Adiyat suresi ve düşündürdükleri

kasif1

Well-known member
Ayetleri, biri kişisel ruh yapısı ve güçleri açısından, diğeri de cemaat ve millet olma açısından, iki ana bakış açısıyla irdelemek istiyoruz. Önce ilk beş ayeti bütünlük içinde ele almaya çalışacağız. Bu ayetler arasındaki "Fe" harfleri, birbirini takip etme anlamında konu bütünlüğünü ifade etmektedir.

Ayetler, Müfessirlerin öteden beri anladığı at koşuşturmaları, gazi naraları ve savaş meydanlarına yapılan akınlardan bahsetmiyor denemez. Aynı şekilde Zariyat süresinin ilk beş ayetinde de meleklerin nezaretindeki rüzgarlar ve etkileri işlenmiştir. Bununla beraber esas manaların sadece bunlardan ibaret olduğu da söylenemez. Söz konusu yorumlar, ayetlerin tefsir edildiği zamana uygun düşen yorumlardır.

Tıpkı günümüzde yapılan her yorumun, zamanımızın anlayışına uygun gelmesi gibi. Şu an yapılan açıklamalar nasıl gelecekte yapılacak bütün yorumları sınırlayamaz donduramazsa, geçmişte yapılan yorumlar da herhalde bugün yapılan yorumlara engel teşkil etmemelidir.

Zariyat süresinin ilk beş ayeti ile, bu Adiyat süresinin ilk beş ayeti arasında ilginç bir benzerlik ve örtüşme söz konusudur.

Bir "At" veya bir "Atom" ile bir insan ve toplum anlatılır mı?..

Farklı ayetlerde benzer teşbih, istiare ve mecazları görmekteyiz. Sözgelimi bir "Ağaç" ile insanın güzel veya çirkin söz söylemesi anlatılmaktadır(14/24-26), Kur'an'da, insanın inanç, duygu, düşünce ve davranışları rapor edilirken "Kelp" (7/176), merkep (62/5), örümcek (29/41), kütük (63/4) gibi kavramlar zikredilir. Peygamberimiz de insanı hurma ağacına benzetmiştir.

"Küheylan" kelimesi günümüzde, küresel boyutlarda, adanmışlık içinde, şevk ve muhabbetle, harıl harıl, çatlarcasına koşuşturup duran genç nesil için bir sembol haline gelmiştir diyebiliriz.

1-Yemin olsun!...O nefes nefese-harıl harıl koşuşturup duranlara

( Zariyat -1: Tozutup savuranlara...Atomda elektronlar, çekirdeğin etrafında hayal edemeyeceğimiz bir hızda bir at, bir insan gibi koşuşturup dururlar. Mesela Müslüman vakar ve istikrarı içinde Hidrojen atomunda, 2000 kilometreyi bulan bu sürat , bir anarşi tufanı durumunda uranyum da 50 bin kilometreye çıkar. Bu tozu dumana katma aynı zamanda Samanyolu gibi neblülozlarda ve sistemlerde de gerçekleşmektedir…
(Bknz: İman Dünyası)

a-İnsan, Ruhuna ermek, özündeki benlik yapısına kavuşmak için büyük bir heyecanla varlık koşusuna katılmıştır. "Ben!" diyerek start almış, soluk soluğa geçtiği yollarda onu var eden Yaratıcısı hakkında bilgiler toplamış, gerçek görevini ve hedefini kavrayarak Fıtrat yapısını gerçek varlık kimliği ne, "Aidiyet kişiliğine" dönüştürmüştür. İnsan öncelikle Esma'nın ruhunu ruhuna sindirmiş sonra eşyanın isimleriyle donanmıştır.

Bu, Ruh planında böyle olduğu gibi, maddi planda da, hem atomda hem de hücrede telaşlı bir koşuşturmanın cereyan ettiğini görebiliriz. Yukarda ele aldığımız atomda olduğu gibi, bir damla su içinde binlerce hücre de aynı koşuşturma içinde, varlık yarışına katılır (86/5-6) ve zorlu bu mikro maraton sonunda, sadece birinin varlık havuzuna düşmesiyle insanın, embriyolojik yapısıyla dünya serüveni başlamış olur.

İnsanlar, olimpiyatlarda fiziksel koşular ve madalya törenleri düzenledikleri kadar, Ruh ve Benlik koşuları da düzenleyip, insanımızı nefes nefese koştursalardı, "Sadr"larını madalyalarla donatsalardı da, hayat yolunda karşılaştıkları problemler karşısında nefessiz, psikolojik rahatsızlıklar karşısın da çaresiz bırakmasalardı!..

b-Bireysel planda, başta -deyim yerindeyse- Mirac baş maratoncusu kainatın Efendisi olmak üzere bütün Peygamberler, hayat larının tamamın da, Hakk yolunda koşturan baş modeller olmuşlardır. Hz.Nuh'un 950 yıllık Tebliğ maratonu uzun zaman açısın dan tek örnektir.

Her Peygamber dur durak bilmeden, her türlü eza ve cefaya katlanarak, hayatları boyu koşturmuş, iki-üç kişiden ibaret de olsa cemaatlerini oluşturmuşlardır. Peygamberimiz de bir kadın bir çocuk bir köle bir yaşlıyla başlayarak oluşturduğu cemaatine, her olumsuzluğa rağmen 23 yıl boyunca kendisiyle beraber soluk soluğa hizmet ettirmiş, 70 binleri bulan bir Sahabe kitlesini ümmetine miras bırakarak gitmiştir.

Peygamberimizden aldıkları hız ve rüzgarla bu aksiyon ve hamle ruhu, Dört Halife, Emevî ve Abbasî dönemlerinde de sürmüş, Endülüs Medeniyeti kurulmuş, Söğüt dalından havalanan kelebek, batıya uçmuş, üç kıtaya açılan kulvarlarda harıl harıl koşturan atlar, 5-6 asırlık Osmanlı medeniyetin simgeleri olmuştur.

Günümüzde at, hipodromların kem talihlisi, sirklerin eğlence figüranı, servet değerleriyle mezatların argümanı haline dönüş müş fakat şanlı yerini, harıl harıl motor-otomobil sesleriyle, oradan oraya koşturan, koşturacak yer soluklayan, millet gönüllüsü güzel in sanların araçlarına bırakmıştır.

Her tekevvünde sâbikûn-ı Evvelûn, turnikeye ilk girenler vardır.

Hamûle ağır, omuz azdır.

Kulaklar sağır, atmosfer pek ayazdır.

Üç beş yürek avazda"

Nafile! omuz veren çok azdır.

"Kimse yok mu?" Sesine cevap verecek, makas gibi kollarını gerecek,

"Ben!" diye velvele verecek tek fert yoktur.

Ama "Biz!" diyerek gerçek bir toplum benliği oluşturma yolunda, sokak taşlarını aşındıran, küheylân gibi koşturan, köşe bucak temiz bir nâsiye ve ışıktan bir mekan arayan bu, bir avuç Nurdan İnsan vardır. Ve onlar, ikinci yapılanmanın baş mimarlarıdır.

Bu kendilerine yemin edilen topluluk, "Allah'a ve Ahirete inanırlar, iyiliği tavsiye eder, kötülükten de uzak tutmaya çalışırlar, hayır olan her iş için koşturur dururlar; işte bunlar Salih, iyi kişilerdir" (3/114). "Bu Salih kişiler ne güzel dost ve arkadaştırlar!" (4/69).

Neden bu Salihler topluluğundan olmak için yüreğimiz çarpmasın! (5/84)."Rabbim! Beni Müslüman olarak öldür ve beni bu Salihler topluluğu içine kat!" (12/101) duası dilimizde vird-i zeban olmasın!..Ve "İman edip güzel işler yapanları, halkın en hayırlıları olan (98/7) bu Salihler topluluğu içine katarız!"(29/9) ilahî kelamı gönlümü coşturmasın!..Coşturup da bizi de onlarla beraber nefes nefese koşturmasın!..

Hiç Allah, harıl harıl koşan atlara yemin eder de, gönüllere adını uçuran, uçan kuşlarla yarışan, küheylan gibi ışıklaşan, ışık olup zamanla yarışan, O Atların bu Süvarilerine yemin etmez mi?..

2-Ateş çıkaranlara

(Zariyat-2: Ağır yük taşıyanlara...Atomdaki çekirdek içinde bulunan proton, elektrona nispetle 1836 kez ağır dönmektedir. Onlar elektronlar gibi bağımsız ve adeta sorumsuz değillerdir. Çekirdeğin nizamına uyum içinde son derece ağır ve sorumluluk isteyen bir görev yaparlar. Ateşten ağır bir yük taşırlar. Bilindiği gibi atom çekirdeği zorla parçalanırsa, ya da (güneşte olduğu gibi) iki atom çekirdeği zorla izdivaç ettirilirse ortaya büyük bir nükleer enerji ve ağır ateş çıkmaktadır. Bize öyle geliyor ki, atomun kalbi sayılan çekirdek içindeki ağır ateş yükü taşıyan proton gibi, insan kalbinin içinde azab ateşi taşıyan vicdan, insan varlığı içinde en hassas ve en ağır yükü taşıyan öz bir mekanizma olarak ortaya çıkmaktadır).

a-İnsanın benlik savaşlarında en büyük hasmı, ateş yapısıyla, şeytandır ki, Allah'a karşı yeminle söylediği gibi, kendisiyle beraber cehenneme sürüklemek için, her an insan ruhunun bir köşesini kundaklamak, Ebu Leheb ve karısı gibi elinde ateşle bekleyip yangına vermek ister.

İnsan için en büyük handikap, çıra gibi her an alevlenmeye hazır bir nefis ve ateşler saçan yüksek gerilim hattı gibi bir sinir sistemi yapısına sahip olmasıdır. Nitekim şeytan da bunun bilincindedir ve sürekli bu cephelerden ateş açmaktadır.

İnsan melekle müttefik olmalıdır. Çünkü melekler, şeytanları bertaraf edecek ateş gücüne sahiptirler. Ortalığı ateşe verecek özel bilgileri toplamak için gök yüzüne yükselip kulak hırsızlığı yapan şeytanların üzerine, ateşten toplar gönderir onları yakarlar.

Böyle nura sığınan insan, bedende ateş yapan mikroplar gibi ruha kor sıçratan günahlardan arındığında, adeta nur kesilir, nur yansıtan bir simaya ve benliğe sahip olur. Ateşe karşı ateş kesilir ve şeytana şöyle der: "Ateş olsan cirmin kadar yer yakarsın! Hoş onu bile yakamazsın!..Çünkü nâr- sın nûra zarar dokunduramazsın!..Benim çıkardığım nûr ateşi senin nâr ateşini söndürür, bana hiçbir şey yapamazsın!"

Nur kesilmiş, nur gibi ağır bir yükü taşıyan alevlenmiş hassas vicdanlar, sanki bir sevda ateşiyle yanıp tutuşmakta, enerji bedenleri adeta alev saçmakta, taşıdıkları nur ışıkları simalarına yansımaktadır!...

b-Dört nala koşan atların birbirine çarpan nalları, çakmak taşı gibi kıvılcımlar sıçratır. Atomlar çarpışır ateşler taşır. Küheylan kesilmiş çağımızın, Hz.Musa'nın Yed-i Beyzâsı gibi ışık elli insanları da dokundukları gönülleri tutuşturmakta; her evde, beldede, şehirde, ülkede bir ocak tüttürmektedirler. Onların beyinleri de adeta, vicdanları gibi, milletlerinin ve insanlığın dertleriyle dolmuş, yığılan bulutların yağmuru gibi gözleri dolmuş, ateşlere düşen nesiller adına, itfaiye memurları gibi ateşlere düşmüş, düşüncelerine hafakan şimşekleri üşüşür olmuştur.

3-Sabahleyin akın edenlere ki,

(Zariyat-3: Kolayca akıp-süzülüp yürüyenlere...Nötron çekirdek tarafından çekilince, zincirleme reaksiyonlar meydana getirir, müthiş bin enerji yüklenerek, ışık hızına yakın bir hız kazanır. Bu etki gücüyle 30 cm. kalınlığındaki bir kurşun duvarı rahatlıkla delip geçebilir. Mümin hep yürür, şey tan ve nefis duvarlarını yıkar, beden engelini aşar, esaret zincirlerini kırar, şefkat ve muhabbet enerjisiyle ürettiği terleriyle ıslattığı avuçlarının içinde ka fes de mirlerini eritir, parçalar. Geçidi olmayan, derin sularla dolan, çöller kıtalar da olsa, su gibi , dağların ve bulutların engelleyemediği ışık gibi, bütün ruhlara sızar, dalar, akar gider, sessiz akın eder).

a-İnsanın gündüzü devirip geceye doğru yaptığı yolculuğu daha çok kendine, geçici beden istirahatına yönelik olur. Bu arada Ruh da rüyalarla oyalanır. Müzzemmil süresinde belirtildiği gibi "Gece programı" için kalkan insan, Ruh, vicdan, akıl ve düşünce ülkelerine seferler düzenler. Bilincine, bilinçaltına, yüksek gerilim yüklemesi yapar, sabah namazıyla programına son noktayı koyar, gecesini gündüzü için mühürler. İç dünyasına düzenlediği bu akınlarla günlük iç fethini tamamlamış olarak, gündüzün dış fethi için hayatın içine dalar.

b-İnsanların rahat uykularında oldukları vakitlerde, sıcak yataklarından yanlarını ayırırlar, kıyama dururlar sonra yürüyen ayak olurlar. Gecenin sırlı tenevvürü ile aydınlanmış olarak sabaha ererler. Sabah erkenliği içinde ayaklarının uçlarına basarak temkin ve tedbirle yürürler. İnsanlık daha uyanmadan içten içe, Eshab-ı Kehf uslublu, sırlı tenevvürle mesafe kat ederler. Hiç kimse bizden evvel gidip de gönüllere karanlık taşımasın diye, yüklendikleri ışıkları vakit fevt etmeden, güneşten bile önce, köşe bucak koşturup ulaştırmaya çalışırlar. Programlı sabah akınlarına erken başlarlar, yokuşları aşıp hedefe erken varırlar.

Seher vakitlerini uykuda geçiren hiç bir fert ve topluluk, İslam'ın ideal zirve noktasında, güzelliklerini temsile ve tebliğe layık olamaz.

Aynı şekilde, Tebliğ inceliklerine vakıf olmayan ve devrin şartlarına göre uygulamayan topluluklar da mefkûrelerine ve hedeflerine ulaşamaz.

Her gecenin kadirli bir gece olduğunu bilirler, Kadir gecesini arar gibi, gece içinde kendilerini ararlar. Sonra da sabaha kadar yeryüzüne akınlar düzenleyen meleklerden ödünç kanat almış gibi, gönüllerde Rahmetin yaygınlaşması için yeryüzü seferlerine başlarlar. Eski kavimlerde olduğu gibi, sabah azabını bildirmek için meleklerin gelmesinden (11/81; 37/177), masumları da kapsayacak felaketlerin yağmasından (8/25) endişe duyarlar ve içte istiğfar dışta hizmet seferleriyle gelebilecek felaketlere paratoner olurlar (8/33). Her yeni gün, bütün yeryüzünde adeta akın akın koşturan elektronlar gibi, bu sabah "Misbah" larıyla, aydınlanır (24/35), insanlık seması ışıklanarak hayat ve anlam kazanır.

Bu üç ayet, hem fert hem de topluluk planında, Risaletin bidayetinde Mekke dönemini -ki ilk üç yıllık dönemde, kalbî ve zihnî iç dünyadaki oluşum daha sonra Hicrete kadar dışta açık tebliğe yöneliş gerçekleşmiştir- ondan sonra da Medine dönemini, fethe giden yolda yapılan akınları ve evren sel açılımları hatıra getirmektedir.

Bu durum raporunun ardından da sanki şu iki sonuca dikkat çekilmekte ve iki temel misyona işaret edilmektedir. Buna göre, başta içte ocak gibi yanmadan, dışta gece gündüz köy-kasaba dolaşarak çabalayıp yorulmadan, oluşumu bütün nazik şartlar ve kurallar çerçevesinde, sistemli bir organize içinde yürütmeden, ses getirecek dışa açılımların ve evrensel misyonlu yayılımların gerçek leşmesinin mümkün olamayacağını belirleyebiliriz.

4-Haykırarak-emekle tozu dumana katmışlardır

(Zariyat-4: İş bölümü yapanlara and olsun ki...Atomdaki her eleman, mükemmel iş taksimi içinde, kendisi için takdir edilen ve yüklenen gö revi hassasiyet içinde, büyük emek gerektiren bir enerji ve eylemle yerine getirir. Elementleri oluştururlar. Yoğun çabalar sonucu hayata dinamizm katar lar. Samimi, yetenekleri yerinde kullanan, sistematik ve çılgınca çalışan kişi ve toplumlar da böyledir. İnsanlık hayatının dinamizmini ellerinde tutarlar. Ta rihimiz, iç ve dış kabiliyetlerin doğru yönlendirilmesi ve taksîm-i a'mâl ile; kışlanın, medresenin ve tekkenin orjinalitesi içinde fonksiyonları sonucu yetiş tirdiği çocuklarının yaşanmış hikayeleriyle doludur. Bu dündü!..Bugün?..Dürüstçe, payına düşen işinde uzman olan ve azimle çalışanlar, bugün de yarın da hep hayata yön vermeye ve tozu dumana katmaya devam edeceklerdir!..).
a-"Nak'an" kelimesi, savaşta kalkan toz manasını taşımakla beraber, haykırmak, çevresini etkileyecek, söz sarf etmek, ter ve kan dökerek büyük emek harcamak ve çaba göstermek gibi anlamlara da gelmektedir (Yazır,9/38).

İnsan Ruhta kuluçka dönemini yaşadıktan sonra haykırmak, fıtrî olarak emek harcamak ve dış dünyayı hemen sahiplenmek ister.

Yumurtalarından çıkan her canlının, hayatla buluşma sevincini ilan etmek istercesine, belki de şükür ve tesbih ifadesi olarak, ses ve davranışlarıyla çığlık atması koşturmaya, uçmaya başlaması gibi…Anne karnında embriyo aşamalarını yaşadıktan sonra biz insanların ilk yaptığı iş de bu değil midir? Minicik yapımıza rağmen, çevremizdekilere panik yaşatırız, ortalığı birbirine katarız. Büyüdük çe, öğrendikçe, çevremizi dağıtır ne yaramazlıklar yaparız. Çünkü insanın içi dışına göre dizayn edilmiştir. Dışa uyum sağlamak hatta hakimiyet kurmak için var edilmiştir. O, dışa halife olmuştur.

İnsan duygu ve düşünce dünyasında da benzer duyguları yaşar. Kimisi "Buldum!" diye hamam tasıyla dışarı fırlar, kimisi elinde fırçası tablolarının başında sabahlar. Sporlarda skor yapanlar, İpi göğüsleyenler madalyaya uzananlar, sınav kazanan bir başarıya imza atanlar ruhlarında hep coşku yaşar ve bunu değişik tarz ve dillerle haykırırlar. Fakat bütün bunların temelinde ciddi bir emek harcama, çaba gösterme, ruhta ve yeteneklerde olgunlaşma vardır,

Ruhta yaşanan olumlu ve olumsuz her duygu ve düşünce, şiddet ve yoğunluğuna göre dışta bazen aşırı davranışlar şeklinde kendini gösterir. İnanç ve bilgiden yoksun olmak, aileden ve etkili bir eğitimden uzak kalmak, çevrenin de etkisiyle olumsuz alışkanlıklar kazanmak gibi sebeplerle nefis-ruh hastalığı ve kişilik bozukluğu bulunan insanlarda, kendisine ve başkasına zarar verecek, toplumun huzurunu kaçıracak davranışlar görülebilir.

Ayetlerde belirtildiği ve sık sık vurguladığımız gibi, kendini baştan çıkarır "Azgın" olur, başkalarını-toplumu bozar "Bozguncu" olur…

İnsan hem duygularıyla hem de düşünceleriyle, hem kendinin hem de başkalarının dünyasında büyük değişiklikler yapabilecek bir potansiyele ve aksiyon gücüne sahip olduğuna göre; güzel bir ruh terbiyesiyle haykırmalarına, heyecan ve aksiyon içinde eşya ve hadiselere müdahalelerine bir an lam, amaç ve hedef kazandırılmalıdır.

İnsanın doğasında potansiyel olarak bulunan azgınlığı, inanç ve ibadet şevkine, Bozgunculuğu, ameli salih ve hizmet coşkusuna dönüştürülmelidir. Hiperaktif çocukların uygun enerji ve meslek alanlarına yönlendirilmeleri gibi…

Gençlerimiz, çocuklarımız, haykırarak çevresine korku salan, zarar veren ve toplum düzenini birbirine katan kişilikler olmaktan kurtarılmalı; ciddi eğitilmeli, meslek öğretilmeli, amaç ve hedef kazandırılmalı ve iş bölümü içinde yetenek ve becerilere göre görevler verilerek, bir seferberlik telaş ve heyecanı içinde topluma ve insanlığa kazandırılmalıdır.

İnsan, haksızlık ve zulüm karşısında haykıran, daima Hakka ve sabra çağıran bir ses, dünya insanına hizmet soluklayan güçlü bir nefes, bulunduğu her yerde iç ve dış canlılığı meydana getirip müsbet anaforlar oluşturan, herkes için ciddi emek harcayarak ter döken aksiyoner bir fert haline getirilmelidir. Aydınlanmış ferdin aydın siması, bakışları, davranışları, sözleri, bütün çalışmaları, insanlık sahnesinde gönüllere ulaşan birer nurlu çığlık ve hay kırış olmalı, gönüllerde mâkes bulmalı; ses getirmeli, coşku saçmalı, gafilleri uyandırmalı, tembellere gayret katmalı, hainlere korku salmalıdır.

Bu tarz üst perdeden kelam etmeyi hatta nara atmayı, ferdiyetçiliğini, öz güvenini ve başarısını onaylama ve ilan etme adına, askeri-politik-ekonomik-teknolojik alandan spor dallarına kadar, dış dünya çok iyi becerebilmektedir.

b-Yeryüzünde, inanç, ideal ve amaç birliği yapmış, samimi kardeşlik duygularıyla kenetlenmiş, çağın gereklerine göre ciddi organize olmuş ve sistemli çalışan toplulukların sesi güçlü olur. Ve ses getirirler…Dünyada farklı ülkelerde tozu dumana katan Lobi faaliyetlerinin güçlerini ve seslerini bastırırlar.

Güçlü pek çok düşman kuvveti, tarihte örneği seferler halinde görüldüğü gibi saldırmış, işgal ederek yakıp yıkmış, talan ederek, kıyım uygulamışlardır. Peygamberimizde ve O'ndan sonra O'nun yolunda olanlarda olduğu gibi, Türk-İslam Tarihinde de azmışlık ve bozgunculuk anlamında bir tozu dumana katma gözlenmez. Gözlenen şu olmuştur: Savaş ortamında hayvanlar ve ağaçlar bile koruma altına alınmıştır. Şayet tarih ve İnsanlık, atların nal seslerine, gazilerin nârâlarına, yerinde top gümbürtülerine şahitlik yapmışlarsa bu; gerçek anlamda, Hakk adına, hak, adalet ve zulmü önleme ve in sanlığa özgürlüğü, hoşgörüyü ve medeniyeti taşıma adına olmuştur.

Maddi planda olduğu gibi bozgun, fitne ve fesat çıkarmak isteyen topluluklar, topluluk ve millet bünyemizi tozu dumana katmak için, dört bir yandan saldıran şeytan gibi, çok farklı yöntemlerle saldırırlar. İnançlarımızı, duygularımızı allak bullak etmeye, düşüncelerimizde kaos ve kargaşa mey- dana getirmeye çalışırlar. Şüpheler atar, diyalektik yaparlar, alay eder tehdit savururlar, sefiller gibi takip eder kelepçe takarlar, deşifre eder ric'ata zorlarlar, iftira atar toplumu huzursuz ederler. Farklı yerlerde değişik oluşumlara göz yumar, arka çıkarlar. Gelecekte birlik ve beraberliğimizi ve gelişmeye yönelik çalışmalarımızı dinamitlemek, bölerek zayıf düşürmek için kullanır, üzerimize salarlar.

Hak vesilelerle Hak hedefe yürürken, en az düşman güçler kadar tozu dumana katmadıkça, katar gibi çalışmadıkça, önce içimize sonra dışımıza haykırmadıkça, gerçekçi, salih ve güncel yöntemlerle organize olup, fedakarca maddi manevi emek harcamadıkça; onların karşılarında durmak, tutunmak ve hayır gerekçeli misil-bil-mukâbelede bulunarak, sözümüzü dinlenir hale getirmek mümkün olmayacaktır.

Bu ayetle gelen ayet arasında bir bağ oluşturduğunu gördüğümüz bir ayetle geçiş yapmak istiyoruz:

"Allah dünya üstünlüğü-hükümdarlık, hikmet ve dilediği ilimlerden verdiği (Islahçı) Davud (Bozguncu ve fitne-fesat üreten) Calût'u yendi. Eğer Allah'ın, insanlardan bir kısmının kötülüğünü bir başka insanlarla gidermiş olmasaydı, yeryüzü bozgun yerine döner-alt üst olur-denge bozulurdu. Allah insanlığa karşı fazl ve lutuf sahibidir"(2/251).

5-Toplulukların tam ortasına dengeyle girmiş, denge olmuşlardır.

(Zariyat-5: Size va'd edilen kesinlikle doğrudur...Kur'an'da ümmet-i vasat olarak nitelenen topluluğa, güven içinde ve insanlığa huzur verici niteliğiyle Dinin güzellikleriyle beraber, yeryüzü halifeliğinin -insanlık dinamizmine yön verme yetki ve etki gücünün- bırakılacağı va'd edilmektedir (24/ 55) Allah, gönül Fatihlerinin, insanlığın kalbini fethetme çabaları adına yaptıklarının sonucunun, fetih sevinci olacağı yolundaki Va'dinden asla dönmeyeceğini belirtir (30/6). Ayet de bunu teyid ve te'kid ediyor).

Ayette "Vesat" kelimesi geçmektedir. Bu ferdin denge kazanmasını, Salih topluluğun, toplulukların tam içinde ve ortasında, evrensel dengeyi temsil etmesini hatırlatmaktadır.

"Dengeli insan" ve "Denge Topluluğu" kavramları, Kur'an'da "Dengeli tutum tarzı" ile beraber birer kez geçmekte, kelimenin üç türevinde de aynı anlamlar işlenmektedir.

a-Dengeli insan modeli:

"İçlerinden en dengeli-orta yolda olanı: Ben size Rabbinizi tesbih etseydiniz ya! dememiş miydim?" (68/28). Bu konu ya temas ettiğimiz Kalem süresinde, Fatiha süresinde ve ilgili konularda bahsettiğimiz gibi, insan inanç, ibadet, Salih ameller ve güzel hizmetlerle, ruhun da, duygu ve düşüncelerinde, tutum ve davranışlarında dengeli olma becerisini elde eder. İfrat ve tefrit dediğimiz iki kutuptaki yanlışlıklardan uzak kalır.

Ruhta denge kazanma, psikolojik rahatsızlıklar açısından çok önemlidir. Çünkü nefis-ruh hastalıklarının temelinde, ruhun dengesizliği yatmak tadır. Ruhun dengesini bozana birinci amil ise nefsin olumsuz istek ve arzularıdır. Nefsi günahlardan arındırarak, iman ve ameli salihle benlik dengesi kazanan insanlar, ruh dünyalarında bir denge ve bütünlük sahibidirler, nefsin yol açtığı ruhsal hastalıklar, kişilik ve davranış bozukluklarından uzaktırlar

b-Dengeli davranış modeli:
"Yemin kefareti olarak...Ailenize yediğiniz yemeğin dengeli-orta halli olanından yoksullara yedirmek veya onları giydirmek gerekir…"(5/89).

İnsanın günlük hayatında ömür boyu yaşayacağı iki temel şahsî konu göz önüne getiriliyor. Yeme ve giyme…İnsandan hiç ayrılmayan, her yerde beraber yaşadığı iki olay…İnsan bu iki basit ama temel konuda dengeli yaşamaya alışabilse, israftan kaçınsa, hayatî pek çok konuda denge sağlamakta da zorluk çekmeyecektir. Çünkü bu iki beşerî hadise, her gün sürekli insanın duygu ve düşüncelerini, ruh ve bedenini meşgul etmekte ve tekrarlanmaktadır. Bu insanın zorlanmadan kolayca alışkanlık kazanması için basit ama mükemmel fırsat demektir. Bu iki konu bir simge olmalı bunlarla işe başlamalıyız. Zamanla bütün duygu düşünce ve davranışları mıza ve insanlarla olan ilişkilerimize, bu kazanılmış denge ile yaklaşıp başarılı olabiliriz.

c-Denge topluluğu modeli:

"Sizi vesat ümmet-denge topluluğu yaptık. Sizin insanlara, Peygamberin de size şahit olması için…" (2/143). Dengeli insanlardan meydana geldiği ve insanlığa denge kazandırmayı temsil ettikleri, insanlığın içine içine içtenlikle, ortasına ortasına feda karca yöneldikleri için "Denge topluluğu" diyebiliriz. İşlerin kıyısından ucundan tutmakla denge sağlanmaz, aksine bozu lur.

Bu topluluk öncelikle, İslam’ın ruhuna uygun olarak, objektif ve evrensel bir hoşgörü anlayışına sahiptir. Toplumda bir kesimi tercih edip başka herhangi bir kesime cephe almaz, gönülleri, din, mezhep, meşrep, kültür vb. ayırımlar yapmadan gönül kapıları herkese ardına kadar açıktır. Bu yönleriyle fert ve toplumu tam ortalamış, dairenin merkez noktasına oturmuştur. Her şahıs, grup ve anlayışa aynı mesafeden bakmaktadır.

Ayrıca, insanların, inanç ibadet, ahlak, hukuk, ekonomi, siyaset, diplomasi, eğitim, kültür, örf adet vb. konularda da orta yoldan bakış açısını getirecek anlayışa, bilgi sunumuna, açıklamalara ve tutum ve davranışlara sahip bulunmaktadırlar.

Bu dengeli topluluğa bakan, gören, tanıyan, konuşan, izleyen, dostluklarını paylaşan kim olursa olsun, önyargısız baktığı, insaflı bir değerlendirme yaptığı zaman şu kanıya varacaktır: "Ben dinimi, en sağlıklı şekliyle şimdi görebiliyorum, anlayabiliyorum, yaşayabiliyorum! Hayata, kendime ve dünyaya denge içinde b

akabiliyorum!.." Önemlisi de bu topluluk, ayette dünya ve insanlık için denge topluluğu olarak görülmekte, insanlık için "Şahit" olarak nitelendirilmekte ve durumları Peygamber Efendimizle irtibatlandırılmaktadır.

Bunu, kendi toplumlarını ve insanlığı her an rasat edenler, dengesizliklerini izleyen ve denge kazanmaları için gerekeni yapma yolunda denge içinde yürüyenler,dünyanın her yerinde; "Yakından daha güzel şahitlik yapalım!" diyerek, denge müesseseleri açarak her milletin içinde kabul gören şahitler olarak anlayabiliriz.

Buraya kadar, net bir şekilde ele alınmadan, yer, zaman, şahıs ve topluluk ismi verilmeden tüm zamanlara, mekanlara ve şahıslara mal edilen bir topluluktan, olaydan ve bazı özelliklerden söz edilmiştir. Bundan sonraki ayetler, insanı ciddi bir oto kontrole, kendisini ve sahip olduğu değerleri göz- den geçirmeye davet etmektedir.

Ancak davet etmeden önce, insanın nankör ve hırslı yönüne dikkat çekilmektedir. Bu yapılırken de insanın kendinden, kendini gözlemlemek ten, kendi tarihini izlemekten uzak kaldığı, kaçtığı gerçeğine işaret edilmektedir.

Aynı zamanda sosyolojik tarihî bir yasaya işaret ediliyor.Tarihteki canlı aksiyon halindeki topluluklar, cemaat ruhunun sönmesiyle, ferdî hayatlarına gömülüp, toplumsallaşmaktan kaçıp bireyselleştikleri her zaman diliminde yosun tutmuşlar, dünya hırslarının önüne geçememişler, nankörleşerek, sadece benliklerini ön plana çıkarmışlar, böylece cemaat halindeki güçlerini ve tarihî kimliklerini kaybetmişlerdir. Allah onları yeryüzüne varis kılmayı Murat etmiş, onlar dört duvarlı odalarını tercih etmişlerdir. Şayet insanlar sahip oldukları değerlerin kıymetini bilmez, nankörlük yapar emanetin hakkını vermezlerse, verilenler onlardan alınır, layık olan başkalarına verilir (5/54).
 
Üst