzu ve istek
kezâ: bunun gibikuvve-i akliye: akıl duygusu
kuvve-i akliye-i melekiye: akıl ve meleke kabiliyeti, tecrübeli akıl duygusukuvve-i gadabiye: öfke duygusu
kuvve-i sebuiye-i gadabiye: parçalayıcı, yırtıcı gazap, öfke duygusukuvve-i şeheviye: şehvet gücü, duygusu
kuvve-i şeheviye-i behimiye: hayvanî şehvet gücü, duygusulâkin: ancak, ama
mahsul: ürün, neticemertebe: derece
mevcud: varmeşru: kanunî, yasal; helâl, dine uygun
mâlik: sahipnam: ad
nass: metin; te’vil ve yorum kabul etmeyecek şekilde açık ve kesin hüküm ifade eden âyet veya hadisnef’: fayda
nehyetme: yasaklamanihayet: son
pâyimal etmek: ayak altına almak, mahvetmeksair: diğer
tahakküm: baskı, zorbalıktayin etmek: belirlemek
tefrit: tersine aşırılık, normalden aşağı olmatehevvür: sonunu düşünmeden öfkeyle davranma
temyiz: ayırt etmevasat: orta yol, denge, adalet
şecaat: yiğitlik, cesaretşeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî hükümlerin hepsi, İslâmiyet

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 47


وَمَنْ يُؤْتَ الْحِكْمَةَ فَقَدْ اُوتِىَ خَيْرًا كَثِيرًا
blank.gif
1


İhtar: Bu kuvvetin şu üç mertebeye inkısamı gibi, füruatı da o üç mertebeyi hâvidir. Meselâ, halk-ı ef’al meselesinde Cebr mezhebi ifrattır ki, bütün bütün insanı mahrum eder. İtizal mezhebi de tefrittir ki, tesiri insana verir. Ehl-i Sünnet mezhebi vasattır. Çünkü bu mezhep, beyne-beynedir ki, o fiillerin bidayetini irade-i cüz’iyeye, nihayetini irade-i külliyeye veriyor.


Ve keza, itikadda da tatil ifrattır, teşbih tefrittir, tevhid vasattır.

Hülâsa: Şu dokuz mertebenin altısı zulümdür, üçü adl ve adalettir. Sırat-ı müstakimden murad, şu üç mertebedir.

﴿ صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
blank.gif
2
Kur’ân’ın inci gibi lâfızlarının dizilmesi bir hayta, bir çeşide, bir nakşa münhasır değildir. Belki, zuhurca, hafâca, yakınlıkça, uzaklıkça mütefavit çok tenasüplerden hasıl olan pek çok nakışlar üzerine dizilmişlerdir, nazmedilmişlerdir. Zaten i’câzın esası, ihtisardan sonra ancak böyle nakışlardadır.


Evet, صِرَاطَ الَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ ile mâkablindeki herbir kelime arasında bir münasebet vardır.

Meselâ, اَلْحَمْدُ ِللهِ
blank.gif
3
ile münasebeti vardır; çünkü nimet, hamde delil ve karinedir. رَبِّ الْعَالَمِينَ
blank.gif
4
ile münasebettardır. Çünkü, terbiyenin kemâli, nimetlerin




[NOT]Dipnot-1 “Kime hikmet verilmişse işte ona pek çok hayır verilmiştir.” Bakara Sûresi, 2:269.
Dipnot-2 “Nimet ve lütfuna mazhar ettiklerinin yoluna…” Fatiha Sûresi, 1:7..
Dipnot-3 “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü Allah’a mahsustur.” Fatiha Sûresi, 1:2.
Dipnot-4 “Bütün âlemlerin Rabbi; Her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye eden; tedbir, tasarruf ve egemenliği altında bulunduran Allah.” Fatiha Sûresi, 1:2.
[/NOT]


Cebr mezhebi: (bk. bilgiler – Cebriye)Ehl-i Sünnet: (bk. bilgiler – Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat)
adl: adaletbeyne-beyne: ikisinin arası, ortası
bidayet: başlangıç füruat: şubeler, kısımlar
hafâca: gizli ve örtülü mânâsı itibarıylahalk-ı ef’âl: fiillerin halk edilmesi, yaratılması
hamd: övgü, şükür ve minnet duymahasıl olmak: meydana gelmek
hayt: bağ, iphâvi: ihtiva eden, içine alan
hülâsa: kısaca, özetifrat: aşırılık, ileri gitme, haddi aşma
ihtar: hatırlatma, ikazihtisar: kısaltma, özetleme
inkısam: bölünme, kısımlara ayrılmairade-i cüz’iye: insanın elindeki çok az seçme gücü
irade-i külliye: her şeyi kuşatan irade, Allah’ın iradesiitikad: inanç
i’câz: mu’cize oluş; bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstülükkarine: delil
kemâl: mükemmellik, olgunlukkezâ: bunun gibi
lâfız: söz, kelimemezheb: yol, usûl
murad: irade edilen, istenenmâkabli: öncesi
münasebet: bağlantı, ilişkimünasebettar: alâkalı, ilgili
münhasır: ait, mahsus, sınırlımütefavit: farklı
nakış: işleme, dokumanazmetme: dizme, tertip edip düzenleme; Kur'ân-ı Kerîmin Allah Teâlâ tarafından dizilen mübârek sözleri, ifadeleri
nihayet: sonsırat-ı müstakim: dosdoğru, istikametli yol
ta’til: Cenâb-ı Hakkın sıfat ve isimlerini kabul etmeme, reddetmetefrit: tersine aşırılık, normalden aşağı olma
tenasüp: uygunluk, uyumtesir: etki
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanmateşbih: Cenâb-ı Hakkı yaratıklara benzetme, maddi olarak tasavvur etme
vasat: orta; denge, adaletzuhurca: açık mânâsı itibarıyla
İtizal: Mu’tezile, “Kul kendi fiilinin yaratıcısıdır” iddiasında olan ehl-i sünnet dışı bir mezhep

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 48


tevâli ve teâkubu ile olur. اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
blank.gif
1
ile alâkadardır; çünkü اَلَّذِينَ
blank.gif
2
’den irade edilen “enbiya, şüheda, suleha, ulema” rahmettirler. مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ
blank.gif
3
ile alâkası vardır; çünkü, nimet-i kâmile, ancak dindir. نَعْبُدُ
blank.gif
4
ile alâkası var; çünkü ibadette imamlar bunlardır. نَسْتَعِينُ
blank.gif
5
ile var; çünkü, tevfike ve ianeye mazhar bunlardır. اِهْدِنَا
blank.gif
6
ile var; çünkü hidayette muktedâbih onlardır.


صِراَطَ الْمُسْتَقِيمَ
blank.gif
7
ile vardır; çünkü doğru yol ancak onların mesleğidir.


طَرِيقْ
blank.gif
8
veya سَبِيلْ
blank.gif
9
kelimelerine صِرَاطْ
blank.gif
10
kelimesinin tercihi, mesleklerinin etrafı mahdut ve işlek bir cadde olduğuna ve o caddeye girenlerin bir daha çıkmamalarına işarettir.

Mahut ve malûm olan şeylerde kullanılması usul ittihaz edilen esmâ-i mevsûleden اَلَّذِينَ tabiri, onların zulümat-ı beşeriye içinde elmas gibi parladıklarına işarettir ki, onları taharrî ve talep etmeye ve aramaya lüzum yoktur. Onlar, herkesin gözü önünde hazır olduklarını temin eden bir ulüvv-ü şâna maliktirler.

Cem’ sîgasıyla اَلَّذِينَ ’nin zikri, onlara iktida ve tâbi olmak imkânının mevcudiyetine


[NOT]Dipnot-1 “Kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah.” Fatiha Sûresi, 1:3.
Dipnot-2 O kimseler ki (bk. n-ḥ-v: İsm-i mevsûl).
Dipnot-3 “Hesap gününün yegane sahibi, yöneticisi ve hakimi olan Allah.” Fatiha Sûresi, 1:4.
Dipnot-4 “İbadet ederiz.” Fatiha Sûresi, 1:5.
Dipnot-5 “Yardım dileriz.” Fatiha Sûresi, 1:5.
Dipnot-6 “Bizi hidayet yoluna ulaştır.” Fatiha Sûresi, 1:6.
Dipnot-7 En doğru ve istikametli yol.
Dipnot-8 Yol.
Dipnot-9 Geniş yol.
Dipnot-10 Sınırları çizilmiş ve belirlenmiş yol.
[/NOT]

alâka: bağlantı
alâkadar: ilgili, alâkalı
cem’ sîgası: gr. çoğul kipienbiya: nebiler, peygamberler
esmâ-i mevsûle: mânâsı kapalı isimler; yalnız başına müstakil bir mânâ taşımayan ancak kendinden sonra gelen cümle ile (sıla cümlesi) birlikte bir mânâ içeren isimler, ellezîne gibihidayet: doğru ve hak olan yola girme; İslâmiyet
iane: yardımiktida: uyma
irade etme: isteme, kastetmeittihaz etmek: edinmek, kabullenmek
mahdut: sınırlanmış, sınırlımahut: belli olan
malûm: bilinen, bellimazhar: erişme, kavuşma
muktedâbih: iktida edilen, uyulanmâlik: sahip
nimet-i kâmile: noksansız, eksiksiz tam bir nimet ve lütufrahmet: İlâhî şefkat, merhamet ve ihsan
suleha: salih kimseler, Allah’ın sevgili kullarıtabir: ifade
taharrî: araştırma, aramatemin etmek: güvence verme, garanti etme
tevfik: başarı, yardımtevâli: devam etme, peşpeşe gelme
teâkub: birbirini takip etme, izlemetâbi olmak: izleme, takip etme, uymak
ulema: âimlerulüvv-ü şân: şanı yüce, şerefi büyük
zulümat-ı beşeriye: insanlığın zulümleri, karanlıklarışüheda: şehitler, Allah yolunda ölenler

 

Huseyni

Müdavim
Cevap: Fatiha Sûresi - Sayfa: 49


ve onların mesleklerinde butlan olmadığına işarettir. Çünkü, ferdî olmayan bir meslekte tevatür vardır; tevatürde butlan yoktur.

Mâzi sîgasıyla اَنْعَمْتَ
blank.gif
1
’nin zikri, tekrar nimeti talep etmeye bir vesile olduğuna ve Allah’a râci olan zamiri de bir yardımcı ve bir şefaatçi vazifesini gördüğüne işarettir. Yani, “Ey Rabbim! Madem ki in’am senin fiilindir ve evvelce de in’âmı yapmışsın; istihkakım olmadığı halde in’âmı tekrarlamak, Senin şe’nindir.”

عَلَيْهِمْ
blank.gif
2
’deki عَلَى
blank.gif
3
enbiyaya yükletilen risalet ve teklif yükünün pek ağır olduğuna ve sahraları faidelendirmek için yağmur, kar ve fırtınaların şedaidine mâruz kalan yüksek dağlar gibi, peygamberlerin de ümmetlerini feyizlendirmek için risalet zahmetlerine mâruz kaldıklarına işarettir.

İhtar: Başka bir surede zikredilen
فَاُولٰۤئِكَ مَعَ الَّذِينَ اَنْعَمَ اللهُ عَلَيْهِمْ مِنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاۤءِ وَالصَّالِحِينَ
blank.gif
4
olan âyet-i kerime, buradaki اَلَّذِينَ اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
blank.gif
5
âyet-i celilesini beyan eder. Zaten Kur’ân’ın bir kısmı, bir kısmını tefsir eder.


S - Peygamberlerin meslekleri birbirine uymadığı gibi, ibadetleri de birbirine muhaliftir. Bunun esbabı nedir?

C - İtikad ve amelde, usûl ve ahkâm-ı esasiyede peygamberlerin hepsi daimdirler, sabittirler, müttehittirler. İhtilâf ve tefavütleri, ancak füruattadır. Zaten zamanların tebeddülüyle füruatın da tebeddül ve tegayyürü tabiî birşeydir.




[NOT]Dipnot-1 “Nimet verdin.” Fatiha Sûresi, 1:7.
Dipnot-2 Onların üzerine.
Dipnot-3 …üzerine (bk. n-ḥ-v: Cer harfleri).
Dipnot-4 “İşte onlar, Allah’ın kendilerine pek büyük nimetler bağışladığı peygamberler, sıddıklar, şehidler ve salih kimselerle beraberdirler.” Nisâ Sûresi, 4:69.
Dipnot-5 “Nimet ve lütfuna mazhar ettiğin kimseler...” Fatiha Sûresi, 1:7.
[/NOT]


ahkâm-ı esasiye: temel esaslar, prensipleramel: dinin emirlerini yerine getirme
beyan etmek: açıklamakbutlan: batıl olma, yalan, gerçek dışılık
enbiya: nebiler, peygamberleresbab: sebepler
ferdî: kişisel, şahsîfeyizlendirmek: bereketlendirmek
füruat: şubeler, dallarihtar: hatırlatma, ikaz
ihtilâf: farklılıkin’am: nimet verme
istihkak: lâyık olma, hak etmeitikad: inanç
mevcudiyet: var olmamuhalif: aykırı, zıt
mâruz kalma: tesirinde kalma, uğramamâzi sigası: gr. geçmiş zaman kalıbı, kipi
müttehit: ittifak halinde olma, aynı görüşte birleşmerisalet: elçilik, peygamberlik
râci: ait, dönüksahra: çöl
tabiî: doğaltebeddül: başkalaşma, değişme
tefavüt: farklı olma, farklılık göstermetefsir etmek: açıklamak, yorumlamak
tegayyür: değişme teklif: yükümlü tutma
tevatür: yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluğun bir hadisi veya haberi aktarması usul: temel prensipler
zamir: gr. ismin yerini tutan kelimeâyet-i kerime: şerefli âyet, Kur’ân’ın herbir cümlesi
âyet-ı celîle: yüce âyetümmet: Peygambere inanıp onun yolundan gidenler
şedaid: şiddetli haller, zorluklar, sıkıntılarşefaatçi: günahların bağışlanması için vesile olan, Allah’ın izniyle aracı olan
şe’n: özellik, durum, hal

 
Üst