Bİlmİyorum!

TUVRES

Member
BİLMİYORUM!

Yazar: Alaaddin Başar
Dergi: Haziran/2009
Sayı: 385


BİLMİYORUM! ALAADDİN BAŞAR Şair soruyor: “Kimbilir nerede nasıl ve kaç yaşında.” Ve devam ediyor: “Bir namazlık saltanatın olacak Taht misali o musalla taşında.” Son iki mısra, Bâki’nin ince ruhunun ayrı bir kalıpta takdimi: Kadrini seng-i musallada bilip ey Bâki Durup el bağlayalar karşına yâran sâf sâf.” Bu mısraları ibretle okuyor ve kendime dönüyorum. Önüm meçhûllerle dolu. Daha ne kadar yaşayacağım? Cenazemde hangi dostlarım bulunacak? Bilmiyorum!.. Önümde ne gibi hâdiseler var, hangi imtihanlara tâbi tutulacağım? Bilmiyorum!.. Nazarımı semâya çeviriyorum. Benim için birer parıltı olan o muhteşem yıldızlarda hangi melek, hangi ibadetle meşgul? Bilmiyorum!.. Denizleri düşünüyorum. Şu anda hangi balık hangisini kovalıyor? Nasıl bitecek bu maceranın sonu? Bilmiyorum!.. Bilgisizliğime hudut olmadığını anlıyor, haddimi bilmeye başlıyorum. Derken, karşı kaldırımda uyuklayan bir kediye gözüm takılıyor. Onu seyre koyuluyorum. Benim, “bilmiyorum” dediğim ve cehlimi itiraf ettiğim bütün bu konulardan onun haberi bile yok… Neleri bilmediğinden gâfil… Bu düşünceyle birlikte hayalimden “bilmeyenler” sıra sıra geçmeye başlıyorlar? Yaprak ne zaman düşeceğini, çiçek ne zaman solacağını bilmiyor. Bulut ne zaman yağmur olacağını, dere nereye döküleceğini bilmiyor. Işık kaç rengi olduğunu, dünya hangi hızla yol aldığını bilmiyor… Bedenime bakıyorum: Kanım kalbime niçin aktığını, kalbim onu nereye pompaladığını bilmiyor. Gözüm yüzüme niçin konulduğunu ve yüzüm kaç göze sahip olduğunu bilmiyor. Ve daha nice bilmeyenlerle etrafım çepeçevre sarılı ve bedenim dopdolu. “Bütün bu bilemeyenler elbette bir bilenin ilmiyle iş görüyorlar” diye düşünüyorum. İçimden bir ses beni bu düşüncelerden alıkoymak istiyor. “Sen neler bilmiyorsun ki!” diyor. Ve başlıyor, mesleğimden biraz bilgi, sanattan birkaç incelik sıralamaya… Beni bu birkaç damlada boğmak istiyor. Ama, vicdanım karşı çıkıyor bu saçmalığa. Ve akıl aracılığıyla ruhuma şu mesajı yolluyor: “Sen bu dünyaya boğulmaya değil, gerçek diriliğe ermeğe geldin…”
 
Üst