Avrupa’nın zulüm damarı yine mi nüksetti?

yozgati

Well-known member
AVRUPA’NIN ZULÜM DAMARI YİNE Mİ NÜKSETTİ?
Malum Bediüzzaman Hazretleri Avrupayı ikiye ayırır. Biri insanlığa faydalı işler yapan Avrupadır. Diğer Avrupa ise, sahip olduğu teknolojiyi dinsizliğe ve insanları zararlı şeylere yönlendiren ve Deccali temsil eden Avrupadır.
Bu ikinci Avrupa Türkiyedeki dini faaliyetleri hazmedememekte ve milletin tercihiyle iktidar olan hükümeti düşürmek için çalışmaktadır. Son Avrupa Parlementosunun aldığı karar, bu ikinci Avrupanın deccalane faaliyetidir.
Bu asrımızın İslam aleyhindeki faaliyetleri 1908 öncesi dehşetli şekilde planlanmıştır. İngiliz, Fransız ve Rusya’nın Osmanlı aleyhine Baltık Denizi kenarında Estonyanın başkentinde gizlice anlaşmasıyla Osmanlının bundan haberi olmuş ve ll. Meşrutiyeti ilan ederek bu planı neticesiz bırakmıştır.

Fakat Avrupa zalim kafirleri yine boş vermemişler tekrar 1914’de Osmanlı Devletinin Dünya Savaşına girmesine sebebiyet vererek ve neticede 1918 den 1923 kadar İslam aleyhinde bir dizi anlaşmalarla Kur’an zararına rejimi yerleştirmişlerdir.

Helaket ve felaket asrının İslama vurduğu darbeleri, başta Risale-i Nur hadimi Üstad Bediüzzaman Hazretleri, sonra da Risale-i Nur ve Talebeleri tamir etmeye çalışmaktadır.

Fakat bu darbelerin hangi cihetten ve ne tarzda geldiğini bilmek de lazımdır.
İşte Bediüzzaman Hazretleri bu asrın dış ve iç tehlikelerini ilham-ı İlahi ile bilmiş ve mukabil çıkış yollarının da göstermiştir. Bu tesbitler Risale-i Nur Külliyatında çokca vardır. Biz bu günümüze de bakan bir ayetin tefsirini nazara vereceğiz.

İşte Bediüzzamn Hazretlerinin Tevbe Suresi 32. ayeti tefsir ederken der ki:
“Sure-i Tevbe’de:

يُرِيدُونَ اَنْ يُطْفِوءُا نُورَ اللَّهِ ِباَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللَّهُ اِلاَّ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ
âyetindeki نُورَ اللَّهِ ِباَفْوَاهِهِمْ وَيَاْبَى اللَّهُ اِلاَّ اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ


cümlesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i maneviyesiyle beraber şeddeli “lâmlar” birer “lâm” ve şeddeli “mim” asıl kelimeden olduğundan iki “mim” sayılmak cihetiyle bin üçyüz yirmidört (1324) ederek, Avrupa zalimleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmek niyetiyle müdhiş bir sû’-i kasd plânı yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverleri, hürriyeti yirmidörtte ilânıyla o plânı akîm bırakmağa çalıştıkları halde, maatteessüf altı-yedi sene sonra, harb-i umumî neticesinde yine o sû’-i kasd niyetiyle Sevr Muahedesinde Kur’anın zararına gayet ağır şeraitle kâfirane fikirlerini yine icra etmek olan plânlarını akîm bırakmak için Türk milliyetperverleri cumhuriyeti ilânla mukabeleye çalıştıkları tarihi olan bin üçyüz yirmidörde, tâ otuz dörde, tâ ellidörde tam tamına tevafukla, o herc ü merc içinde Kur’anın nurunu muhafazaya çalışanlar içinde Resail-in Nur müellifi yirmidörtte (1324) ve Resail-in Nur’un mukaddematı otuzdörtte (1334) ve Resail-in Nur’un nuranî cüzleri ve fedakâr şakirdleri ellidörtte (1354) mukabeleye çalışmaları göze çarpıyor.

Hattâ hakikat-ı hali bilmeyen bir kısım ehl-i siyaseti telaşa sevkettiler ve bu itfa sû’-i kasdına karşı tenvir vazifesini tam îfa ettiklerinden bu âyetin mana-yı işarîsi cihetinde bir medar-ı nazarı olduklarına kuvvetli bir emaredir. Şimdi İslâmlar içinde Nur-u Kur’ana muhalif haletlerin ekserisi, o sû’-i kasdların ve Sevr Muahedesi gibi gaddarane muahedelerin vahîm neticeleridir. Eğer şeddeli “mim” dahi şeddeli “lâmlar” gibi bir sayılsa, o vakit bin ikiyüz seksendört (1284) eder. O tarihte Avrupa kâfirleri devlet-i İslâmiyenin nurunu söndürmeğe niyet ederek on sene sonra Rusları tahrik edip Rus’un doksanüç (1293) muharebe-i meş’umesiyle âlem-i İslâmın parlak nuruna muvakkat bir bulut perde ettiler.
Fakat bunda Resail-in Nur şakirdleri yerinde Mevlâna Hâlid’in (K.S.) şakirdleri o bulut zulümatını dağıttıklarından bu âyet bu cihette onların başlarına remzen parmak basıyor. Şimdi hatıra geldi ki; eğer şeddeli “lâmlar” ve “mim” ikişer sayılsa, bundan bir asır sonra zulümatı dağıtacak zâtlar ise, Hazret-i Mehdi’nin şakirdleri olabilir. Her ne ise... Bu nurlu âyetin çok nuranî nükteleri var. اَلْقَطْرَةُ تَدُلُّ عَلَى الْبَحْرِ sırrıyla kısa kestik.” (Şualar sh: 719)

Avrupa kafirleri, İslamın nurunu söndürmek gayesiyle 1876-1877 de Rus’ları Osmanlı’nın üstüne saldırtmasına karşı Nakşi tarikatının Halidiye kolu mensupları cihadda bizzat vazife alarak o tehlikeyi dağıtmışlardır. Ta 1914 yılına kadar mukabele eden Osmanlı, ittifak ederek hep birlikte İslamın üstüne saldıran bu zalimlere karşı koyamamış dört yıl süren harbte mağlup olmuştur. Sonra da Avrupa anlaşmalarla kendi tercih ettiklerine işi bırakmıştır. Fakat bunlara karşı Bediüzzaman Hazretleri ve Nur Talebeleri manevi cihad-ı nuriye ile mukabele etmişlerdir. Ve şimdi de ehl-i iman hep birlikte hala da etmektedirler. Fakat bu yüzyıl sonrasında iş tersine dönmüştür o zaman hep kaybeden dindarlardı ve bu sefer kaybeden din düşmanları olacaktır. İnşaallah....
 
Üst