Yeltegiyan

Elfidam
Enes bin Malik Hazretleri rivayet ediyor: Rasulüllah (SallAllah (c.c.)ü aleyhi vesellem) şöyle buyurmaktadır: “İmanın bir alameti ve delili de Ensar’a muhabbet beslemektir; nifakın bir belirtisi de Ensar’a buğzetmektir.”

Sahabi, sohbet kökünden türetilmiş bir kelime olup, arkadaş, yârân, beraber bulunan manalarına gelmektedir. Istılâhî manası ise Müslüman olarak Allah (c.c.) Rasülünü görüp az dahi olsa onun sohbetinde bulunan ve bu iman içinde vefat eden kişiye sahabi denir. Esasen, sahabe tanımında farklı görüşler de ileri sürülmüştür; kimisi bir yıl Efendimizle beraberlik şartı aramış, kimisi Onunla savaşa çıkma şartı, kimi de Onun sohbetinde bulunup Ondan bir hadis-i şerif rivayet edebilecek yaş ve olgunlukta olma şartını aramıştır. Ama genel ulema arasında tercihe şâyân görüş başta verdiğimiz tariftir.
Sahabe-i Kiram genel manada Muhacir ve Ensar olarak iki guruba ayrılmaktadır. Sahabi içinde de çeşitli sıralamalar ve değerlendirmeler olmakla birlikte, genel olarak bu iki kategori ortaya konmaktadır. Muhacir, Mekke’den Medine’ye hicret eden veya genel olarak diğer yerlerden Mekke’nin fethine kadar Medine’ye hicret eden sahabiye denmektedir. Mekke’nin fethine kadar böyle bir hicret, imanın bir rüknüydü ve biatlar da bunun üzerine alınıyordu. Mekke’nin fethinden sonra ise artık bu şekilde hicret sona ermiş; Efendimiz (Aleyhissalâtü vesselam)’ın ifadesiyle onun yerini cihat ve hicret niyeti almıştır.

Ensar da ‘nasr’ kökünden türemiş yardım edenler manasına bir çoğul kelimedir. Asıl olarak Medine’de bulunan Evs ve Hazrec kabilelerini içine alır. Efendimiz (SallAllah (c.c.)ü aleyhi vesellem), hicretten sonra hem kendisine hem de bütün Muhacirîn’e çok büyük fedakârlıklarda bulunup yardım eden bu insanlara ‘Ensar’ dediğinden bu kelime onlar için bir özel isim halini almıştır.

Hadis-i şerifte sahabe sevgisi, hususiyle Ensar sevgisi imanın bir delili olarak zikredilmektedir. Burada maksat, imanı sadece Ensar’ı sevmeye hasretme değildir. Belki asıl maksat Ensar sevgisinin sadece müminin kalbinde olabileceği, münafığın kesinlikle onları sevemeyeceği hususudur. Bu manada Allah (c.c.) Resulü (Aleyhissalâtü vesselam), “Ensarı ancak mümin sever; ondan ancak münafık nefret eder.” buyurur. Aslında Ensar için söylenen bu hususiyet bütün sahabe için de söz konusudur. Efendimiz (Aleyhissalâtü vesselam), hem ferdî manada hem de umumi manada muhacir için de aynı şeyleri ifade eder. Nitekim Hazreti Ali için “seni ancak mümin sever; senden de ancak münafık nefret eder.” buyurmuştur.

Hadis-i şerifte imanın zıddı olarak nifak zikredilir. Aslında imanın zıddı küfürdür, inkârdır. Ancak, sahabe sevgisi, kâfir için zaten düşünülemeyeceğinden burada nifak zikredilir. Kâfir zaten ulûhiyeti ve risaleti inkâr ettiği için sahabe sevgisini evleviyetle inkâr edecektir. Asıl mesele, ‘inanıyorum’ diyen ve Rasulüllah’ı tasdik eden insanlar için söz konusudur. Çünkü Rasulüllah sevgisi imanın bir buutudur. Dolayısıyla Onun en yakın yâranını sevmek de imanın bir göstergesidir. Tabii, bunun zıddı da nifak belirtisi.
Usulü’d-din açısından sahabe dinin önemli bir rüknünü oluşturmaktadırlar. Onlar hem sünnet-i seniyyeyi hem de Kuran-ı Kerimi bize ulaştıran en güvenilir emanetçilerdir. Bütün sahabe, hadis edebiyatı açısından adil ve güvenilir kabul edilmektedir. Yalan onların semtlerine asla yaklaşamamıştır. Dini muhafaza hususunda insanüstü bir gayret ortaya koymuşlardır. Bu yönleriyle seviyelerine ulaşmak mümkün değildir. Hiçbir veli sahabe-i kiramın seviyesine ulaşamaz. Hasan Basrî Hazretlerinin ifadeleriyle en büyük bir veli, en küçük sahabi kabul edilen Hazreti Vahşi’nin atının ayağında bir toz olamaz. Onları bu derece yükselten hususları, Üstad hazretleri gibi zatlar birkaç bölümde değerlendirirler.

1- Vahyin atmosferi
Sahabe-i Kiram, Peygamber Efendimiz (Aleyhissalâtü vesselam)’ın risalet yönünü görmüş ve onun o vazifesinin muhatabı olmuşlardı. Üstad Hazretleri, vahiy ilham farkını ortaya koyarak ilhama mazhar olan kişilerin vahye muhatab olan insanların seviyesine yükselemeyeceğini ifade eder. Ayrıca, sohbetteki insibağ da önemli bir husus olarak ortaya konmaktadır. Küçük-büyük her insanın sohbetinde bir insibağ oluşmaktadır. Sohbete muhatab olan insanlar, sohbet eden zatın hâlet-i ruhiyesine şahid olurlar ve onun maneviyatıyla bezenirler. Efendimizin sohbetinde bulunan Sahabe-i Kiram da Onun boyasıyla boyanıyor ve ulaşılmaz bir seviyeyi ihraz ediyorlardı. Evet, sohbet-i nebeviye öyle bir iksirdir ki, bir dakikada ona mazhar olan bir zat, seneler seyr-ü sülûka mukabil hakikatin envarına mazhar olur. Üstad Hazretleri bir misal olarak da şunu zikreder: “Bir bedevî adam, *********ını sağ olarak defnedecek derecede bir kasâvet-i vahşiyânede bulunduğu halde, gelip bir saat sohbet-i Nebeviyeye müşerref olur, daha ************ncaya ayağını basamaz derecede bir şefkat-i rahîmâneyi kesbederdi. Hem câhil, vahşi bir adam, bir gün sohbet-i Nebeviyeye mazhar olur; sonra Çin ve Hind gibi memleketlere giderdi, o mütemeddin kavimlere muallim-i hakâik ve rehber-i kemâlât olurdu.”

2-Yaşadıkları ortam
Sahabe-i Kiram, yeni bir döneme başlamışlar, her biri hayatına yeni bir sayfa açmıştı. Cahiliye yeni bitmiş ve her alanda bir diriliş nümâyândı. Her zaman yeni şeyler öğreniyorlar, her gün yeni bir ayetin nüzulüne şahitlik ediyorlardı. Hayatları vahiyle iç içe bulunmaktaydı. Bir gün namaz emri geliyor, başka bir gün oruç, sonra infak. Bir zaman yaptıkları bir iyilik semalarda yankılanıyor ve Allah (c.c.)’ın rızasına ulaştıkları vahiyle ifade ediliyordu. Farklı bir zaman da ortaya koydukları bir ictihad hatası hemen ikaz ediliyor ve onları iki büklüm ediyordu. Bu derece bir canlılık yaşayan insanların da ne kadar canlı oldukları izahtan varestedir. Üstad hazretleri, sahabenin büyüklüğünü hayretle düşündüğü bir anda mazhar olduğu bir secdeyi anlatır eserlerinde: “Bir zaman kalbime geldi, niçin Muhyiddin-i Arabî gibi hârika zâtlar sahabelere yetişemiyorlar? Sonra namaz içinde ‘subhâne Rabbiye’l-a’lâ’ derken, şu kelimenin mânâsı inkişaf etti. Tam mânâsıyla değil, fakat bir parça hakikati göründü. Kalben dedim: Keşke, bir tek namaza bu kelime gibi muvaffak olsaydım, bir sene ibadetten daha iyi idi. Namazdan sonra anladım ki, o hatıra ve o hal, sahabelerin ibadetteki derecelerine yetişilmediğine bir irşaddır.”
Sahabe içinde gerçekleştirilen bu inkılâp, onların her şeylerine de yansımaktaydı. Yalan ile doğru, doğu-batı gibi birbirinden uzaktı ve hemen tanınmaktaydı. Doğruluk cephesini Efendimiz temsil ederken, yalanı da Müseylime temsil ediyordu. Sünnete olan en küçük bir muhalefet, nifak gibi karşılanıyor ve İslamı yaşama üzerinde hassasiyetle duruluyordu. Bütün bu yönlerinden dolayı Efendimiz (Aleyhissalâtü vesselam), “Asırların en hayırlısı benim içinde bulunduğum asırdır, sonra onları takip edenler, sonra da onları takip edenler.” buyurur.

3-Dine Hizmetleri
Sahabe Efendimizin ve İslamın en sadık emanetçileri oldular. Dine en zor zamanda sahip çıktılar ve onun hem gelişmesinde, yayılmasında hem de bugünlere doğru ve arızasız bir şekilde ulaştırılmasında büyük emek sarf ettiler. Hayatlarını istihkar etmişler, ölümü göze alıp dini öyle anlatmaya çalışmışlar. Bu hususta yapılması gereken her türlü fedakârlığı da yerine getirmişler. Yerinde mallarını vermişler yerinde de canlarını. Efendimiz (Aleyhissalâtü vesselam), bu özelliklerinden dolayı onları hususi bir konumda değerlendirir ve âdeta onlara toz kondurmaz. “Benim ashabıma ilişmeyiniz, kötü söz söylemeyiniz. Sizden biri Uhud dağı kadar altın infak etse, ashabımın infak ettiği bir kilo kadar şeye mukabil gelmez.” der. Bu hakikati Tevbe sure-i celilesindeki şu ayet-i kerime de ortaya koymaktadır: “İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar yok mu? Allah (c.c.) onlardan razı, onlar da Allah (c.c.)’tan razı oldular. Allah (c.c.) onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!”

Efendimiz (SallAllah (c.c.)ü aleyhi vesellem), önde gelen ve işin başında bu dine sahip çıkanlara ayrı bir ehemmiyet veriyordu. Mesela; bir gün Hazreti Ömer ile Hazreti Ebu Bekir arasında bir tatsızlık olur. Durum Efendimize intikal edince kaşlarını çatar ve “Arkadaşımı bana bırakmalı değil miydiniz? Hepinizin beni yalanladığı bir dönemde o bana sahip çıktı ve dediklerimi, getirdiğim hakikatleri tasdik etti.” buyurur.

Hazreti Osman, sahabenin en sıkıntılı döneminde, susuzluktan kıvrandıkları bir anda Efendimizin işaretiyle Rume kuyusunu Müslümanlar için satın almış ve Müslümanların hizmetine sunmuştu. Tebük seferi hazırlığında ‘ceyşü’l-usre’ denen İslam ordusunun hazırlanmasında büyük bir emek sarf etmiş, ticaret için hazırladığı üçyüz kadar deveyi yüküyle birlikte sadaka olarak vermişti. Buna mukabil Efendimiz de “Bundan sonra Osman’a yaptıkları zarar vermez.” buyurmuştu.

Kuran-ı Kerim de Sahabe-i Kiram’ı dine olan hizmetleriyle zikretmekte ve onları örnek olarak bizlere sunmaktadır. Haşir sure-i celilesindeki şu ayet-i kerimeler bunu ortaya koymaktadır: “Allah (c.c.)’ın nasib ettiği bu ganimet malları o hicret eden fakirlere aittir ki, onlar Allah (c.c.)’ın lütfunu ve rızasını talep etmek, Allah (c.c.)’ın dinine ve resulüne destek vermek için yurtlarından ve mallarından edildiler. İşte imanlarında sadık ve samimi olanlar ancak onlardır. Bunlardan önce Medine’yi yurt edinip imana sarılanlar ise, kendi beldelerine hicret edenlere sevgi besler, onlara verilen ganimetlerden ötürü içlerinde bir kıskanma veya istek duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler. Her kim nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, işte felah ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır.”

Sahabe sevgisi, imanın bir delili olarak ortaya konmakta ve onların hayatı örnek bir hayat olarak nazara verilmektedir. Onları seven, Allah (c.c.) Resulünü sevmiş; onlara kin besleyen de Allah (c.c.) Resulüne kin beslemiş sayılır. Günümüzde selef-i salihine karşı saygısızlığın hat safhaya ulaştığı bir zamanda bize düşen, onlara karşı saygıyla dopdolu olmak ve çevremize onların güzelliklerini anlatmaktır. Onların hata gibi görünen yanlarını ise hiç nazar-ı itibara almamaktır. Başta Kuran-ı Kerim, Cenâb-ı Hakk’ın onlardan razı olduğunu ve günahlarını bağışladığını bildirmektedir. Bunun yanında bize saygı tavsiye etmekte ve “Onlardan sonra gelenler (başta muhacirler olarak, kıyamete kadar gelecek müminler): Ey kerim Rabbimiz, derler, bizi ve bizden önceki mümin kardeşlerimizi affeyle! İçimizde müminlere karşı hiçbir kin bırakma! Duamızı kabul buyur ya Rabbena, çünkü Sen Raufsun, rahîmsin!” buyurarak bize vazifemizi bildirmektedir.



alıntı
 
Üst