Beni namazdan ve ibadetten alýkoyan ve ..
Yazan , 24-05-2016 at 10:40 (636 Hit)
Arkadaþ! Namaz, kul ile Allah arasýnda yüksek bir nisbet ve ulvî bir münasebet ve nezih bir hizmettir ki, her ruhu celb ve cezbetmek namazýn þe'nindendir. Namazýn erkâný, Fütuhat-ý Mekkiye'nin þerhettiði gibi, öyle esrarý hâvidir ki, her vicdanýn muhabbetini celbetmek, namazýn þe'nindendir. Namaz, Hâlýk-ý Zülcelal tarafýndan her yirmidört saat zarfýnda tayin edilen vakitlerde manevî huzuruna yapýlan bir davettir. Bu davetin þe'nindendir ki, her kalb kemal-i þevk ve iþtiyakla icabet etsin. Ve mi'racvari olan o yüksek münacata mazhar olsun.
Namaz, kalblerde azamet-i Ýlahiyeyi tesbit ve idame ve akýllarý ona tevcih ettirmekle adalet-i Ýlahiyenin kanununa itaat ve nizam-ý Rabbanîye imtisal ettirmek için yegâne Ýlahî bir vesiledir. Zâten insan medenî olduðu cihetle, þahsî ve içtimaî hayatýný kurtarmak için, o kanun-u Ýlahîye muhtaçtýr. O vesileye müraat etmeyen veya tenbellikle namazý terkeden veyahut kýymetini bilmeyen; ne kadar cahil, ne derece hâsir, ne kadar zararlý olduðunu bilâhere anlar, ama iþ iþten geçer.
Ýþarat-ül Ý'caz
Ulvî: Yüksek, yüce.
Celb: Kendi tarafýna almak, çekmek.
Þe’n: Ýþ. *Hal, tavýr.
Erkân: Rükünler, esaslar, temeller.
Fütuhat-ý Mekkiye: Muhyiddin-i Arabi’nin bir eserinin adý.
Þerh: Ýzah, açýklama.
Hâvi: Ýçine alan, kapsayan.
Muhabbet: Sevgi, sevme. *Ruhun, kendisinden lezzet duyduðu þeye meyletmesi.
Kemal-i þevk: Tam þevk, mükemmel bir istek ve coþku.
Ýþtiyak: Þiddetli arzu ve istek.
Mi'racvari: Mi’rac gibi.
Münacat: Dua, Allah’a yalvarma.
Azamet-i Ýlahiye: Allah’ýn(cc) büyüklüðü.
Tesbit: Sarsýlmaz þekilde yerleþtirme, saðlam olarak yerleþtirme.
Ýdame: Devam ettirme.
Tevcih: Döndürme, yöneltme, çevirme.
Adalet-i Ýlahiye: Allah’ýn(cc) adaleti.
Nizam-ý Rabbanîye: Rabbani nizam, her þeyin sahibi ve terbiyecisi olan Allah’ýn(cc) düzeni.
Ýmtisal: Uyma
Ýçtimaî: Toplumla ilgili.
Kanun-u Ýlahî: Allah’ýn(cc) kanunu.
Müraat: Uygun davranma, riayet.
Hâsir: Hüsranda olan, zararda olan, kaybeden.
Bilâhere: Sonra, sonunda, daha sonra, sonradan.
Eðer desen: "Beni namazdan ve ibadetten alýkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz þeyler deðil, belki derd-i maiþetin zarurî iþleridir." Öyle ise ben de sana derim ki: Eðer yüz kuruþ bir gündelik ile çalýþsan; sonra biri gelse, dese ki: "Gel on dakika kadar þurayý kaz, yüz lira kýymetinde bir pýrlanta ve bir zümrüt bulacaksýn." Sen ona: "Yok, gelmem. Çünki on kuruþ gündeliðimden kesilecek, nafakam azalacak" desen; ne kadar divanece bir bahane olduðunu elbette bilirsin. Aynen onun gibi; sen þu baðýnda, nafakan için iþliyorsun. Eðer farz namazý terketsen, bütün sa'yin semeresi, yalnýz dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasýr kalýr. Eðer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatýna, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarfetsen; o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ý âhiretine ehemmiyetli bir menba olan, iki maden-i manevî bulursun:
Fütur: Gevþeklik, usanç.
Derd-i maiþet: Geçim derdi.
Semere: Meyve, netice, sonuç.
Ehemmiyetsiz: Önemsiz.
Münhasýr: Mahsus, sýnýrlý, ait.
Nafaka-i dünyeviye: Dünyaya ait nafaka, dünya geçimliði.
Zâd-ý âhiret: Ahiret azýðý, ahiret hazýrlýðý, öbür dünya yolculuðu için gerekenler.
Menba: Kaynak.
Maden-i manevî: Manevi maden, manevi kaynak.
Birinci maden:
Bütün baðýndaki
{(Haþiye): Bu makam, bir baðda bir zâta bir derstir ki, bu tarz ile beyan edilmiþ.}
yetiþtirdiðin -çiçekli olsun, meyveli olsun- her nebatýn, her aðacýn tesbihatýndan, güzel bir niyet ile, bir hisse alýyorsun.
Ýkinci maden:
Hem bu baðdan çýkan mahsulâttan kim yese -hayvan olsun, insan olsun; inek olsun, sinek olsun; müþteri olsun, hýrsýz olsun- sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o þart ile ki: Sen, Rezzak-ý Hakikî namýna ve izni dairesinde tasarruf etsen ve onun malýný, onun mahlukatýna veren bir tevziat memuru nazarýyla kendine baksan...
Rezzak-ý Hakikî: Gerçek rýzýk verici olan Allah(cc).
Namýna: Adýna.
Mahlukat: Yaratýlmýþ varlýklar.
Tevziyat: Daðýtmalar, paylaþtýrmalar.
Ýþte bak, namazý terk eden ne kadar büyük bir hasaret eder, ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder ve sa'ye pek büyük bir þevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i manevî temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalýr, iflas eder. Hattâ ihtiyarlandýkça bahçecilikten usanýr, fütur gelir. "Neme lâzým" der. "Ben zâten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti ne için çekeceðim?" diyecek, kendini tenbelliðe atacak. Fakat evvelki adam der: "Daha ziyade ibadetle beraber sa'y-i helâle çalýþacaðým. Tâ, kabrime daha ziyade ýþýk göndereceðim, âhiretime daha ziyade zahîre tedarik edeceðim.
Hasaret: Hasar, zarar, ziyan.
Sa’y: Çalýþma, iþ.
Kuvve-i manevî: Manevi kuvvet(güç).
Fütur: Gevþeklik, usanç.
Ziyade: Fazla, çok.
Zahîre: Azýk, yiyecek.
Elhasýl:
Ey nefis! Bil ki dünkü gün senin elinden çýktý. Yarýn ise senin elinde sened yok ki, ona mâliksin. Öyle ise hakikî ömrünü, bulunduðun gün bil. Lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teþkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at. Hem bil ki: Her yeni gün, sana hem herkese, bir yeni âlemin kapýsýdýr. Eðer namaz kýlmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlý ve periþan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde þehadet eder. Zira herkesin, her günde, þu âlemden bir mahsus âlemi var. Hem o âlemin keyfiyeti, o adamýn kalbine ve ameline tâbi'dir. Nasýlki âyinende görünen muhteþem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise, siyah görünür. Kýrmýzý ise, kýrmýzý görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine þiþesi düzgün ise, sarayý güzel gösterir. Düzgün deðil ise, çirkin gösterir. En nazik þeyleri kaba gösterdiði misillü; sen kalbinle, aklýnla, amelinle, gönlünle, kendi âleminin þeklini deðiþtirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde þehadet ettirebilirsin. Eðer namazý kýlsan, o namazýn ile o âlemin Sâni'-i Zülcelal'ine müteveccih olsan; birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Âdeta namazýn bir elektrik lâmbasý ve namaza niyetin, onun düðmesine dokunmasý gibi, o âlemin zulümatýný daðýtýr ve o herc ü merc-i dünyeviyedeki karmakarýþýk periþaniyet içindeki tebeddülat ve harekât, hikmetli bir intizam ve manidar bir kitabet-i kudret olduðunu gösterir. Allah göklerin ve yerin nurudur. (Nur Sûresi: 35.) âyet-i pür-envârýndan bir nuru, senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in'ikasýyla ýþýklandýrýr. Senin lehinde nuraniyetle þehadet ettirir.
Lâakal: En azýndan, hiç olmazsa.
Ýhtiyat: Tedbirli olmak, ileriyi düþünerek önlemler alma.
Akçe: Para.
Ýstikbal: Gelecek, gelecek zaman. *Karþýlama.
Sandukça-i uhreviye: Öbür dünya ile ilgili kutu.
Zulümat: Zulmetler, karanlýklar.
Keyfiyet: Özellik, nitelik, kýymet.
Tâbi': Baðlý, uyan, arkasý sýra giden, izleyen.
Misillü: Gibi, benzeri.
Müteveccih: Yönelmiþ, dönmüþ, bakan, dönük.
Tenevvür: Nurlanma, aydýnlanma, ýþýklanma, parlama.
Tebeddülat: Deðiþmeler, deðiþimler.
Harekât: Hareketler.
Kitabet-i kudret: Kudret yazýsý, Allah’ýn(cc) kudretinin(sonsuz gücünün) yazýsý.
Ýn'ikas: Aksetme, yansýma.
Said Nursi