adâvet: düşmanlık |
alâkadar: alâkalı, ilgili |
bilumum: bütünüyle, tamamıyla |
cemiyet: topluluk, toplum |
darb-ı mesel: meşhur söz, atasözü |
ebnâ-yı cins: kendi cinsinden olanlar, insanlar |
ecnebî: yabancı |
efkâr-ı âmme: genel düşünce, kamuoyu |
envâ: çeşitler, türler |
eşya: şeyler, varlıklar |
ferahnâk: neş’eli, sevinçli |
hâdisat: hadiseler, olaylar |
hülâsa: özet |
ihata etmek: kuşatmak, çepe çevre sarmak |
ikmal etmek: tamamlamak |
iktiza: gerektirme |
ittifak etmek: anlaşmak, uyuşmak |
ittihad: birleşme, birlik |
keza: bunun gibi, böylece |
kâinat: evren, bütün yaratılmışlar |
mahlukât: yaratıklar, yaratılanlar |
mevcudat: varlıklar |
musibet: belâ, sıkıntı |
muârefe: karşılıklı tanışma |
mâdum: yok |
mânen: mânevî yönden, psikolojik olarak |
münasebet: bağlantı, ilişki |
münasip: uygun |
mü’min: iman eden, Allah’a ve Onun gönderdiği şeylere inanan |
nazar: bakış |
nur-u iman: iman nuru, ışığı, aydınlığı |
saff-ı evvel: ilk saf, ilk muhataplar, ilk nesil |
sahrâ: alan, geniş saha, çöl |
süflî: aşağı, alçak |
sükûnet: durgunluk, hareketsizlik |
taaddüd: çeşitlilik, birden fazla olma |
tabaka-i ûlâ: birinci tabaka, grup |
tard etmek: kovmak, uzaklaştırmak |
tebşir: müjdeleme |
temsil: analoji, kıyaslama tarzında benzetme |
tesbih: Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma |
tetimme: ek, tamamlayıcı not |
tevahhuş etmek: korkmak, ürkmek |
vahşet: ürküntü, korku |
zira: çünkü |
âmi: basit, sıradan, cahil |
âşikâr: ap açık |
ünsiyet: alışkanlık, âşinalık |
şedâid: şiddetli durumlar, belâlar |
Sosyal İmleme