“Bir gün balıklar toplanarak demişler ki;
“Su, su…†dedikleri bir şey varmış. Yalnız ismini işitiyoruz, kendini
göremiyoruz. İçlerinden biri demiş ki;
“Falan denizde her şeyi bilen bir balık vardır. Gidelim de ona soralım…
Olsa olsa müşkülümüzü o halleder.â€
Gidip dertlerini anlatmışlar ve:
“Su nerededir, bize göster!†demişler. Hazret de:
“Suyun olmadığı yeri, siz bana gösterin!†Cevabında bulunmuş.
Bunun gibi, her bir zerreyi
Yaşlı kadın, bir antika dükkanından aldığı yüzyıllık fincanı özenle
salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler,
renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı
hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı.
Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile
geldi ve kadına şöyle dedi;
“Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep
böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu
Günahlarına tövbe etmediğinden dolayı kabrinde azap çeken nice kişiler dünyaya dönüp bir kez ‘Estağfirullah’ diyebilmek için elini ciğerine atmış, gece gündüz inlemektedir. Ama ne çare? Geçen geçti.
Sen insanoğlusun, azla yetinmeyecek bir fıtratta yaratılmışsın. Azla yetinemezsin sen.
Hadi sor bakalım nefsine sana ne cevap verecek? ‘’Ey benim bedbaht nefsim! Aynı fiyata havuzlu villa dururken, apartman dairesini ister misin?’’ Alacağın cevap elbette azla yetinmeyecek bir fıtratta yaratılmış olan nefsine yakışır bir cevap olacaktır.
İnsan fıtratı gereği hep daha fazlasını, daha güzelini, daha iyisini ister. Yaratılışı böyledir çünkü. Bu noktada insanı suçlamak bir acımasızlık